"Ağabey yorulmuyor musun? Bıktım, yeter artık demiyor musun?" diye sordum. Çengel bıyıklarını düzelterek: "Olur mu gardaşım. Biz dünyanın en kalabalık ailesiyiz. Hepimiz kardeşiz soy adlarımız farklı olabilir ama birinci adımız "Ülkücü"... 'Ülkücü Ahmet, Ülkücü Mehmet vs...' Bize bu adı, bu kimliği Başbuğ verdi. Bu kimlik çarşıda-pazarda satılan, sonradan edinilen bir şey değil, bunun sorumluluğu vardır. " diyerek nasibime düşen semineri dinledim defalarca...
Türkiye'nin dört bir yanını yıllardır geziyoruz, dünya coğrafyasının 2-3 kıtasını da görme fırsatı bulduk. Okumanın, günlük gelişmeleri takip etmenin zorunluluk olduğu meslekten olunca insan profilleri, siyasi ve ideolojik kimlikler olunca üzerinde ister istemez iddia sahibi oluyoruz.
Dünyanın hiçbir yerinde "Türk Milliyetçiliği bağı", "ülküdaşlık hukuku"nun mensubiyet sorumluluğunu görmedim. Ve duymadım. Birbirlerinin yüzünü görmemiş, adını dahi bilmeden "aynı kimlik" mensubu olmanın güveni ile dağın başında yolda kalan insanın tereddütsüz yardım isteyeceği kişinin "ülküdaşı" olduğunu öyle çok tanık oldum ki sıralamaya ne zaman ne de sayfalar yeter. Bir ay içinde hiç tanımadığı halde ülkücü kimliğinden dolayı 4-5 defa kan veren yakın dostlarımın görevlerini yerine getirmenin mutluluğunun yüzlerine yansıyışını kelimelerle anlatmak imkansızdır.
MÇP ve MHP Bolu İl Başkanlığını senelerce yapan Necati Karatuluk'un yüzünü hiç görmediğim dönemde Bolu Dağında meydana gelen onlarca trafik kazası için bizzat ben aramışımdır. Gecenin yarısında sıcak yatağından kalkıp kaza mahalline gider, yaralıları hastahaneye kaldırır, cenazelerine sahip çıkar, gelen yakınlarını teskin eder, hurda haline dönen araçı çekici ile aldırıp kamyona yükleyerek memleketine gönderen bir gönül adamıdır.
Aslen Maraşlı olan Karatuluk bir dönem Bolu'nun sayılı esnafı, hali-vakti yerinde iş adamıydı. İstanbul - Ankara arası seyahatlerinde çayını içip hal'deki mütevazı dükkanında sohbet ederken bile çok şeye tanık olmuşumdur. Bir gün dayanamayıp: "Ağabey yorulmuyor musun? Bıktım, yeter artık demiyor musun?" diye sordum. Çengel bıyıklarını düzelterek: "Olur mu gardaşım. Biz dünyanın en kalabalık ailesiyiz. Hepimiz kardeşiz soy adlarımız farklı olabilir ama birinci adımız "Ülkücü"... 'Ülkücü Ahmet, Ülkücü Mehmet vs...' Bize bu adı, bu kimliği Başbuğ verdi. Bu kimlik çarşıda-pazarda satılan, sonradan edinilen bir şey değil, bunun sorumluluğu vardır. " diyerek nasibime düşen semineri dinledim defalarca...
"İnsanın insana, ülkücünün de ülküdaşına günün birinde en dar zamanda işi düşer" diye konuşan Necati Ağbi'nin mütevazı hal yani sebze - meyve işiyle ilgili başından neler geçmiş neler...
"Bir yaz günü Mersin'den bir kamyon mal yüklettim. Gece saat 01:00'de kamyon Toroslarda akis kesmiş. Şoför çaresiz. Mal boşalıp başka arabayla gelmezse sıcaktan heder olacak. Üstelik sabah teslimat için çekini bile almışım. Gelmezse ticari itibar sona erecek, iflasa sürüklenmem söz konusu. Kara kara düşünürken Aksaray yakınlarındaki ülkücü belediyeler aklıma geldi. Adını bile bilmeden önce belediye başkanını aradım. Nöbetçi ev telefonunu vermiyor. "Adım, adresim, telefonum bu, konu acil" deyince verdi tabi. Çevirdim numarayı uykudan uyandırıp, kendimi tanıttım. Durumu kısaca anlattım. "Elimizden gelirse elbet" dedi. Bir saat geçmeden aradı. Kamyona malı yükletip, şoförün yanına yeğenini de katmış, kamyon sabah dükkana dayandı. Şoför "mazot parası yeter. Reisin hatırı var" deyip yemek bile yemeden geri döndü. Bazen meyve sebze hal'de bulunmaz, pahalı olur. Açarım telefonu en ucuzunu en kalitelisini yerinden ülkücüler gönderir. Bolu'nun esnafı bulunmayanı benim mutlaka makul fiyata temin edeceğimi bilir. Bu keyifte, bu gurur da bana yeter." diye konuşurken gözlerinin içi gülüyordu.
Son bir yılda buna benzer mutluluk tablolarını 50'den fazla il de " selamünaleyküm" diyerek uğradığımız hemen her yerde gördüm. Cebinde zar zor çay parası olan gönüldaşlarımızın borçlanarak yemek ikram ettiklerini de tahmin ediyorum. Konu hep dönüp dolaşıp "Ne olacak bu Milliyetçilerin haline" gelince bütün yürekler heyecanla, "siyasetten bir araya gelemeyen ülkücü kadroların fikir meydanında bir araya gelmeleri "temennisi ile çarpıyordu.