UlkuGulu.Hareket-Forum.Net ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz |
|
| SAHTE MÜCTEHİDLER | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Mahnovi BalaKurt
Mesaj Sayısı : 35 Doğum Tarihi : 05/06/68 Yaş : 56 Nerden : Trabzon İş-Meslek : Mak.Tkn. (M/M) İsim : Muhammed Mahnovi Kayıt tarihi : 18/07/09
| Konu: SAHTE MÜCTEHİDLER Cuma 7 Ağus. 2009 - 12:11 | |
| MÜCTEHİD HAYRETTİN KARAMAN-1
Ehli sünnet düşmanlarını deşifre etmeye Diyalogçular ile başladık, Hayrettin Karaman adlı sözde müctehid ile devam ediyoruz. "Polemik Değil Diyalog" isimli kitapta (Ufuk Kitap, 2006) M. Abduh, Reşîd Riza ve Süleyman Ateş gibi reformist, mezhebsiz, mason lar için; “...çağımıza yakın veya çağdaş bazı alimlere göre ellerinde, aslı kısmen bozulmuş da olsa bir ilâhî kitap bulunan Hristiyanlar ve Yahudîler gibi Ehl-i kitab da, şirk koşamadan Allah'ın birliğine ve ahirete iman eder, salih amel işlerlerse, Son Peygamber'i de –bildikleri takdirde- inkar etmemek şartıyla ahirette kurtuluşa ererler...” (Bak. s. 28, 29, 35, 42) diyen Hayrettin Karaman’ın idol olarak gördüğü, mesela şu Süleyman Ateş’i inceleyelim biraz. Süleyman Ateş 23 Ağustos 2008 tarihli Vatan Gazetesi'ndeki yazısında Cehennem'in ebedi olduğunu inkar etmektedir. 3 Ocak 2008 tarihli makalesinde ise şunları yazmaktadır: “...sual: Yurt dışında yaşayan biz Müslümanların, gayrimüslimlere İslâm dinini tebliğ etme yükümlülüğümüz var mı? Cevab: ... onlar da zaten kitap sahibidir. Kendi kitaplarına göre amel eder, Allah’a şirksiz inanır ve O’na ibadet ederlerse Kur’ân’a göre kurtuluşa ererler." Süleyman Ateş 10.11.2007 tarihli Vatan Gazetesi'ndeki yazısında da Cehennem'in ebedi olduğunu inkar etmektedir: “...Yalnız Allah, insanların düşüncesine göre karar vermez, suçlu da olsa kullarının yararına göre karar verir. Benim gönlüm sonsuzca azabı kabul etmiyor ve Allah’ın bu kadar acımasız olacağını asla düşünemiyorum. Allah’ın rahmeti her şeyi kaplamış ve gazabına baskınken nasıl olur da en çok yüz yıl da sürse sonsuzca hayat karşısında bir an gibi kalan şu dünya yaşamındaki suçlar için (tamamı suçla geçmiş olsa da) milyarlarca, hatta sonsuzca azap eder? Nerede kaldı O’nun merhameti? Kur’ân’ın ifadelerini basit mantık oyunlarıyla değil, asıl amacı içinde düşünmek gerekir. Amaç, korkutup insanları kötülükten caydırmaktır...” Dikkat edin! Bu ateş ehli S. Ateş; “...en çok yüz yıl da sürse sonsuzca hayat karşısında bir an gibi kalan şu dünya yaşamındaki suçlar için (tamamı suçla geçmiş olsa da) milyarlarca, hatta sonsuzca azap eder? Nerede kaldı O’nun merhameti?..” diyerek günahkar ve cahil olan müslimanlara damardan(!) hitap edip, tabiri caizse tribüne oynamaktadır. Süleyman Ateş bu inancında İbni Teymiyye ve İbni Kayyım'ı takip etmiştir. Halbuki, fena-i nar [Cehennem'in son bulacağı] görüşü açık nasslara ve icmâ-i ümmete aykırıdır: Muhammed Hadimi hazretleri (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: "Küfrün gailesi yani en büyük mefsedeti [zararı], Cennet'e girmekten mahrumluk ve Cehennem'de müebbed [sonsuz] azabdır. Kat'i naslarla [ayet ve hadislerle] ve Ehl-i sünnetin hepsinin icmâiyle böyledir." (Berika) İmam el-Eş'arî hazretleri (rahmetullahi aleyh) şöyle buyuruyor: "Ehl-i İslam bir bütün olarak şöyle demiştir: "Cennet ve Cehennem'in sonu yoktur. Bu ikisi baki kalmaya devam edecektir. Aynı şekilde cennetlikler Cennet'te nimetlenmeye, cehennemlikler de Cehennem'de azap görmeye sürekli olarak devam edecektir. Bunun bir sonu yoktur. Allah'ın malumat ve makduratı için de bir son nokta ve sınır mevcut değildir." (el-Eş'arî, Makâlâtu'l-İslâmiyyîn) İmam-ı Şarani hazretleri (rahmetullahi aleyh)buyurdur ki: "Her kim (Cehennem fani olacak) derse, o kimse sahih senedle nakledilen hadisin iktiza ettiği mananın dışına çıkmıştır ve Peygamberin (aleyhisselam) getirdiği ayet-i kerimeler ile Ehl-i sünnetin, adil imamların ittifak ettikleri şeye muhalefet etmiştir. (Resule karşı gelip, mü'minlerin yolundan başka bir yola gideni, o yönde bırakır ve Cehennem'e sokarız; orası ne kötü bir yerdir.)[Nisa 115] " (Muhtasaru Tezkiretil Kurtubi, Bedir Yay., s. 302) İmam-ı a'zam Ebu Hanife (rahmetullahi aleyh)hazretleri de buyurdular ki: "Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur." (Fıkhu'l Ebsat) Küfrü açık bir kişiyi Müslüman olarak tanımlamak, İslam alimi diyerek tazim etmek ayrıca küfürdür. İşte, sözde müctehidimiz Hayrettin Karaman’ın idolü, bir başka müctehid (!) ateş ehlinden S.Ateş. İkinci yazımızda; H.Kahraman’ı geniş olarak tanıtmaya başlayacağız size. Vesselam...
| |
| | | Mahnovi BalaKurt
Mesaj Sayısı : 35 Doğum Tarihi : 05/06/68 Yaş : 56 Nerden : Trabzon İş-Meslek : Mak.Tkn. (M/M) İsim : Muhammed Mahnovi Kayıt tarihi : 18/07/09
| Konu: Geri: SAHTE MÜCTEHİDLER Cuma 7 Ağus. 2009 - 12:12 | |
| MÜCTEHİD HAYRETTİN KARAMAN-2
Mezhebsiz Müctehid(!) “Biz itikaden Maturidi, amelen Hanefiyiz, Müslümanların bir mezhebe bağlı kalmalarını caiz görürüz” diyen H.Karaman, kelime oyunları ile mezhebsizliğini saklamaya çalışmaktadır. Caiz demek; olması da olmaması da dine uygundur demektir. Müslümanların dört mezhepten birine bağlı kalmaları şarttır demeyip de caiz demekle bir mezhebe bağlanmamaya cevaz vermiş oluyor ki bu da mezhepsizlik olur. “Dört mezhepten ayrılmak dinden ayrılmak olur” (Tefsiri Mazhârî) Mevdudi’nin “Benim mezhebim yoktur” sözünü açıklarken “Muayyen bir mezhebe bağlı kalmadan islami problemi açıklamak, çözmek ve karara varmaktır. Bu yol ise gerçek âlimlerin takip edecekleri tek yoldur” diyor. Görüldüğü gibi “Mezhebim yok” demenin “gerçek âlimlerin takip edeceği tek yol” olduğunu söylüyor. (Oku Dergisinin 152. Sayı)
Vehhabi Müctehid(!) “Elimizdeki deliller, onlara kâfir veya ehli bidat demeye kafi değildir ve benim vehhabi olduğuma dair tek delili olan ortaya çıksın” diyor. Hak mezhep dört tane değil midir? Vehhabiliğin sünni bir mezhep olduğunu hangi Ehli sünnet âlimi söylemiştir, Vehhabiliğin ciltleri dolduran sapıklıkları vardır. Ehli sünnet âlimleri sayısız reddiyeler yazmıştır. “Vehhabi değilim” demek, bazı siyasilerin komünizmi kötülemeyip de sıkışınca “Ben komünist değilim” demelerine benziyor. “Peygamber, Allahı dört meleğin taşıdığı altın bir kürsü üzerinde görmüştür”. (Kitab-üs-sünne isimli vehhabi Kitabının 35. Sayfasında) Böyle inanmak küfür değil midir?
Reformist Müctehid(!)
“Hiçbir yerde nikah dini değildir demedik” diyen reformist müctehid öte yandan “Esas ve şartlarını dini nasların ve bunlara müstenid ictihadların tesbit etmiş olması, evliliğin dini bir akit olmasını icap ettirmez” demektedir. (Mukayeseli İslam Hukuku)
Evet nikah dini değil, dememiş ama kitabına yazmış.
İbni Teymiyeci, Efgani ve Abduhcu,Reşit Rızacı Müctehid(!)
“İbni Teymiye’nin kâfir ve sapık olmadığını, ancak bazı ifratları ve ictihad hataları olduğunu” söylüyor. Eğer İbni Teymiye müctehid ise kimse onun hatasını bilemez. İctihadla ictihad nakzolunamaz. Onun ictihadının hatalı olduğunu nasıl bildi ki? İbni Teymiye’nin cihete kail ve arşın kıdemine kani bulunduğu ve mücessimeden olduğu muteber kitaplarda yazılıdır. Bu ise Ehli sünnete aykırıdır. İbni Teymiye, “kâfirler de cehennemde ebedi kalmaz” diyor. Bu ise Kur’ana aykırıdır. Cennet de cehennem de ebedidir. (Bakara 25, 81,82) “Peygamberlik sanatlardan bir sanattır” diyen, çeşitli sapıklıkları bulunan Efgani hakkında “Efgani masonluğu bıraktı” diye âdeta müdafaa edişi onu sevdiğini göstermez mi? İslam Hukuku- İctihad adlı kitabında mezhepsiz Abduh’u da müctehidler arasında zikretmiş.
Hocası Ahmed Davudoğlu, Din Tahripçileri isimli eserinde çeşitli mucizeleri tevil ve inkâr eden ve Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’un “Teselsülün butlanı meselesine muhalif olduğu ispatlanmıştır. Artık Abduh’un masonluğu bırakıp bırakmaması mühim değil, bu görüşü bile küfür olarak yeter ona.” derken , o hocasına muhalefet ederek Abduh’u müctehidlerden sayıyor. Masonluğu tescilli birine nasıl olur da müctehid diyebilir? Hayrettin Karaman tarafından sadeleştirilen mezhepsiz Reşit Rıza’nın “Mezahibin Telfîkı” isimli kitapta taklidin batıl olduğunu söyleyen mezhepsiz Reşit Rıza, mukallidin ağzından s. 169′da “Adam Muhammedi olmayı bırakıyor da Hanefi veya Şafii oluyor” diyor. Hanefi veya Şafii olmayı Muhammedi olmaktan başka bir şey zannediyor mezhepsiz. Muhammedi olmayan kâfirdir. Bütün Hanefiler, Reşit Rıza’ya göre Muhammedi olmadığı için kâfir olmuş olmuyor mu? Şakkulkamer mucizesini inkâr ettiği, Hz. Musa’ya kâhin dediği Davudoğlu’nun Din Tahripçileri isimli eserinde vesikaları ile bildirilmekte olan Reşit Rıza’nın kitabını nasıl yayınlayabildi?
Şu ana kadar bu şarlatan için “sözde müctehid” dedik ya.Hadi müctehidliğini de tescil edelim(!) “Hiçbir yerde yazılı veya sözlü olarak ben müctehidim demedim” diyor. Çorum’da kursiyerlere yaptığı konuşmada, Türkiye’de uşurun verilmesi gerektiğini, Ömer Nasuhi Bilmen’in ise verilemez dediğini söylüyor. Bunun üzerine sakallı bir imam: “Sizin ve Ömer Nasuhi Bilmen’in söylediği bir müctehide mi aittir, yoksa kendi görüşünüz mü?” sorusuna: “Verilmez sözü Ömer Nasuhi Bilmen’in ictihadıdır, verilmesi gerekli sözü de benim ictihadımdır. O haram işletiyor, ben ise bir farzı işletiyorum” diye cevap veriyor. Bundan sonra, böyle müctehid taslaklarına; itibar, muhabbet ve itimatı sizin vicdanınıza bırakıyorum Vesselam... | |
| | | Mahnovi BalaKurt
Mesaj Sayısı : 35 Doğum Tarihi : 05/06/68 Yaş : 56 Nerden : Trabzon İş-Meslek : Mak.Tkn. (M/M) İsim : Muhammed Mahnovi Kayıt tarihi : 18/07/09
| Konu: Geri: SAHTE MÜCTEHİDLER Cuma 7 Ağus. 2009 - 12:16 | |
| MÜCTEHİD HAYRETTİN KARAMAN-3
Bu bizim müctehidliği kendinden menkul şarlatan H.Karaman bakın ne fetva veriyor:
sual: "Kadın sesi dinlemek caiz midir? Dinlediğimiz müziğin türüne göre cevaz değişir mi? (Örnek: tasavvuf musikisine eşlik eden bir kadın sesi veya ilahi söyleyen bir kadın sesi gibi)"
cevab: "Peygamberimizin zamanında mescidde ve başka yerlerde kadınlar, erkeklerin yanında konuşurlardı. O (sallallahu aleyhi vesellem) hicret ederken kadınlar ve çocuklar musikî eşliğinde karşılama yapmışlardı. Bayram günlerinde Hz. Peygamber'in evinde ve onun yanında genç kızlar, Hz. Aişe'ye(radıyallahu anha) sesli ve tefli müzik dinletmişlerdi. Kadının sesinin ve musikînin haram olduğuna dair sahih ve kesin bir delil (dinî açıklama) yoktur. Kadın olsun erkek olsun müzik icra ettiğinde bunu dinleyenler kendilerine bakmalıdırlar; kötü, olumsuz bir etkilenme bulunmadıkça dinlemelerinde sakınca yoktur.".
Peh!Peh!Anlı şanlı profumuz; uydurmacılıkta, tavuktan kurban olur diye fetva veren şaşı prof ile yarışa girmiş anlaşılan.
Bakalım bu fetvası sorulan meselenin hükmü ehlisünnete göre, H.Karamanın dediği gibi miymiş!
Fetvanın tahliline geçerken ilk iş olarak H.Karamanın dayanak aldığı hususları tespit edelim: 1. Peygamberimiz zamanında kadınların erkeklerin yanında konuşması. 2. Hicret ederken kadınların musikî eşliğinde Peygamberimizi karşılaması. 3. Bayram günlerinde Hz. Peygamberin evinde ve onun yanında genç kızların Hz. Aişe’ye sesli ve tefli müzik dinletmesi. 4. Kadın sesinin ve musikînin haram olduğuna dair sahih ve kesin bir delil (dinî açıklama) bulunmaması.
Bu dört madde H.Karamanın, fetvada kullandığı dayanak noktaları. Karaman, bunları sıraladıktan sonra fetvasına geçiyor ve kadından müzik dinlemenin hükmünün onu dinlerken insanın içinde yaşadığı duygulara bağlı olduğunu söylüyor. Buna göre Karamanın fetvası, kadının musikîsinin, içinde olumsuz etkilere yol açmıyorsa caiz, açıyorsa caiz olmadığını gösteriyor.
Fetvanın gerekçelerini gözden geçirirken üç çeşit hatayla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Bunları mantık, usul ve bilgi hataları olarak tasnif edebiliriz. HiKaramanın göze çarpan mantık hatası, fetvasındaki tutarsızlıklar da yatıyor. Karaman, -birinci ve dördüncü maddelerde- kadından şarkı dinleme meselesini normal kadının sesi ve genel musikî bağlamında ele alıyor. Kadının erkeklerin yanında konuşmasıyla şarkı söylemesi arasında önemli farklar bulunduğu ve bunların aynı hükme tabi olmayacağı hususu gayet açıktır. Bunlar, biri diğerinin yerine kullanılabilecek veya birinin cevazıyla diğerinin cevazına hükmedilebilecek türden müşterek konular değildir. Kadından müzik dinlemenin hükmü, ne normal şartlarda kadının sesinin hükmüyle açıklanabilir, ne de normal musikînin hükmüyle. Nitekim Ehl-i sünnet imamları, çoğunluk belli şartlarda kadının sesinin avret olmadığına hükmettiği halde, kadından şarkı dinlemenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Zaten Karaman da bundan tatmin olmamış olacak ki, başka deliller aramış ve ikinci ile üçüncü maddelerde meseleyi, asr-ı saadet döneminde kadınların musikî icra etmesine dayandırmış. İşte Karamanın, biri usul diğeri bilgi yanlışı olmak üzere ikinci ve üçüncü hataları da bu iki maddede kendini gösteriyor. Karamanın ikinci maddede zikrettiği kadınların musikî eşliğinde Peygamberimizi karşılamasıyla ilgili rivayetler günümüz şarkıcı kadınlarını dinlemenin cevazına mesnet olarak kullanılabilecek rivayetler değildir. Karaman, söz konusu rivayetlerde geçen "cevarî, velâid, imâ, kaynât" gibi kelimeleri, genel olarak "kadınlar" diye tercüme etmekle ciddi bir usul hatası yapmıştır. Buna bilgi hatası demiyoruz; çünkü Karaman bu gibi kelimelerin yaygın olarak hür olmayan kadınlar için kullanıldığını pek ala bilir. Burada aslında bir muğalatadan da söz edilebilir. Yani bir delili kapsam alanı dışında işletmeye çalışmak gibi bir mantık hatasından söz edebiliriz. Hür kadınlarla cariyeler arasında –mahremiyet hükümleri başta olmak üzere- önemli hüküm farklılıkları bulunduğu ve üzerinde konuştuğumuz konunun da bu farklılığın tebellür ettiği konulardan biri olduğu halde Karamanın böyle bir tercüme hatasına düşmesi ihmale yorulabilecek türden değildir. Bir de söz konusu rivayetlerin haram-helal, cevaz-adem-i cevaz gibi ahkam meselelerine malzeme olarak kullanılması vehameti ciddi boyutlara taşıyor. Gerekçede zikredilen hadiseyle ilgili rivayetlerin tedkikine gelince, Hz. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Hz. Ebubekir (radıyallahu anh) ile birlikte Medine'ye teşrif ettiklerinde, Medine'de bulunan Müslümanların kendilerini nasıl karşıladığına dair ilgili rivayetlerde çeşitli ifadeler vardır. Bazı rivayetlerde Medineli bazı cariyelerin (imâ) çıkıp "Muhammed geldi, Muhammed geldi" diye seslendikleri, bazılarında çocukların (ğılmân) ve hizmetçilerin (hüddem) "Muhammed geldi, Allahü ekber" diye sevinç çığlıkları attıkları nakledilmiştir. İbn-i Hacer'in ifadesiyle, Hakim'in tahriç ettiği bir rivayette de, Medine'den Benî Neccâr sülalesinin cariyelerinin çıkıp def çalarak "bizler Benî Neccar'ın cariyeleriyiz, Muhammed ne güzel komşudur!" dedikleri bildirilmiştir. Aynı hadisi anlatan başka bir rivayette de Medineli cariyelerin (velâid) çıkıp meşhur Talea'l-Bedru'yu söyledikleri nakledilmektedir. Görüldüğü gibi rivayetlerde sevinç çığlıkları atan veya def çalıp kaside okuyan kimseler küçük çocuklarla cariyelerdir. Bu rivayetlerden birincisi Buharî tarafından tahric edilmiştir. Bu rivayet sahih olmakla birlikte cariyelerin def çalıp kaside söylediğine dair bir ifade içermemektedir. İkinci rivayet de Buharî'nin rivayetinin farklı bir şeklidir. Bu rivayette def ve kasideden söz edilmediği gibi bağıranların kadın olduğuna dair bir ifade de yoktur.
(devamı var...)
| |
| | | Mahnovi BalaKurt
Mesaj Sayısı : 35 Doğum Tarihi : 05/06/68 Yaş : 56 Nerden : Trabzon İş-Meslek : Mak.Tkn. (M/M) İsim : Muhammed Mahnovi Kayıt tarihi : 18/07/09
| Konu: Geri: SAHTE MÜCTEHİDLER Cuma 7 Ağus. 2009 - 12:20 | |
| MÜCTEHİD HAYRETTİN KARAMAN-3
(...devam)
Kadınların kaside/şiir söylediğini bildiren rivayetler ise üçüncü ve dördüncü rivayetlerdir. Dördüncü rivayet İbn-i Hacer'in de temas ettiği gibi munkatıdır, usul açısından ahkâma mesned olamaz. Üçüncü rivayet yine İbn-i Hacer'in ifadesiyle Hakim tarafından Şeyhayn'ın şartına uygun olarak tahriç edilmiştir. Fakat Hakim'in el-Müstedrek'inde böyle bir hadise beyan edilmemiştir. Muhtemelen, -İbn-i Hacer'in sehvi mevzu bahis değilse- el-Müstedrek'in İbn-i Hacer'in elinde mevcut başka nüshasında böyle bir rivayet olabilir. Bu rivayetlerin bir kısmında Neccar oğullarından cariyelerin (cevârî/kaynât) hicret sırasında kaside söylediği, bazılarında da Medine'de bir düğün sırasında kaside söylediği (İbn-i Mace, 1899) ve Peygamberimizin onlara dua ettiği nakledilmektedir ki, anılan rivayetler makbuldür. Fakat bu rivayetlerin hemen hepsinde def çalıp kaside söyleyen kızların cariye oldukları açıkça ifade edilmektedir. Bunun gibi üçüncü maddede Hz. Aişe'nin(radıyallahu anha), Peygamberimizin yanında kasidelerini dinlediği kadınlar da (câriye/kaynât) birer cariyedir. Burada da Karaman, aynı usul hatasını tekrar etmiş ve cariyelerle ilgili bir rivayeti günümüz kadın şarkıcıları için mesnet kabul etmiştir. Burada ısrarla, konumuzla ilgili rivayetlerde geçen asr-ı saadet cariyelerinin hür kadınlar şeklinde anlaşılmasının hatalı ve ciddi bir kavram kargaşasına sebebiyet verdiğini söylüyoruz. Bundaki ısrarımız, aslında fetvanın tek dayanağı olan bu rivayetlerdeki "cevârî" ve "kaynât" gibi kelimelerin yaygın kullanımını ve asr-ı saadet dönemi Arap toplumunda hâkim sosyal ve kültürel ortamı hesaba kattığımız içindir. Bu kelimeler, yaygın kullanımı itibarıyla bilinen kadın köleler anlamına gelir. Ayrıca kaynât kelimesi, çoğunluk şarkıcı cariyelere kullanılır. Cevârî kelimesi, -Karamanın fetvasına temel kabul ettiği gibi- bazen "yeni ergen olmuş genç kız" manasında kullanılsa da, bu, o dönemin sosyal ve kültürel koşulları dikkate alındığında günümüze adapte edilebilecek bir ihtimal değildir. Karamanın bir diğer hatası bilgi eksikliği olarak dördüncü maddede karşımıza çıkıyor. Burada Karaman, kadının sesinin ve musikînin haram oluşuna dair sahih ve katî bir delilin olmadığını söylemekle doğrusu işi karambole getirmeye çalışıyor. Şöyle ki, soru kadının musikî icra etmesiyle alakalı olduğu halde, Karaman burada kadının sesinin veya genel musikînin hükmünden bahsediyor. Şimdi Karamanın bu cümlesini hızlıca okuyan biri, buradan, kadının şarkı söylemesinin haram olduğuna dair güçlü bir delil olmadığı fikrine çok rahat kapılabilir. Dolayısıyla bağlamı hesaba katılarak bu ifadelerin kadının şarkı söylemesiyle alakalı olduğunu düşünmek Karamana haksızlık anlamına gelmeyecektir. Şu halde Karaman çalgıcı kadınları (muğanniyât/kaynât) ve çalgı aletlerini (meazif/melâhî) yeren, onların kullanımını nehy eden ve ahir zamanda şarkıcı kadınları dinlemenin mübah kabul edileceğini bildirerek bu tutumu zemmeden onlarca sahih hadisi gözden kaçırmış olmalıdır.(Mı?) Evet, doğrusu burada içimiz rahat değil; Karaman bu rivayetleri görmemiş olamaz. Kaldı ki, sadece kadının sesinden ve sadece musikiden söz ederek seçme ifadeler kullanması, onun bu gibi rivayetlerin pekâlâ farkında olduğunu gösteriyor. Ama Karamanın farkında olmadığı –ya da farkında olmak istemediği- bir şey var ki o da, günümüz şarkıcı kadınların Neccâr oğullarının cariyeleriyle değil, işte zemmedilen bu sonuncu kadınlarla/müğanniyâtla ilişkilendirilmesi gerektiğidir. Fetvanın can alıcı noktasını teşkil eden son cümlede hüküm kişilerin kendi inisiyatifine bırakılıyor ve dikkat edilirse burada kadın erkek arasında bir fark görülmüyor. Ayrıca "olumsuz etkilenmek" nedir? Bu da havada duruyor. Haram helal gibi bir hükmün böyle şahıstan şahısa değişebilen ve açık kriterlere istinad etmeyen bir hale/duyguya bağlanması da usul açısından hatalıdır. Çünkü usul-i fıkıhda hükme sebeb olduğu iddia edilen şeyin açık ve standart olması gerekir. Konunun teorik boyutu bir tarafa, bu fetvanın pratiğinde de ciddi belirsizlikler var. Acaba olumsuz yönde etkilenmekten maksat, şarkı söyleyen kadınla cima hayalleri kurmak mıdır? Yoksa dinleyen kişinin kalbinin ona meyledip, şarkıcıya karşı sıcak duygular hissetmesi midir? Veya söyleyen kadın ya da erkek olsun, şarkı dinlediğimizde içimizde en ufak bir kıpırtı veya farklı çağrışımların oluşması mı kastediliyor? Eğer sonuncusu kastediliyor ise, fetvayı böyle bir kayda bağlamakla kadından musikî dinlemeye cevaz vermemek arasında bir fark yoktur. Zira özellikle bir kadın şarkıcı dinleyip de en ufak bir duygu ve çağrışıma kapılmayacak kimse nadirattandır ki, fıkıhta nadirata itibar yoktur. Eğer ikinci şık kastediliyorsa, kadın şarkıcı dinleyip de böyle bir duyguya kapılmamak da zordur. Zira kadın şarkıcılara hayranlık duyan, meşhur şarkıcılara âşık olan gençlerin sayısı yüz binlerle ölçülmektedir. Çoğunluk insanlar böyle bir duyguya kapılabilir, içlerinde o kimseye karşı bir sevgi oluşur. Eğer birinci şık kast ediliyorsa, bu azınlıktır ve fetvada böyle bir kesimi hesaba katmak bir dereceye kadar makuldür; ama böyle bir ölçünün Karamanın elindeki delili nedir? Karamanın bunu da açıklaması gerekirdi. Peki şimdi Karaman hangi şıkkı kastetmiştir ve bu fetvayı okuyan kişi neye göre hareket edecektir. Şunu anlamak için kehanete gerek yoktur ki, çoğunluk insanlar burada olumsuz etkiden birinci şıkkı anlayacaktır. Çünkü memleketimizde çirkin addedilen bu şıktır. Kötü duygular dendiğinde insanların zihninde hemen bu durum canlanacaktır. Toplumumuz maalesef ikinci şıkkın kötü ve gayr-i ahlakî olduğunu düşünemeyecek kadar dejenere olmuş vaziyettedir. Şu halde burada belirsiz bir ölçü getirmek suretiyle insanları yanıltmak vardır. Ayrıca sonunda hükmün getirilip insanların kendi takdirlerine bırakıldığı fetvalar şöyle bir paradoksa yol açıyor. Kadın şarkıcıyı dinlediği halde kalbine kötü bir şey gelmeyecek olan kişi zaten iyi bir zahid olmalıdır. Böyle bir kimsenin müzikle ilgili bir sorusu da olmaz. Dolayısıyla böyle bir fetvanın anlamı yoktur. Eğer bir insan aksine kadın şarkıcıyı dinleyip de olumsuz yönde etkilenecek kadar kendine sahip olamayan biriyse, aynı adamın bizim verdiğimiz fetvaya binaen çekinip müzik dinlemeyeceğini nasıl bekleyebiliriz? Bu durumda da verdiğimiz fetva uygulama açısından hiçbir kıymet ifade etmez ki yine anlamsız demektir. Fetvanın bir başka yanıltıcı tarafı, bir insan baştan kötü etkileneceğini bilmiyorsa bu durumda kadından musikî dinlemesine cevaz veriyoruz, demektir. İş böyle olunca da bir amelin hükmü o amelin yapılmasına bağlanmış oluyor. Oysa amelin yapılıp yapılmaması için hükmünün önceden bilinmesi ve ona göre yapılıp yapılamayacağına karar verilmesi gerekir. Peki aynı kimse dinledikten sonra kötü duygu hissettiğini fark etse bu durumda ne olacak? Verilen fetvaya göre bu kimsenin başından beri musikî dinlemesi haram olmuş olacak. Bu durumda o haramın vebalini kim üstlenecek? Sonuç olarak Hayrettin Karamanın bu fetvası, gerek istidlal mantığı, gerekse iftâ ve içtihat usûlü açısından tutarsızlıklar arz etmektedir. Ayrıca konuyla ilgili rivayetler ve bu rivayetlerin tahlil ve izahları hakkında yeterli araştırma yapılmadığı, kısa yoldan arzulanan sonuca varılmak istendiği gözlenmektedir. Üstelik milyonlarca Müslümanı ilgilendiren ve haram-helal çerçevesine giren bir konunun, böyle düz mantık işlemleriyle çözümlenmeye çalışılması, iftâ ve irşad makamında olduğunu iddia eden böyle şarlatan profların taşıdığı sorumsuzluk yahut artniyetin ne boyutlarda olduğunu göstermesi bakımından endişe vericidir. | |
| | | | SAHTE MÜCTEHİDLER | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|