Bir Köpeğin Hikayesi
Bir varmış, bir yokmuş…
Aslında hiç yokmuş da, Atalar der ya “ısıracak it dişini göstermez” diye; bu da öyle işte kah havlarmış, kah çemkirir!..
Köpek işte…
Bir zamanlar Yeniköy sırtlarında yalanırmış da ekmek kapısı çabuk dağılınca kapı bulmakta zorlanmamış…
Köpek “sadakat”tir, o da sadıktı, efendisinin peşinde, onun attığı kemiği kovalayarak ömür geçiren bir Tanrı yaratığıydı…
Yeniköy’dekinin etrafında yalanırken, efendi hocasına yalakalık yapayım derken ona kulübe veren “iki efendi olmaz, yallah!” deyivermiş…
Sokakta kalmaz tabii ki, iyi itin her zaman sahibi olurmuş; kalmamış açıkta…
Önce yeni bir kulübe vermişler. Sonra bir güzel yıkamışlar, sonra bir tas süt, bir parça kemik; hayatını idame ettirmeye tekrar başlamış…
Mutad olduğu üzere…
Köpekçik, o zamanlar pek ufak, yeni kulübesini öyle bir sahiplenmiş ki; ismine isim katmış yeni kapısında…
Tek isimli iken iki isimli oluvermiş; böylece olmuş “kendince” mahallenin çocuğu…
Zannetmiş ismime isim katarsam ben de girerim Çin sarayına...
Mahallenin misafiri iken eski sahibinden, kapısından kovalandığı yalının sahibine havlayarak olmak istemiş sokağın en gür sesli köpeği…
Hani meseldir, sesi gür çıkan hep ordaymış gibi görünürmüş…
O da öyle yapmış…
Lakin anlayamamış Yeniköylülerle eski köylüler arasındaki farkı…
Hafızası vardır bu mahallenin ve geçmiş önemlidir her ne kadar görmezden gelinse de…
Olamamış eski mahalleden bizim köpekçik. Çünkü “genetik” olarak uyuşmamış mahalle ile…
Mahalle sevmez her önüne gelene kuyruk sallayanı, bir kemik için her kapıya sürüneni…
Kurtla iti birbirine karıştıranı…
İyice çıldırmış bizim köpekçik…
Komşu mahallenin iti, çakalı ve sansarıyla bir olmuş eski mahallenin sahiplerine saldırmış…
Dalmış anlayacağınız, paçasına doğru…
Halbuki önündeki sütün de, ağzındaki kemiğin de sahibiymiş paçasına dalınan…
Yine nankörlük etmiş anlayacağınız…
Sonra mı?
Tekmeyi yemiş tabii ki…
Efendiliğini bozmayacaksın bu mahallede demiş eskiler, her şeyi üsluplu yapacaksın; efendi olacaksın yani…
Yemiş tekmeyi ya bizim köpekçik, onu da “şöhret”e tebdil edivermiş…
Tarihte var mıdır yediği dayakla meşhur olan; işte bizim köpek oluvermiş…
Yemiş ya tekmeyi, oluvermiş mahallenin “aksakal”ı…
Akıl vermeye başlamış çevreye, “kurt”luğun nasıl bir şey olduğunu öğretiyormuş köpek başıyla…
İnananlar da çıkmış tabii ki; hem de kurtların arasından…
“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” demiş eski mahalleli, nasihat etmiş Kurtlara; it ile aynı çuvala girilmez demiş de kimilerine inandıramamış…
“Kurt kurdun yanında olmalı, it ile çakal ile ne işi olur?” demiş de kimisine fayda etmemiş.
Doluvermiş hepsi birden aynı çuvala şimdilerde.
Bizim köpekçik olmuş mahallenin sözcüsü…
“Gözcü”lükten sözcülüğe tekamül etmiş bizim it…
Şimdilerde yine rahatsızlanmış bizim köpekçik.
Bitiyle piresiyle oynamayı bırakmış da, eski mahalleliye nasihat edermiş; birleşin gayri, ama sizi ayıran konağın sahibine isyan ediverin; sizi ayıran odur! …
Köpekçiği görenler lakin bilmeyenler bir şey diyor zannederlermiş de ondan “hoşt” demezlermiş…
Halbuki bilir mahallenin eskileri bu köpeğin cinsini…
Kemiği bitiverince başlar sağa sola havlamaya…
Sırtını okşayanlar önüne koyuverince sütünü kemiğini, gösterirlermiş havlayacağı kimseyi…
O da havlar dururmuş…
Köpek işte…
ASIL KONU ile AŞAĞIDAKİ CEVABIN KIYASLAMASINI SİZLERE BIRAKIYORUM DOSTLAR !...