Şimdi bakışma zamanı
08.12.2009 Saat: 14:04
--------------------------------------------------------------------------------
GEL DE rahmetli Osman Bölükbaşı’yı anma. Mekanı cennet olsun, Türk siyasetinin demokrasi deneyiminde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Milliyetçilik ve demokrasi kavramlarının birbirinin çelişeni değil
GEL DE rahmetli Osman Bölükbaşı’yı anma. Mekanı cennet olsun, Türk siyasetinin demokrasi deneyiminde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Milliyetçilik ve demokrasi kavramlarının birbirinin çelişeni değil bileşeni olduğunu onun siyasi mücadelesinden rahatlıkla çıkarabilirsiniz.
Kolay değil, bu yolda partisi kapatılmış, milletvekilliği düşürülmüş, seçim bölgesi olan Kırşehir ilçe yapılmış, Meclis kulisinde bir Demokrat Partili ile tartıştı diye milletvekili iken hapse atılmış bir demokrasi kahramanıdır.
Tarih, Demokrat Parti siyaseti açısından, özellikle 1959 yılını “baskı ve yıldırma yılı” olarak yazar. Bu baskılara karşı Osman Bölükbaşı’nın konuşmaları adeta bir özgürlük kitabesi gibidir. Bir gün Konya’da yaptığı konuşmada bir Fransız düşünürün “Şeref o millette ki orada konuşulur, zillet o millete ki orada susulur” sözünü hatırlatır. Aynı konuşmada “Bugün basın sırat köprüsü haline gelmiştir. En ufak bir dikkatsizlik soluğu Hilton koğuşunda aldırır” diyerek sanki bugünlere gönderme yapar.
TEKİRDAĞ’I ziyareti esnasında partililer kendisinden konuşmasını isterler. “Aman arkadaşlar durun, şimdi konuşma değil bakışma zamanıdır. Birazdan bakışmayı da yasaklarlar, biz fırsattan istifade birbirimizi bir güzel süzelim...” der.
Başbakan’ın, “Köşe yazarları daha az yazarlarsa memleket huzur bulur”, sözü bana rahmetli Osman Bölükbaşı’nı hatırlattı.
Sayın Başbakan’ın parti grubunda sarfettiği o sözler sanki bir turnusol kağıdı görevi yaptı. Başbakan’ın bu sözleri söylemesine neden olan Mehmet Tezkan’ın yediği fırçaya rağmen “Başbakan beni okuyormuş” gerekçesiyle girdiği mutluluk krizi gazeteciliğin iktidar karşısındaki tutumunu gözler önüne serdi.
HELE hele gazeteciliğin aksakalı konumundaki Ertuğrul özkök’ün, Başbakan’ın hakaret kıvamındaki sözlerini, “Bu durumu tartışmalıyız, haddinden fazla şişmiş ego huzuru bozuyor” şeklinde değerlendirmesi bir tür saldırganla özdeşleşme psikolojisini ele verir gibidir. çünkü Türkiye’nin son iki yıldır yaşadığı “Mc Carthy tarzı baskı sürecinde” bu yaklaşım sahici bir tartışma izlenimi vermekten uzaktır.
“Elveda Başkaldırı” kitabını sık sık keyifle okuduğum bir meslek büyüğü olan Ertuğrul özkök’ün, iktidarın gazetecilere adeta yaz(ma)ma komutu verdiği bir aşamada ego analizi yapmasını hangi ruh haliyle açıklamalıyız?
Halbuki gazetecilik tam da bu zamanda “Yazma” dediklerinde, “Sana ne” diyebilmektir. çünkü yazmak, içinizdeki toplumsal duygunun harekete geçmesiyle başvurduğunuz erdemli bir yönelimdir. Kaleminiz size aittir ama onun egoist bir enstrümana dönüşmesini içinizden dışınıza taşan idealist duygular belirler. Halka karşı duyduğunuz sorumluluk hissi kaleminizi toplumsal bir mikrofona dönüştürür. Yazmak herkes adına, herkesin huzuru için yapılan bir demokratik eylem biçimidir. O yüzden gazetecilik klasik bir meslek değildir; insanın aynaya bakarken kendi bakışlarına gülümseyebilmesini sağlamıyorsa kesinlikle uzak durulması gereken bir meslektir.
TAMAM Bab-ı Ali’den taşınalı beri bu mesleğe bir haller oldu. Plazalar kimilerini keyifçi kalabalığa dönüştürdü. Şimdi kamuoyu ‘twitter’da yapılıyor. Bir vakitler “cemaatçi yazarlar” denilerek ötekileştirilenlerle fasıl sosyeteleri kuruluyor. Nişantaşı’nın steril iklimi köşelerde kol geziyor. Gazetecilik halktan kopalı beri bir avuç bohemya sakini memleketin George Orwell’in “1984” romanına döndürülüş serüvenini izlemekle yetiniyor.
Ama gazetecilik hala halk adına yazıcılıktır.
İsteyen bakışabilir.
Nasılsa, bakışmak şimdilik ego analizi gerektirmiyor.
Ahmet ŞAFAK
2023istanbul