Canım Babacığım,
Bugün “Babalar Günü”.
Sana büyük acılar içinde kıvranarak yazıyorum bu satırları.
Bakma oğlunun Babalar Günü’nde içini döktüğüne.
Çünkü, sen benim için hergün rahmet ve minnetle anılmaya layıksın
ve hiç bir ızdırabımın sana olan hasret ve ihtiyacımın şiddeti ile mukayese edilemeyeceğini de biliyorum.
Gözlerimi açtığımda anamın kucağındaydım
ama ötelerden gelen bir sesle,
beni heyacandıran o ilk hitabı kulağıma okuyan sen olmuştun:
Önce Ezan sonra Kamet...
Cemaat mahfillerinde emeklemiş cami avlularında koşmuştum.
Sayende Hakk’ın kutlu davetine ulaşmış mesuliyetli bir kul olarak yetişiyordum.
Ben hep büyümek ve hem de bir an önce büyümek isterdim.
Ben fetihlere aday hayırlı bir evlat olma çabasıyla zorlattıkça
sen “Oğlum sabret” derdin.
Talelebelerinle beraber okur, Hakk’ın buyruğunu senden öğrenirdim.
Bana Hakk’ı, Peygamber Zi-şan’ı, Ashab-ı Kiram’ı, Ehl-i Beyti,
Sadat-ı Güzin’i, Alpaslan’ı, Fatih’i hep sen öğretmiştin.
Baba, ben ikinci kez de senin kucağında doğmuştum.
Yine o lahuti sesinle kulağıma fısıldadığın ötelerden gelen mesajla uyanarak gözlerimi açtığım gün ilk gördüğüm yine senin o bildik nurlu yüzün olmuştu.
Kocaman kapkara bir boşluktayım.
Bakıyor ama görmüyor, dokunulunca hissedemiyordum.
Bedenim var mı yok mu farkında değildim.
Allah’ım yoksa ben canı kabzedilmiş Alem-i Berzah’ta intizar eden ruhlardan birisi miyim
diye binlerce defa sormuştum kendi kendime...
İdrak ve inkişafım kapalıydı,
sadece ve sadece beni mest eden ve varlığımı etkileyen senin sesin vardı:
“Oğlum gayret” diyordun
Bir kaç gün sonra yine senin sesinle kendime geldiğimde
bulanık olan şuurum da perde perde açılmaya başlamıştı.
Medd ve Cezir...
Şuuraltından kendini kurtararak buzdağları gibi kütleler halinde hafızama yerleşen hatıralar
filim şeridi gibi deveran ediyorlardı beynimde...
Evet işte son kare...
Sabah erkenden kalkmışım.
İçim bunlu mu bunlu...
Ortalık sis- pus kaplı.
Pencereden değil gökyüzü, sokak bile görünmüyor.
İçimdeki bir cendere sıkıyor da sıkıyor beni...
Sen yoksun, sabah ezanından önce gitmişsin, emekli aylığını almak için banka önünde
kuyrukta beklemeye
Ağızı dualı sevgili anam, farkındaydı halimin,
etrafımda pervane gibi dolanıyor;
daha fazla dayanamıyorum ve okuluma gitmek üzere davranıyorum.
Anam, “dün yine tehdit telefonları geldi, sağ ayağınla çık” diyor peşimden,
evden ayrılıyorum.
Fazla uzak değil evimizle okulumun arası.
Başım öne eğik, koltuğumun altında bir kitap iki defter okula doğru rastgele yürüyorum.
Çok işlek bir cadde burası ama bu saatte şehirin malum gürültüsü henüz tam kaplamamış
ortalığı. Okuldan bir arkadaşımla karşılaşıp selamlaşıyoruz az ilerde.
Derken birden bir ses yankılanıyor kulaklarımda...
Soğuk çeliğin sürtünmesinden çıkan metalik bir şırrak bu.
Gayri ihtiyari vücudum kasılıyor.
Merakla geri dönerken cehennemi bir gürültü yağıyor başıma...
Sabahın alacakaranlığında alevler saçarak üzerime gelen bir bir silueti farkediyorum.
Kasılmış bedenime zorla girdiğini hissediyorum bir şeylerin.
Yakarak yarıyor bir yerlerimi...
Evin kapısıdan çıkarken okumaya başladığım henüz bitmeyen Ayet el Kürsi, can hıraş bir
çığlık halinde BİR olanın adına dönüşüyor: “ALLLAAAHHHH.............!”
Yıkıldı dünyam, felekler karıştı birbirine.
Daha önce tatmadığım bir sıcaklık damla damla akıyor içime.
Gözlerim kahpe düşmana kilitlenmiş ama kımıldayamıyorum.
Gözlerimde topladığım nefreti bir ok gibi savuruyorum melun suratlara.
Ahımla kavurmaya çalışıyorum bu pis yaratıkları.
Birden karışıyor ortalık şekiller renkler yitip gidiyor bir bir.
Muhassalamdaki son ışıkta kayboluyor yavaşca...
8 kızıl kurşun yemiştim.
...............................................
İmamlık yapan Trabzonlu bir babanın
mutad tayinleri ile yurdumun değişik iklimlerini dolaşmıştı ailem
Gözümü açtığım İstanbul’daki çocukluk günlerimde,
silinmemecesine yer etmişti zihnime:
her bahar BOZ ATLI HIZIR’ı beklerdik.
Muhayyilemde muktedir bir Hızır vardı.
İşte her şeyin karardığı o bitimsiz günlerde bir sen bir de Hızır hep yanımda oldunuz baba.
Varlık sebebim canım babacığım,
O bedenimi yakan alçak mermi, hala yerleştiği omuriliğimde duruyor. Sağ elimin beş
parmağını hareket ettirebiliyorum sadece. Ama “oğlum hamdet” sözün hep kulağımda baba.
Onu atanlarla dost olmadım, onları hiç affetmedim ve asla da affetmeyeceğim.
Ankara’dan Muharrem Şemsek Başkanım, İstanbul’dan Ahmet Kaleli Ağabeğim gibi
Uzlaşma Kültürü adına,
bize kurşun atanlarla dost olan Ülküdaşlarımı,
mübarek bayramlar da bile kapımızı çalmayan Ülküdaşlarımı,
ama bir yerlere çikolata ve çiçeklerle giden Ülküdaşlarımı
hiç hazmedemedim, hazmedemeyeceğim baba...
Biliyorum şehitlerimizle hemhalsindir şimdi
Başbuğumun da yanındasındır
Vallahi onlara da imam olmuşsundur babacığım
Geçenlerde Mustafa Ok ağabeğimizi ve Mehmet Irmak amcamızı da yolladık yanınıza
Yusufiyeli İbrahim Uçar ile Efrahim Barut da peşi sıra gittiler
Nihal ablam da ...
Sizin orada otağınız şenlenmiştir inanıyorum
ama kızma biz burada sizlerin yasını tutuyoruz baba.
Haluk Kırcı, Muhsin Kahya, Mehmet Ali Ağca, Mahmut Korkmaz, Bünyamin Adanalı,
Selahattin Büyüköztekin, Ünal Osmanağaoğlu ağabeğlerim hala içerideler baba.
Geçenlerde Muhsin Kehya ağabeğimi Malatya’ya sürgün etmişler.
Yani, AKP’nin ilk icraatı da bu oldu baba.
Yurtdışında sürgün yaşayanları hiç sorma, aynı vaziyetteler,
kimsenin ilgilendiği yok onlarla; işleri Allah’a kaldı yani baba.
Ahh ahh.... yüreğim sünger taşı gibi delik deşik
Birlik olalım diye haykıranları da susturmaya çalışanlar var
Binlerce şehidin, on binlerce gazinin kanına ekmek doğrayanlar var
Yetimleri, öksüzleri inkar edenler var
Kayıp mezarlar, işsizler, yemeye bir somun ekmek alamayanlar,
ameliyat olacak parayı bulamayanlar var.
Sen gitiğinden beri durumumuz budur babacığım
Baba, seni ve Başbuğ’umu çok özledim,
Sizi çok seven evladınız
Bünyamin Çiftçi