UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

UlkuGulu.Hareket-Forum.Net

ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz
 
SEDEFKÄRLIK Anasay11AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 SEDEFKÄRLIK

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
AsenA_03
BozKurt
BozKurt
AsenA_03


Kadın
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 632
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 20/11/88
Yaş Yaş : 36
Nerden Nerden : ERGeNeKoN
İş-Meslek İş-Meslek : DaVa MiLiTaNI
İsim İsim : cCc_KIZIL_ELMA_cCc
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/11/09

SEDEFKÄRLIK Empty
MesajKonu: SEDEFKÄRLIK   SEDEFKÄRLIK Icon_minitimePerş. 5 Kas. 2009 - 21:51

SEDEFKÂRLIK her şeyden önce bir "çizim, ölçü ve estetik san'atı" olduğundan mıdır bilinmez, saraydan yetişen ünlü mimarlardan pek çoğunun aynı zamanda bu san'ata sahip olduğunu görüyoruz. 16. ve 17. yüzyıllar sedefli eşya kullanmanın bir moda hâline geldiği çağlardır. Ayrıca sedef, mimarî unsurların süslemesine de alabildiğine girmiştir. Üçüncü Murad'ın Ayasofya Camii haziresindeki türbesinin kapı kanatlarına Dalgıç Ahmed Ağa; Sultanahmet Camii'nin pencere ve cümle kapısı kanatlarına da Mimar Mehmed Ağa gibi ünlü yapı ustaları tarafından sedef kakmalar yapılmıştır. Evliya Çelebi, Dördüncü Murad devri sedefkârlarından bahsederken şöyle diyor: "100 dükkân, 500 neferdürler. Pirleri Şuayb-i Hindî'dir..".

18. yüzyılda başlayan "Batı hayranlığı", bütün diğer san'atlarımızda olduğu gibi sedefkârlıkta da büyük zayiata sebep olmuştur. "Marifet iltifata tâbi'dir, müşterisiz meta zâyi'dir" düsturunca, soyu-sopu belirsiz birtakım cereyanlara yönelen hevesler, üstelik aynı sebeplerle Devlet'in de desteğini kesmesi, asırlardır bir kültürün yüzünü ağartan bu san'atı, karanlığa doğru itmeye başlamıştır. 19. yüzyılın sonunda, tıpkı sönmek üzere olan bir mumun son parıltısı gibi, sedefkârlık vadisinde iki ışığın parladığını görüyoruz: Sultan İkinci Abdülhamid ve Sedefkâr Vâsıf (Sedef)...

Esaslı bir "ince marangoz" olan ikinci Abdülhamid, Yıldız Sarayı'nda kurduğu Sedefhâne'de kendisi de bizzat çalışarak lâtif eserler vermiştir. Vâsıf Hoca'ya gelince; 1876 Beşiktaş doğumlu bu san'atkâr, Mekteb-i Bahriye'nin "Marangoz ve Oymacılık Bölümü"nden 22 yaşında mülâzım (teğmen) rütbesiyle mezun olmuş, 1912 yılında, yâni 36 yaşındayken, binbaşı rütbesiyle emekliye ayrılarak Beşiktaş'ta açtığı atölyesinde çalışmaya başlamıştır.

Türk sedefkârlığmın literatüre geçen en son "mükemmel" eseri, Vâsıf Sedefin yaptığı, Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi'ndeki kapılardır.

Sedef işçiliği, üç değişik tarzda yapıla gelmiştir:

a) Gömme (veya Kakma), b)Kaplama, c)Macunlama teknikleri olarak isimlenen bu tarzların yapılışını kısaca açıklamaya çalışalım:

A- Gömme (kakma) usûlü

Önce, üzerine sedef tatbik edilecek işin iskeleti hazırlanır. Bunun için en ziyade ceviz, meşe, abanoz gibi ağaçlar kullanılmıştır. Tasarlanan desen, kâğıd üzerine geçirilir. Çizilen şeklin ağaç üzerine aktarılması için, kâğıdı tutkal ile ağaç zemine yapıştırmak veya koyu zemine çelik kalemle, açık zemine kurşun kalemle çizmek gerekir. Sonra, kullanılacak malzeme çeşitlerinin (fildişi, bağa, kemik, sedef vs.) yerleri tesbit edilerek, bu yerler büyük bir dikkatle oyulur. Tıpatıp bu yerlere göre kesilen sedef veya diğer malzeme, sıcak tutkal ile yapıştırılır, kaba tesviyesi yapılır, gömme işlemi bütünüyle bittikten sonra da ince tesviyesi yapılarak cilalanır.

B- Kaplama usûlü

Bu usûlde, masif ağacın üzerine istenilen cins ahşap kaplama yapıştırılır. Desen, kaplamanın üzerine çizilir ve süsleme malzemesinin (sedef, bağa, fildişi vs.) geleceği yerler boşaltılır.

Burada en zor iş, ham süsleme malzemesinin yani ham sedef, fildişi, bağa ve kemiğin inceltilmesi ameliyesidir. Bu sistemde desen çıkarma işleminin bir kolay yolu da vardır. Kaplama, masife yapışmadan önce üzerine ince bir kâğıd yapıştırılır. Kâğıdın üzerine de tesviye edilip İnceltilmiş sedef plâka yapıştırılır. (Aradaki kâğıdın görevi, kesildikten sonra sedefle kaplamayı birbirinden ayırmaktır). En üste bir kâğıd daha yapıştırılıp üzerine desen çizilir ve hepsi birden kıl testeresiyle kesilir. Bu yolla elde edilen dişili erkekli motifler, istenilirse aynı iş üzerinde karşılıklı veya ayrı ayrı kullanılabilir.

C- Macunlama usûlü

Bu usûl daha ziyade, "artık malzemenin" değerlendirilmesi için ortaya çıkmıştır. İşlenemeyecek kadar küçük olan sedef parçaları, bir zemine, belirli desenler gözetilerek yerleştirilir. Aralarındaki boşluklara, ağaç tozu ve tutkal karıştırılarak yapılmış macun doldurulur (sedefçilikte, yalnızca klâsik "Osmanlı tutkalı" kullanılır.) Macun donduktan sonra, takozlu zımparayla kaba ve ince tesviyesi yapılır. Bu tesviye işi, sedefler tamamen görününceye kadar sürdürülür ve sonra cilalanarak iş bitirilir. Bu usulle en çok serpme sehbalar yapılmıştır.

Sedef işçiliği, gerek motif özellikleri ve gerekse kullanılma sahaları ve tarzları bakımından dört ana grupta toplanmaktadır ki, bunlardan ilk ikisi tamamen Osmanlı karakteri taşırlar:

1) Eser-i İstanbul, 2)Şam işi, 3)Viyana işi, 4)Kudüs işi.

1) Gömme veya kaplama tekniğiyle hazırlanan "İstanbul işi" eserde fildişi, bağa (kaplumbağa kabuğunun inceltilmişi) ve kemik gibi yardımcı unsurlar kullanılır. Bağa'nın altına "altın varak" yapıştırılır. Sedef ve diğer malzemenin daha ziyade geometrik biçimlerde kullanıldığı bir işçilik şeklidir.

2) Şam işi denen karakter de bizdendir. Nasıl ki Antep fıstığı vaktiyle Şam'da pazarlanıp satıldığı için "Şam fıstığı" adını almışsa, bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin bir vilayeti olan Şam'da yapılan bu tarz sedef işleri de Türk'tü. Gene gömme veya kakma denilen tarzda hazırlanan Şam işi'nde "taş sedef dediğimiz kalın ve beyaz sedefin sadece bir yüzü düzeltilir, diğer yüzü kaba bırakılarak ağaca gömülür; sedefin çevresine 1 mm. genişlik ve 2 mm. derinlikte kurşun-kalay karışımı teller çakılırdı.

3) Viyana işi ise, "Boule" adı verilen metal kaplama tekniğinin yanında düzensiz olarak yerleştirilen sedef parçalarından meydana gelir. Daha ziyade, "arusek" ismi verilen renkli sedef parçalarının madenî filetolar arasına gayri muntazam bir sekile yerleştirilerek yapıldığı şeklin adıdır. Kullanıldığı yerler çoğunlukla masa, kanape, komod, büfe, ayna gibi eşyalardır.

4) Kudüs işi'ne gelince; bu teknik mobilyada veya diğer küçük eşyada kullanılan bir teknik değildir. Sedef kabuklar üzerine yapılan cami, Mescid-ül Aksa vs. maketleri, bitki ve hayvanmotifleri olarak kendisini gösterir.

Şimdi de sedef nedir? Nasıl elde edilir? Onu görelim.

Sedefin aslı, bilindiği gibi denizyumuşakçalarının kabuklarıdır. Çok uzun ömrün sembolü sayabileceğimiz bu kabuklar, milyonlarca yıllık fosiller hâlinde karalarda da görülür. Sıcak denizlerin yetiştirdiği çok iri kabukları, zengin sedef hammaddesi olarak rağbet görür. İngilizce ve Almancada kelime manası ise içinde inci barındırdığı için "inci annesi" veya "incinin annesi" diye adlandırılır. Tıpkı fildişi gibi, bugün sedefin işlenmişi de çok pahalı ve nadir bulunan bir malzeme olmuştur. Fakat daha önemlisi; şimdi sedeften çok, "sedefkâr" yokluğunun acısını duyuyor ve "sedef kadar ölümsüz" san'atlarma hayran olduğumuz ustaları rahmet ve saygıyla anıyoruz.

İlk örneklerine Sümer mezarlarında rastlanan sedef işçiliği, hammaddesinin sıcak denizlerden sağlanması dolayısıyla herhalde Doğu'da başlamıştır. Çin, Hindistan, Siam gibi Uzak Doğu'nun "san'atı ve san'atkârı bol" ülkelerinden doğan sedefkârlık, Orta Asya Türkleriyle Anadolu'ya gelmiştir.

Çabuk kırılabilen "nazlı" bir malzeme oluşu ve genellikle ahşap üzerine tatbik edilişi yüzünden, çok eski sedef işçiliği örneklerine ne yazık ki yeterince sahip değiliz. Ancak gerek Marko Polo ve gerekse Türklerle münasebeti olan bazı Bizans elçilerinin hatıralarından, "..Türklerin sedef eşya ve sedefle bezenmiş çeşitli eşya yapımında usta olduklarını.." öğreniyoruz.

Osmanlı devrinde ilk sedef süsleme işlerine, Edirne'deki 2. Bayezid Camii kapı kanatlarında rastlamaktayız. Sonraları Osmanlı Ülkesi'nde bu san'at öylesine revaç buldu ve gelişti ki, Kur'ân mahfazalarından sultan kayıklarının köşklerine; yeniçeri yatağanının kabzasından, hattatın hokka takımına; çelebi'nin kavukluğundan, hanımefendi'nin nalınına kadar hemen her şeyde sedef kullanıldı. Hoca Saadeddin ise, Fatih Sultan Mehmed'in cenaze töreninden bahsederken, "tabutun som sedeften yapılmış olduğunu" bildirmektedir (kanaatimizce burada "sedef kaplamalı" denilmek istenmiştir). 15. yüzyılda Topkapı Sarayı dâhilinde bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada sedefçilik öğretildiği kaydedilir. Topkapı Sarayı'nın geçirdiği "kapalı" devreler dışında bu atölyenin günümüze kadar geldiğini ve hiç değilse bazı tamir işlerinde faal olduğunu bilmekteyiz.


[b][/b]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.turkiyem.org
AsenA_03
BozKurt
BozKurt
AsenA_03


Kadın
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 632
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 20/11/88
Yaş Yaş : 36
Nerden Nerden : ERGeNeKoN
İş-Meslek İş-Meslek : DaVa MiLiTaNI
İsim İsim : cCc_KIZIL_ELMA_cCc
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/11/09

SEDEFKÄRLIK Empty
MesajKonu: Geri: SEDEFKÄRLIK   SEDEFKÄRLIK Icon_minitimePerş. 5 Kas. 2009 - 21:51

SEDEF NASIL OLUŞUR?

Sedef, sıcak denizlerin akıntılı sularında Tuz, kireç ve fosfordan oluşan kalker bir maddedir. Beyaz, arusek, çöp, taş sedef olmak üzere çeşitlenir. Beyaz sedef, çift kabuklu ve daha düzdür. Hakim renk beyaz olsa da; ışığa göre açık mavi, pembe, yeşil, sarı tonlar taşıyabilir. Arusek sedef; tek kabuklu ve açık pembe, mavi, yeşil tonlarındadır. Çöp sedef koyu renkli, daha çok meneviş ve desen taşır. Taş sedef ise, beyaz sedefin daha az parlak olanına denir. Sedefin genel olarak bulunduğu yerler özellikle zarif incilerin toplandığı bölgelerdir. Avustralya'nın kuzeyi ve doğusu, Tahiti, Gambier adaları, Meksika'nın Büyük okyanus kıyıları ve Madakaskar'da bol miktarda bulunur.

Sedef'in aslı, bilindiği gibi deniz yumuşakçalarının kabuklarıdır. Uzun ömrün sembolü sayabileceğimiz bu kabuklar, milyonlarca yıllık fosiller halinde karalarda da görülür. Sıcak denizlerin yetiştirdiği çok iri yumuşakçaların kabukları, zengin sedef kaynaklarıdır. Hammaddesinin sıcak denizlerden sağlanması dolayısıyla sedefkârlığın Doğu'da başladığı tahmin edilmektedir. Sümer mezarlarında rastlanan ilk sedef işçiliği örnekleri de bu iddiayı güçlendirmektedir. Çin, Hindistan, Siyam gibi Uzak Doğu'nun "sanatı ve sanatkârı bol" ülkelerinde doğan sedefkârlık, Orta Asya Türkleriyle beraber Anadolu'ya gelmiştir. Çabuk kırılabilen "nazlı" bir malzeme oluşu ve genellikle ahşap üzerine uygulanması nedeniyle, çok eski sedef işçiliği örneklerine ne yazık ki yeterince sahip değiliz. Ancak gerek Marko Polo ve gerekse Türklerle ilişkisi olan bazı Bizans elçilerinin hatıralarından, ". . .Türklerin sedef veya sedefle bezenmiş çeşitli eşya yapımında" usta olduklarını öğreniyoruz. Osmanlı devrinde ilk sedef süsleme işlerine, Edirne'deki İkinci Bayezid Camii kapı kanatlarında rastlamaktayız.

SEDEFkarlıkta kullanılan malzemeler

Bağa, fildişi, kemik, çeşitli filetolar ve altın, gümüş gibi kıymetli madenler sedefkârlıkta kullanılan diğer malzemelerdir. Bunların hepsine birden bezeme veya süsleme malzemeleri diyoruz. Bağa; büyük kaplumbağaların sırtından çıkar, tırnaksı bir maddedir, ısıyla yumuşatılır ve istenilen forma girer. Açık ve koyu sarı, kahve, kızıl kahverengi, menevişli estetik bir malzemedir. Alt kısmına altın varak yapıştırılarak kullanılır. Fildişi, sert ve dokulu bir malzemedir. Fileto ise üst üste yapıştırılan ahşap ve ona uygun malzemelerin yanlamasına kesilmesiyle elde edilen bir süsleme unsurudur. Altın ve gümüş özellikle günümüzde takı çalışmalarında kullanılmaktadır. Ahşap olarak, bu süsleme malzemelerini iyi gösterecek koyu renkli abanoz, pelesenk, ceviz ve maun gibi ağaç türleri tercih edilir.

SEDEF NERELERDE KULLANILIR?

Ceviz, abanoz, maun vb. ahşap yapıtların üzerine çeşitli formlarda açılan yuvalara, aynı biçimlerde kesilmiş sedefleri yapıştırarak gömme yoluyla yapılan süslemeye "sedef kakma" denir. Ahşabın üzerine sedefleri çeşitli motifler oluşturacak biçimde doğrudan yapıştırarak elde edilen bezemeyi "sedef kaplama" denir. İnsanoğlu bu cazip maddeyi herhalde ilk gördüğü andan itibaren kullanmış, güzellikler meydana getirerek, "sedefkârlık" denilen bir meslek oluşturmuş. Bu alandaki son büyük usta olan sedefkâr Vasıf, Sedefkarlığı "ahşap bezeme sanatı" olarak tanımlıyor. Sedefin daha çok ahşapla beraber kullanılması da bu tarifi doğruluyor. Biz de buna bir uygulama sanatı dersek yanlış olmaz herhalde. Çünkü elde, mevrut desen ile formlar vardır ve sedefkâr bunları sedefe uygular. Hattat yazıyı yazar, müzehhib deseni çizer. Sanatkara düşen, bunları bozmadan, kendi zevk unsurlarını da katarak işlemektir.

Osmanlı'da sedef neden bu kadar yaygın di?

Sadece Osmanlıda değil, diğer bütün medeniyetlerde sedef vardı. Çünkü sedef çok fotojenik bir malzeme, sedeften yapılan bir eser insanı mutlu ediyor. İkincisi sedef denizden geliyor. Onun için mazisi temiz, altın gibi kirli değil. Dolayısıyla sedef hem diğer sanatlarda süsleme unsuru olarak hem de başlı başına bir malzeme olarak kullanılmıştır. Ahşabın yanında, altınla beraber, zümrüt, yakut, lal taşı gibi değerli taşlarla beraber hatta gümüşle beraber yan yana kullanıldığı zaman fotojenik bir görüntüsü olduğu için her yerde çok değişik şekillerde işlenebilir. Onun için benim sanatımı sorduklarında kuyumculuk ile marangozluk arasında bir iş diyorum. Bazen takı yapıyoruz bazen bir sarayın kapısını, bazen bir hocanın konuştuğu kürsüyü yapıyoruz, bazen insanların okuduğu Kur'an rahlesini...

Osmanlı ülkesinde bu sanat öylesine rağbet gördü ve gelişti ki; Kur'an mahfazalarından sultan kayıklarının köşklerine; yeniçeri yatağan kabzasından, hattatın hokka takımına; Çelebi'nin kavukluğundan, Hanımefendi'nin nalınına kadar hemen her yerde sedef kullanıldı. Öyle ki, Hocazade Saadeddin, Fatih Sultan Mehmed'in cenaze töreninden bahsederken, "Tabutun som sedeften yapılmış olduğunu" bildirmektedir (kanaatimizce burada "sedef kaplamalı" bir tabut tarif edilmektedir). 15. yüzyılda Topkapı Sarayı dâhilinde bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada sedefçilik öğretildiği kaydedilir.

Sedefkârlık her şeyden önce bir "çizim, ölçü ve estetik sanatı" olduğundan mıdır bilinmez, saraydan yetişen ünlü mimarlardan pek çoğunun aynı zamanda bu sanatın ehli olduğunu görüyoruz. 16. ve 17. yüzyıllar, sedefli eşya kullanmanın İstanbul'da bir moda haline geldiği çağlardır. Ayrıca sedef, mimari unsurların süslemesine de alabildiğine girmiştir. Üçüncü Murad'ın Ayasofya Camii haziresindeki türbesinin kapı kanatlarına Dalgıç Ahmed Ağa; Sultanahmet Camii'nin pencere ve cümle kapısı kanatlarına da Mimar Mehmed Ağa gibi ünlü yapı ustaları tarafından sedef kakmalar yapılmıştır. Evliya Çelebi, Dördüncü Murad devri sedefkârlarından bahsederken şöyle diyor: "100 dükkân, 500 neferdürler. Pirleri Şuayb-i Hindi'dir..."

19. yüzyıla girerken, sedefkârlık geçmiş dönemlerdeki ilgiden yoksun kaldığı için giderek gerileyen bir sanat olmuştur. 19. yüzyılın sonunda, tıpkı sönmek üzere olan bir mumun son parıltısı gibi, sedefkârlık vadisinde iki ışığın parladığını görüyoruz: Sultan İkinci Abdülhamid ve Sedefkâr Vasıf (Sedef)...

Esaslı bir "ince marangoz" olan İkinci Abdulhamid, Yıldız Sarayı'nda kurduğu Sedefhane'de kendisi de bizzat çalışarak latif eserler vermiştir. Vasıf Hoca'ya gelince... 1876 Beşiktaş doğumlu bu sanatkâr, Mekteb-i Bahriye'nin Marangoz ve Oymacılık Bölümü'nden 22 yaşında mülazım (teğmen) rütbesiyle mezun olmuş; 1912 yılında, yani 36 yaşındayken binbaşı rütbesiyle emekliye ayrılarak Beşiktaş'ta açtığı atölyesinde çalışmaya başlamıştır. Türk sedefkârlığının literatüre geçen en son "mükemmel" eseri, Vasıf Sedef'in yaptığı, Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi'ndeki kapılardır.

1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki Şark Tezyinatı Şubesi'nde bir "Sedefkarlık kürsüsü" kurulmuş ve Vasıf Sedef bu kürsünün öğretim üyeliğine getirilmiş, ölümüne kadar (1940) bu görevini sürdürmüştür.

Sedefkarlık sanatını omuzlayıp 20. yüzyılın ortalarına doğru getirmeye çalışan Vasıf Hoca dan başka, bu sanatın son ustası, 1982 yılında kaybettiğimiz Nerses Semercioğlu'dur... Sedefçilik sanatını 1980'lerin başına kadar getiren son profesyonel kişi olan Nerses Semercioğlu, "yeniden keşfedilircesine" 1950'lerden sonra değer kazanmaya başlayan bu sanatla geçimini sürdürmüştür. Ancak günümüzde kendi çabası ile bu sanatı üst düzeyde icra eden birkaç ustanın da bulunduğunu söyleyebiliriz. Sedef işçiliği, Gömme (veya Kakma), Kaplama ve Macunlama teknikleri olmak üzere üç değişik tarzda yapıla gelmiştir. Ayrıca, sedef işçiliği, gerek motif özellikleri ve gerekse kullanım sahaları ve tarzları bakımından 4 ana grupta toplanmaktadır; Eser-i İstanbul, Şam işi, Viyana işi ve Kudüs işi... Bunlardan ilk ikisi tamamen Osmanlı karakteri taşırlar; gömme veya kaplama tekniğiyle hazırlanan "İstanbul işi" eserlerde; fildişi, bağa (kaplumbağa inceltilmişi) ve kemik gibi yardımcı unsurlar kullanılır. Bağanın altına 'altın varak" yapıştırılır. Sedef ve diğer malzemenin daha ziyade geometrik biçimlerde kullanıldığı bir işçilik şeklidir.

Bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin bir vilayeti otar Şam'da ortaya çıktığı için Şam işi olarak adlandırılan teknik de yine gömme (kakma) denilen tarzda hazırlanır. Şam işinde "taş sedef" dediğimiz kalın ve beyaz sedefin sadece bir yüzü düzeltilir; diğer yüzü kaba bırakılarak ağaca gömülür; sedefin çevresine 1 mm genişlik ve 1 mm derinlikte kurşun-kalay karışımı teller çakılır.

Viyana işi ise, "Boule" adı verilen metal kaplama tekniğinin yanında düzensiz olarak yerleştirilen sedef parçalarından meydana gelir. Daha ziyade, "arusek" ismi verilen veya "çöp" diye bildiğimiz renkli cins sedeflerin kullanıldığı yerler; masa, kanepe, komodin, büfe, ayna gibi eşyalardır.

Kudüs işine gelince... Bu teknik mobilyada veya diğer küçük eşyada kullanılan bir teknik değildir. Sedef kabuklar üzerine yapılan cami ve benzeri maketler, bitki ve hayvan motifleri olarak kendisini gösterir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.turkiyem.org
 
SEDEFKÄRLIK
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net :: Tarihimizden :: Türk Kültürü ve Edebiyat-
Buraya geçin: