Sözlerinin sivriliğiyle tanınan bir bilge kişiye, yakınları ”İfadeleriniz çok ağır geliyor, bazı insanlar hemen kaldıramıyorlar efendim” dediklerinde şu cevabı vermiş:
'Kütükler için keskin balta gerekir.’
Ben bilge bir kişi değilim, lakin ‘Bilmediklerimi bilecek kadar akıllı’ olduğum kanaatindeyim ve gururla sahiplenebileceğim ‘kütükler için keskin balta’ olan yazıların da sahibiyim.
Sevdalarıma, inançlarıma ve ideallerime saldıran her kim olursa olsun hiçbir kaygı hissetmeden, hak ettikleri cevabı vermenin hazzını doyasıya yaşamaktayım.
Bedeni başka yerde, beyni bir başka yerde olanlara inat, beyni bedeninde sabit bir şekilde, iman ettiğim değerlere sahip çıkma arzusu ve gayreti içerisindeyim.
‘Kütükler için keskin balta’ tarzındaki sert yazılarımın oluşması, hiçbir zaman haksız, zamansız ve gereksiz yere olmamıştır.
Bu tür yazılarımın tamamı, Türkiye’de oynanan karanlık oyunlara yönelik bir haykırış ve inandığım davama ve liderime yapılan iğrenç saldırılara karşı dik duruşun fotoğrafı olmuştur.
Yazılarımda mücadele ettiklerimi, Türkiye’ye zarar verenler ve Ülkücü Harekete ve onun siyasi temsilcisi MHP’ye zarar vermeye ve ele geçirmeye çalışanlar olarak ikiye ayırabiliriz.
Bunun yansımasını da açılan ceza ve tazminat davalarında görmeniz mümkündür.
Yaklaşık 1 triyona ulaşan tazminat davalarını açanların isimlerine baktığımızda zaten mücadelemizin anlamı kendiliğinden ortaya çıkmaktır.
Recep Tayyip Erdoğan, Cüneyd Zapsu, Dengir Mir Mehmet Fırat, Melih Gökçek, Taha Akyol, Doğu Perinçek, CHP eski milletvekili Esat Canan, Abdurrahim Karakoç, Namık Kemal Zeybek ve yaptıkları yayın yüzünden Türk milliyetçileri tarafından ‘Fitneçağ” ismi ile anılan bir gazete, şahsıma açılan ceza ve tazminat davalarının sahipleridir. Açılan bu davaların çoğu lehimize sonuçlandı ve birçoğu da mahkeme aşamasında, devam etmektedir.
Hayatımızın akışını birçok alanda olumsuz etkileyen ve psikolojimize külfet olan bu tazminat davalarına rağmen mücadele inancımızdan zerre kadar eksilme olmadı, olması da mümkün değildir. Yüce Allah ömür verdiği müddetçe de Türkiye’ye zarar verenlere ve Ülkücü Harekete zarar vermeye çalışanlara karşı mücadelemiz artarak devam edecektir.
Geride bıraktığımız yıllar içinde, hiçbir zaman kendi şahsi geleceğimizin kaygısına ve tasasına düşmedik… Çocuk yaşta sevdasına vurulduğumuz davamızın her zaman ve aralıksız hizmetkârı olduk… Bu hizmetkârlık, bizi Kayseri’den Ankara’ya getiren köprü olmuştur. Kaderin, kısmetin bağladığı yollardan ve sevginin peşine takılarak geldiğimiz Ankara’da, tek hesabımız oldu…
O da, Ülkücü Hareketin bir neferi olarak, Türkiye sevdasını yaşamak ve bu sevdayı kem gözlerden ve hain emellerden korumak olmuştur.
Bu sıfatı taşıyıp bu sevdaları yaşamayanları, ne hayatım boyunca sevdim, ne de bundan sonra seveceğim!
Başbuğ Alparslan Türkeş ile tanıdık ve bağlandık bu sevdalara, Bilge Lider Devlet Bahçeli’nin iman ettiğimiz dava adamlığında, bu sevdalarımızı korumaya ve yaşatmaya devam ediyoruz.
İşte birilerini çıldırtan bu duruşumuzdur. Yıllardır her türlü tehdidi, iftirayı ve hakareti silah edinerek saldıranların temel gayesi, bu duruşta psikolojimizi bozmaya yöneliktir. Sanal âlem diye tabir edilen internetten, mikrop gibi yayılan iftiralar, tehditler ve hakaretler sadece mücadele azmimizi güçlendirmektedir.
Kişilik bozukluğu yaşayan ve sırf menfaatlerini korumak için insanlarla sahtelik temelinde ya dost, ya da düşman ilişkisi yaşayanların varlığı, mücadelemizin de haklılığını göstermektedir.
Edepsizler çöplüğü, sadece pis kokular üretmekte ve benzerlerini aynı alanda toplayarak, pis kokularını mücadelemiz üzerine salgılamaya çalışmaktadır. Bu pis kokuları yayanlar, bazen tek başına, bazen yan yana, bazen de topluca ittifak halinde görülmektedirler.
Mevlana’nın “Ey insan..! Edep nedir diye arar, sorarsan eğer; Bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül gösterebilmektir.” sözüne teslim ettik haleti ruhiyemizi ama asla imanımıza ,inancımıza ve ideallerimize dil uzatan ‘ishal ağızlılar’ karşısında susmadık ve onlarla uzlaşma yoluna gitmedik...
Hırsızın dürüste, hainin kahramana, yalanın doğruya, sahtekarın şahsiyetliye, kötünün iyiye, davayı satanın dava adamına tercih edilmesi gerektiğini söyleyen ve bunun için her türlü kirli tezgahı uygulamaya çalışanlara eyvallahımız hiç olmayacaktır.
Biz yıllardır yaptığımız gibi davamıza ve dava adamına ‘adamlık’ edeceğiz ve ‘Kütükler için keskin balta’ olan yazılarımızı aynı sertlikte sürdüreceğiz.
İmanımız, cesaretimiz ve sadakatimiz bunu öngörüyor çünkü…
‘SAHTE PATLICAN’ PANCAR SURATLIYI HATIRLATTI
Değerli sanatçımız Ahmet Şafak’ın ‘Sahte Patlıcan’ isimli şarkısını dinlerken “Ey nefsine tapan şöhretli hazan değilsin/ değilsin adam değilsin/ adam olan namerde niye eğilsin. Ey nefsine tapan şöhrette azan/ değilsin değilsin adam değilsin. Adam olan namerde niye eğilsin. Zaten adam değildin 3’ e 5’ e eğildin” dizelerini duyunca, aklıma geldi o “Pancar suratın”…
Ahmet Şafak, bu dizeleri kimden esinlenerek yazdı bilmiyorum ama ben dinlerken, seni canlandırdım gözümün önünde…
Senin yılışkanlığını, senin sahtekârlığını, senin yalanlarını ve senin iftira yüklü tarzını, para ile satılacağını ve para ile herkesi satın alma düşüncesi içinde olduğunu, namert olduğun için namertlere boyun eğdiğini tarif ediyordu adeta…
Dün hiçtin… Ve bugün paranla her şey olmaya çalışıyorsun… Fakat ne yaparsan yap, adam olamıyorsun adam… Bugün de, dün gibi hiçsin ve bu karakter kokuşmuşluğunla kıyamete kadar hiç kalmaya mahkûmsun…
Bizimle güçlendiğin halde, gücünü bizi yok etmeye çalışanlara pazarlıyor ve bağladığın kanalizasyon borularından bizim alana pislikler akıtmaya çalışıyorsun…
Sen daha doğarken insanlıktan, adamlıktan, şahsiyetten, kişilikten, vefadan, dostluktan nasiplenmediğin için, büyüdüğünde de aynı yoldan ilerliyorsun… Pancar suratın bunun en iyi ayna yansıması olmaktadır.
Hayatında ‘dürüstlük’ kavramı ile tanışmadığın ve hayatının hiçbir aşamasında, dürüst bir davranış sergilemediğin için, ’dürüstlüğü’ satın alınabilir bir eşya gibi görmektesin…
Kişiliği satılık olanların kimini satın almış, kimini kiralamışsın ve onları iftira dozeri olarak ‘dürüstler’ üzerinde tahribatta kullanıyor ve karaktersizliğin imparatorluğunu inşa etmeye çalışıyorsun…
Yalanı yalan içinde konuşuyor, iftiranı da paranın içine yerleştirdiğin sürüngenlerle yayıyorsun… Senin besin kaynağın bu olmuş ve senin o pancar suratına vitamin ancak böyle ulaşıyor.
Seni herkes böyle tanıyor… Şahsiyeti, kişiliği olan senden uzak, karaktersizliği uyan sana yakın duruyor…
Seni daha çok tanıdıkça, namert dostlardan yıldığımızı, mert düşmanları aradığımızı ve onlara anlam yüklememiz gerektiğini anlıyoruz.
Pancar suratlı sana tavsiyem, kırım Kongo virüsü taşıyan kene gibi yapıştığın kutsal sıfatları üzerinden çıkar ve yanlış bağladığın kanalizasyon borunu, emir ve talimat aldığın alana çevir ve pisliklerini asli kanalına boşalt…
Ve biraz paraya tapma, Allah’a dua et sana ‘adamlık’ nasip etsin ve ‘helal’ ile tanış ki, pancar suratına insan sureti yansısın… Bu mucize gerçekleşirse, belki Ahmet Şafak’ın ‘Sahte Patlıcan’ isimli şarkısını dinlerken aklıma hep sen gelmezsin…
Tamam mı Pancar Surat, anladın mı beni?
AHMET ŞAFAK/ SAHTE PATLICAN/DİNLE