Unutanlar Ve Unutturanlar İçin: Gerçek Ülkücü
Ülkücü…
Politika gazinosunun tüm masalarını gezen, bir siyaset konsomatrisi veya karmaşasına ve şeytani cazibesine aldanarak her düşüncenin altına yatan bir fikir fahişesi değildir.
O,mazluma saldırının her türlüsüne karşı direnen, ateşleri göğüsleyip, fırtınalara omuz vuran, göklerin üstüne kin ve garez yağdırdığı, yerlerin kökünden zulüm fışkırttığı bir dönemde bile ummanlar gibi sinesi ile milletini ve inançlarını kucaklayabilen, nam, şan ve şöhret kuyusuna asla düşmeden, kimsenin olmadığı yerde ‘’ben varım’’ diyebilen, cesaret ve şecaatini rehberi olan Resullün(s.a.v.)’’haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’’ beyanından alan bir ışık savaşçısı, bir nur süvarisidir..
Ülkücü…
Istırapsız gönüllerin, bananeci taifenin, beyni ahir ömründe milletini düşünmekten dolayı bir kez bile sızlamamış taş kafaların, mazlumlar için hiçbir şey yapamıp iki damla bile gözyaşı dökemeyen, ham vicdanlıların, görünce hayret ve dehşete düştüğü, davasının deli ve divanesi haline gelmiş bir meczuptur…
Ülkücü…
’’Bugün Allah için ne yaptım?’’şuurunu geliştirerek şu an Allah için ne yapıyorum’’diyebilen, Allah için, konuşup, Allah için susup, Allah için kızıp velhasıl kelam Allan için tavır koyan, pergel misali, bir ayağını, İslam dairesinin içine sıkı ve sağlam biçimde sabitleyerek onun etrafında dönen, sadece ama sadece Allah’ın davasını dert edinip bu davadan da asla dönmeyen bir fikir çilekeşidir..
Ülkücü…
Referans ve yol haritasını, şanlı geçmişinden alan, maddi tüm arzularını, manevi dünyasına ‘’inandım ve teslim oldum’’söylemi ile bırakabilen, gayret bizim, ganimet milletimizindir diyebilen, kahrolası kokuşmuş sistemlerin hiçbir kemendini, naçiz boynuna geçirtmeyen, bugün bize demokratlık taslayanların uyuz fareler gibi logar kapaklarına sindiği zulüm devirlerinde hem de zindanlarda avazı çıktığı kadar haykırarak ‘’yıkılsın devran’’ diyebilen,sustuğunda bir çöl gibi ölü, coştuğunda bir çağlayan gibi önünde durulmaz olan bir aşk dalgasıdır…
Ülkücü…
Ne servet, ne makam ne de mevki…
‘’Bir elime dünyayı bir elime ayı verseniz ben davamdan dönmem’’diyen Kutlu Nebi’nin (s.a.v.) ümmetinin çatına çaktığı bu rehber sözleri unutmayarak, cümle hülyalara, hayal gibi güzelliklere, altından, yakuttan yapılara, bakmaya bile tenezzül etmeden, ömrünün tek istikametine doğru dönerek Yunus misali ‘’bana seni gerek seni’’diyebilen bir derviştir…
Ülkücü…
Bir temaşa, kargaşa veya keşmekeş insanı değildir. Tüm problemleri ense kökünden yakalayabilen, olayların sadece ön yüzünü değil arka planda kalan kısımlarını da sezebilen ve tüm projelerini buna göre yapan bir idrak insanıdır. Bir vakanın iç yüzünü bilmeden kahraman olma edası ile atılganlık sergileme, aşırı heyecanlanma, tecrübesiz hamlelerde bulunma, çaylaklık ve budalalık O’nun yüksek ruh dünyasında asla bulunmayacak kötü huy ve davranışlardır. O,Yaşlı bir kurt misali duracağı yeri o kadar iyi bilir ki ne av olur nede avından olur…
Ülkücü…
Davasının aşk demek olduğunu çok iyi bilecektir. Çünkü aşk karşılıksız yaşanır ve kaybedip kazanma ihtimalleri bile düşünülmez. Aşkı olmayanın heyecanı, heyecanı olmayanında aşkı yoktur. Ülkücünün hedeflediği tüm ülkülerin gerçekleşme ihtimalleri içlerinde ki aşk ve heyecan ile doğru orantılıdır. İnsanın kendine nizam vermesinden âleme nizam vermesine değin uzanan bu uzun soluklu süreçte, ülkücüyü lazım olacak en mühim şey aşktır.
Tüm engeller, kötü koşullar, moral ve motivasyon bozuklukları ancak aşk ile aşılacaktır. Bir ibret levhası gibi karşımızda duran Türk tarihi de aynı zamanda bir aşk tarihidir. Ülkücü bu tarihi gıdayı almasını çok iyi bilecektir. Asya’ da ki duruşumuz aşktır. Asya’dan Anadolu’ya sokuluşumuz aşktır. Malazgirt aşktır. Osmanlı’nın kuruluşu ve hiç kılıç sallanmadan kendiliğinden teslim olan şehirlerin tarihi aşktır. Fatih’in İstanbul’u alışı, Yavuz’un sekiz yılda tüm devletin sınırlarını sekiz kat büyütüşü ve Kanuni’nin haşmeti hep aşktır. Yedi düvele karşı Çanakkale’yi zafer yapan da Kutul Ammare’yi unutulmazlar arasına sokanda hep aşktır.
Bilmem Çanakkale Şehitliğini doya doya hiç gezdiniz mi?
Orada sadece Türk değil, Türk’ün son soluklarını aldığı düşünülen bir anda bile O’nu yalnız bırakmayan Boşnak, Laz, Kürt, Pomak, Çerkez, Arap ve hatta Yahudi ve Ermeni gibi halklara mensup Türk askerleri de vardı. Bu hengâme içinde Türk’ü yalnız bırakmayı kendilerine yakıştıramayan bu sadık dostların davranışının bilinçaltında yatan ana sebep olduğu gibi aşktır…
Vergi aldığımız şehirlerden gelen vergi miktarının bilmem kaç katı yatırım yapmayı borç bilişimiz, gittiği her yeri gül bahçesine çevirmeyi ilke edinen mefkûremiz, dil, din ırk ayrımı yapmadan insan merkezli düşünen profilimiz hep aşkın meyveleridir. Ve bugün kırık, dökük, parçalanmış halimize rağmen bir mucize misali tekrar ayağa kalkmayı kendimize borç bilerek, bu bayrak ancak düştüğü yerden kalkacaktır diyorsak bunu da aşkımıza borçluyuz.
Ülkücü bir aşk ehlidir…
Çünkü O bundan kırk küsur sene evvel Bilge Başbuğ tarafından, sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, Rüşvet ve hile çiğnenen ve çiğnetilen hukuk düzenine, ahlaktan mahrum olan bir hürriyete, tefeciliğe, bunun yanında karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya değil Türklük şuur ve gururuna, İslâm ahlâk ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, ,modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere sıçramaya, kısacası çetin ve meşakkatli bir dava olan Allah yoluna çağrılmıştır…
Bugün biz, ülkücüyü, asli şekli olan bu tarz ile ifade ettiğimizde bazı kötü niyetliler, daha önceden ülkücü unvanını taşımış, ancak bu cüppe ağır geldiğinde omuzları çökerek, yılgınlık gösterip, ülkücü ideal ile hiç uyuşmayan işlere sapan insanları örnek göstererek, bıyık altından sırıtıp, ülkücülük budur diyorlar, peşinen ve devamlı olarak kocaman bir hayır!
Bu onların yaşadığının ülkücülük olduğunu değil ancak ve ancak onların ülkücü olmadığını gösterir!
Ne güzel söylemiş adil Halife Ömer;
‘’İnandığını yaşamayanlar, zamanla yaşadığına inanmaya başlar…’’
Selam ve Dua ile…
O. ARİF BODUR