Dünyayı ve âlemleri kavramaya çalışıyor, bundan kendimizce sonuçlar çıkararak hayatımızı sürdürebilmek için yararlanmaya çalışıyoruz. Çevremize baktığımızda, gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz çok değişik anlatımlar, diller var. Yazı dili, konuşma dili, görüntü dili, müzik dili, hareket dili, vücut dili, siyaset dili, diplomasi dili… Okuyabildiğimiz dillerin alfabesini yazıyoruz.
Okuyamadıklarımız için yeni bir dil ve arkasından alfabe geliştirmeye çalışıyoruz. Mesela halk oyunlarını yazmak için bir alfabe oluşturulmuş ve dünyada uzunca bir süredir bu dil kullanılıyor. (Bizde kullanılıyor mu, bilmiyorum) Çeşitli dillerin anlattıklarını okuyup yorumluyoruz. Yorumlarken de süzgeçler kullanıyoruz. Bunlara kısaca kavram diyebiliriz.
Bilgi öbeklerini kavramlarla ifade ediyor, bir kavramla birçok şeyi anlatıyoruz. Ne yapalım ki beynimiz böyle çalışıyor. Her nesneyi, varlığı tek tek bilmek, hatırda tutmak, karşılaştırmak yerine bazı çok geniş bilgi öbeklerini kavramlarla ifade ederek yorumluyoruz. Kavramlar alfabe gibidir. Bir dili okumak ve çözmek için alfabesini ve harflerini bilmek gerekli ise yazı veya geniş anlamda farklı dillerle anlatılan şeylerin anlamını bilmek için kavramlara ihtiyaç duyulmuştur. Dilin kavramlarını oluşturuyor ve bunları çok geniş bilgileri sembolleştirmek için kullanıyoruz.
Farklı dilleri, o dillerin alfabelerini ve kavramlarını bilmek, tabiatta mevcut dillere alfabe, kavram, sözlük, ansiklopedi oluşturmak çok da kolay değil. Bilgiyi, görgüyü, tecrübeyi, düşünmeyi, araştırmayı, gözlem yapmayı ve sonuçta anlamayı ve anlatabilme gayretini, uzun ve yorucu bir zaman diliminde çalışabilmeyi, kararlılığı, inatçılığı gerektiriyor. Her millet böyle ciddiyetle çalışabilecek insanlar yetiştiremiyor. Genellikle tabiatta mevcut dilleri çözemeyip, başkaları tarafından çözülmüş, alfabesi yazılmış, kavramları oluşturulmuş, sözlükleri, ansiklopedileri yayınlanmış dilleri öğrenmekle ve bunları anlamaya çalışmakla yetiniyoruz. Bu da parayı veren düdüğü çalar misali, kimin alfabesini, kavramını, sözlüğünü, ansiklopedisini kullanıyorsak onun borusunu çalmamıza sebep oluyor. Bu durum, bana bir köpeğin bir gramafon önünde resmedildiği bir taş plak markasını hatırlatıyor: “Sahibinin Sesi”
Diller üzerinde hakimiyet o kadar önemli ki, başkalarının konuştuğu, anladığı dilleri de oluşturduğunuz yeni kavramlarla yönlendirmek mümkün oluyor. Sözgelimi kolonicilik veya emperyalizm kavramı yerini Yeni Dünya Düzeni’ne, bu kavram da yerini Büyük Ortadoğu Projesi’ne, o da “Medeniyetler İttifakı” kavramına bırakmış durumda. Bu kavramlar yıprandığında hemen öncekinin yerine konulmak üzere aynı merkezlerce üretilmiş kavramlar bulunuyor. Bütün dünya piyasasına sürülmüş, her dile sokulmuş, diller üstü kavramlar… Demek ki bazı milletler, bazı kavramları üretiyor ve bunları çeşitli araçlarla yaygınlaştırabiliyor. Bazı milletler, kendi siyasi bilgilerini masum ifadelerle kavramlaştırıp bunu dünya edebiyatına sokuyorlar. Vatikan’ın, misyonerlik konsülü başarısızlığa uğrayınca kurduğu Diyalog Konsülü’nün ürettiği “Dinlerarası Diyalog” böyle bir kavram. Yine “Holokost” kavramı da böyle: Yahudilere 2. Dünya Savaşında yapılan soykırımı anlatıyor. Bütün dünya bu kavramla birlikte soykırımı hatırlıyor, ama o hadiseyi, kavramı üretenlerin bakış açısıyla görüyor. Çünkü kavramı üretenler o kavramla neyi ifade ettiklerini de açıklamış oluyor. Tabii bu tür kavramların üretilmesi onlarca yıl süren çok titiz bir çalışmayla gerçekleşiyor. Bütün fırsatlar, ortamlar, içte ve dıştaki maaşlı, maaşsız elemanlar ki bunlar gafiller de olabiliyor, kullanılıyor ve yeni kavram zihinlere nakşediliyor.
Son zamanlarda en çok bildiğimizi sandığımız, konuştuğumuz dil ile ilgili çok fazla kargaşa olduğuna, suni bir şekilde Türkçemizin üzerinde oynandığına, dışarıda üretilmiş kavramların Türkçeye sokulmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. Bu kavramlardan biri çok dikkat çekici ve bizi doğrudan ilgilendiriyor: “Medz Yeghern” yani “Büyük Felaket”. Kavram, Ermeniler tarafından üretilmiş ve altyapısı 1960 lardan beri hazırlanmış bir kavram. Bu kavramı bundan böyle Türk kamuoyu çokça duyacak. Bu kavramla adeta beynimize çiviyle çakılırcasına içli dışlı olacağız. Bu bir kehanet değil, kavramı hazırlayanlar böyle istiyor da onun için. Diyorlar ki: Ermenilerin yaşadığı Büyük Felaketinin yasını birlikte tutun, onlara jestler yapın., milliyetçi söylemlerinizden vazgeçin. Bunu da Türkiye’nin en çok satan gazetesine söyletiyorlar. Biliyorsunuz ABD Başkanı Obama seçim propagandaları sırasında Türkler Ermenilere Soykırım yaptı demiş, başkanlığının ilk denizaşırı seyahatinde ise soykırımcı dediği milletin meclisinde, gözümüzün içine baka baka Büyük Felaket ifadesini kullandı. Basının sıkıştırması üzerine daha önce söylediklerinin arkasında olduğunu söyledi ve böylece Türk Milletinin oylarıyla bulundukları yere gelenler, Türk Milletinin soykırımcı bir millet olduğunu (Zira “Büyük Felaket” kavramı tam da bunu anlatıyor) kabul etmiş oldular. Görüldüğü gibi, sadece soykırımı tanıma kararları aldırmıyor, her sene yıldönümlerinde büyük törenlerle Büyük Felaket diye ağlamıyor, içimizdeki gafil ve hainlere de “Büyük Felaket için özür dileme kampanyası açtırıyorlar. Yani oluşturdukları kavramın altını doldurmak için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar.
Ermeniler “Büyük Felaket” kavramının altını doldurmak için aydınları, halkı, lobileri, ajanları, satın aldıkları kişiler bütün gayretleriyle çalışıyor. Dünyanın her yerine anıtlar diktiriyor, soykırım anıtları açtırıyorlar. Meclislerinde soykırımı kabul eden ülkeler hızla çoğalıyor. Filmler yaptırıyor, romanlar yazdırıyor, oyunlar oynatıyorlar. İtalyan Paolo Cossi’ye “Medz Yeghern/Le Grand Male”(Büyük Felaket) adıyla yaptırdıkları ve Fransızca olarak piyasaya sürdükleri çizgi romanı (2009/Dargaud) gördünüz mü bilmem. Masum beyinlere tarihin en büyük yalanının nasıl sokulduğunu görmenizi isterim. Eli satırlı, barbar Türkler… Yakında bu çizgi romanın başka dillere de çevrileceğini söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Menfaatleri öyle gerektirdiği için İngiltere, Fransa, ABD, Almanya, İsrail devletleri de gizli açık bunları destekliyor. Bunlar, aynı zamanda Ermenileri Türklere karşı kışkırtan, cepheye süren emperyalist güçler. Bir buçuk milyon Müslüman Türkü kesip doğrayan, akla hayale gelmeyen vahşeti yapan Ermeni çeteleri, kendi ayıplarını gizlemek için bizi soykırımcı ilan ettiler ve bunu yaygınlaştırmak için bu kavramı oluşturdular. İşin en tuhaf tarafı da burada ki biz de bu kavramı devlet olarak kabul etmiş gözüküyoruz. Bunu da insanın aklı, hafsalası almıyor.
Kore Savaşı sırasında arkasını koruduğumuz Amerikalıların görev verdiği Ermeni tercümanların, kritik bilgileri saklayarak Türk birliğini cephede savunmasız halde bıraktığı ve büyük kayıplar vermesine sebep olduğu daha yeni ortaya çıktı. Fransa’yı tarihte biz korumuştuk. İspanya’dan kovulan Yahudilere biz kucak açmıştık. Ne oldu da büyük milletimiz eli satırlı cani, barbar konumuna düşürülüverdi? Şunu iyi bilmek lazım, Batı’da ve doğuda barbar kelimesi yüzyıllardır Türkler için kullanılıyor. Barbar olduğumuz için değil, barbar gösterilmek ve medeni olduğumuz unutturulmak için. Hem kendi halklarına hem de bize Türklerin medeni tarafları öğretilmiyor, gösterilmiyor. Barbar kavramının altı her şeye rağmen doldurulamıyor. Çünkü güneş balçıkla sıvanamaz. Ancak olan şudur, “Barbar” kavramına benzer kavramlarla şuurumuz, şuuraltımız felç edilmek isteniyor. Biz de aynı şekilde kavramlar oluşturup altını dolduramaz isek, bu şuursuzluk halimiz devam edecek ve emperyalist oyunlara göğüs geremez duruma geleceğiz. Türk Milletinin insanlığa yaptığı hizmetleri, medeniyetimizi, gördüğümüz zulümleri, katliamları, soykırımları, haksızlıkları, kahpelikleri kavramlaştırarak anlatmaz, anlatamaz isek sömürülür, yok olur gideriz. Eğer gereğini yapmazsak Ermenileri dünya durdukça besleyecek bir tazminata (Yahudiler Almanya’yı nasıl haraca bağlamışsa) mahkûm da oluruz. Nitekim Türkler, Ermenilerin yaşadığı acıların en az bin katını yaşadığı, Ermeni mezalimine uğradığı halde, Türkiye Cumhuriyet bunları anlatmıyor, hatta anlattırmıyor. Siz TRT’de Ermenilerin Türklere yaptığı soykırımla ilgili bir film yayınlandığını gördünüz mü? Çizgi film yaptırdığını duydunuz mu? Bu konularla ilgili yapılmak istenilen ama maalesef yaptırılmayan yüzlerce çalışmayı size örnek verebilirim.
Başkasının yazdığı sözlüklerle dil öğrenmek ve bu dil ve kültürü anlamaya çalışmakla ne kastettiğimi sorduğunuzu duyuyorum: Fransızların, İngilizlerin, Rusların yazdığı sözlükle yayın yapan TRT Şeş’i ele alalım. Fransızlar 40 bin kelimelik Kürtçe Sözlük uydurdular, bunun en az on bini Fransızca kelimelerden oluşuyor. Biz de gerine gerine Kürtçe yayın yapıyoruz diyoruz. Tamamen kanunsuz bir yayın. Elimizde bir sözlük bile yokken! Peki bu yayınların denetimi nasıl yapılıyor dersiniz? TRT’nin bilinen altın makası devre dışı bırakılmış durumda. Yayın ilkeleri mi? Kim takar! Geçmişler ola...
Özetlemek gerekirse dilleri çözmek, alfabelerini bulmak, sözlük ve ansiklopedilerini yazmak, en önemlisi de kavramlarını oluşturmak çok önemli. Hatta yeni diller bulmak ve bunları kendi yazacağınız alfabe ve kavramlarla kamuoyuna sunmak lazım. Tabii bizim bilim adamlarımızın, aydınlarımızın, yazarlarımızın bu tembellikten kurtulması ve kaidelerini yerinden oynatması gerekiyor. Arkadaşlarımı, kavramlar üretmeye davet ediyorum Birleşerek iş yapmaya çağırıyorum. Biz kendi kendimizle boğuştuğumuz sürece de birileri gelip bizim gözümüzü bağlamaya devam edecek, içimizden yetiştirdiklerimiz de bu gözbağcılığına hizmet edecektir diye düşünüyorum.
avar........