NERDE ESKİ OZANLAR…
Ozanlar… Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olmuşlardır tarihin her döneminde. Sazlarıyla, sözleriyle milletimizin gönül tercümanlığını yapmışlardır. Halkın acısını da, sevincini de onlar dile getirmişlerdir. Onlar halkın içinden çıkan halk şairleridirler, halkın gönül aynasıdırlar.
“Ozan”lık vasfına sahip olmak kolay bir şey değildir. Kolay bir şey olmadığı kadar zor bir şey de değildir. Peki nasıl bir şeydir bu ozanlık? Ozan olabilmek bir fıtrat meselesidir. Bir insanda “ozanlık” vasfı varsa bu doğuştandır. Sonradan olunan bir şey değildir bu. Sonradan olunamaz ama sonradan kaybedilebilir bu vasıf. Ozanı “ozan” yapan en büyük kuvvet mensup olduğu millettir.
Ozana “ozan” ünvanını halk verir ve gerektiğinde de bu ünvanı çeker alır. “Gerektiğinde” dedim, peki ne zaman gerekir bu ünvanı çekip almak? Ozan “ozan”lığını yapmaz da başka meşgalelerle uğraşırsa, halkının gönül yaralarına tercüman olmayıp belli kesimlerin sazı olursa, hanına-hakanına karşı çıkarsa işte o kişiden “ozanlık” ünvanı alınır. Günümüzde bunun en bariz örneklerini yaşamaktayız maalesef.
Maalesef diyorum; çünkü hiç kimse istemez bir ozanından mahrum olmayı. Çünkü Ozan, bizim gönül tellerimizi titreştirendi. Biz onun “C-5” şiiriyle tanıdık işkence yuvalarını, “Bir İt Vardı” şiiriyle gördük itlerin salya akıtan ağızlarını, ve biz “Ölmez Bu Hareket” şiiriyle nakış nakış işledik yüreğimize davanın bekasını.
Nice destanlar yazdı o büyük ozan. Sadece Türkiye değil, nerede bir Türk varsa tanıdı onu. Biz iyi tanımıştık, iyi bilirdik; fakat sonradan tanıyamaz olduk. Bir zamanlar bizi düşman çatlatırcasına birleştiren destanları, sonradan bölmeye başladı. Biz onun destanlarıyla güç bulacağız derken, sonradan hep güç kaybettik. Eskiden onun destanlarını dinlediğimiz zaman herkes bir olurdu, farklı düşünen olmazdı. Artık bir olamıyorduk, bölünüyorduk her şiirinden sonra.
Ozan neden böyle değişmişti? Değişen Ozan değilse onun dışında bir sürü sanatçımız vardı,onlar mı değişmişti? Ozanın tarafına bakınca ondan başkasını göremiyorduk. Anladık ki Ozan, ozanlığı bırakmış ve siyasete bulaşmış. Biz biliriz ki ozan; bütün yüreklere tercüman olandır. Ama o artık bize tercüman olmuyordu. Biz insanlara kendimizi anlatmaya çalışırken, karşımızdaki insanlar Ozan’ın şiirlerini bize karşı kullanıyorlardı. Bizim silahımız artık el değiştirmişti ve bize yöneltilmişti.
Ülkücü bedenin bir parmağı kangren olmuştu artık. İlk başlarda geçer dedik, tedavisi vardır dedik; ama geçmedi. Hastalık ilerlemeye başladı. Bütün vücudu sarmaması için de kesilmesi gerekiyordu, ve kesildi de. Ülkücü hareketin en çok sevdiği Ozan’ı artık öldü. Tarifi “arif”ten öte birisi öldürdü onu. Bizim canımızdan çok sevdiğimiz Ozan, kendini kalbimize gömdü. O artık yanımızda, önümüzde ya da arkamızda değil; gönüllerde yaşayacak.
Hey gidi Ozanım be… Çok severdik onu, adeta âşıktık ona. Ama fazla naz âşıklarını usandırdı artık. Bu dava bir tek şahısa bağlanıp, ona göre gelişen bir dava değildir. Bu davada ozanından liderine kadar herkes fani; dava bakidir. Birilerinin gönlü olsun diye dava duramaz, yerinde sayamaz.
Lider bellidir, teşkilat bellidir, doktrin bellidir. Biz lidere itaati şeref bilen neferleriz. Birileri şimdi çıkacak ve diyecek ki siz “adamın adamısınız.” Sevginin, saygının ve itaatin adı “adamın adamlığı” olmuş, ne diyelim. Koskoca Türk Dünyası’nın ümit ışığı olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin lideri bir yana, dünya bir yana bizim için.
Bu dava bir tek ozandan ibaret değil. Bu dava daha nice âşıkları barındırır içinde. “Ozan ne derse doğru der” mantığıyla yola çıkarsak başta liderimiz olmak üzere diğer bütün ozanlarımızı, âşıklarımızı; kısacası ülkü erlerini ezip geçmiş oluruz.
Bu yazıyı yazmak acı veriyor insana, ama gerçekler bunlar. Birileri hiç durmadan bir şeyler karalarken biz sessiz kalamayız. Sonuna kadar davamızın adamıyız, sonuna kadar liderimizin yanındayız.
Arslan KURTALP – 6 Haziran 2006