Mankurt nedir bilir misiniz?
"MANKURT" sözcüğü, ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un ölümü nedeniyle gündemimize yeniden girdi. Geçtiğimiz cumartesi günü, Kırgızistan'da toprağa verilen Cengiz Aytmatov bütün Türk dünyasının en büyük yazarlarındandı .
Orta Asya ülkelerindeki "Mankurt" söylencesini, "Gün Olur Asra Bedel" adlı romanında anlatan Aytmatov, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketin, toplumun mankurtlaşması olduğunu söylerdi. Geçtiğimiz pazar günkü yazımızda, Aytmatov'un hikáyesinden yola çıkarak "Batı bizi mankurtlaştırıyor" demiştik.
Mankurtlaşmak, günümüzde ulusal kimlikten uzaklaşmak, topluma ve kültüre yabancılaşmak, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşmek, egemen güçlere ve dünyayı yöneten süper devletlere yaranmak anlamında kullanılıyor.
Beyni yıkanarak mankurtlaştırılan kişi, düşmanını efendi olarak kabul ediyor, kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köle oluyor.
Bu, elbette ki kısa sürede olmuyor. Uzun bir zaman dilimine yayılıyor, ulusal refleksler yavaşlatılıyor, milli direnç kırılıyor.
Çok yönlü bir saldırı altında olan "güzel ve yalnız" Türkiye'miz, ne yazık ki, Batılı dostlarımız (!) ve onların yerli işbirlikçileri tarafından mankurtlaştırılıyor!
* * *
Mankurt, efendisine sadık, onun sözünden asla çıkmayan, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen, efendisinin emriyle öz annesini bile öldüren bir yaratık!
Orta Asya'da, Juan-Juan isimli barbar bir toplum, tutsak ettiği insanları nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların hafızalarını silermiş. Bunu şöyle yaparlarmış:
Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bu arada bir deveyi keser, derisinin en kalın yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.. Kuruyup büzülen deri, kafayı mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış.
Tutsak, kafasını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek paralayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört-beş gün aç-susuz bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, kalanlar ise belleklerini yitirirmiş.
Tutsak zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toplarmış. Ama artık o bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan "mankurt" olurmuş.
Bir mankurt, kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmezmiş. Bilinci ve benliği olmadığı için, insan olduğunun bile farkında değilmiş...
Ağzı var, dili yok, itaatkár bir hayvandan farksız. Kaçmayı hiç düşünmeyen bir köle. Onun için önemli olan tek şey karnını doyurmak ve efendisinin emirlerini yerine getirmek...
* * *
İşte toplumumuzda olup bitenleri, "mankurt efsanesi" ile değerlendirmek gerek... Bugün, Türk toplumunun hızla mankurtlaştırıldığı görülüyor. Ulusal kimliğimiz, kişiliğimiz, büyük bir saldırı altında... Geçmişimiz ve kim olduğumuz bize unutturulmak isteniyor.
Televizyonda, "Ben ******'ü sevmiyorum. Humeyni'yi seviyorum" diyen türbanlı genç kadını hatırlayın. Onun kendisi gibi tesettürlü arkadaşının, "Türkiye'yi İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar işgal etmiş olsa, belki de daha iyi olurdu. Yabancı manda altında inançlarımızı, dinimizi daha iyi yaşayabilirdik" şeklindeki sözlerini düşünün...
Bu bir köleleşme olgusudur, mankurtlaşma sürecinin bir bölümüdür.
Peki mankurtlaştık mı, mankurtlaşmak üzeremiyiz?
Bu kadar hırsızlıklara, saldırılara, ülkenin kurumlarının satılmasına ses çıkarmadığımıza göre……