AKP, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir.AKP dönemi karanlık ve kirli dönemdir
Mayın tasarısının, Yüce Divan’dan kurtulmak için hükümet tarafından çıkarılmaya çalışıldığını söyleyen Türkiye Partisi Genel Başkanı Şener’den, çarpıcı açıklamalar
AKP’den ayrılarak Türkiye Partisi’ni kuran Abdüllatif Şener, yolsuzluklarda AKP döneminin karanlık ve kirli bir dönem olduğunu belirterek “Siyasetin lekelendiği, yolsuzlukların yaygınlaştığı bir dönemdir” dedi. AKP’nin İhale Yasası’nda yaptığı değişikliklere dikkat çeken Şener, “Eğer bir ihale özel bir yasaya bağlanıyorsa orada temiz bir iş yoktur. Bunun sorgulanması gerekir” diye konuştu. Mayın tasarısının da Yüce Divan’dan kurtulmak için getirildiğini belirten Şener, Deniz Feneri ile ilgili iddiaların ürkütücü bir hal aldığını, ancak AKP hükümetinin bu konuda adım atmamasının düşündürücü olduğunu söyledi. Şener, “AKP, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir” görüşünü dile getirdi.
AKP’den ayrıldıktan sonra başlattığı “Yeni Oluşum Hareketi”ni partileştiren Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, çarpıcı açıklamalar yaptı. Şener Cumhuriyet'e konuştu:
- Neden yeni bir parti kurma gereği duydunuz?
- 2007 seçimlerinde milletvekili adayı olmayacağımı açıklamıştım. Yaptığım bu açıklamada bunun siyaseti bırakmak anlamına gelmediğini de belirtmiştim. O günlerde gerçekten milletvekilliğini bıraktıktan sonra yol haritamın ne olacağı konusunda kafamda şekillenmiş bir şey yoktu. Parlamentoya ara verir bir üniversitede hocalık yaparım, o arada düşük bir tempoyla da olsa siyasetle de ilgim devam eder diye düşünmüştüm. Düşündüğüm gibi başladım. Milletvekilliği, bakanlık geride kaldı, üniversitede hocalık yapmaya başladım. Fakat siyasi tempo beni bırakmadı. Üniversitedeki odam adeta bir siyasi parti bürosuymuşçasına siyasi taleplere, beklentilere dayalı yoğun ziyaret alanı haline dö nüştü. Ve bu süreç beni sürekli siyasete çekiyordu. Siyasetin gidişi hakkındaki düşüncelerimi yeniden kurgulamama yol açıyordu. Nihayet aylar süren bu yoğun siyasi trafikler neticesinde aradan pek çok olay geçmişti siyasetle bağlantılı, ülkede önemli sorunlar, ayrışmalar meydana gelmişti. Yeni bir siyasi partiye ihtiyaç olduğunu düşündüm. Siyaset alanındaki kavgalar artmıştı, ayrışmalar artmıştı. Kurumlar arasındaki güven her geçen gün daha fazla tahrip olmaktaydı. Ve bir taraftan ekonomik sorunlar, diğer taraftan Ortadoğu’da, tüm bölgemizdeki dış siyasi gelişmeler, Türkiye’nin teröre ve etnik ayrımcılığa dayalı sorunları yaşadığımız siyasi havanın ülkeye zarar verdiği konusunda düşünmeme yol açtı. Eski siyaset tarzını değiştirmeden bu ülke düzelmez diye düşündüm.
‘Başbakan’ın izlemiş olduğu tarz, soğuk savaş tarzıdır’
- Başbakan Erdoğan, konuşmalarında eski siyaset tarzını eleştirirken, partisinin yürüttüğü politikalarla bu tarzı değiştirdiğini savunuyor. Siz buna katılıyor musunuz?
- Buna hiç katılmıyorum. Başbakan’ın izlemiş olduğu tarz, soğuk savaş tarzıdır. Soğuk savaş tarzını geleceğin Türkiye’sine dayatmaya çalışmaktadır.
- Parti programınızda yolsuzluklarla mücadele edeceğinizi söylüyorsunuz. AKP’den yolsuzluklarla etkin mücadele edilmediği için mi ayrıldınız?
- Bu yanlış bir soru oldu, ne mücadelesi. Yani bu geçen dönem Türkiye açısından karanlık bir dönemdir. Kirli bir dönemdir. Siyasetin lekelendiği bir dönemdir. Yolsuzlukların yaygınlaştığı bir dönemdir. Ancak parlamento çoğunluğu Türkiye’de her türlü ayıbı örtmeye yetmektedir.
- Siz AKP hükümetinde uzun süre bakanlık yaptınız? Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bir süre size bağlıydı? AKP döneminin karanlık ve kirli olduğunu söylüyorsunuz, buna tanık olduğunuz bazı olaylar mı oldu? Bazı özelleştirme kararlarına imza atmadınız...
- Yolsuzluklarla bağlantılı olayları seçim öncesi tartışmalarda bile görebilirsiniz. 29 Mart seçimleri öncesinde hep gündemde imar değişiklikleri vardı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan imar değişikliklerinin toplamı kadar imar değişikliği yapıldı.
Defalarca ifade edildi, 5 bin civarında imar değişikliği, 250 milyar dolarlık rant değişiminin sadece son 5 yılda İstanbul’da gerçekleştiği ifade edildi, bu tartışıldı. Ama bunu yapanlar düzeltme ihtiyacı bile duymadılar. Ve buna rağmen de oylarını arttırdılar. Onun dışında Türkiye’de kamu ihalelerinin nasıl yapıldığıyla ilgili karanlıklar var. İhale Yasası’nda bu kadar değişiklik yapan siyasi iktidar gelmemiştir.
Ve hep değişiklikler de İhale Yasası’nın düzgün ihale yapmasını sağlayacak maddelerine yönelik olarak gerçekleşmiştir. Birçok kamu ihalesi özel yasalara bağlanmıştır. Genel yasalarla yapılacak şeyleri özel yasalarla dağıtmaya başlarsanız onu mutlaka sorgulamalısınız. İşlerin düzgün gitmediğine inandım.
Temiz gitmediğine inandım, ülke ihtiyaçlarına uygun bir hükümet etme tarzının var olmadığına inandım. Bu tarzın Türkiye’ye faydalı olamayacağına, zarar vereceğine inandım.
‘Amaçları Yüce Divan’dan kurtulmak’
İşte son mayınlı araziyle ilgili ihale, özel olarak yasaya bağlanmak suretiyle verilmeye çalışılıyor. Bu konularda yasa çıkarmak doğrudan doğruya Yüce Divan’dan kurtulmak için yapılır.
- Mayın temizleme ihalesinin İsrail’e verileceği yönünde iddialar ve bu konuda yoğun tartışmalar var...
- Prensip olarak ben herhangi bir ekonomik alışverişi işlemi özel yasaya bağlanıyorsa orada yolsuzluk olduğu kanaatindeyim. Yabancı firmaya üstelik bölgede sıcak çatışmalar halinde İsrailli bir firmaya 44 yıllığına arazinin verilmesi Türkiye açısından diğer bölge ülkeleri açısından ciddi güvenlik sorunlarını birlikte taşıyacaktır, yanlıştır. Güvenlik konseptini dikkate alan, altı su ve petrol dolu, üstü bâkir ve verimli topraklardan oluşan bir bölgeyi 44 yıllığına yabancılara devrederken bu kadar patavatsızlığı kimse yapamaz. Ama başbakan zorluyor, Meclis’in iradesini aşarsa yapar da bunu. Yasalara bağlanan şeyleri temiz işler olarak görmüyorum.
- Geçen yıl türbanla ilgili anayasa değişikliği yapıldı. Sizin laiklik ve türban tartışmalarına bakışınız nedir?
- Türkiye’de temel bir yanlış var. O yanlış hep ayrışacağımız konular aramak. Üzerinden kavga yapacağımız sorunlar üretmektir. Bu soğuk savaş döneminden kalma eski siyasetçiler.. siyaset tarzlarıyla da bu işe bayılıyorlar. Sonunda çok doğal olarak kendi kulvarında sorun oluşturmayacak konular mevcut siyaset tarafından bugüne kavga alanı olarak taşınmıştır.
Laiklik ve inanç özgürlükleriyle ilgili konular bunlar. Ve geçen birkaç yıllık döneme baktığımızda da bunu açıkça görüyoruz. Yoğun bir kavga ve kördüğüm haline gelmiş konular var. Bizim bakışımızda her şeyden önce toplumsal barış var, kurumlar arası güven var.
Yani öncelikle Türkiye’nin normalleşmesi lazım. Türkiye bu kavramlar üzerinden kavga yapma alışkanlığını terk eder, paylaşmaya başlarsa, kurumlararası güven tesis edilirse bu herkes için faydalı sonuçlar ortaya çıkarır. Bu bağlamda laikliği bir kavga alanı olarak görmek sadece Türkiye’ye özgü, Türk siyasetine has bir durumdur. Laiklik bir toplumsal barış ilkesidir. Laik toplum düzeni ülkedeki herkes için güvencedir. Dindar insanın kendi dindarlığını, ateist insanın kendi inançsızlığını yaşayabildiği bir ortam demektir. Onun için bir barış ortamıdır.
- Siz üniversitelerdeki türban sorununu nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?
- Başörtüsü ile eğitim hakkından yararlanma talebini AKP iktidarı tahrip etmiştir. Konu üzerine siyaset yapmıştır. Anayasa Mahkemesi’nden iptal edileceğini bile bile konunun üzerine gitmiştir. Başörtüsü, türban konusu üzerinden kavga yapmak suretiyle kimlik gösterisi yaparak oy avcılığına soyunmuştur. Neticede hak etmediği halde o kesimdeki oylarını pekiştirmiş, fakat dindar insanların bu taleplerini çözülmez hale dönüştürmüştür. Dünyada böyle bir siyaset tarzı hiçbir yerde yoktur. Düşünün bir siyasi parti belli bir kitlenin taleplerini tahrip ederek o kitlenin oylarını alıyor. AKP iktidarı bilinçli olarak başörtüsü ile eğitim hakkını çözülemez hale sokmuştur, bunu yaparken de kimlik kavgasıyla zarar verdiği kitlelerin oyunu almıştır. Aslında bu süreçte samimiyet testinden geçmiş, ancak sınıfta kalmıştır.
‘AKP, muhafazakâr bir parti değil’
- Başbakan Tayyip Erdoğan, ekonomik krizin Türkiye’yi teğet geçeceğini söylüyor. Alınan önlemler yeterli mi?
- Ekonomik kriz var mı yok mu? Krizin tanımlarına bakmak lazım. Halbuki kriz konusunda daha geniş kabul görmüş tanımlamalar vardır. Ve bütün kriz tanımlamalarının altında şu yatar. Ekonomik büyüme trendi durmuşsa ve ekonomi küçülmeye başlamışsa bu bir krizdir, bu nettir, tartışılamayan ortak kanaattir. Şimdi baktığımızda ne görüyoruz, Türkiye’de kriz görüyoruz. 2008 yılının 4. çeyreğinde ekonomi 6.2 küçülmüştür. 2009’un ilk çeyreğinde küçülme oranının yüzde 10’un üzerinde olabileceği resmi ağızlardan ifade edilmiştir. Dünyanın hangi ülkesinde bu kadar büyük bir küçülme var? Bu kriz değilse kriz olan ne? İşsizlik aynı şekilde korkunç artış gösteriyor. Sanayi üretimi endeksi, her ay sürekli küçülüyor. Ama ekonomide bahar havaları estiriliyor, hiçbir yerde görmeyeceğimiz tiyatrolar sergileniyor. Bütün sektörler küçülüyor. Ortada hiçbir tedbir yoktur. Paket diye açıklanan şeyler sadece aldatmadır.
‘En büyük felaket AKP’dir
- Ülke ekonomisinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
- Dünya ekonomisi yeniden yapılanıyor. Bu arada Türkiye ekonomisi de yeniden yapılanıyor. Mevcut iktidarın elinde Türk ekonomisi kendi ihtiyaçlarına göre değil gelişmiş ekonomilerin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılanıyor. Bir iktidar düşünün ki, kendi ülkesinin ve kendi halkının ihtiyaçlarına uygun bir yeniden yapılanmayla krizden çıkışı yöneteceği yerde kriz sonrasını bile gelişmiş ekonomilerin ihtiyaçlarına göre şekillendiriyor.
Bir ülkenin başına bundan daha büyük bir felaket gelemez. Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket AKP’dir.
AKP, muhafazakâr bir parti değildir. Türkiye’yi geçmişteki hiçbir iktidar küresel dalgalara bu kadar terk etmemiştir. Türkiye, AKP iktidarının elinde süratle her konuda erozyon etkisine girmiştir. Ekonomi tahrip oluyor, değerlerimiz yok oluyor. Benliğimiz, kimliğimiz, algılarımız bozuluyor. Sanki mevcut iktidar bir misyon üstlenmiştir, bir görev üstlenmiştir. Bu görev Türkiye’yi kendi değerlerinden, menfaatlarından uzaklaştırmaktır.