UlkuGulu.Hareket-Forum.Net ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz |
|
| HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
KIZIL ELMA Yetkili Asena
Mesaj Sayısı : 1196 Doğum Tarihi : 04/03/86 Yaş : 38 Nerden : ANTALYA İsim : FATMA Kayıt tarihi : 06/02/09
| Konu: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Cuma 13 Şub. 2009 - 20:27 | |
| MEVLANA
Günümüze kadar pek çok alim ve fikir adamları yaşamış , eserleriyle adeta ölümsüzleşmişlerdir. Bu insanlardan en önemlisi ve sesini günümüze kadar en iyi duyurabileni de MEVLANA Celaleddini Rumi´ dir
Mevlana’nın günümüzce çok sevilmesinin nedenlerinden biri insanları ayırtmadan sevmesi, tüm insanları bir bütün olarak kucaklamasıdır.
Mevlânâ, farklı dinlere, milliyetlere sahip olsalar da, insanların bir olduğunu ve insanın her şeyin üstünde bir değeri olduğunu söylemiştir. O, sadece sözleriyle değil, bize aktarılan pek çok örneğe göre yaşamıyla da bunu göstermiştir. Kimi zaman davranışları kızgınlık uyandırsa da, ne pahasına olursa olsun, ne cahili okumuştan, ne halktan insanı hükümdardan daha az insan saymıştır. İnsanların davranışlarına her zaman hoşgörüyle yaklaşmış , yaratılanların en üstünü olan insanı incitmekten ,onun kalbini kırmaktan kaçınmıştır.
Mevlânâ’nın insanlığa en büyük mesajı belki de bilginin ötesinde var olanı, bilginin açıklayamadığı şeyi, yani gönül dünyasının önemini vurgulamasıdır. Ona göre gönül Allah’ın konağıdır. Gönlünü, yani Allah’ın konağını, sağlıklı muhafaza edemeyenlerin bilgilerinin kendilerini daha mutsuz etmekten başka bir işe yaramayacağını dile getirmesidir; ruhun köşkü olan canı, yani teni Allah için bir enstrüman olarak görmek gerektiğini vurgulamasıdır. Eğer beden Allah’ı ve onun yüceliğini terennüm( ifade)edemiyorsa en önemli işlevinden yoksundur.
Hümanizm, insan sevgisiyle bir tutuluyorsa da, bu sevgi koşullu bir sevgi olarak anlaşılmalıdır. Hümanist, insanı değil de, kendince tanımladığı insanı sever. İnsanda bir öz varsayar, o özü gerçekleştirdiği ölçüde sever insanı. Mevlânâ ise insanı her koşulda, her hâliyle sever. Mevlana’yı diğerlerinden ayırtıp , başkalaştıranda bu koşulsuz insan sevgisidir.
Yaratılışın sürekli olduğunu kabul eden Mevlânâ, evrenin yıprandığına değil, devamlı olarak yenilendiğine, iyiye ve güzele doğru gittiğine inanır. Bu yüzden de yeniliğe âşıktır. Hatta o eski düşüncelerden ve eskiye saplanıp kalmış olanlardan ürker. Bu görüşünü şu sözleriyle anlatır:“Her gün bir yere konup göçmek, akar su gibi bulanmamak, donmaktan kurtulmak ne hoştur. Dün de geçti düne ait sözde dün gibi geçip gitti bugün yeni bir söz söylemek lazım”.
Mevlânâ, insanları ahlâken eğitirken bazı gerçeklerin farkındadır. O bir insanda yüzde yüz iyilik aramanın imkânsız olduğu düşüncesindedir.Bu konuda şöyle der:“Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de hata bulunsa o hata, bir bitkinin sapı oranındadır. Terazide ikisini de beraber tartarlar. Çünkü bitki ve sap beden ve can gibi bağdaşmıştır.”
Her şeyin iyiye ve kemâle (olgunluğa) doğru gittiğine inanan Mevlânâ, kötülüğün insandaki noksanlıklardan meydana geldiğini söyler.Bu noksanlıklar ise hoşgörü, iyi tutum ve davranışlarla tamamlanmalıdır. Ancak Mevlânâ, bu hoşgörünün sınırlarını şu sözüyle çizer:“Hırsızlara ve topluma zarar verenlere acımak, zayıfları kırıp geçirmektir...”
Mevlânâ, kendi hatasını düzeltmeden başkasının ayıbını arayanları hoş görmez.Önce insanlar kendindeki kusur ve hataları görmeye çalışmalıdır.Zaten kendisindeki kusurları görmekle uğraşan bir insan, başkasında kusur aramaya fırsat bulamayacaktır.O bu düşüncesini şöyle anlatır:“Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek.Sendeki çirkin huy, sana onda göründü.O sana âdeta bir aynadır...”
Buna göre demek ki, insan, kendi kusurlarını gidermeden başkasıyla uğraşmamalı.Zaten kendisi de aynı kusuru işlerken başkasını o kusurdan men etmesi çok faydalı olmayacaktır.
Aslında kişinin yaşayışı ve davranışları tavsiye ettiği bir şeyi gerçekten yapıp yapmadığını da ortaya koymaktadır.Mevlânâ’nın bütün insanlığı bu kadar çok etkilemiş olmasının altında, onun söyledikleriyle yaşantısının, aynı olması yatmaktadır. Mevlânâ’nın gözü, insanlardaki kusuru görmek için değil, güzellikleri ortaya çıkarmak için vardı. Onun bütün insanlıktaki gördüğü güzellikler, aslında onun kendi gönül güzelliğinin yansımasıydı.Eğer biz, çevremizdeki herkesi kötü görmeye başladıysak, o kötü gördüğümüz şeylerin içinde bizden de yansıyan bir şeylerin olabileceğini unutmamamız gerekiyor. “ ***Öyleyse bizler de insanlarda arayıp iyi bir yön bulabiliriz. Sadece insanlarda değil, her konuda güzel olanı görmek insanın olumlu yanları düşünmesini sağlayacak ona pozitif bir enerji verecektir.H.z.Muhammed, bir grup insanla beraber yolda yürürlerken bir köpek leşine rastlar. Bu manzara karşısında herkes, burnunu tıkayarak o köpeğin çirkin görüntüsünü tasvir etmeye başlar.Birisi ne kadar pis kokuyor derken bir diğeri cesedin aldığı tiksintici görüntüyü eleştirir.Bu durum karşısında H.z. Muhammed’in yorumu ise hepsinden farklıdır:“Ne kadar güzel dişleri var değil mi?İnci gibi.”
Bir gün Mevlânâ’nın “Ben yetmiş üç milletle (bütün dinler) beraberim.” dediğini duyan ve buna içerleyen Kadı Sıra ceddin, bilginlerinden birini, Mevlânâ’ya göndermiş.Ona sıkı sıkıya da tembih etmiş...“Git ve Mevlânâ’ya herkesin içinde sor. Bu sözü demiş mi, dememiş mi?Demişse hakaret et...” Bilgin dergâha gider, “Sen yetmiş üç milletle beraberim demişsin, doğru mu?” diye sorar.Mevlânâ “Evet” der, “Hâlâ da deyip duruyorum.” Âlim, Mevlânâ’ya hakarete başlayınca,Mevlânâ gülerek şöyle der:“Bu söylediklerinle de beraberim ben.”
İşte burada da Mevlana hepimize (deyim yerinde ise ) ahlak dersi veriyor. 1. ders şu ki kendisine hakaret eden adama kızıp da o da laf saymaya başlamıyor . Sakinliğini ve sabrını her koşulda korumasını biliyor. Hoşgörüsünü kaybetmiyor. 2. ders ise Mevlana “ben üç milletle beraberim “ diyor yani bütün dinleri kastediyor . “ne olursan ol yine gel .” diyebiliyor. insanları milletlerine ve dinlerine göre ayırtmadan , onları kusurlarına rağmen sevebilmeyi başarıyor.
Onu tanıyan herkes, onu seviyordu. O“Allah’tan korkan herkes dindardır.”diyerek Hıristiyanlara, Yahudilere, kısaca herkese sahip çıkmıştır.O mutlak(tek) varlık olan Allah’ın kemalini insanda ve insanlıkta gördüğü için herkesi bu ortak paydada bir araya getirmiş olan ender insanlardandır.
Mevlânâ, yalnız dindarları ve iyi tanınanları değil, bütün insanları bir görüyor, hatta tam manasıyla toplumun kötü gördüklerini de... İnsanlara olan bakışını şu sözü özetlemektedir:“İyilik aradı mı insanda kötülük kalmaz ki...” Böylece insanların yaptığı kötülükleri değil, niyetlerini ve gayretlerini ön plânda tutan Mevlânâ, kötü insanlarda bile aslî iyiliği aradığı için kötüleri iyileştirmede başarılı olmakta, kötüler bile ona karşı iyi olmaktaydı.
O mesnevisinde şöyle diyor ; “Ey Müslüman!Sen bizzat edep iste.Edep her edepsize sabretmektir ancak”. Mevlânâ’nın –kim olursa olsun– insanlara karşı tahammül ve hoşgörüsü de sınırsızdı.
Bir gün kendisiyle sema etmeye kalkan bir sarhoş, ikide bir ona çarpıp onu rahatsız edince orada bulunanlardan bir kısmı, engel olup sarhoşu çıkarmak isterler. Mevlânâ, onlara şöyle söyleyerek engel olur:“O içmiş ama siz sarhoşluk ediyorsunuz.”
Onun engin hoşgörüsüne verilecek bir örnek ise şu olaydır.Bir gün yolda iki kişi kavga ederlerken birisi diyor ki:”Ben öyle bir adamım ki bana bir laf söylesen bin laf işitirsin!” Bu sözü duyan Mevlânâ, derhal yanlarına giderek o adama:“Ne söyleyeceksen bana söyle, benimle kavga et diyor, ben de öyle bir adamım ki bana bin söylesen bir laf bile işitemezsin!” Bu sözden sonra bin laf söyleyebileceği için övünen adam tek kelime edemiyor. Ve Mevlânâ’ya saygı göstererek barışıyorlar.
Mevlânâ’nın hoşgörüsü ve merhameti sadece insanları değil bütün canlıları kapsamaktadır.Yavrularından ayrılmış ve aç kalmış bir köpeği görünce ona ekmek götürüyor.Bir başka zamanda bir kadının gönderdiği iki tepsi yemeği silip süpüren köpeği gördüğünde de kimseye dokundurtmuyor, “O sizden daha muhtaç...” diyerek hayvanlara olan merhametini de ortaya koymuş oluyor
Koştum bir gül kopardım bağdan
Korkuyordum bahçıvanla karşılaşmaktan Birden duydum tatlı sesini bahçıvanın Tüm bahçe senin ne çıkar bir gül almaktan.
Mevlânâ, insan olarak ifade etmeye çalıştığı güzellik, yüzeysel hoşgörü veya ne istersen yap tarzından bir özgürlük değildir, kendimizde ve karşıdaki insanda Tanrı'yı görüp, daha hakiki daha derin bir arayışa çağırmaktadır. Cihat onun için insana karşı savaş değildir, her şeyden önce, insanın kendi nefisiyle mücadele ederken gelişmesi, tekamülüdür. <!--[if !supportLineBreakNewLine]--> <!--[endif]-->
Onun daima yenide kalışı dünya görüşünü özetleyen hoşgörü kavramına dayanmasıdır. Hoşgörü, sevgi ve birleştiricilik…
Mevlânâ için her doğan gün yeni bir coşkuyu getirir. Yaşama doluluğu seçilir onun sözlerinden. Yeniyi sever o ve her daim YENİ BİR SÖZ SÖYLE der.
MEVLANANIN HAYATINDAN
“Mevlânâ Celâleddîn Muhammed”dir. Ancak günümüzde kitap veya makale adı içerisinde Mevlânâ, tek bir kelimeyle anılmak istendiğinde, Batı dillerinde sadece “Rûmî” ve Farsça eserlerde ise “Mevlevî” isimleşmiş sıfatlarıyla yeterli görülmektedir.
Mevlânâ, bilginler yetiştiren bir ailenin ferdi olan babası Bahâeddîn Velet’in Belh’te sahip olduğu büyük maddî ve manevî zenginlikler içerisinde çocukluk yıllarını geçirmiş ve sonrasında vatanı Konya olmuştur. Konya’daki hayatı, ailesi, dergâhı ve eserlerine intikâl eden fikirleri, onu günümüze çok canlı bir şekilde taşımıştır.O, daha çok ilâhî aşk, sevgi, zarafet ve hoşgörüyü hatıra getiren ve İslâm inancını gönüllere bu bakışla sunmayı hedef edinen bir anlayışın öncüsü olarak kabul görmüştür.
Mevlânâ’nın, hayatını Anadolu Selçukluları’nın başşehri olan Konya’da sürdürmesi ve devlet adamları ile halkın üzerinde önemli etkiye sahip olması, bazı tarihî, siyasî ve fikrî gelişmelerde adının anılmasına neden olmuştur
önceki tatsızlıkların yaşanmayacağını Şam’da Şems’e anlatıp onu ikna ederek birlikte Konya’ya döndüler.Fakat aynı nedenlerle ayrılık kaçınılmaz oldu ve üç yıl kadar süren bu ilgi artık tamamen sona erdi. Mevlânâ, derinden etkilendiği buluşma ve ayrılıklardan sonra, önce Konyalı Kuyumcu Selâhaddin’i kendisine halife ve dost edindi; oğlu SultanVeled’i, onun kızı Fatma Hatun’la evlendirdi. Bu yıllar huzuru, sürûru aradığı; derdini, aşkını, heyecanını gazellerinde ve rubaîlerinde dile getirdiği bir dönem oldu. Kuyumcu Selahaddin’le olan beraberliği on yıl sürdü. Onun vefatından bir müddet sonra aynı sıfatla Hüsâmeddin Çelebi’yi tayin etti.Ömrünün son on dört, on beş yılını Mesnevî’siyle meşgul olarak geçirdi.Bu eserin teşvikçisi ve yazıcısı HüsâmeddinÇelebi’ydi.
İslâm dünyasının önemli merkezlerinden biri olan Belh’te XIII. asrın ilk yarısındaki mevcut ilmî ve siyasî ortamdan rahatsızlık duyan Mevlânâ’nın babası, bütün aile bireyleri ve çevresiyle göç etmeye karar verdi. Niş abur, Bağdat,Mekke, Şam gibi şehirleri dolaşarak Anadolu’ya ulaştı.Aile, yol boyunca büyük ilgi gördü. Mevlânâ, babasının yanında bu ilk yolculuğunda birçok ünlü bilgin ve sofi ile karşılaştı, onların konuşmalarına tanık oldu. Dârende’ye, yani Karaman’a vardıklarında Mevlânâ ve ailesi için önemli gelişmelerin yaşandığı bir döneme de girilmiş oldu.Burada geçen muhtemelen yedi yıl zarfında Mevlânâ, kafilede yer alan Hâce LâlâŞerefeddîn-i Semerkandî’nin kızı Gevher Hatun’la evlendirildi.İki oğlu, SultanVeled ve Alâaddin Çelebi dünyaya geldi.
“MâderSultân (Sultan Anne)” lâkabıyla anılan validesi Mümine Hatun vefat etti. Aile, Konya’ya vardığında SultanAlâaddin Keykubad ve beyleri tarafından büyük ilgiyle karşılandı.Konya’ya varıştan iki yıl sonra baba Bahâeddin Velet 80 yaşında vefat etti. Genç Mevlânâ’dan âlim, müderris ve müftü babasının yerini alması istendi. Babasının öğrencilerinden Tirmizi Seyyid Burhâneddin bir yıl sonra hocasını görmeye Konya’ya geldi ve esas olarak babasından dinî ilimleri öğrenmiş olan Mevlânâ’nın tasavvufî öğrenimi ve terbiyesi ile meşgul oldu ve ayrıca bu arada Halep ve Şam’da tahsilini tamamlaması konusunda da tavsiyede ve rehberlikte bulundu. Buluşmalarından dokuz yıl sonra, kendisine babasının manevî yönünü tanıtıp üzerinde derin izler bırakan Seyyid Burhâneddin Kayseri’de vefat etti. Bundan beş yıl sonra Şems-i Tebrizî Konya’ya geldi ve Mevlânâ ile aralarındaki sohbetler büyük bir etkileşmeye neden oldu. Mevlânâ’nın bu buluşmadan sonra gerek hayatında ve gerekse gönül dünyasında büyük değişiklikler meydana geldi. Onun, Şems’le olan yakınlığını ve kendileriyle eskisi gibi ilgilenmemesini hazmedemeyenlerin tepkileri sonucunda,Eflâkî’nin belirttiğine göre 16 ay kadar sonra Şems, Konya’dan ayrıldı.Ancak bu gidiş onu çekemeyenleri tatmin edecek bir sonuç sağlamadı, Mevlânâ yine çevresindekilerle ilgilenmedi.Bu durumu görenlerle Mevlânâ’nın istekleriyle harekete geçen oğlu Sultan Velet önceki tatsızlıkların yaşanmayacağını Şam’da Şems’e anlatıp onu ikna ederek birlikte Konya’ya döndüler.Fakat aynı nedenlerle ayrılık kaçınılmaz oldu ve üç yıl kadar süren bu ilgi artık tamamen sona erdi. Mevlânâ, derinden etkilendiği buluşma ve ayrılıklardan sonra, önce Konyalı Kuyumcu Selâhaddin’i kendisine halife ve dost edindi; oğlu Sultan Veledi, onun kızı Fatma Hatun’la evlendirdi. Bu yıllar huzuru, sürûru aradığı; derdini, aşkını, heyecanını gazellerinde ve rubaîlerinde dile getirdiği bir dönem oldu. Kuyumcu Selahaddin’le olan beraberliği on yıl sürdü. Onun vefatından bir müddet sonra aynı sıfatla Hüsâmeddin Çelebi’yi tayin etti.Ömrünün son on dört, on beş yılını Mesnevî’siyle meşgul olarak geçirdi.Bu eserin teşvikçisi ve yazıcısı Hüsâmeddin Çelebi’ydi.
Mevlânâ’nın, hayatını Anadolu Selçukluları’nın başşehri olan Konya’da sürdürmesi ve devlet adamları ile halkın üzerinde önemli etkiye sahip olması, bazı tarihî, siyasî ve fikrî gelişmelerde adının anılmasına neden olmuştur. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 16 Şub. 2009 - 9:22 | |
| PAYLAŞIMIN İÇİN SAGOL ALALH RAZI OLSUN BU BİLGİLERİ BİZLE PAYLASTİGİN İÇİN |
| | | iSTiKLâL BalaKurt
Mesaj Sayısı : 45 Doğum Tarihi : 19/05/19 Yaş : 105 Nerden : Türkiye İş-Meslek : * Kayıt tarihi : 08/05/09
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:39 | |
| HZ. MEVLANA'NIN HAYATI Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.
Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu. "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir" | |
| | | iSTiKLâL BalaKurt
Mesaj Sayısı : 45 Doğum Tarihi : 19/05/19 Yaş : 105 Nerden : Türkiye İş-Meslek : * Kayıt tarihi : 08/05/09
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:40 | |
| Mustafa Kemal ATATÜRK ve MEVLANA Yıl 1922... Kasım ayının 1'i... Büyük önder, büyük devrimci, Türk milletinin başöğretmeni ve dünya ülkelerinin gelecekte kendisini örnek alacağı seçilmiş insan Gazi Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi' ndeki konuşmasını yapmak için kürsüdeki yerini alıyor. O şimşekler çakan gözleri ile arkadaşlarına bakıyor ve konuşmasına şu cümle ile başlıyor: "Efendiler! Tanrı birdir, büyüktür...”. Evet, o büyük insan gerçek bir dindardı. Belirli çevrelerin daha baştan itibaren ******’ün sözde dinsiz ve dine karşı olduğunu yaymak istemelerine rağmen, o laik zihniyete sahip “dindar” bir kişiydi. O, kalıplara sığmayan, şekilcilikten uzak, gösteriş içermeyen ve Hz.Muhammed'in buyurduğu “yüksek ahlak” üzerine kurulmuş dinin aşığıydı. O İslamiyet’in kaynağındaki saf şekline bağlıydı.
29 Ekim 1923’de Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte bu saflığı kendisi şöyle tanımlıyor: “Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam dinime de öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.” Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal ******’ün Konya konuşmaları, Atamızın din hakkındaki görüşlerini ortaya koyması açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. İşte 20-23 Mart 1923 tarihleri arasında Konya’yı ziyareti sırasında yaptığı konuşmadan bölümler: “İslamiyet’in ilk parlak devirlerinde geçmişin mahsulü olan sağlıksız adetler bir zaman için kendini göstermemiş ve yüze çıkmamışsa da, biraz sonra İslamiyet’in gerçeklerine sarılmaktan İslam esaslarına göre hareket etmekten çok, geçmişin mirasa olan adet ve inançları dine karıştırmaya başlamışlardır. Bu yüzden İslamiyet’e dahil bir akım kavimler, İslam oldukları halde düşmeye, sefalete, geriliğe maruz kaldılar. Geçmişlerin kötü ve batıl alışkanlıkları ve bu suretle gerçek İslamiyetten uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.
Bu İslam kavimleri içinde Türkler, milli gelenek ve görenekleri itibariyle bir taraftan İran, diğer taraftan Arap ve Bizans milletleri ile temas halindeydiler. Şüphe yok ki temasların milletler üzerinde etkileri görülür. Türklerin temas ettiği milletlerin o zamanki medeniyetleri ise çökmeye başlamıştı. Türkler bu milletlerin kötü adetlerinden, fena yönlerinden etkilenmekten nefislerini men edememişlerdir. Bu hal, kendilerinde bozukluk, cehalet ve insanlıktan öte zihniyetler doğurmasından uzak kalmamıştır. İşte gerileyişimizin belli başlı sebeplerinden birini bu nokta teşkil ediyor.
Milletimizin gerçek din bilginleri, din bilginlerimiz arasında da milletimizin hakkıyla iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil ilim kisvesi altında hakikatten ilimden uzak, gereğince ilim tahsil edememiş, ilim yolunda layığı kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. Efendiler, gerçek din bilginleri ile dine zararlı ulemanın birbirine karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Bilindiği üzere Sıffın vak'asında Hz.Ali’nin ordusuna karşı mızrak uçlarına Kur’an-ı Kerim sayfalarını takarak saldırdılar. İşte o zaman dine fesatlık, İslam arasına nefretlik girdi ve o zaman hak olan Kur’an, haksızlığa kabule vasıta yapıldı. Halifelik hile ile el değiştirdi. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar dini hep alet edindiler. İhtiras ve istibdatlarını kabul ettirmek için hep ulema sınıfına başvurdular. Gerçek ulema, dini bütün bilginler, hiçbir zaman bu müstebit taç sahiplerine uymadılar. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Lakin onlar yine o hükümdarların keyfini dine alet etmediler. Fakat gerçek durumda bilgin olmamakla beraber, sırf o kisvede bulundukları için bilgin sanılan, menfaatine düşkün, haris ve imansız bir takım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, dine uygundur diye fetva verdiler. İcap ettikçe yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, sarayda yaşayan kendilerine halife namı veren baskıcı hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cahillere iltifat edip, onları himaye ettiler. Hakiki ve imanlı ulema her vakit ve her devirde onların kinini çekti.
Böyle yapan halifelerinin ve din bilginlerinin arzularına muvaffak olmadıklarını tarih bize misallerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne böyle hükümdarlar, ne böyle alimler görmeye tahammülü ve imkanı yoktur. Artık kimse böyle hoca kıyafetli sahte alimlere önem verecek değildir. Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz; derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, o adım benim milletimin kalbine havale edilmiş kanlı bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adamı tepelemektir.”
Evet, yıllar önce ve olağanüstü şartlarda kullanılmış bu ifadeler Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ne kadar büyük bir kimliğe sahip olduğunun ispatıdır. Yüce ******’ün Hz.Muhammed'e duyduğu büyük sevgi ile birlikte Hz.Mevlana’nın da fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmiştir. Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Hz.Mevlana'ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir: “-Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz.Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi...” Evet...Yüce ****** sahip olduğu hayat görüşünün kaynağını işte bu sözleriyle özetleyivermiştir.
Çankaya köşkündeki dil çalışmaları toplantısında Konya Mevlevi Dergahı eski postnişinlerinden Veled İzbudak Çelebi de davet edilmişti. Söz dönüp dolaşıp Hz.Mevlana’ya gelmiş, yüce ****** şunları söylemişti:
“- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatör... Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir. Hz.Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir." İşte Yüce ******'ün İslamiyet'e şekilcilik katarak onu asıl ruhundan uzaklaştıranlara verdiği en mükemmel mesajlardan birisi. O birçok kez dinin insanlık tarafından gerçek boyutlarıyla anlaşılmadığını belirtirken, Hz.Mevlana’nın da yanlış ve eksik yorumlandığına da temas etmiştir. Bir gün Konya milletvekili Naim Onat’ın sözde Mevlana'yı yermek istemesi üzerine ******’ün söylediği şu sözleri bugün bile üzerinde ibretle düşünülmesi gereken ifadelerdir:
“-Eğer Mevlana’yı sizler gibi kavramak gerekirse, o büyük insanın ruhu dertlenir, biz de belki bir saygısızlık göstermek zorunda kalırdık. Mevlana’yı ululuğuyla kavrayabilmek için medresenin dar kapısından geçmemiş olmak gerek.” Gazi Mustafa Kemal Paşa Konya’ya yaptığı toplam dokuz ziyareti sırasında her sefer önce Hz.Mevlana’nın makamının bulunduğu Türbe-i Saadeti ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, tekke ve zaviyelerin işlevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan yasa sırasında Hz.Mevlana’nın türbesini müze haline dönüştürerek tüm insanlık alemine açık halde kalmasını sağlamıştır.
Bununla ilgili bilgiler 22 Aralık 1987 yılında yayınlanan Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde şöyle dile getirilmiştir: ******, Konya'daki Mevlana Dergahı ve türbesini, Konya'ya ilk gelişi olan 3 Ağustos 1920 günü ziyaret etmiş ve bu ziyaretten pek etkilenmişti. Daha sonra ziyaretlerinde Mevlana Türbesini ziyaret etmeden Konya'dan ayrılmamıştır. 3 Nisan 1922 günü ziyaretlerinde, kendisi için açılan Sema meydanında hazır bulunmuş, 22 Mart 1923 günü yaptığı ziyarette postnişin Abdülhalim Çelebi'nin davetlisi olarak dergahta yemek yemiş, Hz.Mevlana'nın büyüklüğü üzerine takdir ve hayranlık dolu sözler söylemiştir.
Cumhuriyet'in ilanından sonra, tekke ve türbelerin kapatılması hazırlıkları yapılırken, Başbakan İsmet İnönü'ye "Mevlana Dergahı ve türbesinin kapatılmayarak kendi eşyası ile birlikte müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete açılması"emrini vermiştir. Bir süre sonra, Bakanlar Kurulu kararı ile dergah, müze haline getirilmiştir.
******, 18 Şubat 1931 günü Konya'ya 9'uncu defa geldiği zaman, Konya'da 11 gün oturmuş, bu arada 21 Şubat 1931 gününü tamamen artık müze halinde ziyarete açık bulundurulan Mevlana Müzesi'nde geçirmiştir.
Bu ziyaret sırasında eski Konya Milletvekillerinden Fuat Gökbudak ve o günlerde Konya Azar-ı Atika Müzesi müdürü olan Yusuf Akyurt'un ayrı ayrı anlattıklarına göre, ****** müze müdürünün odasına girer girmez, niyaz penceresi üzerindeki rubaiyi görmüş, Farsça'yı çok iyi bilen Hasan Ali Yücel'e tercümesini yaptırmıştır. ****** tercümedeki: "Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu sen. Garip aşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapıları kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır." ibaresini işitir işitmez şöyle demiş:
"Hz.Mevlana'nın büyüklüğü burada bir kere daha kendini gösterdi... Doğrusu ben, 1923 yılındaki ziyaretim sırasında, bu dergahı kapatmayalım Müze olarak halkın ziyaretine açalım, diye düşünmüş; bir yıl sonra dergah ve tekkelerin kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa'ya Mevlana dergahı ve türbesini kendi eşyası ile Müze haline getir emrini vermiştim. Görüyorum ki, şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine getirmişim. Bakınız ne kadar mükemmel bir Müze olmuş..." Değerli tarihçi Cemal Kutay’ın ifadelerine göre, Mustafa Kemal’e emrindeki yardımcılarının “Paşam Hz.Mevlana’nın makamını müze haline getirmeniz üzerine halk buraya akın etmeye başladı. Bu bir sakınca doğurmasın” demeleri üzerine ******’ün verdiği cevap ilginçtir:
“-Eğer, Hz.Mevlana’yı hakkıyla tanımak ve benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki dergahların da açılmasını sağlardım. Çünkü, Hz. Mevlana’yı tanımak ve anlamak zaten diğer tüm tehlikeleri de ortadan kaldırmaktadır.” Hz.Muhammedin “Din nedir?” sorusuna verdiği “Ahlak,ahlak,ahlak” cevabına her dönemde çok ihtiyaç duyduğumuzu düşünerek Hz. Muhammed'in, Hz.Ali’nin, Hz.Mevlana'nın ve ******' ün şu sözlerine dikkat çekmek istiyoruz:
“İlim Çin’de olsa gidip öğreniniz.” Hz.Muhammed
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” Mustafa Kemal ******
“Dünyada sevgiye dair ne varsa ben orada varım, savaşa dair ne varsa ben orada yokum.” Hz.Mevlana
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh."
Mustafa Kemal ******
“Evlatlarınızı zamana göre yetiştiriniz.” Hz.Ali
“Milletimi muasır medeniyet seviyesinde görmek isterim.” Mustafa Kemal ****** | |
| | | iSTiKLâL BalaKurt
Mesaj Sayısı : 45 Doğum Tarihi : 19/05/19 Yaş : 105 Nerden : Türkiye İş-Meslek : * Kayıt tarihi : 08/05/09
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:42 | |
| Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel... Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir... Güneş olmak ve altın ışıklar halinde Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim Gece esen ve suçsuzların ahına karışan Yüz rüzgarı olmak isterdim....
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...
Bir katre olma, kendini deniz haline getir Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ? Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol... | |
| | | iSTiKLâL BalaKurt
Mesaj Sayısı : 45 Doğum Tarihi : 19/05/19 Yaş : 105 Nerden : Türkiye İş-Meslek : * Kayıt tarihi : 08/05/09
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:47 | |
| | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:49 | |
| SAĞ ELİMİ KALDIRDIM
SOL ELİMİ DALDIRDIM
DİLİM KALBE İNDİRDİM
DÖNDÜM MEVLANA GİBİ
MEVLANA BUGÜN BAZI ŞAHSİYETLERİ GÖRMÜŞ OLSAYDI KESİN SİZ GELMEYİN DERDİ |
| | | iSTiKLâL BalaKurt
Mesaj Sayısı : 45 Doğum Tarihi : 19/05/19 Yaş : 105 Nerden : Türkiye İş-Meslek : * Kayıt tarihi : 08/05/09
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:51 | |
| ÖLÜM...
Hayatımızda yıldönümleri kutlarız... Doğum, evlilik, ölüm... Doğum ve evlilik yıldönümlerini kutlar, ölüm yıldönümlerinde hüznü yaşar, hatta sevdiklerimiz için gözyaşı dökeriz... Mevlana'ya göre bu dünyadan ayrıldığı gün vuslat günüdür...
Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma... Benim için ağlama, yazık, vah vah deme; Şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır, Cenâzemi gördüğün zaman firâk, ayrılık deme, Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır, Beni toprağa verdikleri zaman, elvedâ elvedâ demeye kalkışma, Mezar, cennet topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi? Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin? Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç. Zîrâ senin Hayy u Hû’yun, mekânsızlık âleminin fezâsındadır.
Hayat devam ediyor, nefes aldığımız sürece... Vuslata kaç var? Düşünüyor muyuz? Kırdıklarımız, üzdüklerimiz için bir daha düşünelim...
En son iSTiKLâL tarafından Ptsi 11 Mayıs 2009 - 12:13 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | iSTiKLâL BalaKurt
Mesaj Sayısı : 45 Doğum Tarihi : 19/05/19 Yaş : 105 Nerden : Türkiye İş-Meslek : * Kayıt tarihi : 08/05/09
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:53 | |
| AĞIT Göz gamın ne olduğunu bilseydi, gökyüzü bu ayrılığı çekseydi, padişah bu acıyı duysaydı; göz gece demez gündüz demez ağlardı, gökler yıldızlara, güneşle, ayla gece demez gündüz demez ağlardı. padişah bakardı ününe, tacına, tahtına, tolgasına, kemerine, gece demez gündüz demez ağlardı.
Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı, uçan kuş avlanacağını bilseydi, gerdek gecesi bu özlemi görseydi; gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı, uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı, gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.
Zaloğlu bu zülmü görseydi, ecel bu çığlığı duysaydı, cellâdın yüreği olsaydı; Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı, ecel bakardı kendine ağlardı, cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.
Kumru, başına geleceği duysaydı, tabut, içine gireni bilseydi, hayvanlarda bir parça akıl olsaydı; kumru selviden ayrılır ağlardı, tabut omuzda giderken ağlardı öküzler, beygirler, kediler ağlardı.
Ölüm acılarını gördü tatlı can, koyuldu işte böyle ağlamaya. Olanlar oldu, gitti dostum benim. şu dünya bir altüst olsa, aülasa yeri var. öylesine topraklar altında kalmışım
MEVLANA | |
| | | iSTiKLâL BalaKurt
Mesaj Sayısı : 45 Doğum Tarihi : 19/05/19 Yaş : 105 Nerden : Türkiye İş-Meslek : * Kayıt tarihi : 08/05/09
| Konu: Geri: HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" Ptsi 11 Mayıs 2009 - 11:55 | |
| [size=10pt]Vakit dar, su akıp gidiyor. Ayrılıktan evvel canını doyur Âb-ı hayatla dolu olan ırmaktan iç. O suyla senden bitkiler bitsin Suyu görmüyorsan da bari körler gibi testini ırmağa daldır Mâdem ırmakta suyun mevcut olduğunu işittin, köre, taklitle iş yapmak câizdir. Testini ırmağa daldır, o zaman onun ağırlaştığını görürsün. Ağırlaştığını görünce inanırsın. Gönül de kuru taklitten kurtulur. Kör, ırmağınsuyunu açıkça görmezse de testinin ağırlaşmasından onun su olduğunu anlar. Çünkü testi, ırmaktan suyla dolup hafifken ağırlaştı.. Önceleri her rüzgar, beni alıp götürürdü, artık gönül cömert suya ulaştı, götüremez. Sefih kimseler, heveslerine mağlup olurlar. Çünkü onların kuvvetlerinin temkîni yoktur. Şerli kimseler lengersiz gemi gibidirler. Zararlı rüzgarlardan tehlikeye düşerler. İnsan, akıl lengeri ile emniyet bulur. Hemen bir akıl lengeri dilen! Akıllılar, kerem denizinin inci hazinesinden aklın yardımını alırlar. Bu yardımlarla gönül, hünerler kazanır. Gönülden de gözler aydınlanır. Zîra nûr, göze gönülden gelir. Nûrsuz gönül, şer yuvasıdır. Akıl, gönlü nûrlandırırsa, gözler de gönülden nûrlanır. Gönle gelen vahyi, doğru sözlülüğü, gökten inen mubarek su bil! Tay gibi biz de ırmaktan su içip kınayıcı vesveseciden yana bakmayız. Enbiyanın izinde yol al. Halkın kınaması heva ve hevestir, aldırma! Hak yolunun erleri, köpek havlamalarıyla yollarından geri kalmazlar.
Mevlâna Muhammed Celâleddin-i Rûmî[/size] | |
| | | | HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ "MEVLANA" | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|