80 öncesinin yoğun anarşi günlerinde gençlik ağırlıklı olarak iki gruba ayrılmıştı. Kendini milliyetçilere yakın hissedenler milliyetçi-ülkücü şemsiye altına,kendini sol olarak tanımlayanlarda devrimci-sol grupların şemsiyesi altına giriyorlardı.Bu bir çeşit taraf olarak kendini güven altına almaydı.Çünkü ülkenin her tarafı parsellenmiş,kurtarılmış bölgeler ilan edilmiş,toplum hayatın her alanında birbirine düşman iki grup şeklinde örgütlenmişti.Aslında yoğun kavga -slogan günleriydi ve kimse neyi neden savunduğunu da bilmiyordu.Aynı sosyal-kültürel tabanı temsil eden insanların oluşturduğu gruplar birbirlerini kendi değerleri adına düşman ilan ediyor ve ürettiği bu düşmanla mücadele ediyordu.Solcular Türkiye yi SSCB ye peşkeş çekmeye çalışan vatan hainleriydi!,milliyetçi ülkücüler ise işçinin-emekçinin ,devrimci grupların ve dolayısıyla ezilen sömürülen halkın düşmanı,ABD nin emrindeki işbirlikçilerdi!
Kavgadan ,gürültüden kimsenin okumaya,neyi savunduğunu bilmeye anlamaya vakti ve imkanı yoktu.Yabancı istihbarat servisleri ülkede cirit atıyor,gerginliği katlayacak provokasyonlar organize ediyorlardı...
Derken anarşiyi bir günde bıçakla keser gibi bitiren! askeri İhtilal yapıldı.Her iki grubun önde gelenleri de çok ağrı işkenceler ve kötü muamelelere maruz kaldılar. Sol böyle bir sona ,en azından psikolojik olarak hazırlıklı olmalıydı.71 muhtırasında başlarına gelenler ordu karşısında ümitli olmalarını engelliyordu.Esas şoku ülkücüler yaşadı.Zira kurtarmak için canlarını vermeyi göze aldıkları devlet tarafından ,devlet düşmanlarıyla! aynı muameleyi görüyorlardı.Bu durum zaten yeterli bilgi donanımına sahip olmayan ülkücülerin kafasını karıştırmaya yetti.Arkasından ülkücüleri ehlileştirmek,biraz da Müslümanlaştırmak! için hapishanedekilere yönelik kapsamlı bir propaganda başlatıldı.Milliyetçi içerikli her türlü yayınların sokulmasının yasak olduğu hapishanelere özellikle Fethullah Gülen cemaatinin yayın organları ve kitapları olmak üzere pek çok islami kesimin yayınları kolaylıkla ulaştırılmaya başlandı.Bu süreçte ANAP a milliyetçi-ülkücü pazarlayan bazı abiler vasıtasıyla Alparslan Türkeş in liderliği tartıştırılmaya başlandı.Önce Müslüman mıyız, yoksa önce Türk müyüz tartışmaları, milliyetçi miyiz, Müslüman mıyız tartışmalarına kadar getirildi.Malatya cezaevi ekibi hariç neredeyse Türkiye nin tamamındaki cezaevleri Türkeş in liderliğini sorgular ve tartışır hale getirildi.Mesela Mehmet Sümbül adlı ülkücü! bir hükümlü "milliyetçi miyiz- Müslüman mıyız" adlı ,milliyetçiğin küfür olduğunu iddia eden bir kitap yazdı . Bu kitap hem üniversitelerde hem de hapishanelerde her milliyetçiye ulaştırılmaya çalışıldı.(Mehmet Sümbül daha sonra Hizbullah tarafından infaz edilip gömülenler arsında bulundu)...
Dışarıda ise farklı bir çalışma vardı.Kısa süren hapis hayatında kafaladıkları Muhsin Yazıcıoğlu nu Türkeş in karşısına Başbuğ!.olarak hazırlamaya başladılar.Bir taraftan Muhsin Yazıcıoğlu nu pohpohlayarak Türkeş in liderliğini sallamaya çalışıyorlar,diğer taraftan da MHP nin isim ve amblem hakkını Türkeş in elinden almak için özellikle Sadi Somuncuoğlu şefliğinde yoğun bir çalışma ortaya koyuyorlardı.Sağlığı elvermemesine rağmen Türkiye nin her tarafını gezerek olayın önemini anlatan Türkeş dava arkadaşlarını ikna ederek MHP-MÇP birleşmesini sağladı.Bu cephenin hevesi kursağında kaldı.
Diğer cephede ise cephe düşük yaptı.İzmit te Başbuğ Muhsin! diye slogan atan bir grup bu cephenin deşifre olmasını sağladı. Öyleki adeta her Ülkü Ocağının bir numaralı davetlisi olan Muhsin Yazıcıoğlu hiç bir konferansa davet edilmemeye başlandı...
Ve 1990 a gelindi.Refah-MHP-IDP ittifakı ile üç parti tek çatı altında ama kendi adaylarıyla meclise girdi.Seçim sonucun da SHP-DYP koalisyonu kuruldu. Çoğunluk olmadığı için MHP kilit parti konumundaydı.SSCP dağılmış bünyesinden yeni devletler ortaya çıkmıştı. Ülkücülerin hayalini süsleyen şeyler oluyordu. Türkiyenin ilgisinin mutlaka bu coğrafyaya çekilmesi lazımdı ve bunu isteyen tek kadro MHP idi.70 yıldır SSCB yönetimi altında kimliğini ve değerlerini unutmaya zorlalan Türki topluluklara ağabeylik yapmak gerekiyodu. Ama Türkiye de MHP haricinde Türkiyenin dışında da Türklerin yaşadığını iddia eden ve onlarla ilgilenilmesi gerektiğini savunan siyasi bir oluşum da yoktu.Ve milliyetçiler sırf bu görüşlerinden dolayı ırkçı-faşist olarak tanıtılmaya çalışılmıştı.MHP nin ne yapı edip Türkiyeyi yönetenlerin ilgisini yeni Türk coğrafyasına çekmesi gerekiyodu. Bunun içinde özellikle mecliste gruba sahip olmak çok önemliydi. Ve grup kurmak için sadece 1 milletvekiline ihtiyaç vardı.
Aynı seçimlerde SHP ,HADEP ile ittifak yapmış ,20 ye yakın bölücü milletvekili mecliste yer bulmuştu. SHP yi bunların yönlendirmesinden de kurtarmak gerekiyordu. Meclise girer girmez SHP den ayrılarak AB destekli ve kollamalı siyasetlerini açığa vurmuşlardı. Mevcut mecliste kilit konuma gelmişlerdi.Kurulmuş olan SHP-DYP koalisyonunun güvenoyu alabilmesi için ya MHP nin ya da bu bölücü grubun desteği gerekiyodu. Kim desteklerse hükümet üzerinde ciddi ağırlıkları olacağı kesindi. Bu yüzden bu bölücü grubun mecliste yalnızlaştırılması ve etkisiz hale getirilmesi gerekiyordu.Türkeş in hükümete kabul oyu vermesi neticesinde bu milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargılanarak cezaevine girmeleri sağlanmıştır.
Ve tabi ki 90 affıyla dışarı çıkmış binlerce ülkücüye vefa borcu vardı.Çoğu maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarıydı. Bir kısmının ekonomisi ise hapiste geçen ondan fazla yıldan sonra tamamen bozulmuştu. Bu vefa borcu onlara iş,ekmek yuva sağlanmasını gerektiriyordu. İktidara yakın olmak lazımdı. Tüm bu sebeplerden rahmetli Türkeş devlet adamı ve başbuğ olmasının gereğini yaparak DYP-SHP hükümetinin meclisten güvenoyu almasını sağladı.