Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla…
“Sular yükseliyor, yıldırımlar biraz ilerdeki kılıç yığınının üstüne düşüyordu. Onbaşı Yamtar, tutunduğu kayanın yukarıya doğru sivri ve ince olduğunu görünce tek eliyle hemen kemerini çıkardı. Yanındaki iki çeriye buyurdu:
- Daha bütün gücümüz tükenmemiştir. Beni sıkı tutup şu kayışımı kayanın sivriliğine bağlamama yardım ederseniz üçümüz de kurtuluruz. Daha birkaç kişi de kurtulur. Sıkı tutamazsanız üçümüz birden sulara kapılır, gideriz. Haydi bakalım! Sen suya sırtını verip yaslan bizi koru, sen de beni tut, sulara kapılmadan şu kayışı düğümleyelim!
Onbaşı Yamtar, kemerini ortasından iyice düğümledi. Sarkan iki ucunu aşağıya uzattı. Bu uçlardan birini kendisi tuttu, birine de çerilerden biri yapıştı. Öteki çeri Onbaşı’ya asılmıştı. Su bellerine yaklaşıyordu. Artık yıldırımlara aldıran yoktu. Güçleri kesiliyordu. Soluyorlar, ellerini kayalara sıkıca kenetleyerek sulara kapılmamaya uğraşıyorlardı.
İşbara Alp hâlâ atının üstündeydi. Yayının kirişini kayanın sivriliğine takmış, demirini de eliyle tutuyor, böylece sulara karşı kendini de, atını da koruyordu. Onbaşı Yamtar şimdi kayaya ilmiklediği kemerine daha sıkı sarılmaya mecburdu. Çünkü artık Onbaşı’ya asılan çeri sayısı tek değildi. Bunlar birbirine sarılarak uzayan belki yirmi kişi olmuşlardı. Fakat Yamtar itiraz etmiyor, irkilmiyor, yalnız kemere daha sıkı sarılmaya uğraşıyordu. Bu ara yıldırımdan daha keskin; gök gürültüsünden daha güçlü bir ses yükseldi:
- Kurtkaya, elini çöz!...
Birden parlayan çakının kısa ışığında sivri kayanın bu bir alay çeriye güç dayanan eski kayışı, her an artan bir çabuklukla kemirip eğelediğini gördü. Ne yapacağını gene çakın hızıyla kararlaştırdı ve haykırdı:
- Kurtkaya, elini çöz!
Kurtkaya, Onbaşı Yamtar’ın ardına yapışan erlerin arkadan onuncusuydu. Yüzbaşının buyruğunu alınca bir an tereddüt etmedi ve kara, azgın sular bu on eri bir anda yuttu.” (Bozkurtların Ölümü, H. Nihal ATSIZ)
Tarihin akışını ayağını suya sokmaktan korkanlar değil; Ülküsü için selin ortasında elini çözen Kurtkaya’lar değiştirmiştir.
Tarih yazmak, insanî özellikleri yemek içmekle sınırlı olanların işi değildir. Onlar, bedenlerini ruhla bütünleştirememişlerdir. Tarihi yapanlar bedenlerini besleyenler değil, Kalû Belâ’da Cenab-ı Hakk’a, “Belâ” diyen ruhlarına kavuşanlardır. Onlar ki; ilimle yoğrulmuş imanlarını, tebliğ ile tamamlayanlardır. Onlar ki eşref-i mahlûkatlığa yükselmişlerdir.
Bugün Batı’nın öğrettiği yöntemlerle meta olarak alçaltılmaya çalışılan Türk Kızı; atalarımız binlerce yıl önceden sana yükselmenin yolunu göstermiştir.
“Ayıpsız kadın önünde
Başı eğmek gerek
O zaman temizlik ile
Hayat kılmış gerek
Hakikaten temiz olsa
Ona can vermek gerek”
(Bir Uygur Türküsü, Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971)
Atalarının dediği gibi; ahlâklı olursan, yükselmenin önü her zaman açık olacaktır. Ahlâkın ilimle ve tebliğ ile buluştuğunda, hiçbir güç seni mecrandan döndüremeyecektir.
Küresel dünyanın karanlığında yolunu bulmaya çalışan Türk Kızı! Yol gösterici bellidir. O yol gösterici, o yolbaşçı dün atalarına Ergenekon’dan çıkışın yolunu gösteren Bozkurt’tur.
Biz elimizi değil, yüreğimizi taşın altına koyuyoruz. Gönlümüz ve Ocağımız her zaman Türk Kızı’na açıktır.
Ocak’ta yanan her yürek Turan ülkesinin yolunu aydınlatan bir kutup yıldızıdır.
ÜLKÜ OCAKLARI EĞİTİM VE
KÜLTÜR VAKFI GENEL MERKEZİ
BAYANLAR MASASI BAŞKANI
RUKİYE ÜLKÜ DUMAN