Çocuk yetiştirmek bir sanattır…
Umarım ilk cümledeki “sanat” ifadesini garipsememişsinizdir. Zaten garipsenecek, bir tarafı da yok. Çünkü çocuk yetiştirmek gerçektende başlı başına bir sanattır.
İsterseniz biraz geriden başlayalım. Bilindiği üzere çocukların ilk öğretmenleri ebeveynleri, yâni anne babalarıdır. Daha sonra yaşı büyüdükçe ebeveynlerinin öğretmenliği sürerken, öğretmen halkasına yenileri eklenir. Dolayısıyla çocuğun ruh hamurunu, fikir mayasını anne, baba ve öğretmenleri birlikte “yoğururlar”. Bu açıdan marangozlukla, öğretmenlik arasında benzerlik vardır. Marangozlar da öğretmenlerde her şeyi milim milimine santim santimine ölçüp biçerler. Sonra da biri insanı, biri de ağacı yontmaya ve istenilen şekli vermeye başlar. Marangozun işi günler alırken, öğretmenlerin mesaisi ise yılları bulur. Marangoz yaptığı eseri götürür, ölçüye uymazsa, fazla gelirse keser, tekrar ölçüyü tutturmaya çalışır... İstenilen ölçüleri biraz çabalayarak zor da olsa tutturtur. Öğretmenlerin ise böyle bir şansları yoktur. Şayet bazı olumsuzluklar, bazı huylar fazla gelirse ne yontabilir, ne de fazlalıkları kesebilirler. Çünkü muhatabı insandır. Hâl böyle olunca öğretmenler çocukları eğitirken marangozdan daha hassas davranmak zorundadırlar. Böyle bir süreçte öğretmenleri insan yetiştiren sanatkârlar olarak nitelemek hiç de yanlış olmaz.
Öte yandan eğitime dair, çocuğun nasıl yetiştirileceğine dair yazılan kitaplar konusunda da azami dikkat göstermek gerekir. Her kitapta anlatılan eğitim ve öğretim yöntemlerini her çocuğa uygulamak doğru bir davranış değildir. Zaten uygulansa da fazla bir netice alınamaz. Çünkü her çocuk farklı fıtratta, farklı mizaçtadır. Asgari bazı konularda aynı yöntemler elbette uygulanabilir. Lâkin bazı yöntemler bir çocuğu motive edip başarılı kılarken, aynı yöntemler bazı çocuklarda aynı etkiyi göstermeyeceği gibi aksi tesir yapabilir. Bu açıdan eğitim yönteminde huy ve mizaç belirleyici ve etken olgulardır. Bu noktada aktaracağımız şu misal söylediklerimizi doğrulayan, bir örnektir:
“Branşı eğitim olan bir akademisyen vakti zamanı gelince “dinini tamamlamak” için evlenir ve Allah ona nur topu gibi üç çocuk nasip eder. Akademisyen ilk çocuğunu yetiştirirken teorik bilgilerini pratiğe aktarma imkânı bulur ve yeni pek çok şey öğrenir. Bilgi, deney, tecrübe ve gözlemlerinden hareketle çocukların nasıl eğitilmesi, nasıl yetiştirilmesine dair bir kitap kaleme alır. Kitabını fazlasıyla önemseyen akademisyen, onu yazmak için büyük bir şevk ve azim gösterir. Çünkü bundan sonraki doğacak çocukları için ilk çocukta çektiği sıkıntı ve güçlüğü diğer çocuklarında çekmeyecektir. Bu açıdan kalben oldukça müsterih ve rahattır. Ne var ki, ikinci ve üçüncü çocukları olduğunda yazdığı kitaptaki bilgi ve teknikleri onlara uygulayamaz. Uygulamaya kalksa da netice alamaz. Her üç çocuğu içeren üç ayrı kitap yazmak zorunda kalır ve sonunda şu karara varır: Her çocuk bir dünyadır. Bir çocuğun kalıbına diğerini dökmek mümkün değildir. Her çocuğu kendi fıtratına göre yetiştirmek gerekiyor…
İşin özü, çocuğumuzu şu veya bu çocuk gibi değil, kendi mizaç ve tavrına göre yetiştirmeliyiz.
Durduk yere bu da nereden çıktı demeyin! Son dönemde o kadar fazla çocuk yetiştirme ile batıdan alelâde kitaplar tercüme ediliyor ki, bu son derece tehlikeli bir gidişattır... Her şeyden önemlisi çocuklarımız birer deneme tahtası değildir. Dahası, kendi inanç ve düşüncemizle örtüşmeyen eserlerin yardımıyla çocuk yetiştirmek pek mahirane bir usul olmasa gerek… Hiçbir düşünce süzgecinden ve denetiminden geçmeyen yöntem ve tekniklerle çocuklarımızın yetişmesinde sadra şifa olamayacakları da bir gerçek... Kısacası, Batı tarzı çocuk yetiştirme olgusu, batı kültürünün, batı inancının bir tezahürüdür. Geçmişte “Batının tekniğini alalım, kültürünü almayalım” algısı ne denli problemli bir bakışsa, çocuk yetiştirme noktasındaki Batı tipi yöntemler de aynı problem ve açmazı içermektedir. Tabiî bu “hikmet olgusunu görmezden gelme anl----- gelmez. Çünkü “hikmet müslümanın yitiğidir, nerede bulursa alır”. Lâkin konuyla ilgili olarak alabildiğince hassas olmak gerekmektedir.
Sözün özü, çocuk yetiştirmek öyle basit bir iş değil, başlı başına bir sanattır. Bu sanat icra edilirken alabildiğince hassas davranılmalıdır.
Her şeyden önce bu sanat hayata geçirilirken çıkış ve hareket noktası Kur’an ve Sünnet olmalıdır. Bilhassa Lokman Suresi’ndeki öğütler bu bağlamda olmazsa olmaz ilkelerdir. Yine Allah Resulü’nün tavsiyeleri bu noktada bitmez tükenmez bir hazinedir. Onun çocuklarla olan münasebetleri, onlara davranış tarzları, onlarla oyunları son derece dikkate alınması gereken hususlardır.
Daha hayata başladığında, gözlerini dünyaya açtığında çocuğu annesinin besmeleyle emzirmesi gerektiği hangi batılının kitabında yazar? Besmeleyle verilen sütün onu fiziki ve ruhi açıdan nasıl etkilediği hangi Hıristiyan ya da Yahudi pedagog tarafından tavsiye edilir? Çocuklar ağladığı zaman onun her ağlayışına aldırmamak gerektiğini tavsiye eden batılı psikolog ve pedagoglara karşı, “Sabah namazının farzını kıldırırken birinci rekâtta oldukça uzun bir sure okuyan Allah Resulünün, namazın ikinci rekâtında en kısa sureyi okuması karşısında” şaşkınlığa düşen sahabelerin nedenini sorduklarında; “Bir çocuğun ağlamasını duyduğu için namazı kısa kestiğini söylemesi” arasındaki akıl almaz farkı, devasa merhameti varın siz kıyaslayın…
Saygıdeğer anneler ve babalar, aman dikkat… Peygamberimizin ifadesiyle “Ciğerpareleriniz olan çocuklarınızı” yetiştirmek için olur olmaz yöntem ve teknikleri uygulamaya kalkmayın... Çocuklarınız olan gül fidanlarınızı soldurmayın… Onları, Allah ve Resulünün ilkeleri, İslâm bilgelerinin önerileri doğrultusunda yetiştirin…
fahrı gun