EMZİKLİ, kulplu ve çoğunun dar boğazında kapağı bulunan, genellikle armudî biçimli su kabına ibrik denir. Kaamus-ı Osmanî’ye göre kelimenin aslı, Farsça su döken manasında “abriz"dir. Kelime Farsça'dan Arapça'ya, oradan da Türkçe'ye geçmiştir. O, yakın bir geçmişe kadar, suyun kaynağından başlayıp evimize kadar geliş macerasının son durağıydı. Evlerimize borularla sular getirilmeden önce, horhor çeşmelerinden sakalarla evlerdeki kebir küplere suyun taşınması veya evlerimizin bahçelerinde ayakyolundan hayli uzakta açılmış kuyulardan çekilen sular, çeşitli ihtiyaçlar için değişik ibriklere konulup hazır bekletilirdi.
İbrik, estetik güzelliği ve görevinin yüceliği ile karanlık Ortaçağın aydınlık yüzünü oluşturan, Yakındoğu ve Anadolu'da devlet kuran Büyük Selçuklu ve onun devamı olan Anadolu Selçuklu Türklerinin sanat tarihine bir hediyesidir. Özelliği ve güzelliği ile ziynet derecesinde benimsenen ibrik, edebiyatımızda da yerini almıştır. İbrik ve onun pis su kabı olan leğeni için ünlü şair Nâbî şu mısraları yazmıştı:
"Nâbî edemez kısmet-i Hakkı idrâk
Çâlâk ise ne denlü akl-ı derrâk
İbrik ü leğen mâden-i vahidden iken
Birinde şupâk birinde nâ-pâk" diyordu.
İslâm öncesi medeniyetlerde de madenden ve topraktan benzer şekillere rastlanılmış olmasına rağmen, ibrik İslâm'ın emrettiği temizlik neticesi yeniden doğmuş, görevinin gururunu hissetmiş, fakat tevazuu elden bırakmayarak, alçak gönüllülükle biçimlenmiş ve karşımıza faydalı, güzel olarak çıkmıştı sanki.
İbrik, yalnızca suyu muhafaza eden bir kap olmamış, kolay taşınabilirliği, kullanılış kolaylığı ve güzel biçimi ile başta gelen ev eşyalarından olmuştur. Bir başka deyişle ibrik, geçmiş zamanların en güzel biçimli kabı, temizliğin ve tutumluluğun alâmeti olmuştur. Suya büyük önem vermiş olan Osmanlı Türk'ü ise onu mübarek saymış ve lüzumsuz yere bir damlasını dahi ziyan etmemeye titizlik göstermiştir.
Temizliğe verilen değer neticesinde de sarayda padişahın, konaklarda devlet ileri gelenlerinin ve zenginlerin, el ve yüzlerini yıkamaları, abdest almaları ve içme suyunu temin etmeleri için bir sınıf meydana gelmiş ve bu işi gören kişilere de İbrikdar veya Ser-ibrikî denilmiştir. Bir de İbrikdar Usta vardı ki vazifesi, sarayın harem teşkilatı içindeki yedi önemli görevden biriydi. Haremin bütün işleri bu kalfalar tarafından görülürdü ve adları şunlardı: Hazinedar Usta, Kilerci Usta, Çeşnigâr Usta, Çamaşırcı Usta, Kutucu Usta ve İbrikdar Usta. Bu kişilerin görevi önemliydi ve dolayısıyla yüksek maaşlı saray memurları idiler.
Halk arasında ise bu iş terbiye gereği küçüklerin, büyüklerin ellerine su dökmesi şeklinde yapılırdı ve eline su dökülen büyük, sonunda daima küçüğüne dua ederdi. Ayrıca bu iş sanki ibadetin bir parçası gibi düşünüldüğü için, çocuklara ailelerince usulünce öğretilirdi. Ancak bazen de büyüklerin kendilerinden daha genç olanların ellerine su döktüğü görülmüştür. Büyük devlet adamlarının ilme hürmet ettikleri, ulemânın ellerine su döktükleri çokça görülmüştür. Mesela I. Sultan Ahmed'in büyük mutasavvıf Aziz Mahmud Hüdâî'nin eline ibrikle su döktüğü bilinmektedir.
Kibar ve kültürlü ailelerde ibriklerin mutlaka süzgeçli leğenleri bulunurdu. Elin yıkanması sonucu akan pis suyun etrafı kirletmemesi için leğen ve leğende pis suyun gözükmemesi için de ayrıca leğen setine oturtulmuş bir süzgeci bulunurdu. Bütün bunlar en ince teferruatına kadar düşünülmüş şeylerdi. Ev içindeki ibrik teşrifatı ve kullanım yerleri kurallara bağlıydı. Misafirler için ise ayrı ibrik ve leğen bulundurulurdu ve eski Türk evlerinde misafire hitaben şöyle bir levha vardı:
"Ey misafir kıl namazın kıble bu caniptedir,
îşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir."
Yine geleneklerimize göre, evlenecek genç kıza, ailesinin maddî durumuna göre, en az mutlaka leğenli bir ibrik ve gusül güğümü verilirdi.
İbrikler, ilk bakışta birbirlerine benzer görünürlerse de dikkat edildiğinde gerek biçim gerekse üzerlerindeki nakışları itibariyle büyük farklılıklar gösterirler. Yalnızca bugün Anadolu'da yüzün üzerinde ibrik çeşidi bulmak mümkündür ve bunlar yapıldıkları şehirlerin adlarıyla söylenirler.
En önemli ibrik yapım merkezleri ise şöyle sıralanabilir: İstanbul, Tokat, Malatya, Kastamonu, Sivas, Erzincan, Gaziantep, Siirt, Kayseri, Denizli, Çorum gibi. Ayrıca bir şehirde değişik ustalarca değişik üsluplarda ibrikler yapıldığı da bilinmektedir. İbrikler çoğunlukla bakırdan, bazen sandan, bunların yanı sıra kıymetli maden olan altın ve gümüşten de yapılmıştır.
İbrik yapımcılığı özellikle bir dövücülük sanatıdır ve sanatkârın en önemli aletleri çekiç ve örstür. İbrikler eski ustalarca dip, emzik ve kulpları hariç büyük hüner gösterilerek yekpare yapılmıştır. Şahmerdan veya dövücü örslerinde levha haline getirilen bakıra bir pergel yardımı ile daire çizilir ve kisilirdi. Daha sonra adına miyene, topak miyene, nari, ayak miyene denilen çekiçlerle sava ve eğri örslerde dövülen ve dövülürken sertleştiği için de birçok kere tavlanan gövde, boğazdan dibe kadar tek parça olarak çıkartılırdı. Daha sonra dip, kapak ve emzik kısımları yapılarak ibrik tamamlanırdı. Bu usul çok zor ve zahmetli olduğu için zamanla terk edilmiş, onun yerine gövdenin iki parçadan yapılması yoluna gidilmiştir. Daha sonra gövde kaynak yapılıp boğaz kısımları da sonradan eklenir olmuştur. Tornada sıvama usulü bir tarafa bırakılırsa, günümüz ustalarınca da ikinci yol takip edilmektedir.
[b][/b]