PİNOKYOLAR HESAP VERECEK
“Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur.
Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz.
Dik duracağız, doğru gideceğiz...”
TüM ZAMANLARIN üLKüOCAKLARI GENEL BAŞKANI MUHSİN YAZICIOGLU...
Yanlış bilgilendirmeyle, zihinleri iğdiş edilmiş toplumumuz büyük dava adamı “Muhsin Yazıcıoğlu’nun” sıradan bir kaza neticesinde öldüğüne inandırılmıştır.
Olayın başlangıcından, sonuçlarına kadar tamamen yoğun bir şekilde, hileli yönlendirmenin ortada olduğu, “Aklı kıt” olmayan herkesin anlayıp idrak edeceği bir gerçektir…
İdrakleri, yoğun enformasyonla cenabetleştirilmiş, bir takım basiretsizler, hala olayın vahametini idrak etme basiretinden yoksundur.
Kasti olarak aktarılan, yanıltma, susturma, sakinleştirme, yöntemleri başarılı bir şekilde kabule dönüştürülmüştür…
Böyle olunca da, etkili ve yetkili beylerin hal ve tutumu işi ağırdan alma ve normal bir kaza aramasında bulunma durumunu hâsıl etmiştir…
Oysa Muhsin Yazıcıoğlu, ömrünü Türk İslam davasına adamış önemli bir şahsiyettir.
Böyle bir şahsiyetin, böyle garip bir kaza olayıyla karşı karşıya kalması, gündemi sarsıp herkesi seferber etmeliydi…
Şüphesiz, bu seferber oluşta onun dava arkadaşlarının ortaya koyacağı tutum ve davranış, hantal bürokrasinin gevşek yetkililerini de uyandırıp, olağan seyirde devam eden arama, kurtarma çalışmalarının daha fazla ve daha ciddi bir çabaya dönüşmesine vesile olacaktı…
Ne yazık ki, Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava arkadaşları da herkesle aynı tutum ve davranış içinde, olaya seyirci kalışları, gayri ciddi bir tutum sergilenmesiyle vahamet arz eden manzaranın müsebbipliğine istenmeyerek de olsa katkı sağlamıştır…
Oysa İmralı’da besiye alınan bölücü başının, sacının traş edilmesi halini bile, işkence olarak adlandıranların, ortaya koydukları eylemler, etkili ve yetkili beylerin davranışlarını nasıl ispat kaygısıyla işaretlediklerini de hepimize göstermiştir…
Bu memleket de, bağırıp, çağırmadan en doğal hakkınızın bile nasıl görmezden gelindiğini, bilmemenin aptallığının telafisi imkânsız hadiselerin ortaya çıkmasına sebep olunacağını dağdaki köylü bile anlayıp idrak etmiştir.
Onun için, etkili ve yetki beyler bir şey yapıyormuş gibi yanlış yerde enkaz ararken, idrak, feraset ve vicdan sahibi gönüllü köylüler, garabetin salaklığını anlayıp, idrak ederek, durumdan vazife çıkararak, arama çalışmasına kendi yöntemleriyle dâhil olarak, enkaza ulaşmışlardır…
Böylece acziyet kokan, basın açıklamalarında durmadan teşekkür edilen etkili ve yetkililerin, kapasiteleriyle birlikte, samimiyetleri de basiretsizlikleriyle ortaya çıkarılmış oldu…
Kim bilir belki de oyunları bozuldu.
Akıl ve izanı durduran, garip ve basiretsiz aramalar, açıklamalar da böylece fiyaskolaştı…
İşi daha fazla çetrefilleştirmeden meramımızı ifade etmesi açısından saçmalığın hiçte masumene bir gafletten kaynaklanmadığını belirtip, bu konudaki gerçekleri daha sonraya bırakarak, anlayanlara anlam niyetine Hoca Nasreddin’le müracaatla işi adresleyelim.
“Hoca Nasreddin’i bir sokak başında bir şeyler arar vaziyette görenler, yanına gelerek “Hayrola hocam bir şey mi kaybettiniz? diye sorarlar.
Hoca “Evet Yüzüğümü kaybettim, onu arıyorum.” der.
Hocanın söyledikleriyle, yanına gelenlerde etrafı, arayıp, tararlar…
Epey zaman sonra bir türlü yüzüğü bulamayanlar, sonunda umut kesip, hocaya sorarlar…
“Hocam Yüzüğünüzü burada kaybettiğinizden emin misiniz?”
Hoca bu soru karşısında kendini toplayıp, muzip bir şekilde, “Hayır burada değil evimin önünde kaybettim..”
Bu cevap karşısında şaşıran ahaliye şaşkın bir şekilde tekrar sorarlar, “Peki, o zaman niye burada arıyorsunuz hocam?”
Hoca kendine yakışan düşündürücü üslupla cevabını verir…“Burası daha aydınlık a ondan…”
Sonuç olarak düşen helikopterin enkazını başka yerde arayanların durum garabetinden farkları nedir?
Farkı ben söyleyeyim, yalandan burunları iyice uzayan “pinokyolar” hesap verecekler.
ALİŞAN SATILMIŞ