UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

UlkuGulu.Hareket-Forum.Net

ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz
 
... TÜRK ANALARI .... Anasay11AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ... TÜRK ANALARI ....

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:37

Kahraman Türk Kadını Tomris Hatun
Bu yazımda sizlere, başı tarihin bulutları içinde, efsanelere kansan kahraman bir kadını, bir Türk kadınım tanıtacağım. Bu büyük kadının, bu kahraman insanın adı, Tomristir. Yüce Hakan Tomris Hatun, Hz. İsa'nın doğumundan önce, Altıyüzüncü Yılda Türklerinin hükümdarı idi. Bu sıralarda İran'da da Ahamenid sülalesi hakim bulunuyordu. Bu sülale zamanında İran orduları birkaç defa Doğuya doğru saldırarak Türklerle savaşmışlardı.
Tomris'in hükümdarlığı zamanında. İranlıların basında Kirus adında bir hükümdar bulunuyordu. Bu hükümdar önceleri Saka Türkleri ile çarpışarak onları yenmiş ve Batı Türkleri'nin güney kısımlarım ele geçirmişti. Bu savaşlardan on yıl kadar sonra Kirus, Peçeneklere de saldırdı. Harbin sebebi, Kirus'un Tomris'le evlenmek istemesi ve Peçeneklerin kadın başbuğunun bu isteği reddetmesi idi.
Tabii bu sebep, o çağlardaki usullere göre çok önemli idi. Çünkü, Tomris, İran hükümdarı ile evlendiği takdirde, hükümdarı bulunduğu ülkeler de, Kirus'un eline ve dolayısıyla İranlılara geçmiş olacaktı.... işte, teklifi,. Türklerin kadın Sakam tarafından geri çevrilince, esasen kan dökücü bir insan olan Kirus, çılgına döndü ve kendisiyle evlenmeği kabul etmeyen bu kadın hükümdarın cezasını vermeğe karar verdi. Kirus önce, Tomris'in oğlunun emri altındaki Türk öncü kuvvetiyle karşılaştı ve onları bozguna uğrattı.
Tomris'in oğlu düşmana yenilmenin verdiği yasla kendi, kendini öldürdü. Bu savaşı kazanan ve gözleri dönmüş olan Kirus, Türk Hakanı Tomris hatunun da üzerine yürüdü. Türklerle, İranlıları bir kere daha karşı-karşıya getiren bu savaş, pek kanlı oldu. Önce her iki taraf birbirlerine ok atmaya başladılar. Bu oklaşmalar öyle şiddetli oldu ki, iki taraftan yaralanmayan hemen hiç kimse kalmadı.
Böylece gayet kanlı bir başlangıçtan sonra, ordular mızrak ve kılıçlarla göğüs göğüse geldiler. Türklerin kadın başbuğu ile İranlıların erkek hükümdarının idare ettiği bu müthiş savaşın sonu çabuk geldi. Her vuruşmada olduğu gibi, bunda da zafer kartalı, kahramanlık, askerlik kabiliyeti ve zekada üstün olan tarafın esiri oldu. Savaşı Türkler kazanmıştı.
Yüce Türk Hakanı Tomris Hatun hem milletinin ve yurdunun mukaddes sevgisiyle ve hem de savaşta yenildiği için hayatına kıymış olan sevgili oğlunun, gönlüne saldığı büyük acı ile dövüşmüştü ve başardığı bu kahramanca dövüşle. İran ordusunun büyük kısmım cansız olarak yere sermiş olmakla beraber, Ahamenid sülalesinin azgın hükümdarı Kirus'u da telef etmişti.
Kirus hayatında çok kan akıtmış bir hükümdardı. Bunun için, kahraman Türk kadını Tomris, bu kan akıtıcı adama, dünyaya ibret teşkil edecek bir muamelede bulundu ve Kirus'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak "hayatında kan içmeğe doymamıştın, şimdi, doya, doya iç!" dedi. Bu hadise yüz yıllarca dünya milletlerinin dillerinde söylendi durdu ve bugüne kadar ulaştı.
İşte Tomris hakkında tarihin verdiği mevsuk (kaynak) bilgiler bundan ibarettir. Geri kalan birçok hususlar efsanelerle karışmakta dır.
Bu zaferin kazanılması büyük bir hadisedir. Çünkü Tomris, o sırada sadece Türklerin bir kısminin, yani yalnız Peçeneklerin hükümdarı bulunuyordu ve kumanda ettiği kuvvetler, bu bakımdan mahduttu. Diğer taraftan Ahamenid hükümdarı ise, butu İran'ın hükümdarı idi ve ordusu nispet kabul etmeyecek kadar büyüktü. Üstelik bu hükümdar bir erkek ve karşısındaki ise bir kadındı.
Fakat bu kadın. Sadece bir kadın değil, bir Türk kadını idi ve bu kadın, kendisiyle izdivaç ederek, milletinin ve vatanının hürriyetine istiklaline kasteden kan dökücü bir adama karşı yılmadan dövüşmüştü. Kahraman Tomris, mazimizin göklerin süsleyen şanlı bir yıldızdır. Bu şanlı kadın, bütün Türk kadınlarına örnektir...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:38

Kahraman Türk Kadını Süyünbike
Altın Ordu Hanlarından Cambek'in 1357'de ölümünden sonra ortaya çıkan taht kavgaları ve Aksak Timur ile Toktamış arasında 1391 ve 1395'lerde cereyan eden savaşlar neticesinde zayıf düşen... Kıpçak ilinde, "Kazan Hanlığı", "Astrahan Hanlığı", "Kırım Hanlığı", "Sibir Hanlığı" gibi daha küçük Türk devletleri meydana geldi ve büyük Altın Ordu devleti fiilen sona ermiş oldu. Kazan Devleti, iç mücadelelerle de sarsılınca gittikçe zayıflamış ve Ruslar'ın müdahalesi de o nispette artmıştır.
Kazan'da iktidarı elinde bulunduran zümre, sulhun muhafazası için Han seçiminde Moskova'nın arzusuna boyun eğmek, topraktan fedakarlık etmek ve hatta çocuk yaşta han ilan edilen Ötemiş (1548-1551) ile annesi Süyün Bike'yi Moskova'ya teslim etmek gibi ağır şartlara katlanmışsa da. Kazan Kaanı Safa Giray 1547’de ölür. Oğlu Ödemiş Giray iki yaşında olduğundan varisi annesi Süyün Bike olur. Ruslar 13 Şubat 1550’de Kazan’a hücum eder. Süyün Bike de diğer kahramanlardan geri kalmadan savaşır. Fakat şehir düşer ve Kazan Beyleri ile birlikte o da esir alınır. Gemilere bindirildiklerinde halk gözleri yaşlı nehrin kenarında beklemektedir.
Kazan Melikesi var gücüyle bağırır:
-“Kazan..Kaygulu , kanlı şehir!..Başından tacın düştü... Sen şimdi dul kadın gibisin! Sen şimdi efendi değil , kul oldun!..Sen başsız arslan gibisin! Her devlet akıllı Han ile idare edilir , güçlü çeri ile ayakta kalır!.. Bunlar olmayınca, herkes senden Hanlığı alır! Eski günlerini, bayramlarını hatırlayıp, benim gibi ağla artık.. Nerede senin eski Hanlık bayramların? Nerede sendeki çocuklar , beğler , Töreler?...
Nerede senin genç kadınların , güzel kızların; onların şen sesleri nerde?..Hepsi kayboldu değil mi? Bundan sonra sende,bunların yerine ağlamalar, inlemeler olacak!..Sende bal akan ırmaklar, pınarlar vardı.. Bundan sonra onlarda senin evlatlarının kanları ve gözyaşları akacak!.. Rus kılıçları onları kırıp geçirecek!.. Ey Tanrım!..
Bizim en azgın düşmanımız olan İvan’a tez cezasını ver!.. Kazan’ın başına bu belaları açan Şeyh Ali ile Türeleri cezasız bırakma! Onlar beni düşman eline düşürünceye kadar çalıştım; çekmiş olduğum eziyet ve sıkıntıları onların da , onları umursamayan ve ülkelerine sahip çıkmasını bilmeyen Kazanlıların da başına ver Tanrım!..Ver ki ,bundan sonrakilere ibret ve ders olsun ; başka Türk Yurtlarının başına böylesi gelmesin!...”
Bu esir alınıştan sonra Süyün Bike’ye ne olduğu konusunda çeşitli rivayetler var.Ama bilinen bir şey başka Türk yurtlarının başlarına da böylesi sıkıntıların geldiği ve neredeyse hepsinde Türk kadınının da mücadele verdiği gerçeğidir. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’na kadar silahlı mücadelelerin içinde yerini alan kadınlarımız savaş sonrasında da fikir, ilim, siyaset ve sanat alanlarında milli denebilecek mücadeleler vermişlerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:39

Kahraman Türk Kadını Nene Hatun
Takvimler 7 Kasım 1877’yi gösteriyordu. Nene Hatun üç yıl önce evlenmişti. Henüz yirmisindeydi ve üç aylık bebeği vardı. On beş gün önce, köyleri Rus askerleri tarafından işgal edilince, ailesiyle Erzurum’a gelmişti. Türk ordusu uzunca bir zamandır birçok cephede çarpışıyordu. Doğu cephesinde de savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Aslında Gazi Ahmet Muhtar Paşa şimdiye kadar düşmanın işini çoktan bitirecekti; ama hesapta olmayan bir düşman daha vardı.
Yıllarca bu topraklarda birlikte yaşadığımız Ermenilerden bir kısmı şimdi çeteler hâlinde geziyor, baskınlar yapıyor, mâsum insanları -hem de çoluk çocuk demeden- katlediyordu. Daha dün sabah, yakınlardaki bir köyde çeteler tarafından ağaca çivilenen bebeğin hikâyesini dinlemişti. Allah’ım bu nasıl bir vahşetti, bunu yapanların hiç mi vicdanı yoktu! Nene Hatun, asırlarca birlik ve beraberlik içinde yaşadıkları bu insanlardan bazılarının bugün niçin bu derece canavarlaştıklarını zaman zaman düşünüyor; fakat ikna edici bir cevap bulamıyordu. Bu çeteler yüzünden eli silâh tutan herkes cepheye gidemiyor, mâsumlar katledilmesin diye köylerde nöbet tutuluyordu.
Kerpiçten yapılma iki odalı evlerinin küçük odasında şafağın sökmesini bekleyen Nene Hatun, bir yandan sobanın yanı başındaki beşiğinde uyuyan bebeğini sallıyor, diğer yandan da mum ışığında sağ elindeki Mushaf’ı okumaya devam ediyordu. Birçok yakını cephedeydi. Uzun zamandır hiç birinden haber alamamıştı. Dün kuşluk vakti ağabeyini getirmişlerdi. Vücudunda boğaz boğaza çarpışmanın sebep olduğu çok derin süngü yaraları vardı.
Âdeta damarlarında kan kalmamıştı. Ve bir-iki saat sonra Nene Hatun’un kollarında ruhunu teslim etti. Nene Hatun, kutlu bir yolda canını veren ve şehadet şerbetini içerek sonsuzluğa uçan ağabeyinin vücuduna sarılıp ağladı, ağladı, ağladı... Şehitlerin ardından ağlanmaz diye engel olmaya çalıştılar; ama Nene Hatun sadece ağabeyi için değil, vatan için de ağlıyordu.
Cepheden gelen son haberlere göre düşman çok kalabalıktı, ondan da önemlisi iyi silâhları vardı. Bunları düşünürken, dilinden hiç düşürmediği duasını bir kez daha tekrarladı: “Allah’ım, düşmanları Sen’in azamet ve kudretine havale ediyor ve şerlerinden Sana sığınıyoruz.”
Sabah ezanının okunmasına az bir zaman vardı. Dışarıdan gelen bağrışmalar ve silâh sesleriyle irkildiler. Eşinin dışarı çıkmasıyla içeri girmesi bir oldu ve kararlı bir şekilde şunları söyledi: “Ermeni çeteleri ve Rus askerleri tabyalara saldırmışlar, karşı koymaya gidiyoruz. Eğer dönemezsem ve düşman buraya kadar gelirse sakın teslim olmayın, alacaklarsa cesetlerinizi alsınlar. Allah’a emanet olun!” Ve sobanın yanında duran baltayı kaptığı gibi kapıdan yıldırım hızıyla tabyalara doğru koşmaya başladı.
... TÜRK ANALARI .... Nene-Hatun... TÜRK ANALARI .... Nene-Hatun
Nene Hatun’un cesaretli ve soğukkanlı bir yapısı vardı. Kocasının kolay kolay geri dönmeyeceğini biliyordu. Arkasından “Allah yardımcınız olsun!” diye dua etti. Zaman hayli ilerlemişti. Silâh seslerinin ardı arkası kesilmiyordu. Abdestini tazeledi. Yüreği cephede, kulağı ezandaydı. Fakat minarelerden ezandan hemen önce farklı bir ses duyuldu. Aziziye Tabyaları’nın düşman eline geçtiği, askerlerin çoğunun şehit olduğu ilân ediliyordu. Çok dinleyemedi Nene Hatun. Çocuğunu öptü, kokladı; “Nâzım’ım seni bana Allah verdi, ben de seni yine O’na emanet ediyorum” dedi. Eline satırını ve şehit ağabeyinin tüfeğini aldığı gibi tabyalara doğru koşmaya başladı.
Tabyalarda mevzilenmiş çeteler ve düşman askerleri, kendilerine doğru akmakta olan iman ordusu karşısında sanki bütün Anadolu üzerlerine geliyormuş gibi hissettiler. Başlarındaki subayın “Ateş serbest!” emriyle namlular birbiri ardına patlamaya başladı. İlk sıralarda olanlar birer birer yere yığılıyordu; ama gelenlerin ardı arkası kesilecek gibi değildi. Düşman, hiç böyle bir direniş beklemiyordu. Yediden yetmişe bütün Erzurumlular, tabyaların demir kapılarını bir kâğıt gibi çiğneyerek düşmanın içerisine dalmıştı. Çeteler ve düşman askerleri sel sularında eriyen kar gibi eridi. Çarpışma kısa sürmüştü.
Nene Hatun, çetelerin olanca kinleriyle sökerek yere attıkları şanlı bayrağı düştüğü yerden aldı, alnına götürdü ve gözlerinden yaşlar boşanırken ait olduğu yere astı. Nene Hatun ve kahraman Anadolu insanının o sabah başlattıkları mücadele, düşman, vatan topraklarını terk edinceye kadar devam etti. İyi donanımlı düşman askerlerinden tabyalar geri alındı. Üç bin düşman askeri öldürülmüştü. Buna karşılık bin kadar şehit vardı. Varsın olsundu, vatan olmadıktan sonra yaşamanın ne mânâsı vardı?!..
Nene Hatun da omzundan yaralanmıştı. Ama o âdeta kendini unutmuş, yarası daha ağır olanların yardımına koşuyordu. Birkaç dakika öncesine kadar cephede mermi taşıyan, askerlere su dağıtan ve siper kazan kahraman kadın, şimdi yerini askerlerin yaralarını saran bir hastabakıcıya bırakmıştı. O gün Aziziye Tabyaları’nda, Müslüman-Türk tarihinde Nene Hatun’la sembolleşen altın bir sayfa daha açıldı. Allah için can siperâne mücadele veren Safiyye ve Nesibe Hatunların, Ûmm-û Hiramların, cepheye cephane taşırken donarak şehit olan Şerife Anaların, cephane arabasının boyunduruğunun bir tarafına elde kalan tek hayvanını, diğer tarafına da kendisini koşarak cepheye mermi taşıyan Ayşe Anaların oluşturduğu altın halkaya bir kahraman kadın daha eklendi.
Nene Hatun’un vatan için kahramanca verdiği mücadele bu kadarla da bitmemişti. O gün evde üç aylıkken bıraktığı oğlu Nâzım ve daha sonra doğan üç oğlundan ikisi, Birinci Dünya Harbi’nde canlarını vatana feda ettiler.
Ne mutlu sana Kahraman Ana. Kendin gazi, oğulların şehit...
Aziziye Tabyası’na diktiğin bayrak, bugün dalgalanmaya devam ediyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:40

Kahraman Türk Kadını Fatma Seher Hanım
Kuva-yı Milliye döneminde en çok adı işitilen kadın kahramanlardan biri de, Fatma Seher Hanım'dır. İsminin başındaki "Fatma" dan dolayı "Kara Fatma" diye bahseden kaynaklar da vardır. Fakat o, daha ziyâde "Fatma Seher" olarak tanınmıştır. Fatma Seher Hanım'ın Kuva-yı Milliye devrindeki vatanî hizmetlerine dâir “Harp Tarihi Encümeni Arşivi”nde hayli vesika vardır. Hisarcık'ta Kaynarca mıntıkası kumandanı Naim imzalı ve 27 Ağustos 1920 tarihli Süvâri Livasına (Tugayı’na) yazılan raporda:
"… Fatma Seher Hanım'ın cepheden geri gelen efrat üzerindeki tesiri her türlü takdirin fevkindedir..." denilmektedir. Bu yazıya karşı gönderilen cevapta ise; "Bugünkü harekâtta pek çok yararlığı görülmüş olan Fatma Seher Hanım'a çok teşekkür ederim" kaydı vardır. Ayrıca 26-27 Ağustos 1921 tarihli ve 193 sayılı Liva Ta'mimi ile de Fatma Seher Hanım bütün efrat ve zâbitana karşı alenen takdir edilmekte ve kahramanlıkları örnek gösterilmektedir.
Kuva-yı Milliye'nin en meşhur kadın kahramanlarından biri olan Fatma Seher Hanım harp sonlarına doğru, memleketi olan Erzurum'a gitmek üzere yola çıkmıştı. Güzergahta bulunan Trabzon'da bir hayli kalmış ve burada yayınlanmakta bulunan "İstikbal" Gazetesi'ne sergüzeştlerini bizzat anlatmıştı. Onun şahsiyet ve mücadelelerinin aydınlanması mevzuunda son derece ehemmiyetli malûmatı ihtiva eden röportajın bir kısmını dikkatlerinize arz ediyoruz:
"Geçen hafta içinde, İnebolu'ya uğrayan Fransız vapuru, oradan, kendisini görenleri hayrette bırakan harikulâde bir şahsiyete sahip bir yolcu almış ve Trabzon'da bırakmıştır. Bu yolcu, bir zabittir. Başındaki turuncu kefiyesi, TBMM ordusunun serpuş numûnesine uymayan bu zabitin yakasında nefti, bir üçgen içinde iki yıldız, elinde gümüş saplı bir kamçı, ayağında zarif botlar vardı. Bu zabit, ufak tefek yapılı, bir bölük kumandanıdır. Adı, Fatma Seher Hanım'dır. Bir ecnebi, bu satırları okuduğu zaman bilir ki, ne kadar hayret edecektir.
Bir zabit... Kadın bir zabit... Bilmem dünyadaki bütün orduların içinde bir kadın zabit var mıdır? Bu kadın üç senedir, bir düzine Yunanla harp eden bir Kuvvacı ve bir senelik bir ordu zabitidir. Bu, ufak tefek kadının erkek elbisesi içinde taşıdığı çok kahraman, aynı zamanda çok mütevazı gönlünü, ah bir görüşüp anlasanız”...

Kocası, Vanlı Binbaşı Ezdeşin Bey idi. Büyük Sarıkamış kavgasında şehid düşmüştü. Edirne'de 5. fırkada iken karısı yanında idi. Kendi Kafkas'ta harbe giderken karısı Edirne'de çocukları ile kalmıştı. Mütârekeye kadar, Edirne'den çıkmadı, mütareke olunca İstanbul'a geldi. Oradan, Konya-Diyarbakır tarikiyle Van'a, babası Yusuf Abdal Ağa'nın yanına gitti. Vatan o günlerde derin, karanlık bir girdaba doğru, durmamacasına yuvarlanıyordu. Ne taze gelinlerde neşe, ne de, bir ayağı çukurda olan ihtiyarlarda ruh istirahati vardı. İngiliz zabitleri, üç taraftan sınırları aşmış heyet halinde Şark hududuna doğru ilerliyorlar, her şeyi de Türk Hükümeti'nin nüfuzunu alaya alarak idareye el koymuş bulunuyorlardı. Kimi yerde Rumlar, kimi yerde Ermeniler, kimi yerde her iki unsur birden binlerce seneden beri şerefine yan bakılamamış asil Müslüman Türk'e hakaret ediyorlardı.
Şehid binbaşı hanımı, Van'da, daha epey uzakta idi. Lâkin, için için yanıp tutuşmaya başlamıştı. Asabi, hasta, sert olmuştu. Birgün geldi ki, kadınlık nezaket ve inceliğinden kendisinde eser kalmadı. O günlerde, evvela "Trabzon Kongresi" daha sonra "Erzurum Kongresi" akdediliyordu. Erzurumlu Âişe Hanım'ın kızı artık daha fazla duramadı ve kardeşi Mehmed Çavuş'la birlikte teşkilata adam toplamaya koyuldu. Az zamanda yüz-yüzelli kişi kadar kişi topladı. Fatma Seher Hanım bu sırada dokuz yaşındaki kızı Fâtıma ile İstanbul'a geçti. Oradaki kardeşi Süleyman'ı da yanına aldı. Ve bir gün, İstanbul'dan onsekiz tüfek de elde ederek Alemdağı yoluyla az evvel, tâ Van'dan yüzelli kişilik kuvvetiyle gelen kardeşi Mehmed Çavuş'la İzmit civarında Taşköprü'de iltihak etti.
... TÜRK ANALARI .... Kara_fatma... TÜRK ANALARI .... FatmaSeher
Allah Aşkına, Din Aşkına İmdat, Yetiş Kara Fatma!
Bir Cuma gecesi Beşevler civarında kâin Kabakça'dan soluk soluğa bir adam geldi. Mehmed Çavuş'a bir imdat mektubu getirdi. Köylü iki gözü iki çeşme anlatıyordu:
– “Bizim köyden Mehmed'i bu gece gerdeğe koyduk. Tam bu sırada, köyümüzü bir Rum ve Ermeni çetesi bastı, eve girdiler, zavallı Mehmed'i bağladılar. Zevcesini de perişan ettiler. Gavurlar... Gavurlar...”.
Köylünün nefesi tutuldu. Sonunu söyleyemedi. Nihayet hıçkırarak bağırdı:
– “Kara Fatma, Allah aşkına, din aşkına imdat! Yetiş Kara Fatma, ırzımıza düşman tecavüz etti”.
Ertesi gün, kaç zamandır Davulcular ormanında gizlenmiş olan yüz elli kişilik kuvvetin başına geçen Kara Fatma; Gülbahçe, Mecidiye, Orhaniye, Arpalık köylerinin imam ve muhtarlarıyla, ileri gelenlerini ormana celp ettirdi. Onlara:
– “Ben Kara Fatma'yım. Ermeni jandarmalarının sizden her ay aldıkları iki yüz lirayı bundan sonra vermeyeceksiniz. Sizin ırzınızı, malınızı ben bekleyeceğim”.
Köylüler memnun döndüler. Kara Fatma artık kendini meydana vurmuştu... Kara Fatma yanına onyedi kişi aldı, gözlerini kan bürümüş köylüye:
– “Düş önüme"
Dedi. Çıkıp gittiler.

Milletin Namusuna Uzanan Eller

Kara Fatma, onyedi kişiyle Kabakça'yı sardı. Zalimler, köyün bütün genç kızlarını gelin evine doldurmuşlar, nara atarak alçakça eğleniyorlardı. İffetli Türk kızlarının boğuk feryatları bu çirkin gürültüler arasında o kadar yanık, o kadar tüyler ürpertici bir halde geliyordu ki... Onyediler Kara Fatma'nın komutasını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Tam bu sırada, evden iki haydut çıktı. Bir kızı saçlarından tutmuşlar, avludaki samanlığa doğru sürüklüyorlardı. Samanlığın kapısı önüne geldikleri zaman, Sabancalı Murad ve Mecidiyeli Musa Çavuş ile Kara Fatma'nın oğlu Seyfeddin uzaklardan yetiştiler ve iki haydudu hakladılar. Talihsiz kız, düşüp bayılmıştı. Evin içindekiler ise samanlık önündeki hadiselerden habersiz, vicdan sızlatan eğlencelerine devam ediyorlardı. Bir ara, birkaç haydut daha, iki kızı sürükleyerek evden çıkardılar, Kara Fatma da daha fazla beklemeyi faydalı bulmadı ve erkeklere garip görünen bir kükreyişle bağırdı:
– “Ateş!..”

Üç–dört gün sonra Türk Ordusu, İzmit üzerinden taarruza başlayınca, Kara Fatma da orduya katılarak Kuva-yı Milliye'nin kahraman askerleriyle birlikte düşmana karşı savaştı dört gün boyunca. Bir yandan, savaşıyor, bir yandan da yaralanan askerlerin yaralarını sarıyordu. 12 Haziran 1921'de ordu ile beraber muzaffer olarak İzmit'e girdi. Orada 12 gün kaldı. 13. gün, kıtasıyla İznik havalisine Avdan Yaylası'na gitmesi emrini aldı. Kendisi hasta idi, kardeşi ile maiyetindekiler gittiler. Kendisi de onbir gün zarfında iyi olur olmaz, Oğul Paşa'da kıt'asına katıldı
29 Ağustos 1921'de düşman, Kara Fatma'nın tuttuğu cepheye; Kaynarca, Bereket Karadin üzerinden taarruza kalktı. Harp kaçınılmaz oldu. Birinci gün onbir saat, ikinci gün dokuz saat devam etti. Kara Fatma sol kolundan, oğlu sağ ayağından yaralandılar. İkinci gün akşam üzeri, Yunanlılar dört saat geriye çekildiler. Kara Fatma yine muzaffer olmuştu...

Fatma Hanım, Milli Mücadele’ye atıldığı zaman dokuz yaşındaki kızı da yanında idi.
Fatma Seher Hanım anlatıyor:
– “Bu kız da bana mı çekmiştir ne? Deli midir, nedir bilmem; şimdiye kadar yanımdan hiç ayrılmadı. Onu ekseriya İzmit'te bırakıyordum, fakat durmuyor, neferlerin peşine takılarak tâ siperlere kadar geliyor. Kaç defa harp ederken bana ve askerlerime mataralarla su taşımıştır. Bu çarpışmada zavallı kız sağ elini kaybetti. Şimdi İzmit'tedir”.
Fatma Hanım bu defa izinli olarak Ankara'ya geldiğinde kızı bir mektup yazdırarak ona göndermiş, mektubunda kendisinden küçük bir tabanca isteyerek,
– “Sağ elim yok ama, sol elle pek güzel atıyorum anne!”
Diye yazmış… İzmit'te, Yakın Şark Yardım Heyeti Reisi birgün Fatma Seher Hanım’dan bir fotoğrafını çıkarmaları için müsaâde talep etmiş. Fatma Hanım tabiî müsaâde etmiş. Fotoğrafı alındıktan sonra Amerikalı, kendisinden bu hediyesine mukabil ne hediye edilirse memnun olacağını sormuş. Fatma Hanım,
– “Hani onbeşli İngiliz silahı filintalar var ya; onlardan bulamadım, hediye edersiniz, nihayetsiz derecede makbule geçer”.
Amerikalı; yüzük, bilezik, küpe yerine; silaha, bombaya meyli olan bu kadının karşısında cidden hayrette kalmış. Ancak, o da silahtan bulamamış fakat, iki tâne saplı İngiliz bombası hediye etmiş.

Fatma Hanım; yürüyüşü, gezişi ve duruşu itibariyle tam anlamıyla asker bir karaktere sahip olmuştur.. Hülasa, askerlik onun ruhuna işlemiştir. Şu sözler kendisine aittir: "Ben kadınken iyi dikiş dikerdim"... Hakikaten kadınlığı onun için bir mazi idi artık. Ancak, bir annede bulunması gerektiği kadar da şefkatli idi. Mecazlarında, kinâye ve istiârelerinde muhayyilesine hakim olan bütün timsaller hep askerdir. Birgün karargâh zabitlerinin güçlüğünden bahsederken:
– “Menzil, posta beygiri gibi bir yerde durmuyor ki…”.
Demiştir. Fatma Seher Hanım'a cepheye ne zaman döneceği ve harpten sonra ne yapacağı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
– “Kırk gün izinliyim, buradan evvela Erzurum'a gideceğim. Üç senedir görmediğim ana ocağıma şöyle bir hal hatır soracağım. Oradan Sarıkamış'a varıp Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine hürmetlerimi arzedeceğim. Van'a kadar ya giderim ya gitmem... Orası uzaktır. Olur da günümü geçirirsem mesul olurum. Hoş, kumandanım çalışanlara pek bir şey demez, beni severler, ama nemelâzım. Bir saat evvel işbaşına dönmeli. Ya ben varmadan taarruz başlarsa o zaman halimiz nice olur!.. Benim üç senedir savaştığım yerlerde ne tâze kızım, ne taze gelinim, ne de dikili fidanım var. Fakat, bütün Türkiye benim toprağım. Ve bütün Türkler benim kızım, kardeşim, anam, babam. Ah şu, vatan uğruna gaza etmenin lezzetini tatmak yok mu!..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:41

Kahraman Türk Kadını Kara Fatma
“Kara Fatma” ismi, Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşamış bir şahsiyeti ifade etmekten ziyade; esasen Kuva-yı Milliye ruhunun bayraklaşan Türk kadınını sembolize eden bir karakter olarak hafızamıza yerleşmiştir. Nitekim, Müslüman–Türk aile yapısını incelediğimizde hemen her ailede bir Fatma’nın bulunduğunu görürüz. Kimi evde Fatma o evin annesidir, kiminde gelindir Fatma, kiminde ise bacıdır. Hülasa Fatma’sı olmayan aile özellikle Anadolu’da neredeyse yoktur.
Anadolu’nun hemen her karışında mutlaka bir Fatma’mız vardır. O bakımdan, vatanın işgal altında olduğu ve can emniyetinin, mal emniyetinin, ırz ve namus emniyetinin tehlikeye düştüğü savaş yıllarında Türk kadını da cephe gerisinde mücadele vermiş, milli heyecanın şahlandırdığı Fatma’lar, Ayşeler, Hatice’ler birer kahraman şahsiyet olarak bayraklaşmıştır. İşte “Kara Fatma” da, vatanın ve milletin namusuna uzanan nâmahrem elleri kırmak için ortaya çıkmış, destanlaşmış Türk kadınıdır. İzmir’in “Kara Fatma”sı vardır, Erzurum’un “Kara Fatma”sı vardır, Sivas’ın, Hatay’ın, Kahramanmaraş’ın, Trabzon’un, Gaziantep’in kısacası memleketin her köşesinde bir “Kara Fatma”mız vardır.
Vatanseverliğin Ve Kahramanlığın Yüce Abidesi

Kara Fatma namı ile temayüz etmiş kadın kahramanımızın ilkine 93 Harbi’nde Osmanlı–Rus Savaşı sırasında rastlıyoruz. Kara Fatma, genç yaşında kendisi gibi vatansever ve mücadeleci kadınları etrafına toplayarak âdetâ gönüllü bir alay teşkil eder. Kâh cepheye lojistik destek veriyor, kâh cephe gerisi emniyeti sağlamak için manevra yapıyor kâh bizatihi disiplinli bir ordu efrâdı gibi hareket ederek cephede düşmanla boğuşuyordu Kara Fatma.
“Kadınlar Dünyası” isimli gazetenin 20 Temmuz 1913 tarihli nüshasında bu muhterem Kuva-yı Milliyeci validemizden şu şekilde bahsedilir:
“Kara Fatma, Malatya'ya bağlı Aladağlı'dır. Zayıf, orta boylu ve esmer, gözleri ve kaşları siyahtır. Elbisesi, erkek elbiselerinin aynıdır. Entari yerine geniş bir şalvar, ceket yerine ise ‘sarka’ tâbir olunan bir tür cepken giyerdi. Sesi erkek sesi gibi gür ve sertti. Yüzünü örtmez fakat, saçlarını boynuna dolar; başının, yüz kısmı dışında bütün kısımlarını ‘Leçel’denilen beyaz bir bezle kat kat sararak örterdi. Maiyeti üzerinde son derece etkiye ve güce olup, İbrahim nâmındaki hizmetlisi dahi Kara Fatma'nın hışım ve heybetinden ürperirdi. Cengâver olduğu kadar da yumuşaktı lakin, şefkati lüzumundan fazla değildi. Kara Fatma, tarihen sâbit olan en mühim ve parlak zaferlerini Rusya Muhârebesi dönemlerinde göstermiştir”. Meşhur Sivastopol Destanı'nda Kara Fatma şu mısralarla anlatılır:

Sivastopol Destanı'nda Kara Fatma
Beş altı gün sonra geldi
Kara Fatma-i gazi
Nisâlar kahramanı, şeref-razı
Beş altı yüz kişiyle geldi o an,
Kamusu hep süvâri-i namdarân.
Onların nâmı var Türkmen ilinde
Kılıç belinde, kargı yollarında.
Onlar çok kırdı düşman, döktü kanın
Şehid oldu karındaşı nisânun.
O hâtun kendi dahi yaralandı
Onuldu yarası hoş varlandı.
Ömer paşa olup Şumnûda kâim
Onlara gönderir cephâne dâim.
Kara Fatma bu harpte yüz bin kişilik düşman ordusunun karşısında geceli gündüzlü savaşmış, Türk ordusunun en ileri hatlarına kadar giderek askere cesaret aşılamıştır. Bu harpte bir ara yaralanmış ve kardeşini kaybetmişti. Kahramanlığı yabancı eserlere de geçmiştir.
Allah şefaatinden mahrum eylemesin…
Yunan’ın Korkulu Rüyası
Kuva-yı Milliye'nin “Kara Fatma” namlı kadın kahramanlarından bir diğeri de Batı Anadolu'da ortaya çıkmıştır. Bu bölgede milletin ve memleketin kurtuluşu için kahramanca çarpışan Kara Fatma, Yunanlılara karşı gösterdiği mücadeleleriyle Mustafa Kemal ******'ün de liyakatini kazanmıştır. Ülkenin o kara günlerinde, Müslüman Türk kimliğine sahip Anadolu kadınını gönülden temsil eden; vatan için, namus için, bayrak için, istiklâl için, varlık için, şeref için dövüşen ve adı sık sık gündeme gelen bu muhterem validemiz, nesiller boyunca iftihar ile hatırlayacağımız kahraman Türk kadınlarımızın önderlerindendir… Muhârebe zamanlarında giydiği elbisesini ölünceye kadar sırtından çıkarmayan Kara Fatma’nın yakın zamanda "İstiklâl Madalyası" ile çoğu kez basında haberi çıkmış, cadde ve sokaklarda gelip geçenlerin dikkatini çekmiştir.
Muharebe Bana Düğün Gelir
Memlekette can ve namus emniyetinin tehlikede olduğunu gören bu eli öpülesi validemiz, kadınlığın o ince yapılı karakterini hiç düşünmeden, “Kadın isem de, Türk değil miyim?” diyerek işgal kuvvetlerinin zulüm ve cinayetlerine karşı Kuva-yı Milliye hareketine katılmıştır. O da, isimleri tarih boyunca şan ve şerefle yad edilecek diğer kadın kahramanlarımız gibi vatanın bağımızlığı, milletin selameti için canı pahasına hizmet etmiştir. Kara Fatma, işgalcilerin zulümlerini artırdığı ve dayanılmaz olduğu bir dönem İstanbul'dan yola çıkarak dolu dizgin, gençlik ve memleket aşkının verdiği cesâretle Sivas'a gelir ve Mustafa Kemâl Paşa’nın huzuruna çıkar:
– “Bütün millet, vatanın kurtarılmasını bekliyor, işte ben de kadın halimle geldim, iş göster, emret Paşam!” der…
Samimi ve içten gelen bu sözler Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz…
– “Peki ama, sen ne iş görebilirsin ki? Silah kullanır mısın? Ata biner misin? Harpten ateşten korkmaz mısın?..”
Kara Fatma’dan beklenilen cevap gelir:
– “Ata binerim, silah kullanırım, muharebe bana düğün gelir Paşam, düğün…!”
Bu Müslüman Türk kadınına hayran kalan Mustafa Kemal Paşa:
– “Şu dakikada bütün kadınlarımız senin gibi olsalardı Kara Fatma”
Diyor ve bu sûretle “Fatma Hanım”, “Kara Fatma” lâkabını almış oluyor.
Bir Kurşun Yarası Ve Kırmızı Kurdelalı Bir Harp Madalyası
Mustafa Kemal'den aldığı emir ve tavsiyelerle İstanbul'a gelen Kara Fatma 15 kişilik vatansever genci etrafına toplamıştır ve buradan Kocaeli'ne geçmektedir. Köylerde vaziyeti asla belli etmeden tam bir teşkilat kurmayı başararak Geyve'de cephe tutar. Halid Bey Kumandası'nda bir yıl vatanî görevde bulunur Kara Fatma ve bu sırada ilk defa yaralanır. Teşkilat lağvedilince orduya çavuş olarak katılır. Birçok korkulu savaşlarda orduya, istiklâle büyük hizmetler eden Kara Fatma'nın bu zaferlerden tek nişânesi aldığı bir yara ile kırmızı kurdelalı bir harp madalyasıdır. Bu gururu ve iftiharı ömrü boyunca taşımıştır.
Kuva-yı Milliye'nin Yorulmaz Hizmetçisi

Kara Fatma, bir basın mensubuna, Kuva–yı Milliye dönemindeki hizmet ve faaliyetlerinden şu şekilde bahsetmiştir:
– “İzmit, Adapazarı, Düzce ve civarına Yunanlılar sık sık baskınlar yapıyordu. Bir gün kumandan Halid Bey beni çağırdı ve dedi ki:
– ‘Fatma Hanım, senin bugüne kadar yaptıklarından çok memnunum, sana kaymakamlık vereceğim’.
Halid Bey'in bu sözlerinden anlamıştım ki, bana gene mühim bir iş verecek.
Şu emri verdi.
– ‘Şimdi adamlarını alıp İznik'e gideceksin!’.
– ‘Ama ben on beş gün önce orada idim’.
– ‘Gene gideceksin, orada bulun, işlerin var’.
Emir, emirdi. Derhal hazırlandım, atlarımıza atladık, dağlardan bayırlardan dolu dizgin koşturuyorduk.
Yolda nefes nefese iki köylüye rastladık. Bizi görünce:
– ‘Aman’ dediler, ‘İmdada gelin, köyümüzü bastılar, hepimizi öldürecekler’.
– ‘Kimler bastı köyünüzü?’.
– Kimler olacak, Yunan gâvuru’.
Öyle günler yaşıyorduk ki; kimseye inanmak caiz de değildi hani. Bu, düşmanın bir oyunu da olabilirdi, nitekim bu gibi hadiselerle çok karşılaşmıştık.
– ‘Hangi köydensiniz?’.
– ‘Elmacık Köyü'nden’.
Hemen atlardan indik, kıyafetlerimizi değiştirdik. Ben eski püskü bir elbise giymiştim. Köye girdiğimiz zaman, manzara tüyler ürpertici idi. Meydanda bir papaz oturuyordu. Etrafında onbeş, onaltı kadar silâhlı vardı. Türkleri bir araya getirmişlerdi. Papaz, Yunanlılara sordu:
– ‘Nasıl ceza verelim?’.
Yunanlılardan biri:
– ‘Onları iyice bağladıktan sonra bize teslim edin, intikamımızı biz alırız’. Dediler.
Benden şüphe edilmediği için yanlarına kadar yaklaşmıştım.
Papaz, üç köylünün bir ağaca bağlanmasını emretti.
Kardeşime yaklaştım:
– ‘Hali görüyor musunuz?’ dedim; ‘İyi ki gelmişiz, şimdi tabancamı adamların üzerine boşaltacağım’.
Kardeşim sert bir ifade ile yüzüme baktı ve yavaş sesle:
– ‘Acele etme, sonra işi bozarız’
Cevabını kulağıma fısıldadı. Ben bekleyecek halde değildim. Heyecanımdan tir tir titriyordum. Oğlum da benim halimden şüphelenmişti. Yanıma yaklaştı o da fısıldadı:
– ‘Acele etme anne’.
Düşmanın rengi küle döndü...
Ağaçlara bağlananların az sonra can vereceklerini anlayan köylüler ağlaşmaya, feryad etmeye başlamışlardı.
Ne olursa olsun fazla sabredemeyecektim. Tabancamı çektim ve:
– ‘Teslim olun!’ diye haykırdım.
Tabiî, adamlarım da silahlarını çekmişlerdi. Bu beklenmeyen hâl, düşmanı öylesine şaşırtmıştı ki... Hemen ağaçlara bağlananların iplerini çözdürdüm ve silahlı düşmanların silahlarını aldırdıktan sonra onları bağlattım. Papaza dönerek:
– ‘Haydi’ dedim, ‘Şimdi siz ölümlerden ölüm beğenin’.
Hepsinin de rengi kül gibi olmuştu. Titriyorlardı. Oracıkta düşüp öleceklerdi.
Adamlarıma döndüm:
– ‘Hepsini Halid Bey'e götürünüz’ dedim, ‘Cezalarını o verecektir’.
İzmit'e döndüğümüz zaman Süvari Livası Hacı Arif Bey bu muvaffakiyetimizden dolayı bizim için büyük bir merasim hazırlamıştı. Köylüler, coşkun tezahürat yapıyordu. Fakat bu muvaffakiyet ile birlikte beni sükûtu hayale gark eden bir mesele hasıl oldu. Meğer ‘Kara Fatma tehlikeden sakınmıyor, başımıza bir iş açar’ diye beni, geri hizmetlere almaya karar vermişler. Kıyameti kopardım. Halid Bey:
– ‘Bilmiyorum Fatma Hanım’ dedi, ‘Ölümden korkmuyorsun, fakat ya şehid olmaz da esir düşersen ne olur?.. Bizimkilerin maneviyatı bozulur, düşmanın maneviyatı kuvvetlenir. Sen hiçbir tehlikeden kaçmıyorsun. Ya, Elmacık Köyü'ndeki düşman kuvvetli olsaydı da sizi esir etseydi?..’.
Tabii, o zaman kim tehlikeyi düşünüyordu. Lakin, bundan sonra daha ihtiyatlı davranacağımı vadederek vazifeme devam ettim”…
Allah mübarek şefaatlerine nail eylesin…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:42

Kahraman Türk Kadını Şerife Bacı
İşte Şerife gelin bu köylü ve 21 yaşında. O'nu 16 yaşında evlendirmişlerdi. Düğünden iki ay sonra Harbi Umumi patlak verdi. Kocasını askere aldılar. 6 ay sonra da Çanakkale'den kocasının ölüm tezkeresi geldi. Kimsesizdi, hiçbir geliri yoktu. "Bu tazeliğiyle yapayalnız durması yakışık almaz" diyen köyün yaşlıları, onu sakata ayrılmış bir asker gazisi olan Topal Yusuf ile evlendirdiler.
Üç yıl sonra Şerife Gelin'in bir kızı oldu. Küçük kıza Elif adını koydular. Elif anasını emiyor, emdikçe Şerife Gelinin sütü artıyordu. Bunu fırsat bilen komşular, o günlerin salgın hastalıkları yüzünden anası ölen, yetim kalan, süt ememeyen hangi çocuk varsa, Şerife Gelin'e getiriyorlar; Köyün yetimlerini hep O emziriyordu. Belki de bunlar çile günlerinin tabii bir yansıması idi.
Sonuç olarak bu köyde yetimlerin tamamı süt kardeşi, Şerife Gelin de süt anası olmuştu... Evdeki işlerle birlikte dışarı işlerini de Şerife gelin yapardı. Öküzlerle çift sürmek, merkeple dağdan odun getirmek, orakla ekin biçmek, döğen sürmek hepsi hepsi Şerife Gelin'i gözlüyordu. Kocası Topal Yusuf'un sadece adı vardı. Savaşta sol bacağı kopmuş, yakınında patlayan bomba bir gözünü kör etmişti... Kulaklarının duyması ise günden güne ağırlaşıyordu. Bu haliyle O'nun iş yapması zaten mümkün değildi. Günlük işlerini ve hizmetini de Şerife Gelin yapıyordu.
Çile demet demet, hicran gökleri tutmuş, gözyaşı diz boyu olmuş akıyordu. Nice şehit anaları oğlunun acı haberiyle ciğerini dağlarken nice gelinler hayata küsmüş, nice umutlar baharında solmuştu. Açlık, yokluk, perişanlık kol geziyordu. İnsanlar saadeti sadece ölümün kollarında açan bir çiçek sanır hale gelmişlerdi. Artık gözler taa uzaklara, umutlarsa bir başka bahara kalmış gibiydi.
Bir akşam üzeri köyde tellal bağırıyordu.
"– Eyyyyy ahali! Duyduk duymadık demeyin. Cuma günü her haneden bir kağnı, İnebolu'ya yük taşımak üzere gidecektir"... Aynı tellal bir daha, bir daha olmak üzere 3 sefer bağırdı. Bu, konunun önemini vurgulamak içindi. Üç sefer aynı şeyin bağrıldığı pek vaki değildi. Demek ki bu konu olağanüstü bir önem arzediyordu.
Herhangi bir sebeple tellal bağırmışsa, o akşam konunun görüşülmesi için köy odasında toplantı yapılırdı. Bunu herkes bildiğinden, toplantı için ayrıca duyuru yapılmamıştı. Akşam yapılan toplantıda Muhtar şu açıklamayı yaptı:
– Ankara'da açılan yeni Meclis ve kurulan hükümet, Anadolu'ya saldıran Yunan askerine son darbeyi vurabilmek için kış boyunca hazırlık yapıyormuş. Kulakları çınlasın iki ay kadar önce köyümüze gelen M. Âkif, camimizde verdiği vaazda:
– "Bir milletin hayat hakkı ve varlığını sürdürme konusunda üstünüze bir görev düşerse, yerine getirmekte aslâ tereddüt etmeyiniz. Vatana sahiplenmek için gerekirse herbirimiz, toprağın koynuna girmeye aday olabilmeliyiz ki, bu vatan bizimdir diyebilelim," demişti. Komşular! Sizin anlayacağınız, deniz yoluyla İnebolu'ya getirilen cephane ve top mermilerinin cepheye taşınması için bütün çevre köylere görev verilmiş. Adına ister imece, ister salma, ister başka birşey deyiniz; taşıma işi muhakkak halledilecekmiş. Bizim köyün taşıma sırası Cuma günü olarak bildirildi. O gün, İnebolu'dan 80 kağnı cephane yüklenerek Kastamonu'ya doğru yola çıkmamız gerekiyor. Herkes hazırlığını buna göre yapsın. Muhtar, bir de liste hazırlamıştı. Listeyi baştan sona okudu. Sonra da:
– Burada olanlar olmayanlara haber versin, dedi.
Herkes birbirinin yüzüne "Burada kimler yok?" der gibi baktı... Toplantıda sekiz isim yoktu. Bunlar adına da zaten kadın veya çocuk yaşta gençler gidecekti. O akşam köy bekçisi sekiz kişinin evini dolaşıp yola ne zaman ve nasıl çıkılacağını bildirdi. Her evden bir kağnı duyurunun yapıldığı şekilde Cuma günü vardı. Şerife Gelin de bunlar içerisinde idi.
... TÜRK ANALARI .... Serife
Tarih, 1921 yılının son günleriydi. Birdenbire bastıran kar yolları kaplamıştı. Sıra ile cephaneler yüklendi. Yüklemesi yapılan kağnı yola çıkıyordu. Şerife Gelin, köyde bakacak kimsesi olmadığı için Elif'i yanına almıştı. Şerife Gelin'in kağnısına top mermileri yüklendi, yol verildi... Şerife Gelin, İnebolu çıkışında kağnıyı durdurdu. Oraya kadar sırtında taşıdığı kızı Elif için top mermilerinin arasında bir yer ayarladı. Tek korunma aracı yün yorganını da top mermilerini ve kızını yağıştan korusun diye, kağnı üzerine örttü. Sonra tekrar kağnı başına geçip "Bismillah" diyerek öküzleri çekmeye başladı.
Bu görevi onlarca köy, binlerce kağnı yaptığı için yol güvenliği konusunda bir sorun yoktu. Soğuğa karşı korunaklı oldun mu tamam! Hele hele öküzlerin iyi ise, işin kolay! Şerife Gelin, öküzleri çekiyor, kar ise yağıyor, yağıyordu. Kağnı tekerleri karla karışık çamurlu yollarda makamsız bir gıcırtının zevksizliğiyle ilerliyordu. Şerife Gelin'in bir korkusu vardı; kendinden bile sakladığı bir korku. Kalbinde kocaman bir çıban, çaresiz bir dertti bu... Ama onu hatırlamak istemiyor; azimle, hırsla kağnı arabasının önünden tüm engelleri delercesine yürüyordu. İçten içe duâ etmeyi de ihmal etmiyordu. Bu halde epeyce yol aldıktan sonra kağnı birden durdu. Şerife Gelinin yüreciğindeki yara deşilmişti. Evet kara öküz yürümüyordu. Bu her zamanki huyu idi. Zorlamaya, yüke hiç gelemezdi. Şerife Gelin yuları asıldı. Hayır! Gelmiyordu. Öküzün ardına geçip gâh! dedi. Üvendire ile dürttü. Kara öküz biraz yürüyüp tekrar durdu. Bir saat kadar önce yağan kar durmuş, hava soğumaya başlamıştı.
Şerife Gelin:
– Kurbanın olayım kara tosun, beni perişan etme. Arabam top mermisi dolu; Cepheye yetişmesi lazım. Haydi n'olur yürü. Haydi n'olur. Kara öküz az daha yürüyüp boynunu eğdi, eğdi. Sonra olduğu yere gürpüden çöküverdi.
Şerife gelin:
– Eyvahhh! Ne yapacağım ben şimdi, diyerek tekrar kara öküzün yanına vardı. Yalvarırcasına başını okşadı. Gözlerinden öptü, titreyen sesiyle:
– Haydi kara tosunum. N'olur yatma kalk. Boyunduruğa ben de koşulayım. Yeter ki sen yatma. Kara öküz nice zorlamayla yerinden kalktı. Boyunduruğu kaldıramaz gibi boynunu yere eğiyordu. Bereket öbür eşi sarı öküz güçlü idi; zaten kağnı buraya kadar onun sayesinde gelebilmişti. Şerife Gelin, öküzlerin yularını arabanın okuna taktı. Sonra kara öküz tarafına geçip eğik boyunduruğa öyle bir yüklendi ki, göğsünden bütün vücudunu kaplayan bir ıslaklığın yayıldığını fark etmedi bile.
Kaç defa kara öküz yatmış, kaç defa boyunduruğu Şerife gelin göğüslemiş, bunların artık sayısını unutmuştu... Ne kadar yol aldığını ise hiç bilmiyordu. Şerife Gelin'in karnı açtı. Lâkin açlığı dert etmiyordu. Biricik Elif'i aklına geldi. Tabii ki O'nun da karnı zil çalıyordu. "Elif'imi azıcık emzirebilseydim" dedi. Ama Elif uyuyordu; zaten uyansa da bu soğuk havada çocuk emzirilmezdi. Kendi kendine: "Elif uyanmadan Kastamonu'ya varabilseydim bari", dedi. Böyle söylenirken, içindeki bir ses karşı dağdan yankılanırcasına gürledi:
– Ya sonra? Şerife Gelin şaşırdı birden. Etrafına bakındı, kimsecikler yoktu. Bu gizli ses ile cedelleşmeye başladı:
– Sonrasına Allah kerim.
Meçhul ses:
– Âmennâ! dedi, önce. Sonra da Şerife Gelin'in belki de çaresizlikten hep görmezlikten geldiği bir gizli derdi ham bir çıbana iğne sokup patlatır gibi deşiverdi:
– Peki Ilgaz Dağı'nı nasıl tırmanacaksın? Bu kara öküzle, bu kağnı oradan çıkar mı?
– Çıkarrrrrrr, diye bağırdı Şerife Gelin; gerçi yüküm Kastamonu'ya kadar ama bu araba Ilgaz dağını da çıkar, Ankara'ya da varır... Cepheye de... Şerife Gelin'in göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Soğuktan donmak üzere olan elleri şimdi sinirinden titriyor, iki de bir üvendireyi elinden yere düşürüyordu. Ilgaz Dağı'nı geçilmez, aşılmaz diyen kimdi? Az önce kendisiyle cedelleşen sesi, sesin sahibini aradı. Hiddetinden dudaklarını kemiriyor, elindeki üvendireyi gart! gurt! diye kürtün öbeklerine saplayıp saplayıp çıkarıyordu. Kendini korkutmaya, caydırmaya, azmini kırmaya çalışan bu sese hınçla bağırdı:
– Heyyy! Bre çılgın ses! Hey bre meçhul korkak! Karınca fıkrasını duymadın mı? Derler ki karınca İstanbul'dan yola çıkmış, mübarek beldeleri görmek ister. Sormuşlar:
– "Nereye gidiyorsun?
– Hacca gidiyorum.
– Sen bu cılız gövdenle, bu çöp bacaklarınla, İstanbul'dan Hicaz'a kadar nasıl gidersin?
– Varamazsam hiç olmazsa yolunda ölürüm ya", demiş. Ben de öyle... varamazsam yolunda ölürüm. Lâkin bu mermiler yollarda kalmaz, bıraktığımız yerden birileri yüklenir ve cepheye mutlaka ulaştırır. Şerife Gelin böyle söylese de, çok iyi bildiği Ilgaz Dağı'nı ve onunla geçen hatıralarını sisli puslu camdan bakar gibi bir süre seyre daldı. Bu seyir, ne durup bakmaya, ne bakıp görmeye benziyordu. Bir hissedişti bu; bir duyuş, bir anlayış... Çookkk uzaklardan gelen, fırtınaya binmiş, dağlarda yankılanan, tepelerde savrulan bir ses; kimbilir belki de Şerife Gelin'in duymak istediği, yahut istemeden duyduğu bir ses... Ilgaz Dağı için, oranın kendi has evladına bakınız, neler fısıldıyordu:
– Ilgaz Dağı, çilenin harman olduğu yer. Ilgaz Dağı; yetimleri, dulları, kimsesizleri ağlatan mekân; gözyaşını kaynağında donduran fırtına seli. Ilgaz Dağı; ümitleri söndüren, hayalleri sükûta erdiren bir hengame...
Nice garibanın çıplak ayakla yürüdüğü bayır. Vardıkça dikleşen, çıktıkça yokuşa vuran yollar... ve içinizdeki aşka, merhamete, sevgiye inat acımasızlaşan dağ... Eşkıyalara taş çıkartan kurt sürüleri. Karıyla kışıyla, geçit vermeyen engebeleriyle, Ilgaz Dağı bir muamma... Kağnıdaki küçük Elif'in ağlaması duyuldu birden. Hıçkırıklara karışan bu feryat, Şerife Gelin'in beynini zonklattı. Yavaş giden kağnıyı durdurmadan düşe kalka telaşla arabanın ardına koştu. Yorganı açıp baktı; Elif kızın sesini duyuyor, kendini göremiyordu. Gözlerini yuvasından patlatırcasına açıp bir daha baktı. Elini uzatıp ot kurularını karıştırdı:
– Yavrum! Elif'im, diye bağırdı.
Zavallı yavrucak otların arasındaydı. Boğuk boğuk ağlıyor, hıçkırıyor, kendini yırtıyordu âdeta. Soğuk, dondurucu bir hal aldığı için yorganı Elif kızın ve top mermilerinin üstüne iyice sıkıştırdı. Şerife Gelin'in esas korkusu, top mermilerinin göçüp kaymasıydı. Bu halde zaten Elif kız ezilir yamyassı bir et parçasından farksız hale gelirdi. Tekrar aceleyle arabanın önüne koşup, öküzleri çekmeye başladı. Nice öne geçenler uzaklaşıp görülmez olmuş, nice arkada kalanlar Şerife Gelin'e yetişmiş, geçip gitmişlerdi. Kimse kendisine zimmetlenen cephaneyi yerine teslim etmekten başka bir şey düşünmüyordu. Şerife Gelin'in çektiği kağnı tekrar durdu. Kara öküz yine yürümüyor, başını geri geri asılıyordu. Şerife Gelin, iyice üşümüş ağzından burnundan gelen salyalar birbirine karışmıştı. Çene kemikleri birbirine vuruyordu. Kağnının kara öküz tarafına geçerek "yazıklar olsun sana; çekil boyunduruktan, çekil de ben koşulayım" dercesine bir süre baktı. Gözleri kısılmıştı. Bütün vücut azaları titriyordu. Hiddetinden dolayı üvendireyi kaldırdı, kaldırdı; sonra da arka üstü kardan adam gibi göçüverdi.
Şerife Gelin, donmakta olduğunu işte o anda farketti. Yıkıldığı kar içerisinden çabalayarak kalktıktan sonra, yine zor bela kağnı arabasının üzerine çıkabildi. Elleri ve ayakları donma noktasına geldiği için kağnıya binerken kaç defa kayıp yere düştüğünün sayısını bilemiyordu. Şerife Gelin, bindiği kağnıdan öküzlere kısık sesiyle ve belki de son defa "gah!" dedi. Sesi yavaş yavaş kayboluyordu. Elif çatlayacak gibi ağlarken, Şerife gelinin kolu kanadı âdeta robotlaşıyordu. Kağnı serseri bir mayın gibi, şehrin dışındaki Kastamonu kışlasının yakınına kadar gelip orada durdu.
Kar dinmişti; Elif ağlıyordu. Anlaşılan, bütün kuşlar Elif'in yasına, onun feryadını dinleyenlere iştirak ediyorlardı. İşte bu yüzden bu akşam, cümle kuşlar suskun, güvercinler sanki taş kesilmiş; sığırcıklarsa hıçkırmadan son damla gözyaşlarını içlerine akıtıyorlardı. Besbelli ki öyle; öyle olduğu için de sükût, bu mahalle matem gibi siyah otağını kurmuştu.
Bu kimsesiz kağnının yanına giden görevliler karşılaştıkları acıklı manzarayı şöyle not ettiler:
"Kağnı üzerinde soğuktan donan bir kadının cesedi vardı. Donmuş kadının cesedini arabadan indirirken, yorganın altında ağlayan bir çocuk sesi işittik... Top mermilerinin arasında, otlara sarılı eski çulların içinde bir kız çocuğu ağlamaktan bitkin hale gelmiş, boğuk ve kısılan sesinin sanki son feryadını ediyordu.
Hepimizin ortak kanaati şu oldu; Bu Türk anası, evladını ve top mermilerini korumak için kendini feda etmiştir." Grup vaktinin kar üzerindeki yansıması, bu kağnının yanına gelenlerin yanaklarından süzülen damlacıkları çiğdem rengine boyamıştı. Batan Güneş ise, Şerifeler, Elifler, Zeynepler ve kardelenler için yeniden doğmak üzere, kızıllığını saklarcasına karanlığın göğsünde yavaş yavaş kayboluyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:42

Kahraman Türk Kadını Ayşe Çavuş
Kurtuluş Savaşı'nın kadın kahramanlarından biri de Ayşe Çavuş'tur. Bu yiğit ruhlu Anadolu kadını, bir vesileyle Trabzon'dan geçerken burada neşredilmekte olan "İstikbâl Gazetesi"nin idârehanesine uğramıştır. O'nun hakkında bir hayli tafsilâta yer vermiş bulunan röportaj-haberin bir kesitini, adı geçen gazeteden biraz sadeleştirilmiş haliyle takdim edelim:

“Yazı işleri odasının kapısı açıldı. İçeri giren bir zabit:
– ‘Ayşe Çavuş!’.
Diye yanındakini tanıttı…
Ayşe Çavuş, yakasına siyah kıvırcık kuzu postu konulmuş, sağ koluna Çavuşluk rütbesinin resmi işareti olan iki kırmızı şerit takılmış, bir paltoyu giymiş, dizlerine kadar Anadolu'ya has üstü polatlı bir çorap çekmiş, başına koyu lâcivert bir başörtü sarmış, tepeden tırnağa kadar bir cengâver vaziyet ve tavrı ile neşeli ve güler yüzlü bir simâ ile hepimizi selamladı ve oturdu.
Muhterem çavuş, vaziyete hemen hâkim olmuş, ruhunun büyüklüğünü bize hissettirmişti. Her haliyle harpten yahut harplerden girip çıkmış bir savaşçı ruhu taşıdığını belli eden bu yiğit tavırlı kadınla konuşurken onun bütün ruhunu saran harp menkıbelerini ve hele Yunan çarpışmalarını dinlerken, bu vücudun içinde bir aslan yüreğinin saklı bulunduğuna hükmetmemek mümkün değil…
Ayşe Çavuş, o kadar nezih ve samimi ki, mûhitinde kimseye yabancılık hissini verdirmiyor. Dünyada, Yunanlılardan ve benzerlerinden başka herkes sanki onun ya kardeşi ya da evladı... Bununla beraber aklı ve fikri daima harpte. Beyanatı sırasında 28 yaşındaki oğlunun Demirci Muhârebesi'nde şehid düştüğünü naklederken gözlerinin önünde sanki o levhayı canlandırıyormuş gibi… Nazarlarını sabit bir noktaya dikerek bir müddet düşündü, sonra, derin bir nefes alarak ilâve eyledi:
– ‘Ah…!’ dedi, ‘Keşke birkaç oğlum daha olsaydı da, onlar da şehit düşeydi. Vatan yaşasın!.. Yoksa...’.
Nazarlarımızı ulviyet ve fazilete doğru çekip götüren bu manzara, aynı zamanda gözlerimizi yaşarttı. Ayşe Çavuş'a nereye ve niçin seyahat ettiğini sordum. Sade ve samimi bir ifadeyle şöyle anlattılar:
– Kırım'a gidiyordum. Oradan hicret etmişiz. Balkan Harbi, bizi oradan Bursa'ya hicret ettirdi. Daha sonra İzmir'e gelerek orada yerleştik. Ankara'da Ukrayna murahhas heyeti reisi Firunze ile görüştüm. Onun işareti üzerine Kırım'ı görmek üzere gidiyorum. İnşallah yakında döneceğim... Yunan İzmir'i işgal edince ben oğlum Ahmed ile beraber 800 atlı toplayarak dağa çekildim. Salihli etrafında dolaşıyorduk. Düşman Salihli'yi de alınca ben bu alçakları her halükârda kovup perişan etmeyi düşünüyordum.
Fakat herifler kasabayı işgâl ettikten sonra hemen her tarafı tel örgülerle sarmış diplerine bombalar koymuştu. Bu engelleri atlatmak mesele idi. Bir akşam, arkadaşlardan Hasan Çavuş'a dedim ki, bana 5-6 çift manda ve iki kalın urgan bulabilir misiniz? Bu Hasan Çavuş ve hepten arkadaşlar, ateş gibiydi. Hem benim mandaları ne yapacağımı soruyorlar hem de tedârik etmek istiyorlardı.
Zannediyorlardı ki, mandaları kesip ziyâfet vereceğim. Sağ olsunlar 6 çift mandayı da ipleri de buldular. Gece geç vakit idi, ben tel örgülere yanaştım. Kazıkların bir ikisini koparttırarak urganları mandalara bağlattım, hayvanları kasabaya doğru salıverdim. Kazıklar ve onlarla beraber tel örgüler, artık yerlerinden koparak mandaların peşinden sürüklenip gidiyorlardı. Arkasından biz de baskın veriyorduk. Kasabayı, öyle aldık ki, düşman bile nereden geldiğini anlamadı…
... TÜRK ANALARI .... Ayse
Anamız Şehid Olursa Yerine Biz Geçeceğiz

Hükûmet dairesine girdiğimiz zaman fazla ateş oldu. Burada üç şehid ile 6 yaralımız var. Fakat düşmanı temizledik. Canını kurtarabilenler esir oldu. Bu muharebede düşman, çok bomba ve mitralyöz bıraktı. Bunları hep aldık ve bunlarla yine onları tepeledik. Ondan sonra artık: Salihli, Demirci, Simav, Gördes, Kütahya ve nihâyet Sakarya muharebeleri başlamıştır. Gördes hattında ise Osman isminde ve on iki yaşında bir çocuk Kütahya'dan gelerek bize iltihak etmiştir. Çavuş rütbesini alan bu yavru asker, öyle savamıştır ki, nihayet ayağından yaralanmış ve bir gözü de sakat olmuştur.
Sakarya harbinde Haymana cihetlerinde bulunuyordum. Oradan epeyce atlı topladım. Hele Sakarya'da öyle harbettik ki, koca dere Yunan leşleriyle doldu”.
Gazete, daha sonra Ayşe Çavuş'un vatana ve millete olan sarsılmaz sadakatinden şöyle bahsediyor:
– “Biz Sakarya'da harbederken Ankara'daki kızlarım (Ankara'da üç kızı vardı) belki korkarlar diye Paşa Hazretleri (Mustafa Kemal ******) onları Kayseri'ye sevk etmek istedi. Fakat gitmediler. Dediler ki,
– ‘Biz Ankara'dan ayrılmayız. Şayet anamız şehid olursa yerine biz geçeceğiz, muhârebeye gireceğiz”.
Ayşe Çavuş bu sözleri büyük bir zevkle, derin bir iftihar hissi ile söylemişti. Bütün fertlerini fedâkârlık hissi doldurmuş bu aileden pek tatlı ve civanmert bir eda ile bahsetmiştir.

Ankara'ya ne vakit gittiği sorulduğunda, Ayşe Çavuş sevenlerini güldürmüştür. Demiştir ki:
– “Ben ilk silâha sarıldığım sırada Salihli'de harp ederken Mustafa Kemal Paşa haber almış, beni Ankara'ya istedi. Ben o sırada muharebeden nasıl ayrılabilirdim. Haber gönderdim ki:
– ‘Ben şimdi düğünü bozup da gelemem’.
Nihayet harpten sonra Ankara'ya geçtim ve Başkumandanımız Mustafa Kemal Paşa ile konuştum”...
Ayşe Çavuş habercilere verdiği beyanatta, 58 yaşında olduğunu söylemekle birlikte dinç ve çok çevik göründüğü belirtiliyor. Habere göre:
“Gözlerinden cesaret saçılıyor; biri omzundan, diğeri diz kapağından, üçüncüsü de üstünden girip altından çıkmak üzere ayağından üç yarası olduğu halde bunlardan âdeta bir eğlence gibi pek hafif bahsedip geçmiştir. Bu muhterem kadın tekrar veda ederken Salihli'de aldığı Çavuşluk rütbesine alamet olarak taşıdığı çifte kırmızı şeritlere hürmetini ifade eder bir vaziyette, dirseğini ileri doğru biraz yükselterek bir selâm vermiştir”.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:43

Kahraman Türk Kadını Gördesli Makbûle



Yunanlılar, Sakarya Meydan Muharebesi'ni kaybetmiş, Afyon mevzilerine çekilmişlerdi. Hummalı bir faaliyetle yeni mevzilerini kuvvetlendirmeye çalışıyorlardı. Fakat Yunan Başkumandanlığı'nın canını sıkan en mühim neden; en emniyetli olması lazım gelen cephe gerisi hareketlerinin, bilakis büyük bir huzursuzluğa maruz kalmasıydı.
Cephe gerilerinde gerilla harbi vardı. İşgal altında kalan Türkler mücadeleden vazgeçmemişlerdi. Küçük küçük gruplar halinde çalışan Kuva-yı Milliyeci kuvvetler fırsat buldukça, Yunan geri hizmet ve ikmal birliklerine baskınlar yapmaktaydılar. Cephe gerilerinin emniyetini sağlamak için buralarda kullanılan muharip birliklerin bütün dikkati Akıncılar müfrezesindeydi. Zira en büyük zararı bu müfrezeden görmekteydiler.
Gördes-Sındırgı-Akhisar üçgeni içindeki sahada, Gördesli Halil Efe, sayı ve teçhizat bakımından çok üstün bir düşman kuvvetiyle çarpışmaktaydı. Nâmüsaid şartlar içinde meydana gelen bu karşılaşmada Akıncılar müfrezesinin tek avantajı araziyi iyi tanıması ve bu sûretle manevra yapabilmesiydi. Buna rağmen, muharebeyi kesip sıyrılmaya imkân yoktu ve çetenin cephanesi gitgide tükenmekteydi. Saatlerce süren bu olumsuz şartlar, muhariplerin moralini bozmaktaydı. Fakat, müfrezenin içinde bulunan bir kadın kahramanın, zaman zaman kükremesi onlara, yeni bir mücadele ruhu ve cesaret aşılamaktaydı.. Bu mübarek kadın, Gördesli Makbûle Hanım idi.
16 Mart 1922'de Kocayayla'da cereyan eden çarpışmalar milli kuvvetlerin gittikçe aleyhine dönmekteydi. Birçok muhariplerin gözü düşmandan çok, çekilecek bir istikâmet aramakla meşguldü. Her zaman olduğu gibi bir ara Makbûle' Hanım'a yeni bir heyecan ihdas etme fırsatı çıktı. Düşman ateşinin durakladığı bir sırada Makbûle'yi kükremiş bir arslan gibi düşmana saldırırken görüyoruz. Bu hareketin ruhlarda yarattığı ateşin parlaması ile sönmesi bir oldu. Çünkü bu genç ve cesur kadın, alnından aldığı bir mermi yarası ile yere yıkıldı. Başta Halil Efe olmak üzere, bu acı kayıp bütün erkekleri sarstı. Cesaret kaynaklarını kaybeden Kuva-yı Milliyeciler için muharebeye devam etmek, nasıl mümkün olsun? Bu mukaddes ve muazzez şehide kadının mübârek naşını bile kaçırmaya imkân yoktu. Onu gömmediler bile. Mevcut siperlerden birine olduğu gibi yatırılan Makbûle Hanım'ın cesedi, birkaç avuç toprakla ancak örtülebildi.
Gördesli Makbûle, Halil Efe ile 1921 senesinde evlenmişti. Fakat bir çokları gibi bu güzel çiftin de balaylarını düşman karşısında geçirmeleri mukaddermiş. Silaha sarılan genç karı-koca; kurdukları birliklerle dağlara çıkarak aylarca düşmanla çarpışmıştı. Çoğu zaman baskınlar yapan, bazen da baskına uğrayan Akıncı Türk müfrezesi, Makbûle Hanım'ı bir uğur ve kahramanlık sembolü olarak yanlarından ayırmamıştı. Lakin Makbûle Hanım, Türk Milletine olan yardım ve desteğini diğer binlerce şehit kadın gibi bir başka boyutta da olsa eksik etmemiştir. Milli Mücadele işte bu şehitlerin canı, kanı, şefaat ve himmetleriyle kazanılmıştır.
Kanlı Elbisesi Ve Çizmesi İle Toprağa Gömülmüş Şehîde
Makbûle Hanım ile ilgili "Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti Arşivi"nde kayıtlı bulunan vesikada şunlar yazılıdır:
Yunan işgali sırasında, Akıncılar müfrezesinde Halil Efe'nin eşi Gördesli Bayan Makbule henüz yirmi yaşını ikmal etmiş, gençliği ile beraber cesur ve çevik bir kadındı. (1)921'de Halil Efe ile Demirci'de evlenmiş ve iki ay sonra kocası ile birlikte yurdu kurtarmak için dağa çıkmış, sekiz ay dağlarda kar, yağmur ve çamurda beraber gezmiş ve düşmanla muharebe edip, Milli İstiklal Savaşı'nın muvaffakiyetle sonuçlanacağına kanaat getirerek yılmaz bir azim ve sebatla erkelere büyük örnekler vermiş ve bunların medar-ı teşviki olmuştur.
Kendisi siyah pantolon, ceket ve uzun bir manto giyinir, ayağında çizme, başında siyah başlık ve elinde bir Japon filintası taşırdı. Düşmandan iğtinam ettiği doru atı üzerinde daima müfrezenin artçısı olurdu. Pek çevik ata biner ve iner, tehlike zamanında herkesten evvel silahını kullanırdı. Birkaç müsademeye girdiği gibi bir iki defa da düşmanın pususuna düşmüş ve hiçbir zaman metanetini kaybetmemiş, hatta telaş gösterenlere cesaret örneği olmuştur.
Aksihar'la Sındırgı'nın hatt-ı fâsılı olan Kocayayla'da yapılan bir müsademede 16 Mart (1)338-(1922)'de başından aldığı bir kurşunla şehid olmuş, aynı yerde kanlı elbisesi ve çizmesi ile toprağa gömülmüştür”.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:44

Vatan Size Minnettar
BİNBAŞI AYŞE HANIM
İstikbal Harbi hakkında yazılmış eserlerde göğüs göğüse çarpışmış pekçok Müslüman Türk kadınlarından bahsedilir. Nene Hatun, Kara Fatma, Ayşe Çavuş isimleri pek sık zikredilen şahsiyetlerdir. Binbaşı Ayşe Hanım da, adını hep minnet duygularıyla hatırlamamız gereken mübarek validelerimiz arasında yer almaktadır. Binbaşı Ayşe Hanım, bizzat kendi macerasını şöyle anlatmaktadır:
" – Büyük harpte Kafkas Cephesi'nde yaralanarak ölen kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu fırsatı 15 Mayıs (1)335-(1919)'da bana verdi. İzmir'i Yunanlılar işgal ettiği sırada ilk mukâvemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın'a gittim. Orada faaliyete geçerek bir Kuva-yı Milliye birliği teşkil edip, bilâhare Nuri Çetesi'ne katıldım. Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Koçarlı'ya çekildik. Bu sûretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi'ne başından sonuna kadar iştirak ettim.
İlk defa Sakarya'da sol kasığımdan piyâde mermisi ile yaralandım. Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim. Büyük Taarruz'da Mürsel Paşa Fırkası'na iltihak ettik. Ve Ahır Dağları'ndan düşman gerilerine akmağa memur edildik. İzmir'e ilk giden birlikler arasında ben de vardım. Ancak, bu arada misketle sol bacağım kırıldı."...
Binbaşı Ayşe, kocasının en kıymetli birer yâdigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece derece terfi ederek Binbaşılığa kadar yükselmiştir...
Allah, tüm Türk evladını şefaatlerine mazhar eylesin...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:45

KILAVUZ HATİCE
8 Mayıs 1920 tarihinde Pozantı'ya sıkıştırılan Fransızlar çok kritik bir duruma düşmüşlerdi. Zira, etrafı kuşatmış olan Türk kuvvetlerinin yapacakları taarruz, kendilerinin yok edilmesine sebep olabilirdi. Fransız kumandanı buhranlı dakikalar geçirmekteydi. Bu sırada, Hızır gibi yetişen genç bir Türk kadını, güya ufak bir ücret mukabilinde Fransızları bu müşkül durumdan kurtarmayı kabul etmişti... Kendilerine sözde kılavuzluk ederek Türkler tarafından ihmal edilmiş bir istikâmetten onları selâmete çıkaracaktı.
Kararlaştırılan saatte harekete geçen Fransızlar; gece karanlığında -güvendikleri bu Türk kadının kılavuzluğunda- onlar için meçhul bir semte doğru gidiyorlardı. Güneş ışımağa başlayınca kılavuzların ortada görülmediğini farkeden Fransızlar o civarın en ârızalı bir yerine, Karaboğazı'na sıkıştırdıklarını büyük bir acı ile anlamakta gecikmediler. Ama, iş işten geçmişti. Tam bu sırada, başlayan Türk taarruzu vaziyetin vahametini büsbütün arttırmış ve Fransızlar için tek ümit, Karaboğazı'nı vurup geçmek olmuştur. Ancak bu hareketin başlaması ile beraber çok kuvvetli bir yaylım ateşine maruz kalan Fransızları, bu baskını yapan müfrezeye bir kadının kumanda ettiğini dehşetle görmüşlerdi. Bu kadın, kendilerine kılavuzluk eden kadından başkası değildi. Ve onun cesaret ve mahareti sayesinde bu Fransız kuvveti tamamen esir edilmiş, küçük de olsa bir çıban ortadan kaldırılmıştır.
Hatice Hanım'ın Oynadığı Rol Ve Yaptığı Fedakârlık
Kılavuz Hatice'nin kahramanlıklarını dile getiren, "Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti Arşivi"nde mevcut olan şu vesikayı birlikte okuyalım:
"Ordu Dairesi Reisliği'ne,
26 Şubat 1936 tarih ve 1. Şube 1988/789 sayılı yazı karşılığıdır.
İstiklal Savaşı'nda Türk kadınlarının, savaşın devamı müddetince, kâğnılarla ve sırtlarıyla orduya cephane, silah ve erzak taşıdıkları gibi; yaralıların yaralarını sarmak ve cephe gerisine taşımak gibi büyük hizmet ve fedakârlıkları sabittir…

Adana'nın Külek Nahiyesi'nin Banzınçukur Köyü'nden Hasan Ağa'nın Hatice, Fransızlar'a karşı vatani vazifesini yapmak ve yurdunu korumak maksadıyla Kilikya Milli Kuvvetlerinden Emin ve Derviş ağaların müfrezesine gönüllü olarak iştirak etmiştir. Bu müfrezeler Haçkırı, Kelebek, Bilemedik istasyonlarında bulunan Fransız kıtalarına baskınlar yaparak çok zâiyat verdirmiş ve Fransızlar'dan -çoğu Ermeni askeri olmak üzere- 200'den fazla esir ve birçok ganimetler almışlardır.
Bu muvaffakiyet, Adana Milli Kuvvetlerinin şöhretini arttırmış, yiğitlik ve yılmazlıklarıyla anılan halkın kahramanlık hislerini kamçılamış ve Pozantı saldırısını tesri etmişti. Milli Kuvvetlerimiz Pozantı'yı muhasara ettiler. 8 Mayıs (1)336 (1920)'de Pozantı'ya üç cihetten saldırış ve bombardıman başladı. Hakim mevkilerde bulunan toplarımızın Toros Dağları'nda akseden müthiş gürültülerinden zevk alan Milli Kuvvetlerimiz Pozantı'ya taaruruza başladılar. Bu taaruruza bütün kadınlar, çoluk çocuklarıyla halktan, birçok kimseler iştirak etti.
Pozantı'da mahsur kalan Fransızlar'ın Tarsus istikametinde bir yarma hareketi yapacaklarını anlayan Hatice, bir kolayını bulup Fransızlar'a hulûl etmiş ve onlara yanlış kılavuzluk etmiş ve pek sarp olan Karaboğazı'nı tıkadıktan sonra firar etmiştir. En kısa zamanda Milli Kuvvetlere ulaşan Hatice, düşmanın pek fena vaziyette olduğunu haber vererek emrine aldığı yüz kadar silahlı adamı ile Karaboğaz'ın iki tarafındaki tepeleri işgal etmiş ve Fransızlar tam yarma hareketi yaparken, bir ateş baskını ile düşmana büyük bir zayiat verdirmiştir. Bu baskın neticesinde Fransız kıt'alarından 9 subay, 550 esir er ve 7.5'luk bir top ele geçirilmiştir. Hatice Hanım'ın oynadığı bu rol ve yaptığı fedakârlık her türlü kahramanlığın fevkindedir”.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:45

ŞEHİT TAYYAR RAHMİYE
Güney Cephesi'nde 9. Tümen kuruluşunda bir gönüllü müfreze vardı. Bunun komutanı genç bir kadındı. Tümenden aldığı bir emirle Osmaniye'deki müstahkem Fransız karargâhına taarruz edecek olan bu müfreze, 1920 senesinin 1 Temmuz sabahında harekete geçti. Tayyar Rahmiye, müfrezesini ustaca bir tertiple yavaş yavaş hedefe doğru ilerletti. Fakat, bir an geldi ki, artık ilerlemeye imkân kalmadı. Çünkü, Fransız karargâhı çok iyi tahkim edilmiş ve bol silâhla müdafaa edilmekteydi. Duraklayan müfrezesini harekete geçirmek, yeni bir taarruz hızı verebilmek için sarfettiği bütün gayretleri boşa çıktığını gören bu kahraman Müslüman-Türk kadını şiddetli düşman ateşine rağmen ayağa fırlayarak:
– "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olmanıza rağmen yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz". Diye bağırdı.
Erkeklerin gururuna dokunan bu söz ve mana, bütün yürekleri sararak kahramanlık hislerini kamçıladı ve hücum yeniden başladı.
Yağmur gibi yağan düşman ateşi, bu hücumu bir an olsun durduramamıştı. Karargâh binasını saran çember gitgide daralıyordu. Müfrezenin efrâdı bir hayâlet gibi hedefine yaklaşıyordu. Yazık, çok yazık! Bu yiğit ve vatansever kadın, karargâh kapısına on adım kala şehid oldu. Bu kayıp, burada, büsbütün başka bir tesir meydana getirmiş ve Kuva-yı Milliyeci neferlerin onuruna dokunmuştur. Bu milli şahlanışın ateşlediği ruhlar, bir hamlede karargâhı zaptetmişlerdir.

Türk Kadınının Kahramanlık vesikası
Tayyar Rahmiye ile ilgili "Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti Arşivi"nde bulunan belgede şunlar yazılıdır:
"Osmaniye Kazası'nın Kaypak Nâhiyesi Râziyeler Köyü'nden Rahmiye Hanım Fransızların işkence ve tazyiklerine tahammül edemeyerek Hüseyin Ağa'nın Milli Kuvveterine gönüllü olarak iltihak etmiş ve (1)336 (1920) Şubat'ında Hasanbeyli civarında 89. Tümenle icra edilen taarruza müfrezesiyle bilfiil iştirak etmiştir. Bu müsademede Fransızlardan 80 tüfek ve 2 makineli tüfek alınmıştır. Müsademede şehid düşen ve ateş altında kalan iki arkadaşını kurtarmak için milli kuvvetler derhal ileri atılarak gidip şehidleri kurtarmış ve bu kahramanca hareketinden dolayı kendisine "tayyar" (uçan) nâmı verilmiştir.
Temmuz ayında Osmaniye'deki müstehkem Fransız karargâhına saldıran arkadaşlarının tereddüdünü gören Tayyar Rahmiye:
"-Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?" diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiş ve Fransız karargâh kapısının on adım önünde alnından aldığı bir kurşun yarasıyla şehid olmuştur".
Türk Kadınının Vatanseverliği: Domaniçli Kahraman Ana

Milli Mücadele dönemlerini idrak eden kadın muharrirlerimizden Şükûfe Nihal Hanım, "Domaniç Dağları'nın Yolcusu–Bir Yurt Gecesi" isimli eserinde dikkat çeken bir olay nakletmektedir:
"... İstiklâl Cengi sıralarında İnegöl toprakları bir büyük facia geçirmiş. Domaniç Dağları'ndan inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet etmiş olan öz oğlunu silâhıyla vurarak bizzat cezalandırmıştır. İki satırla kısaltılan bu hadise, bir roman, bir destan mevzuu olabilecek kadar geniş ve engin... Bir Türk kadınının yüksek vatan sevgisini ve inancını ifade ettiği için, kadınlık tarihimizin sayfalarına yeni bir ün katacak kadar haşmetli... Biricik sevgili çocuğunu kendi elleriyle yere seren kahraman ananın yaşadığı bu hâl, hakikaten ibret vericidir.
Hikâyeyi, Kurtuluş Savaşı'nda bulunmuş bir arkadaştan şöyle dinlemiştim:
"Bir Yunan fırkası, Bursa'nın Adranos Kazası'ndan geçti. Domaniç'ten, Sultan Dağları'ndan Kütahya üzerine doğru yürüdü. Karargâh Kumandanı Nâzım Bey şehid oldu. İnegöl halkı yediden yetmişine kadar düşmana karşı koymaya hazır... Silah bulamayanlar, taş, odun, demir parçalarıyla vatanı korumaya gidiyorlar!..
İhanet Affedilir Mi Hiç?
O sırada Domaniç Dağları'nın bu yiğit kadını da 20 yıl boyunca bütün bir gençliğini harcayarak yetiştirdiği oğlunun eline silahını veriyor. Ona aşıladığı vatan sevgisinden emin bir halde göğsünü gere gere, İnegöl'e düşmanın karşısına gönderiyor.
Lâkin, gel gör ki; dağdan inen bu saf köylü çocuğu, yaptığı işin kötülüğünü farketmeden düşmana haber taşıyor ve ihanetin en kötüsünü icra ediyor.
Bir gün, köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya, uğursuz bir haber veriyorlar:
" – Oğlun düşmana casusluk etti ana!".
Kadın bir an duraklamadan silahlarını kuşanarak atına binip yola düşüyor. Kuytu ormanlar, yalçın kayalar aşarak bir yıldırım hızı ile İnegöl'e iniyor. Aldığı adrese göre oğlunun bulunduğu yere varıyor. Kendisini görmek üzere geldiğini söylüyor.
Az sonra anasının gelişine sevinen genç, elini öpmek için koşa koşa yaklaşırken atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinin yerine sakladığı silâhı çekerek tek kurşunla onu toprağa seriyor... Ve atın başını çevirerek arkasına bakmadan, bir kasırga hızıyla dönüp kayboluyor..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
SANCAK
... TÜRK ANALARI .... Yoneticiun8
SANCAK


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 921
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 23/11/85
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : Doğum:AfyonKarahisar İkamet:Antalya
İş-Meslek İş-Meslek : Muhasebeci
İsim İsim : KAMİL
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 17:46

SÜREYYA SÜLÜN HANIM
İşte kahraman Türk kadınlarından bir kahraman daha... Milli Mücadele yıldızlarından bir yıldız daha... Süreyya Sülün Hanım... Süreyya Sülün Hanım Van'da doğmuştur. Yaşadığı kasaba, düşmanın korkunç zulüm ve tarruzuna maruz kalmış, babası şehit olmuştur. Nihayet, biraraya gelen beşyüz civarında cengaver, Erek kasabasında toplanarak aziz topraklarını savunmaya karar verirler. Ve tabii, Süreyya Sülün Hanım ve üç kardeşi de bu kahramanlar meydanındadır.
Yoğun bombardıman altında ilerleyerek Karaköse'ye gelen bu kahraman Kuva-yı Milliyeciler, Murat Irmağı boylarında tam bir buçuk ay düşmanla çarpıştılar. Beyazıt'a doğru yürürken yürekler acısı bir manzara ile karşılaştılar. Binlerce Türk köylüsünün işkenceler içinde can vermiş cesetlerini gördüler. Bu mezalimi yapan düşmana karşı hınçla taarruz edenlerin başında Süreyya Sülün Hanım da bulunmaktaydı.
Iğdır civarında çok kanlı çarpışmalar meydana geldi. Düşman birlikleri çok kuvvetli ve Rusya'dan devamlı surette takviye alıyordu. Beşyüz yiğit, yılmadan, kaçmadan savaştılar. Ölüyor, teslim olmuyorlardı. Bu muharebede Süreyya Hanımın üç kardeşi birden şehadet şerbetini içtiler. Kardeşlerinin kollarında can vermesine rağmen yılmadı ve cenk meydanını terk etmedi. Kala kala dört kişi kalmışlardı. Daha sonra Karaköse'ye çekilen Süreyya Sülün Hanım, burada Ziverbey Taburu'na iltihak etti. Bir ara yaralandı ve Erzurum'a döndü.
Düştü öne bu analar
Dilediler uyaralar
Bütün Türkler toplanıp
Memleketi kurtaralar
Kağnı ile cephaneyi,
Sırtımızda erzakını
Oğullarım biz taşırız
Ana hakkı bu unutmayız
Uyan ey Türk, uyan!
Türk yurduna girdi düşman
Doğurmuştur seni anan
Bugün için ey Türk uyan!
Düşman saldırlarına karşı göğüslerini siper ederek direnen kahraman analarımızın hakkını ödemek hakikaten mümkün değildir. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, bu gerçeğe işaretle şöyle demektedir:
"Belki erkeklerimiz memleketi istila eden düşmanlara karşı sürgüleriyle, göğüs gererek isbatı vücud ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işlemiştir. Memleketin sebebi mevcudiyetini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkar edemez ki; bu savaşta ve ondan evvelki savaşlarda milletin can damarı hep kadınlarımızdır. Binaenaleyh, hepimiz o büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyyen tazim ve takdir edelim".
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ulkugulu.yetkin-forum.com
KIZIL ELMA
Yetkili Asena
Yetkili Asena
KIZIL ELMA


Kadın
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 1196
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 04/03/86
Yaş Yaş : 38
Nerden Nerden : ANTALYA
İsim İsim : FATMA
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 06/02/09

... TÜRK ANALARI .... Empty
MesajKonu: Geri: ... TÜRK ANALARI ....   ... TÜRK ANALARI .... Icon_minitimePtsi 1 Haz. 2009 - 19:50

hepsi birbirinden değerli TÜRK ANALARIMIZI SAYGI SEVGİ VE MİNNETLE ANIYORUZ...

bizlerde TÜRK KIZI olarak onları örnek alıyoruz..onlar kadar olamayız ama onların izinden gidiyoruz...aynı cesaret aynı sevda bizede işlendi...

ALLAH ONLARDAN RAZI OLSUN...

paylaşım için çok sağol ülküdaşım herkesin bilmesi gerek bir paylaşım...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
... TÜRK ANALARI ....
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İSLAMİYET,MİLLİYETÇİLİK,IRKÇILIK,TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ
» Türk Dünyası ve Türk Birliği !...
» Ben Türk'üm
» ADI TÜRK VE BEN
» TÜRK BÜYÜKLERİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net :: Yolumuzu Aydınlatanlar :: Abide Şahsiyetler-
Buraya geçin: