Yahoo gurubunda [Bilgi_Kultur] adlı bir gurubun üyesiyim. Aşağıdaki yazı meylime geldi, sizlerle paylaşmak istedim. Yazının başlığı, Said- i Nursî’ye “Bediuzzaman” Demenin Vebali. Yazıyı kaleme alan Sayın Varol Yaşar Uğurlu. Yorumsuz sizlerle paylaşıyorum.
(Bitlis’in Nurs köyüne nispetle kendisine “Nursî” yani “Nurslu” denilen Sait Efendi için kullanılan başka unvanlar da mevcut…
Hakikat o ki, bu yazıda bahis olunacak olan unvanların tümünü evvel olarak Sait Efendinin bizzat kendisi kullanmış yahut kullanılmasına itiraz etmemiştir.
Konuya vakıf olanlar bilirler ki Sait Efendi evvelce kendisi için “Kürdî” ifadesini tercih etmiş ve “Said-i Kürdî” unvanıyla namdar olmak istemiştir. Zira o vakitler kendisi bir Kürdistancı idi ve Kürt milliyetçiliği için sa’y- u gayret içerisinde bulunmaktaydı. Gerçi hiçbir vakit bu mefkûresinden uzlet etmiş değildir ama hayatının sonraki aşamalarında bu konudaki ateşinin bir hayli hararet kaybettiği anlaşılmaktadır. Bu, aslında dönemin siyasi gerçekliklerinden neşet eden içtinap edilmez bir vaziyettir.
Sait Efendinin Kürdistancılığı yahut Kürt milliyetçiliği, hayatının 35 yaşına kadarki döneminde hâkim hususiyettir. “Kürdî” unvanını kullandığı ve bu şekilde imza attığı “Divan- ı Harb-i Örfî” adındaki kitabı malumdur. Malum olan bir diğer konu da Sait Efendinin “Kürt Teavün ve Terakkî Gazetesi”nde yazılar yazıp Kürt dilinde medrese ve tedrisat talep etmesidir. Kürt dilinde tedrisat için Van’da “Medresetü’z-Zehra” adıyla bir medrese ihdas edilmesi için gayret gösterdiği de bilinen Sait Efendinin; “Arapça farz, Türkçe vacip, Kürtçe caiz”şeklinde güya formüle ettiği tedrisatla faaliyet gösterecek olan muhayyel medrese fikri nedeniyle ve diğer Kürdistancı faaliyetlerinden ötürü Sultan 2. Abdülhamit tarafından hapsettirildiği tarihen sabittir.
Sait Efendinin Kürt milliyetçiliği noktasındaki hassasiyetini ortaya koyan en çarpıcı sözlerinden biri şu şekildedir:
“Ey Asurîlerin ve Keldanîlerin cihangirlik zamanında pişdar (öncü) kahraman olan aslan Kürtler! Beş yüz sene yattınız yeter, artık uyanın!”
Görüleceği üzere Sait Efendi, “Kürdî”unvanını ziyadesiyle hak etmiştir… O halde bizim de bu hakkı teslim etmemizde hem dinen hem siyaseten hem de tarihen bir beis ve herhangi bir vebal yoktur.
Gelelim Nursî unvanına…
Evet, köyünün adı Nurs olduğundan kendisine Nursî demiş yahut denilmiştir. Anlaşılan odur ki “Kürdî”unvanından ve Kürdistancı faaliyetlerinden dolayı Kürt olmayan Osmanlı ahalisi ile mütefekkiran ve münevveran indinde oluşan menfî atmosferi dağıtıp daha nötr bir unvan olarak Nursî ifadesini isti’mal etmeye karar vermiş ve kararının faili olmuştur.
Hakikaten Nursî ifadesi kulağa daha munis gelmektedir. Nitekim nihaî manada bu unvanla namdar hale gelmiştir.
Bu cümleden olarak belirtelim ki, Sait Efendiyi kendisinin de kullanmayı bıraktığı “Kürdî” unvanıyla nitelemek yerine Nursî unvanını yeğlemek daha isabetlidir.
Ancak bize göre Sait Efendinin asla isabetli olmayan hatta bırakınız isabetli olmamayı, kişiye, kullandığı takdirde büyük bir vebal yükleyen bir unvanı daha vardır ki, istemeden bile olsa dilimin onu telaffuz etmesi veyahut kalemimin kitabet etmesi dahi şahsım için günaha yol açmaktadır. Hak Teala bizi afv ü mağfiret eylesin!
Nedir o unvan?
“Bedi’uz- zaman!”
Evet, Sait Efendi kendisine bu unvanı layık görmüş ve lakin “istemem, yan cebime koy” misali güya tevazu göstererek “Ben ki ümmî ve Bedevî bir Kürdüm” demekten de geri durmamıştır.
Peki, ne demektir, Bedi’uz-zaman?
Bu ifade Arapça bir tamlamadır. Bedi’ sözü Arapça “harika, eşsiz, emsalsiz, mükemmel, güzel…” gibi anlamlara gelmektedir. Güzel Sanatlar ve Estetik Bilimi anlamında kullanılan “Bediiyat” sözü de bu köktendir.
Bedi’ sözünü zaman kelimesiyle birleştirdiğimizde yani “Bedi’uz – Zaman” dediğimizde; “Zamanın harikası, kendi zamanının en üstün insanı, asrın emsalsiz kişisi…”gibi manalara gelen bu ifadeyi bir unvan olarak Sait Efendi için kullanmak acaba dinen caiz midir? Diğer bir ifadeyle bir kimseyi böylesi bir sıfatla mevsuf addetmeye cevaz vermek mümkün müdür?
Şahsen, 2 yıllık Kur’an kursu, 7 yıllık İmam Hatip Lisesi, 4 yıllık İlahiyat Fakültesi ve 2 yıllık Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji yüksek lisans eğitimi almış bir kimse olarak söylüyorum ki; Sait Efendiye bu şekilde bir sıfat izafe etmek asla ve kat’a caiz değildir.
Zira kendisi Şekerci Hanı’nın kapısına “Her türlü suale cevap verilir” yazdırarak kendisini “her şeyi bilen adam” gibi takdim edecek kadar mütekebbir bir kimsedir. O halde böyle birine “Bedi’uz- Zaman” demek onu kibirde daha da azgınlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Bu ise hiç kuşku yok ki büyük bir günahtır.
Meseleye bir başka açıdan yaklaşırsak hakikat şu ki, tahkikî iman sahibi bir kimsenin de Sait Efendiye Bedi’uz- Zaman demesi mümkün değildir.
O ki, “Kuran-ı Kerim’in ruhu Risale-i Nur’un ruhuna girmiştir, Risale-i Nur, Kur’an’ın bir aynasıdır,” şeklinde beyanda bulunarak yazdığı yahut yazdırdığı kitapları, Kur’an’la müsavi tutacak kadar haddi aşmış bir kimsedir. Kur’an-ı Kerim’in adlarından biri olan “Nur” kelimesini kendi risalelerine isim olarak vermesi de özel bir mana taşımaktadır.
O ki, risalelerini Kur’an’ın güya en mükemmel tefsiri olarak takdim etme, hatta Kur’an’ın yansıması gibi gösterme gayretine düşmüştür. Üstelik risalelerini kendi iradesiyle değil de ilahi bir tasarrufla yazdığını / yazdırdığını bile söyleyebilmiştir.
“Nur Risaleleri şahsıma ait değil. Onlar bana yazdırıldı,”diyerek kendisinin vahiy aldığını ima edecek kadar ileri gitmiş biri olarak Sait Efendinin İslam itikadınca imanî durumu ne olsa gerektir? Ve böyle birine “zamanının en mükemmel insanı” diyerek tazimde bulunan kimsenin yüklendiği vebal hakkında ne konuşmak icap etmektedir?
Bu noktada her mümini kendi imanı ve vicdanıyla baş başa bırakıyorum…
Meselenin bir de Türk milliyetçiliği açısından değerlendirilmesi icap ettiğini düşünmekteyim. Zira ne hikmetse kendini Türk milliyetçisi olarak niteleyen bazı kimselerde Sait Efendiye karşı garip ve tuhaf bir muhabbet müşahede etmekteyim.
Bir Türk milliyetçisi Sait Efendiye ve onun şakirtlerine karşı nasıl olur da muhabbet besleyebilir? “Her fikre ve her inanca, katılmasak da saygı duymalıyız” şeklindeki evrensel bir anlayış gereği hürmeti anlıyorum da muhabbeti bir türlü anlayamıyorum…
O Sait Efendi ki, bir Kürdistan özlemcisidir.
Üstelik olabildiğince gerici ve dinci bir Kürdistan özlemi içerisindedir.
O Sait Efendi ki, Türk milliyetçiliği hareketinin tarihindeki en büyük zaferi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ****** gibi büyük bir Türk milliyetçisine “Deccal”deme cüretinde bulunmuştur. Oysa İslam itikadı açısından kendisinin imanî durumu yukarıdaki sözleri ve diğer bir kısım faaliyetleri nedeniyle son derece meşkûk görünmektedir.
O Sait Efendi ki, bir Türk topluluğu olan Kırgızlarla Tatarları ve kendilerine karşı Çin Seddi yapılan kadim Türkleri “Ye’cüc ve Me’cüc” adlı şeytani topluluklar olarak gören bir Türk karşıtıdır.
O Sait Efendi ki, “Arapça farzdır…”diyerek Arap dilini dini bir gereklilik noktasına taşıyarak Türk milletinin mütedeyyin evlatlarına Türk dili yerine öncelikle Arap dili şuuru verme gayretinde bulunmuştur. Nitekim yazdığı veya yazdırdığı kitaplarda kullandığı dil, aşırı derece Arapça kelime ve Farsça tamlama ağırlıklı uydurukça bir dildir.
O Sait Efendi ki, ““Ey Asurîlerin ve Keldanîlerin cihangirlik zamanında pişdar (öncü) kahraman olan aslan Kürtler! Beş yüz sene yattınız yeter, artık uyanın!” diyerek Kürtleri isyana teşvik etmiş bir kimsedir.
Hal böyleyken bir Türk milliyetçisi nasıl olur da Said – Nursî’ye karşı muhabbet duyabilir?
Böylesi bir vebali taşımak mümkün müdür?
Türk milliyetçilerinin siyasi manada hayranlık duydukları şahsiyetler kadar dini manada da muhabbet ve hürmeti bir arada duyacakları kendilerinden olan seçkin kişilikler mevcut değil midir ki sevgi hisleri Said- i Nursî gibi bir kimseye yönelmektedir?
Bu cümleden olarak belirtelim; Ebu Hanife’nin, İmam Maturidî’nin, Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş Veli’nin, Yunus Emre’nin, Hacı Bayram Veli’nin, Vanî Mehmet Efendi’nin fikir ve eserlerinden beslenmek yerine müellifinin imanı bile meşkûk olan sözde Nur Risaleleri adlı derinliksiz, kifayetsiz ve bir yığın hatalarla dolu kitaplara meyletmek müsamaha gösterilecek türden bir kusur olarak telakki edilebilir mi?
Yine Türk milliyetçiliği hareketinin 70’li yıllardaki döneminde öne çıkan bir din mütefekkiri ve İslam âlimi olan merhum Seyyid Ahmet Arvasî’nin görüş ve eserleri mütedeyyin vasfı yüksek olan milliyetçi – ülkücü kardeşlerimiz için kifayet etmemekte midir ki “Türk İslam Ülkücüsü” olmak yerine Said- i Nursî’nin ve onun türevi olan Fethullah Gülen’in “şakirt”i olmaya heves etmektedirler?
Başımızı iki elimizin arasına alıp derin derin düşünmek, bir karara varmak ve milliyetçi – ülkücü camiayı tesir altına almak isteyen Nurcu ve Fethullahçı tasalluta bir son vermek durumundayız.
Türk milliyetçiliği, Türklük kimliğine bağlı, milliyetçiliğe saygılı bütün dinî cemaatlere hürmet etmeyi bir tarz- ı siyaset olarak takip etmiş ama kendi irade ve kaderini hiçbir zümre, grup ve oluşumun tesir ve yönlendirmesine terk etmemiştir.
Evet, bu hep böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır.
Tanrı Türkü Korusun!
Allah yar ve yardımcımız olsun!
Varol Yasar UGURLU )