Üçüncü bine girerken dünyanın çok önemli değişim ve dönüşümler geçirdiği kabul edilmekte ve bunu ifade için yeni dünya düzeni, medeniyetler savaşı, tarihin sonu küreselleşme, tek kutuplu dünya, dünya toplumu, multikültürel yapılanmalar gibi kavramlar kullanılmaktadır. Hemen belirtelim ki, bu kavramların hepsi birer meşrulaştırma vasıtasıdır. Kavramları oluşturma, gündemi ve soruları belirleme imkânına sahip olan devletlerin menfaatlerine hizmet ederler. Uygulamadaki çifte standartlar ustalıkla kamuoyunun gözünden kaçırılır. Türkiye gibi ülkelerde kamuoyu, aydınlar ve hükümet yetkilileri bu kavramların büyüsü ile hipnotize edilerek, bu kavramların millî menfaatleri engellemesi temin edilir.
Muhakkak ki, her şey olduğu gibi kalmamış, aksine önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir (Kaiser 1990: Seitz 1991). Bu değişim ve dönüşümler bakımından bir milât tespit etmek gerekirse; dünya için 1991 yılını, Türkiye için ise 1989'da başlayıp 1997'de neticelenen bir zaman aralığını kabul etmek uygun olacaktır (Arat 1998: 29).
Bu milâtlara biraz daha yakından bakıldığında şunlar görülüyor:
İkinci Sanayi Devrimi: Sanayi devrimi 200 yıl önce İngiltere'de başladı. İlk safhasında, kömürü insanlığın hizmetine sokup kas gücünün yerine makineleri ikame etti. Kendisine ayak uyduramayan Osmanlı, Çin ve Hindistan'ı fakir bırakırken, İngiltere'yi dünyanın efendisi yaptı. Bu devir, 100 yıl sonra yani 1880'lerden itibaren ikinci safhasına girdi. Elektronik, kimya, otomobil, petrol endüstrileri ortaya çıktı. Bu safhanın öncüsü artık İngiltere değil. Almanya ve Amerika idi. Daha sonra bunlara Japonya dahil oldu.
Yine yüz yıl sonra, 1980'lerden itibaren, dünya yeni bir teknolojik devrim yaşamaya başladı. Bunu sanayi devriminin bir safhası olarak değil de ikinci sanayi devrimi olarak isimlendirmek daha doğru olacaktır. Çünkü, bu devrim beşeriyeti ekonomi, toplum, politika, kültür ve fert bazında ilkinden daha fazla etkilemektedir. Birinci Sanayi Devriminin temel niteliği insanın beden gücünü makine gücü ile ikame etmesiydi. İkinci Sanayi Devriminin temel özelliği ise araştırma ve üretimde insanın entelektüel/zihnî kabiliyetlerini bilgisayar ve bilgisayar yönetimindeki otomasyonlarla tamamlaması ve rutin işlerde ikame etmesidir. Bu devirle birlikte, ekonomik büyüme artık fosil enerji ve tabiî kaynaklar tüketimine bağımlı olmaktan çıkmaktadır (Seitz 1990: 247-248). İstihdam, gelir dağılımı, tabiî kaynaklar, üretim ve tüketim üzerinde çok ciddî etkiler söz konusudur.
Değişim altı yeni teknoloji ve endüstri tarafından sürükleniyor ve belirleniyor: Bunlar:
l. Enformasyon Endüstrisi: Bu alanda yedi alt endüstri hızla bir bütünlüğe doğru gelişmektedir: Yarı iletkenler, bilgisayar, eğlenme-dinlenme elektroniği, telekomünikasyon, endüstri otomasyonu, otomobil elektroniği, tıbbi elektronik.
2. Biyoendüstri: Bunun merkezinde gen teknolojisi yer almaktadır. Tıp, ilâç, kimya, ziraî üretim, madencilik ve petrol endüstrileri mahiyet değiştirmekte, elektronik endüstrisine biyo-çip, biyo-sensor gibi yeni ürünler dâhil edilmektedir.
3. Yeni Madenler Endüstrisi: Yüksek performanslı (polikarbon, aramit, polvemit gibi) sun'î maddeler, yeni saf keramikler, yüksek perforınanslı camların endüstrisidir. Tabiî maddeler çağını yapay maddeler çağı takip etmektedir.
4. Yeni Bir Enerji Sistemi: Sınırlı ve çevreyi tahrip eden fosil enerji kaynakları gelecek 50 yıl içinde gittikçe artan oranda yenilenebilir ve çevre dostu enerji kaynakları ile ikame edilecektir: Güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, jeotermik enerji, nükleer füzyon enerjisi. Enerji yeni dönem de en önemli konulardan birisi olmaya devam edecektir.
5. Uzay Teknolojisi: 3.000'den fazla uydu vardır. Askeri uydular Irak savaşı ve Kosova'da olduğu gibi, hem savaş idaresinde hem de silâhlanma kontrolünde kullanılmaktadır.
6. Çevre Teknolojisi: Çevre bilinci ve buna dayalı yeni teknolojiler, uluslar arası kurumların da zorlamalarıyla gelecekte hayati bir konum kazanacaktır (Tolba 1990: 60-63)
Bundan sonra, sadece toprak ve maddî kaynaklara değil, bunlarla birlikte fikir ve teknolojiye sahip olan ülkeler lider ülke olabilecektir (Brezinski 1997: 1998). Bu husus Türkiye'nin yeni jeopolitik konumu bakımından en hayatî konulardan biridir. Çünkü, yeni devir Türkiye'nin bu zamana kadar mustarip olduğu kıtlıkların (doğal kaynaklar, ham madde, büyük sanayi tesisleri önemini azaltırken, fazlasıyla sahip olduğu (beşeri sermaye, jeopolitik, jeo-kültürel konum) hususları ön plana çıkarmaktadır. Türkiye demografık ve coğrafi yapısı itibarıyla bu treni kaçıramayacak özelliklere sahiptir.
Tarih tekerür mü ediyor ya da 19l4 öncesine mi dönülüyor? Tarihe bakıldığında, determinist ve doğrusal tarih anlayışının hemen her zaman yanıldığı görülür. Tarih horizontal bir biçimde ilerler. Tarihin herhangi bir anında geriye doğru bir şakül uzatıldığında, o anın iz düşümü olan devirler bulunabilir. Ancak bu asla "tarih tekerrürden ibarettir'' demek değildir. Çünkü horizon sürekli açılmakta ve yükselmektedir. Hiçbir olay aynen tekrarlanmaz. Bu anlayış, tarihin değerini artırır. Çünkü, gelecekle ilgili alınacak tavırlarda, sadece hâlin şartlarını değil geçmişi de dikkate almayı sağlar.
Bazıları dünyanın 1914 öncesine geri döndüğü kanaatindedir. Bu iddia haksız da değildir. Gerçekten de durum 1914 öncesini hatırlatmaktadır: Devletler sistemi çok merkezlidir. İki kutuplu hiyerarşik yapılanma sona ermiştir. 185 civarında bağımsız devlet vardır. Çin dışında ideolojiler devri sona ermektedir (Hermann-Pillath 1998). ABD ekonomik olarak 1914 öncesi hâline dönmektedir. Ekonomik güçlerin sayısı artmaktadır. Bu ekonomik güçler dünya üzerine yayılmaktadır. Nükleer tehdidin sona ermesiyle birlikte, klâsik (konvensiyonel) savaş araçları tekrar önem kazanmaktadır. Avrupa'da etnik milliyetçilik tekrar hortlamakta ve büyük güçleri tehdit etmektedir. Etnik çatışmalar yaygınlaşmaktadır. Dünya, tarihin en büyük göç hareketlerine şahit olmaktadır. Liberalizm ve serbest ticaret ideolojisi, XIX. yüzyılı andırır biçimde tekrar yükselmektedir. Teknoloji ve tabiî bilimler alanında büyük ilerlemelere rağmen, sosyal ve ahlâki sahada gerilemeler söz konusudur. XIX. yüzyılın sonunda kültürel ve manevi çöküşü, güçsüzlüğü vurgulamak için kullanılan fin de siecle (yüzyılın-çağın sonu) hâli söz konusudur. Hatta, dünya düzeni ile ilgili 1914 öncesinde getirilen teklifler bile bugüne benzemektedir. Meselâ, Makedonya meselesinin Birinci Dünya Savaşı öncesindeki ittifakları (Rusya, Yunanistan ve Sırbistan karşısında Türkiye, Arnavutluk ve Bulgaristan) ve sonuçları (Balkan Savaşı) tekrar gündeme getirme tehlikesi vardır (Bildt 1997: 5-
. Batılı yazarlar gelişmeleri 19. yüzyıl Avusturya-Macaristan ve Osmanlı dengelerine geri dönüş olarak değerlendirmektedir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu rolünü Almanya açıkça üstlenmektedir. Tuna nüfuz bölgesi oluşturmakta ve Balkanlara inmektedir. Hırvatistan ve Slovenya'nın doğum ebeliğini ve dünyaya tanıtımını Almanya yapmıştır (Staack 1993). Türkiye'de hâlen yaşanan tartışmalar (merkeziyetçilik, ademi merkeziyetçilik, demokrasi vb.), dayatmalar (insan hakları, azınlıklar vb.) ve gündem maddelerî (enerji nakil hatları, Katkaslar vb.) ile 1914 öncesi arasında da garip bir benzerlik vardır.
Yeni dönemin 1914 öncesine benzemeyen yönleri de var: Avrupa attık belirleyici değildir. Gücün dağılımı daha karmaşık ve çok yönlüdür. Doğu-Batı gerginliğinin yerini kuzey-güney gerginliği almaktadır. Dış politikada yeni aktörler söz konusudur. Başta ABD olmak üzere geçmişin tecrübeleri vardır. Dünya yoğun biçimde karşılıklı bağımlılık içine girmiştir (Arık 1995). Jeopolitik bakımdan, artık birbirinden bağımsız bölge politikaları değil, birbirlerini etkileyen ve belirleyen bölgeler arası etkileşim stratejileri ön plâna çıkmaktadır (Davudoğlu 1998: 36).
Neticede bir kere daha güç dengeleri değişmektedir. Güç dengelerinin değişimi tarihte hep önemli değişikliklere ve çoğunlukla savaşlara yol açmıştır. Yeni güç dengeleri, hem geçmişte yaşanan hem de bundan sonra yaşanacak değişimlerîn bir sonucu olacaktır.
(Ekonomik) imparatorluklar devri: Dünya üzerinde ekonomik bütünleşmeler yaygınlaşmaktadır. AB, NAFTA, ASEAN, APEC, KEİT, ECO gibi örgütlenmelerle ekonomik ölçek büyütülmektedir. Rusya'nın bulunduğu Avrasyajeopolitik bölgesi NAFTA, AB, ASEAN gibi jeo-ekonomik alanlarla kuşatılmıştır (Pohl 1998; To 1997). Jeo-ekonomik birleşmelerî Güney Amerika'da Latin Amerîka Pazarı (LATA), Karayipler bölgesinde CARICOOM, Batı Afrika Devletlerî Ekonomik Topluluğu, Güney Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu, Güney Asya Bölgesel İşbirliği Konseyi gibi kuruluşlar izlemektedir. Hatta bunlar arasında yer alan AB devletler üstü, yani supranasyonal bir organizasyon olarak çağdaş imparatorluk kavramını hatırlatmaktadır. Victor Hugo'nun 1849'daki Avrupa Birleşik Devletleri hayali gerçek olmak üzeredir. AB sahip olduğu handikaplara rağmen, gelmiş olduğu yer ve ileriye yönelik hedefleri itibariyle Atlantik İttifakını tehdit potansiyeline sahiptir. Müşterek para birimine (Euro) geçiş, Doların hakimiyetini tehdit etmektedir. Bu birlik, Atlantik bağlılığını kırabilir ve ABD'yi izolasyona sürükleyebilir (Czempiel 1999). ABD ile Avrupa arasında soğuk savaş sırasında hâkim olan temelde iş birliği, yüzeyde ihtilâf durumu tersine dönmüştür. Avrupa'da soğuk savaş döneminin birbirini ve ABD'yi anlayan hükümetleri ve liderleri değişmektedir: İngiltere, Fransa. Almanya ve İtalya'da NATO ve ABD konusunda farklı söylemlere sahip hükümetler iş başına gelmiştir.