Gün Sazak şehit edileli yirmi dokuz yıl geçti. Ancak yüreğimizdeki acısı hâlâ taze, çünkü suikast henüz aydınlanabilmiş değil… Kimlerin yaptığı belli, ama kimin niçin yaptırdığı belli olmadığı gibi katiller de cezalandırılmış değil. (Ergenekon Savcıları bir el atsalar da acımız biraz olsun hafiflese ne iyi olur(!) Malûm Sayın Savcıların el atmadıkları faili meçhul hiçbir olay yok gibi eğer Gün Sazak suikastını da aydınlatırlarsa müteşekkir oluruz…) Gün Sazak’ı şehit eden silâhın tetiğini çektirenler, bugün aramızda ellerini kollarını sallaya sallaya geziyorlar… Hem de ya zengin bir işadamı veya büyük bir medya patronu olarak… Ne ise konumuz bu değil.
Gün Sazak şehit edildiğinde Rahmetli Başbuğumuza çok yakındı; MHP Genel Başkan Yardımcısıydı… O sebeple aile fertlerinden sonra en büyük acıyı Başbuğumuz çekmişti… Nitekim Başbuğu en çok etkileyen iki kayıp; ilk eşi Muzaffer Hanım ile çok sevip saydığı yardımcısı Gün Sazak’ın ölümleriydi… Bu iki can dostunu kaybettikten sonra Başbuğumuz âdeta yalnız kalmıştı. Yerleri hiçbir zaman doldurulamadı.
Yok yok, bunu derken Seval Hanımın hakkını yemiş olmuyorum… Seval Hanım da tabii ki Başbuğumuzun eşiydi, ama Muzaffer Hanım ilk göz ağrısıydı, maksadım sadece bunu belirtmektir… Ve elbette Parti de birçok çok değerli Genel Başkan Yardımcısı olmuştur, ama Merhum Gün Sazak çok başkaydı. O tek başına bir teşkilât gibiydi… O kadar ki şehit edilmesi üzerine birçok yeminli MHP düşmanı bile Gün Sazak’ın ölümünün memlekete verdiği zararı açık olarak itiraf etmek zorunda kalmışlardı.
Ben Gün Sazak’ı, Bursa Cezaevi’nden sürgüne gönderildiğimiz Eskişehir Cezaevi’nde 1977 yılında tanımak şerefine erdim. Bu vesile ile hemen belirtmeliyim ki Gün Sazak’ın çok “ekmeğini yedim, çok suyunu içtim.” Allah ondan razı olsun! Mekânı cennet olsun!
Yanlış anlaşılmasın, Rahmetli Gün Sazak ile sadece üç kere görüştüm. Hem de her üç görüşmede de Efendi Barutçu ile beraberdik. Zaten bir ziyaretçimiz geldiğinde hep ikimiz birlikte çıkardık. Üstelik ziyaretçiler de ikimizi birlikte çağırırlardı... O zamanlar böyleydi, ferdiyetçilik bizi henüz bu kadar teslim almamıştı! Yeri gelmişken bu durumu, daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnekle açıklamaya çalışayım… Biz; Efendi Barutçu ile ben –işlemediğimiz suçun- suç ortağı idik; Yargı böyle vasıflandırıyordu… Ve Efendi Barutçu’nun ailesi her ziyarete geldiğinde, ziyarete önce beni çağırtır ve ben Efendi’yi çağırırdım… Nezaketi, nezaketteki inceliği anlatabildim mi bilmiyorum… Ayrıca ailesinden gelen ziyaretçiler Efendi’ye ne getirmişlerse aynını bana getirirlerdi. Meselâ Efendi’ye bir takım iç çamaşırı ve bir gömlekle bir kazak mı getirmişler, mutlaka aynını bana da getirmiş olurlardı. Hatta görüşme bittikten sonra memleketlerine dönerlerken, Efendi’nin hesabına kaç lira yatırmışlarsa aynı miktarda bir parayı muhakkak benim hesabıma da yatırırlardı. Bu, on yıl beş ay ve yirmi iki gün boyunca böylece devam etti… O zamanlar ülkücülük hukuku işte böyle bir şeydi!
Gün Sazak ile ilk defa 1977 Genel Seçimleri öncesinde tanışmıştık… Rahmetli, Başbuğumuz seçilebileceği bir ilden aday yapmayı teklif etmesine rağmen, “Başbuğum, ben hiçbir arkadaşımın hakkını yemek istemem, kendi ilimden aday olmak istiyorum. Kısmetse seçilirim, değilse de önemli değil. Hizmet etmek için milletvekili olmak gerekmez” diyerek, seçilemeyeceğini bile bile Eskişehir’den aday olmuştu… Gün Sazak MHP Eskişehir milletvekili adayı olarak, lütfetti, bizi ziyaret etmek üzere Cezaevi’ne geldi. Avukatların görüşme yerinde açık görüş yaptık.
Merhum kelimenin tam anlamıyla Müslüman bir Türk ve haza beyefendi bir adamdı; hiçbir mecburiyeti ve ihtiyacı olmadığı halde seçimlerle ilgili olarak, bizimle istişare etti... O gün uzun bir sohbet yapmıştık. Ve düşüncelerimizle fikirlerimizi aklımızın erdiği, dilimizin döndüğü kadar kendisine aktarmıştık. Kibarlık yapmış; söylediklerimizi hiç yüksünmeden sonuna kadar dinlemiş, çok müstefit ve memnun olduğunu ifade etmişti.
Gün Sazak’la ikinci görüşmemiz, Seçimlerden sonra ve gene açık görüş şeklinde oldu… MHP, Seçimlerde oylarını yüzde üç yüz artırmış ve on altı milletvekili çıkarmıştı. Ancak Gün Sazak, -beklendiği gibi- milletvekili seçilememişti… Amma kendisinde Eskişehirlilere karşı en küçük bir kırgınlık veya küskünlük olmadığı gibi aksine “Ülkücülüğü, Başbuğumuzu, Partimizi, Partimizin görüşlerini ve kendimizi yeteri kadar anlatamamışız. Daha sistemli ve daha çok çalışmalı ve daha çok insanımıza ulaşmalıyız” diyordu… Sonuçları büyük bir demokratik olgunluk içinde kabullenmişti… O, bir Müslüman Türk ve haza beyefendi bir adam olduğu gibi tam bir demokrattı da… Oysa biz çok üzülmüştük, bizi de o teselli etti.
Efendi Barutçu, Gün Sazak’taki bu demokratik olgunluktan etkilenmiş olacak ki “Hayırlısı olsun, ağabey” dedi, “Milletvekili seçilemediyseniz de önemli değil, Bakan olmak için milletvekili olmak şartı yok, nasılsa. İnşallah Bakan olursunuz.” Rahmetli de duygulanmıştı. Bir şeyler söylemek istedi, ama nedense hiçbir şey söylemedi... Sadece gülümsedi… O çok güzel gülümserdi… Bunu, fark etmiştim. (“Efendi Başkan bu yazıyı okursa elbette fark edersin, ziyaretlerde hiç konuşmaz hep dinlerdin” diyecektir ki haklıdır! Başkanlar hep haklı olur, zaten.) Efendi’yi Allah söyletmiş olacak ki Gün Sazak II. MC Hükümeti’nde Başbuğumuz tarafından Gümrük ve Tekel Bakanı yapıldı. Tevafuk işte!
Üçüncü görüşmemiz ise Gün Sazak Bakan olarak Eskişehir’e ilk geldiğinde oldu… Lütfetti, bizi de ziyaret etti… Sohbet tabii ki Efendi’nin daha önceki görüşmemizde söyledikleri çevresinde geçti… Rahmetli, Efendi’ye artık bir başka gözle bakıyordu… Haklıydı da Efendi’yi Allah konuşturmuştu. Ve dediği de çıkmıştı… Bazıları buna tesadüf diyecektir; belki tesadüftü belki de değildi… Ki bana göre değildi, çünkü ben tesadüfe inanmam; biz sebebini bilemediğimiz şeylere tesadüf deriz… Hayatta tesadüflere yer yoktur… Tevafuklar vardır!
Rahmetli Bakanımızın yanında o gün Bakanlık Özel Kalem Müdürü Hüsamettin Korkmaz da vardı. –Kendisine selâm olsun!- Gün Sazak, Hüsamettin Korkmaz’a o gün yanımızda Koğuşumuzun bütün ihtiyaçlarını temin etmesini rica etti. Liste yaptık… Hüsamettin Bey hepsini tedarik edip, getirdi… Ve bu, Gün Sazak ne zaman Eskişehir’e gelmişse tekrarlandı… Hüsamettin Bey gelir, Gün Sazak adına bizi ziyaret eder ve Koğuşumuzun bütün ihtiyaçlarını temin ederdi… Bu, Gün Sazak şehit edilinceye kadar böylece devam etti!
Aslında yazılacak çok şey var! Özellikle Gün Sazak’ın Bakanlığını adam gibi yazmak lâzım, ama hem sütun sınırlı hem de çok iyi bir araştırma yapmak gerek ve doğrusu bu araştırmayı yapmış değilim. Keşke yapmış olsaydım… Gerçi buna teşebbüs etmedim dersem, bu doğru olmaz… Gün Sazak Suikastı’nı yazmak istedim, bir hayli araştırma da yaptım… Eşi Nilgün Hanımla İstanbul’daki evinde bir defa, oğlu Süleyman Servet Sazak’la Ankara’deaki bürosunda iki kere görüştüm; olurunu aldım, belgeleri istedim… Oğlu önce çok istekli davrandı, sözler verdi, ama sonra ne olduysa vazgeçer gibi oldu… İsteksizleşti, amiyane tabirle ipe un sermeye başladı… Ben de bundan vazgeçmek durumunda kaldım… Keşke yazsaydım!
Gün Sazak Müslüman’dı, Türk’tü, Ülkücüydü, demokrattı ve en önemlisi de ‘adam gibi bir adamdı!’ Bir anlamı var mı bilmiyorum, ama ben buna, iki cihanda da şahitlik ederim! Allah rahmet eylesin! İnşaallah bize de şefaat eder!
M. Metin Kaplan