UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

UlkuGulu.Hareket-Forum.Net

ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz
 
TÜRK TARİHİNDE KADIN HÜKÜMDARLAR Anasay11AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 TÜRK TARİHİNDE KADIN HÜKÜMDARLAR

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
AsenA_03
BozKurt
BozKurt
AsenA_03


Kadın
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 632
Doğum Tarihi Doğum Tarihi : 20/11/88
Yaş Yaş : 36
Nerden Nerden : ERGeNeKoN
İş-Meslek İş-Meslek : DaVa MiLiTaNI
İsim İsim : cCc_KIZIL_ELMA_cCc
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/11/09

TÜRK TARİHİNDE KADIN HÜKÜMDARLAR Empty
MesajKonu: TÜRK TARİHİNDE KADIN HÜKÜMDARLAR   TÜRK TARİHİNDE KADIN HÜKÜMDARLAR Icon_minitimeSalı 3 Kas. 2009 - 20:27

1- TOMRİS KAAN
Yüce Kaan Tomris Hatun, Hz. İsa'nın doğumundan önce, Altıyüzüncü Yılda Türklerinin hükümdarı idi. Bu sıralarda İran'da da Ahamenid sülalesi hakim bulunuyordu. Bu sülale zamanında İran orduları birkaç defa Doğuya doğru saldırarak Türklerle savaşmışlardı.
Tomris'in hükümdarlığı zamanında. İranlıların basında Kirus adında bir hükümdar bulunuyordu. Bu hükümdar önceleri Saka Türkleri ile çarpışarak onları yenmiş ve Batı Türkleri'nin güney kısımlarım ele geçirmişti. Bu savaşlardan on yıl kadar sonra Kirus, Peçeneklere de saldırdı. Harbin sebebi, Kirus'un Tomris'le evlenmek istemesi ve Peçeneklerin kadın başbuğunun bu isteği reddetmesi idi. Tabii bu sebep, o çağlardaki usullere göre çok önemli idi. Çünkü, Tomris, İran hükümdarı ile evlendiği takdirde, hükümdarı bulunduğu ülkeler de, Kirus'un eline ve dolayısıyla İranlılara geçmiş olacaktı. işte, teklifi,. Türklerin kadın Sakam tarafından geri çevrilince, esasen kan dökücü bir insan olan Kirus, çılgına döndü ve kendisiyle evlenmeği kabul etmeyen bu kadın hükümdarın cezasını vermeğe karar verdi. Kirus önce, Tomris'in oğlunun emri altındaki Türk öncü kuvvetiyle karşılaştı ve onları bozguna uğrattı. Tomris'in oğlu düşmana yenilmenin verdiği yasla kendi, kendini öldürdü. Bu savaşı kazanan ve gözleri dönmüş olan Kirus, Türk Hakanı Tomris hatunun da üzerine yürüdü. Türklerle, İranlıları bir kere daha karşı-karşıya getiren bu savaş, pek kanlı oldu. Önce her iki taraf birbirlerine ok atmaya başladılar. Bu oklaşmalar öyle şiddetli oldu ki, iki taraftan yaralanmayan hemen hiç kimse kalmadı.

Böylece gayet kanlı bir başlangıçtan sonra, ordular mızrak ve kılıçlarla göğüs göğüse geldiler. Türklerin kadın başbuğu ile İranlıların erkek hükümdarının idare ettiği bu müthiş savaşın sonu çabuk geldi. Her vuruşmada olduğu gibi, bunda da zafer kartalı, kahramanlık, askerlik kabiliyeti ve zekada üstün olan tarafın esiri oldu. Savaşı Türkler kazanmıştı. Yüce Türk Kaanı Tomris Hatun hem milletinin ve yurdunun mukaddes sevgisiyle ve hem de savaşta yenildiği için hayatına kıymış olan sevgili oğlunun, gönlüne saldığı büyük acı ile dövüşmüştü ve başardığı bu kahramanca dövüşle. İran ordusunun büyük kısmım cansız olarak yere sermiş olmakla beraber, Ahamenid sülalesinin azgın hükümdarı Kirus'u da telef etmişti.

Kirus hayatında çok kan akıtmış bir hükümdardı. Bunun için, kahraman Türk kadını Tomris, bu kan akıtıcı adama, dünyaya ibret teşkil edecek bir muamelede bulundu ve Kirus'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak "hayatında kan içmeğe doymamıştın, şimdi, doya, doya iç!" dedi. Bu hadise yüz yıllarca dünya milletlerinin dillerinde söylendi durdu ve bugüne kadar ulaştı.

İşte Tomris hakkında tarihin verdiği mevsuk (kaynak) bilgiler bundan ibarettir. Geri kalan birçok hususlar efsanelerle karışmakta dır.
Bu zaferin kazanılması büyük bir hadisedir. Çünkü Tomris, o sırada sadece Türklerin bir kısminin, yani yalnız Peçeneklerin hükümdarı bulunuyordu ve kumanda ettiği kuvvetler, bu bakımdan mahduttu. Diğer taraftan Ahamenid hükümdarı ise, butu İran'ın hükümdarı idi ve ordusu nispet kabul etmeyecek kadar büyüktü. Üstelik bu hükümdar bir erkek ve karşısındaki ise bir kadındı. Fakat bu kadın. Sadece bir kadın değil, bir Türk kadını idi ve bu kadın, kendisiyle izdivaç ederek, milletinin ve vatanının hürriyetine istiklaline kasteden kan dökücü bir adama karşı yılmadan dövüşmüştü.

Kahraman Tomris, mazimizin göklerin süsleyen şanlı bir yıldızdır.

Bu şanlı kadın, bütün Türk kadınlarına örnektir...





2) RAZİYE BEGÜM SULTAN

Dehli sultanı. Babası Şemseddin İltutmuş, annesi Terken Hâtundur. Sultan Şemseddin İltutmuş tarafından, 1232 yılında Dehli tahtına veliaht tâyin edildi ve devlet adamları da bîat etti. İltutmuş’un iki oğlu varken, kızı Râziye Sultanı Dehli tahtına veliaht tâyin etmesi; aklı, zekâsı, halkın sevmesi ve saraydaki idârî hareketlerindendir. Fakat babasının 1236’da vefâtıyla, kardeşi Rükneddîn Fîrûz Şâh, Dehli Sultanı îlân edildi. Fîrûz Şâhın devlet idâresiyle alâkadar olmaması üzerine, tahttan indirilip, Râziye Begüm, Dehli Sultanı oldu.
Râziye Begüm Sultan, 1236’da Dehli tahtına sâhip olunca, babasının hastalığı ve kardeşi devrinde ihmâle uğramış ve ortadan kakmış an’ane ve âdetleri tekrar canlandırdı. Ülkede âdil bir îdare kurup, ihtiyâç sâhiplerine cömertçe ihsânlarda bulundu.
Râziye Sultanın saltanatı devrinde, Hindistan’daki Râfizîlerden Karmatîler ve Mülhidler zümresi faaliyetlerini arttırdı. Bozuk din mensubu Karmatî ve Mülhidler, Nur-Türk liderliğinde isyân edip, Sind bölgesinden, Con ve Ganj nehirleri kıyılarından gelerek, Dehli’de toplandılar. Nur-Türk’ün, Ebû Hanîfe ve İmâm-ı Şâfiî hazretleri ile mezhep mensuplarının aleyhinde bulunmaları, sapıkların Cumâ günü Dehli’deki Câmi-i Mescid’e, Muizzi Medresesine silâhla girmeleri ve katliam yapmaları üzerine, tedbir alındı. Âsî Karmatîler, ordunun ve halkın desteğiyle Nur-Türk ve pek çok taraftarı öldürüldü. Dehli, âsîlerden ve bozuk din mensuplarından temizlenerek, emniyet ve huzur sağlandı.
Râziye Sultan, 1238 yılında Gvalyar Seferine çıktı. Gvalyar’da ordu ve ihtiyâç sâhiplerine bol bahşiş ve ihsânlarda bulunup, hediyeler dağıttı. Görev vermede hassâsiyetle hareket edip, kıymetli âlimleri Dehli’deki Nâsıriyye Medresesine tâyin etti.
Râziye Begüm Sultanın hükümdârlığını, Türk asıllı kumandan ve beyler çekemeyerek, 1240’ta tahttan indirip, kardeşi Behrâm Şâhı Dehli Türk Sultanlığına getirdi. Râziye Begüm Sultan ise, hapsedilmek üzere Taberhinde Kalesine gönderildi. Buradayken, Melik İhtiyârüddîn Altuniyye ile evlenen Râziye Begüm, büyük bir kuvvetin başına geçti. Nitekim Melik Altuniyye’nin birlikleri yanında Gakhar, Catvan ve diğer yerlilerden topladığı askerlerle, 1240’ta harekete geçerek, Dehli tahtını tekrar ele geçirmek üzere hareket etti. Dehli’den Melik İzzeddîn Muhammed Sâlari ve Melik Karakuş da Râziye Begüm Sultanın kuvvetlerine katıldı. Behrâm Şâhın ve Râziye Begüm Sultanın orduları Kaytal’da karşılaştı. Mağlup olan Begüm Sultan, esir olmamak için savaş meydanından uzaklaştı. Hindû bir rençber, Râziye Sultanı, zîneti için öldürüp, tarlaya gömdü. Hindû rençber, mücevherlerle işlenmiş elbiseleri satarken, çarşıda yakalandı. Soruşturmalar netîcesinde Râziye Begüm Sultanın mezarı bulundu. Râziye Begüm Sultan, bozuk din mensuplarına karşı mücâdele ettiğinden ve âdil, cömert ve cesur olduğundan, âlimler ve Dehlililer tarafından kendisine çok hürmet edilirdi. Cesedi tarladan çıkarılarak, muhteşem bir dînî merâsimle defnedilip, Con Nehri kenarındaki mezarının üstüne türbe yapıldı.
Râziye Begüm Sultan, Türk İslâm târihinde ender rastlanan, ilk kadın sultandır. Batıdaki nümûnelerinin dışında, ahlâksızlığa ve saray entrikasına düşmeden hükümdârlık yapıp, devlete ve millete çok hizmet etti. Adâleti, cömertliği, ilme, âlimlere ihsânı ile meşhurdur. Dehli’de kestirdiği paralarda “Umdetü’n-Nisvân Melike-i Sultan Râziye binti Şemseddîn İltutmuş” diye yazılıp, “Râziyetü’d Dünyâ ve’d-Dîn” ve “Belkıs-i Cihân” unvânlarını taşıyordu. Râziye Begüm Sultan giyimine çok dikkat eder, erkek elbisesi hiçbir zaman giymez ve yüzüne de nikap takardı.





3)SÜYÜNBİKE HAN :KAZAN HANI


“Nıgıtkılar üstüne çıgıp Uruslarını kördü Süyün Bike özü dahi suguş içine kirdi Tatar topcularıga özü de kumanda birdi.”
(Surlara çıkarak Rusları gördü Süyün Bike kendisi bile savaşa girdi. Tatar topçularına kendisi de kumanda etti.)
Bundan 450 yıl kadar önce bir Şubat günüydü. 60.000 kişilik bir Rus ordusu Kazan kalesine karşı hücuma geçmişti. Tarih, 1550 yılı Şubatının 13'ü idi. Kazanlılar şehirlerini kahramanca müdafaa ettiler. Surların altı kapısı vardı. Han, Atalık, Tümen, Kabak, Muralı ve Kırım kapıları diye anılan bu kapılarda kanlı savaşlar oluyordu.
Kapıların her biri Mamay Bek, Nurali Mirza, Kuzıcak Oğlan (Oğlan Han neslinden gelen prens han anlamında) Çora Batır, Ak Muhammed Oğlan, Kul Muhammed Seyyid, Barbolsın Atalık Biybars Bek gibi kumandanlar tarafından korunuyordu.
Süyün Bike de savaş yerinde diğer kahramanlardan geri kalmadan savaşıyordu.
Rusların da tarihlerinde uzun uzadıya bahsettiği, hakkında yazılan piyeslerin Moskova'da yıllarca afişte kaldığı Süyün Bike, Nogay Mirzalarından Yusuf Mirza'nın kızıydı. Nogaylar, Kazanlılar ve Ruslar arasında hem bilgisi hem güzelliği ile tanınmıştı.
1532 yılı yazında Kazanlılar, Safa Giray Han'ı Kazan Hanlığı'ndan ayırıp yerine Can Ali Han'ı getirdiler. Can Ali, Kazan Hanı gibi görünüyordu. Fakat aslında hanlık işlerinin çoğunu Vasili'nin buyruğuna göre yütürüyordu.
1533 yılında Can Ali Han, Süyün Bike ile evlendi. Bu olay iki yurt arasında yakınlık meydana getirecekti.
Can Ali Han, Rus Knezi'nin buyruğundan çıkmadığı için Kazanlılar ondan memnun değildi. 1535 yılında isyan ettiler. İsyan, Can Ali Hanın ölümü ile sonuçlandı.
Kazanlılar tekrar Safa Giray'ı han yaptılar. Can Ali'nin dul eşi Süyün Bike, hem nüfuzlu hem de çok güzel bir hanımdı. İkisinin evliliği ülkeye politik yönden faydalı olacaktı.
Safa Giray Han zamanında Kazan'ı işgal etmeye niyetlenen Rus orduları 3-4 defa büyük yenilgiye uğratıldılar. Kendisinin Ulu Yurd Hanı olduğunu bilen Safa Giray, Rus Knezlerinin buyruğunca yürümeyip diğer hanlarla birlikte hareket ediyordu.
Süyün Bike ile Safa Giray 1547'de dünyaya gelen oğullarına Ödemiş Giray adını koydular.
1549 yılında Safa Giray Han öldü. O sırada iki yaşında olan küçük oğlu Ödemiş Giray, Han ilan edildi. Safa Giray'ın birinci hanımından Bölek Giray isimli bir oğlu daha vardı. Ama Kırım vilâyetinde olduğundan küçük oğlu han seçilmişti.
Ödemiş Giray Han küçük, vasisi de bir kadın olduğundan Moskova Knezi İvan'ın Kazan'ı alma zamanı geldi diye hazırlanmaya başlayacağını bilen Kazanlılar, iş başında muktedir bir er bulunmasını lüzumlu gördüler. Safa Giray'ın büyük oğlunun hanlık işlerine bakmasını temin için Kırım'a elçi gönderdiler. Ruslar elçilerin üzerine hücum edince mektup Rusların eline geçti.
Ödemiş Giray henüz bebek denecek yaşta olduğu için hanlığının bütün işlerine Süyün Bike bakıyordu. Bu sırada Kazanlıların Ruslarla arası iyi değildi. 1549 yılı Mart ayında Kazanlılar Morum üstüne baskın yaptılar.
Safa Giray Han'dan kaçıp Nogay yurduna sığınmış olan beyler İvan'a mektup yazıp Kazan'a hücum etmeye teşvik ediyorlardı. İvan'ın istediği de buydu. Her iki taraf hazırlanıp buluşarak 13 Şubat 1550'de Kazan önlerine geldiler. Çetin savaşlar oldu.
Kazan halkının kahramanca müdafaası karşısında 25 Şubat'ta İvan, Kazan kuşatmasını kaldırıp Moskova'ya dönmek zorunda kaldı.
1551'de Ruslar Kazan'ı yeniden muhasara etti. O sırada Kazan halkı arasında rekabet çoğalmış, dıştan yollar tutulmuş, içerdeki asker miktarı azalmıştı. Ödemiş Giray Han, beşikte hiç bir şeyden habersiz yatıyordu. Süyün Bike hem oğlunun hem Kazan halkının harap olmasından korkuyor, her türlü çareye başvuruyordu.
Kazan Mirzaları teslim olmayı düşündükleri halde Kırım mirzaları savaş taraftarı idiler. Halka Kırım, Nogay ve Asterhan'dan yardım geleceğini vaad ediyorlardı.
Kırım Mirzalarının Kazan halkından tamamiyle ümitleri kesildikten sonra kendi aralarında belki Osmanlılardan yardım temin edebiliriz diyerek anlaşıp Kazan'dan ayrıldılar. Lakin onlara kurtuluş nasip olmadı. Kahramanca savaşmalarına rağmen yolda pusu kuran Ruslar tarafından öldürüldüler.
Kırımlılar gittikten sonra artık tamamıyle ümitleri kırılan Kazanlılar İvan'a elçi gönderip sulh istediler.
İvan'ın Kazan elçilerine bildirdiği şartların en önemlisi, “Süyün Bike, Ödemiş Giray Han ve bunların tarafını tutan Kırımlılarla, onların çocuklarının esir sıfatı ile Moskova'ya gönderilmesi” dileğiydi.
Anlaşma gereğince Ruslar, Süyün Bike'yi almaya geldiği zaman Süyün Bike Kazan Beylerine bir şey söylemedi. Madem ki Kazan halkının rahat yaşaması için başka çare yoktu, öyleyse Moskova'ya gidecekti.
Süyün Bike'nin üzüntüsü herkese tesir etti. Bütün şehir halkı ağlıyordu. Süyün Bike Kazan'dan ayrılmadan Safa Giray Han'ın mezarını ziyaret edip helallaşmak istedi. Kabrin yanına varınca başındaki altın başlığı yere bıraktı. Büyük bir üzüntü içinde onunla güzel ve ikballi günler geçirdiğini, şimdi Moskova'ya esir gitmekte olduğunu söyleyip ağladı.
Süyün Bike kendisi için hazırlanmış olan araba ile nehir kıyısına kadar gitti. Kıyıda Süyün Bike'yi alıp gidecek olan gemi bekliyordu. Geminin ortasında Süyün Bike'nin oturmasına ayrılmış süslü bir bölüm vardı. Süyün Bike kendisi ile gemiye kadar gelenlerle gönülden helallaştı.
Esirleri götüren gemiler hareket edince halk da nehrin iki yanından ilerlemeye başladı. Süyün Bike'nin gidişi Kazan halkına çok dokunmuştu. Onu şimdiden özlemişlerdi.
Süyün Bike şu sözlerle Kazan'a veda etti:
“Kazan... Ey, kanlı, kaygulu şehir, başından tacın düştü, şimdi kul oldun, senin büyüklüğün mazide kaldı. Her ülke iyi bir padişah ile idare edilir ve asker ile saklanırsa o memleketi senden kim alabilir. Senin güçlü Hanın öldü. Beylerin güçsüzleşti. Sana yardım etmedi. Bu yüzden sen çekildin. Nerede senin sevinçli günlerin? Nerede senin oğlanların, beylerin, mirzaların, sana bağlı olanlar, büyükler? Nerede senin iyi hatunların, güzel kızların? Onların şarkıları nerede? Hepsi yok oldu. Yalnız onların ağlaması ve öksüzlüğü kaldı. Sende bal ağaçları ve soğuk pınarlar vardı. Onun yerine şimdi kanlar ve göz yaşları akıyor.”
11 Ağustos 1551'de Kazan'dan ayrılan kafile, 5 Eylül'de Moskova'ya ulaştı. İvan onu büyük bir hürmetle karşıladı.
Mağlup olan Kazanlıların başına yeniden Şeyh Ali Han tayin edildi. Kazan, artık İvan'ın isteklerine göre idare ediliyordu. Kazanlılar Şeyh Ali'den memnun değildi. İvan'a elçiler gönderip onun yerine bir kalgay (han naibi) gönderilmesini istediler.
Hiç bir zaman sakin duramayan Kazan, Şeyh Ali gittikten sonra da sakin duramadı. Buna çok kızan İvan, intikam fikri ile Kazan'a yürümeye karar verdi. Kısa bir müddet içinde asker hazırlayıp Kazan'a hücum etti.
10 Ekim 1552'de Kazan'ı aldı. Şeyh Ali'nin Kazan’ı istilası konusunda İvan'a çok yardımı olmuştu. İvan onu memnun etmek istiyordu. Bu sebeple onu Süyün Bike ile evlendirdi.
Şeyh Ali, hem Rus taraftarı hem de çok sevimsiz biri olduğundan Süyün Bike onu beğenmiyordu. Bu hal Şeyh Ali'yi çok kızdırmıştı. Onun için Süyün Bike'ye karşı çok sert hareket etti.
1553 yılı yazında Şeyh Ali'nin Süyün Bike'yi işkence ederek öldürdüğüne dair şayia çıktı. Ailesi çok meraklandı. Araştırma için Kasım şehrine gittiler.
Şeyh Ali'nin Süyün Bike'ye kötü muamele ettiği doğru ise de öldürdüğü doğru değildir. Giden elçiler onu sağ salim olarak görmüşlerdi. Bu tarihten sonra Süyün Bike hakkında hiç bir haber alınamadı.
Onun nerede ve hangi sene öldüğü kesin olarak bilinmiyor. 1554 yılından sonra Kasım şehrinde vefat ettiği tahmin edilmektedir.
“Süyün Bike belki de Şeyh Ali'ye varmamış, zevci Safa Giray'ın yokluğu ve oğlu Ödemiş Giray'ın hasretine dayanamayarak vefat etmiştir” diyenler de vardır.
Diğer bir görüşe göre ise, 1558 yılında 58 yaşında iken vefat etmiş olması kuvvetle muhtemeldir



4)DİLŞAD HATUN (İPAR HANIM)

(Ayrıca, Çinlilerin adlandırdığı "ŞİANG - FEİ" Güzel kokulu Prenses)

Yıl 1756...Türkistan, iç savaşın eşiğinde, felakete doğru adım adım yaklaşmaktadır. Ülke beylerinden Kuçar Beyi Hocası bey ile Hoten Beyi Hoşköpek saltanat sevdası ile (ülke yönetiminde bulunan Davaçiye karşı savaş açmış, alabildiğine kavgasını sürdürmektedir, hatta bu durum, öyle bir boyuta ulaşmıştır ki zamanın Çin İmparatoru olan Chi-En-Lung'dan hasımlarına karşı yardım bile istemişlerdir. Böylece, hiç farkına varmadan ülkelerinin nasıl bir çalkantı içinde olduğunu düşmanlarına adeta açıklamış olurlar. Durumu değerlendiren İmparator hemen, hiç zaman yitirmeden büyük bir ordu ile Türkistan üzerine yürür. Zira, nicedir, Türkistan'ı kendi topraklarına katma hayali içindedir. Bu nedenle kendisine güzel bir fırsat doğmuştur. Ordusunun başına güçlü bir komutan olan Şao-Hui'yi getirir... güçlü olduğu kadar da haşin...
Ordu, Türkistan sınırlarında görüldüğü zaman, tüm Türkistan,bu beklenmedik saldırı karşısında şaşırıp kalır, hele yardım isteği ile kapılarını çaldıkları bu kimselerin, kılıçla karşılık vermesi, beyleri yıkar, perişan eder. Halkın şaşkınlığı, beylerin ise hayal kırıklığı devam ederken, Şao-Hui, saldırıya geçer. Türkistan ordusu da ister istemez saldırıya yanıt verir. Halk, yediden yetmişe cepheye dökülür. Nedenini bile bilmediği bu savaş karşısında kendini kahramanca savunur. çetin bir savaş olur. Ancak, düşmanın çokluk olması ve hele Şao-Hui'nin kıyıcı tutumu karşısında öyle bir an gelir, en sağlam imamları bile yıkar. Öyleki bir çok yerde, halk dövüşmeden teslim olma durumunda kalır.
Fakat beylerin bazıları, Hoca Burhanettin'in kardeşi. Hoca Cihan.eşi Dilşad Hatun, Davaçi ve yakınları düşmana teslim olmayı kesinlikle kabul etmez, iki yıl canhıraş bir halde savaşırlar. Bu arada, bir çok yakınlarını yitirirler.
Ama, Şao-Hui'nin kıyıcı tutumu karşısında, daha fazla direnmenin mümkün olamayacağını görerek İran’ın Bedehşan Emirliğine sığınmaya karar verirler. Büyük bir kafile ile Künlün dağını aşarak Bedehşan'a gelirler. Ancak, Bedehşan Emiri AIİ Şah gelenleri kabul etmekte pek İstekli davranmaz. Çünkü, geçmiş yıllarda, zaman zaman Türkistan beyleri ile sorunlar yaşamıştır. Sınırda yığılmalar olur.
Durumu haber alan Şao-Hui,hemen ordusu ile gidenlerin ardına düşer ve orada bulunanların yarısını biçer.Durumdan dehşet duyan Şah AH kalanlara kapılarının ardına kadar açar.Böylece, Dilşad Hatun eşi Cihan ve Davaçi ile birlikte bir çok Türkistanlı Bedehşan'a sığınmış olur. Geride ise, kanlı bir arenayı andıran korkunç savaş sahneleri kalır.
Şao-Hui, katliamı basan olarak görerek bunu tescil etmek ve İmparatoruna sunmak için, şah Ali'den Cihan'ı ve Davaçi'yi vermesini ister. Hem de diri olarak...Şah Ali.böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söyleyerek onu reddeder.
Ama,Şao-Hui,baskıya yeltenince. Emir, sonunda çaresiz kalarak beylerin,sadece başlarını verebileceğini, çünkü, İslam dininin buna cevaz vermediğini söyler.Başlar, Çin'e götürülür ve orada birer kılıcın ucuna takılarak halka teşhir edilir.
Geride kalan Dilşad Hatun ve Davaçi'nin eşi, tüm bunlardan habersiz, merak içinde eşlerini beklemektedir. Aylar sonra, Komutan Şao-Hui, yeniden emirliğinde belirir. Bu kez imparatorun buyruğu üzerine Dilşad Hatun'u götürmek ister.
Zira, Dilşad Hatun'un güzelliği ve kahramanlığı, kendisine öyle anlatılmıştır ki İmparator, görmeden ona aşık olmuştur.
Şao-Hui, ayağının tozu ile Şah Ali’nin huzuruna varır ve Dilşad Hatun'u Çin'e götürmek istediğini söyler. Şah Ali vermemek için direnir. Ama komutan ne yapıp yapıp imparatorun buyruğu yerine getirmek azmindedir. Çareler arar. Bir takım dolambaçlı ve hileli yollar dener.Sonunda,birkaç ünlü Türkistanlı ulemayı Bedehşan'a gönderir. Bunlardan Molla Said adındaki zat, Şah Ali'nin huzuruna vararak, Türkistan’dan geldiğini ve Dilşad Hatun'u halkının istediğini...ona ihtiyaçları olduğunu söyleyerek Emir'i kandırır. Türkistan halkının zulüm ve baskıdan kıvrandığını ve eğer. Dilşad Hatun İmparatora ricacı olarak giderse halkın rahatlayabileceğini söyler.Bu nedenle,kendisinin Kaşgar halkının sözcüsü olarak geldiğini sözlerine ekler.
Halkı için canını bile esirgemeyen Dilşad, kendisi için ölümle denk olan bu teklifi çaresiz olarak kabul ederek, oradan gözyaşları ile ayrılır. Yolda kendisine İki yüz Türk askeri ve Çinli bir alay eşlik eder. Geçtiği her yerde saygı görür, fakat ne bu ilgi ne de içindeki umut ışığı onu ıstırap çekmekten alıkoymaz. Çünkü ülkesini hallaç pamuğu gibi atan bir İmparatorun ayağına gitmek ve ondan şefkat dilemek kadar korkunç bir şey olamazdı onun için...Acısını damla damla içine akıtır. Dilşad'ın bu üzgün halini gören Komutan,onun canına kıyabileceğini düşünerek yeniden bir takım yalanlarla onu avutmaya çalışır.Üzüntüsünün yersiz olduğunu ve eğer İmparatordan ricada bulunursa, onun Cihan'ı da serbest bırakabileceğini ve birlikte ülkelerine gidebileceklerini söyler.
Kafile, üç ay gibi bir zamanda, çöller, dağlar aşarak Çin'e varır.Saray o gün, olağanüstü anlar yaşar. Herkes merak ve heyecan içindedir. Hele İmparatorun heyecanı doruktadır. Bazı kimseler de bu savaşçı ve mağrur kadının nasıl dize geleceğini görmek için adeta seyre gelmiştir. Fakat, Dilşad bir Prensese özgü vakar ve davranışla saraya gider. Hatta saray kurallarına bile meydan okuyarak, savaşta giydiği zırhı ile at üstünde görünür. İmparatorun huzuruna vardığında yine aynı vakar, aynı davranış İçindedir. Sarayın görkemi onun ruhuna en küçük bir eziklik vermemiştir. Kendinden emin adımlarla tahta doğru yürür. İmparator, ayağa kalkarak, Asya'nın bu eşi benzeri görülmemiş kahraman ve güzel kadınını selamlar orada bulunanlar huşu içinde İmparatora secde ederek onu selamlarken, Dilşad davranışını hiç bozmaz. Hatta valinin uyarısını bile dinlemeyip ona şöyle bir yanıt verir.

"Müslüman olduğumu unutuyorsunuz. Bizde, yalnızca Tanrı'ya secde edilir. O anda, ana İmparatoriçenin sesi yükselir. "O da tanrı'nın oğlu', herkesin ona secde etmesi gerekir Onun huzurunda bulunan herkesin...'"

Aslında Dilşad'ın bu davranışı yüzlerce yıllık saray kurallarına göre büyük bir suçtur..

Cezası da ölümdür. Bunu bilen saraylılar, İmparatorun nasıl bir tepkide bulunacağını merak ve korku içinde beklerken.Tanrı'nın oğlu, karşılaştığı bu olağan üstü varlığın büyüsü ile bambaşka bir kimliğe bürünür ve nazik bir sesle
"Hoş geldiniz.." der. Dilşad hatun.vakur bir halde kılıcını kınından çıkararak İmparator'a uzatır ve ekler. "Bu teslim olma anlamına gelmesin. Bunu sadece, Çinli askerlerin yurdumdan çekilmesi koşulu ile veriyorum".
İmparator, kılıcı alır ve müstehzi bir davranışla geri verir.Dilşad, bu kez ikinci dileği olan, Cihan'ın serbest bırakılması isteğinde bulunur. İmparator buna da olumlu bir yanıt bulur. Fakat, bu haller ana İmparatoriçeyi daha da sinirlendirir. İmparator, bir yandan annesini nasıl yatıştıracağını düşünürken, bir yandan da bu güzel kadını nasıl kazanacağını ve kendisine bağlayacağını düşünür. Ona sarayında güzel bir daire ayırtır.
Buyruğuna nedimeler verir. Oysa, genç kadının gözünde hiçbir şey yoktur. O sadece, Cihan'ın serbest bırakılacağı ve birlikte Kaşgar'a gidecekleri günün hayalini kurar, durur. Kendisini ülkesindeymiş gibi düşler.
İşte, yine böyle umut dolu bir günde, Cihan'ın öldürüldüğünü ve başının da kılıca takılarak halka teşhir edildiğini işitir. Çılgına döner.. Ve hemen oracıkta, İmparator'dan öcünü alacağına dair ant içer. Bunu defalarca yineler.
Hatta imparatorun huzuruna çıkarak aynı sözleri onun yüzüne haykırır. İmparator ise, böyle bir olaydan haberi olmadığını söyleyerek Dilşad Hatun'u yatıştırmaya çalışır. Ama Dilşad, sürekli olarak ondan öcünü alacağını yineler. Bu haber, Saray da yankılanır durur. Ana İmparatoriçe ve yakınları dehşete düşer. Böylesine pervasız bir kadının kendileri için tehlike olacağını düşünerek onu ortadan kaldırmak için çareler ararlar. Ama İmparator güçlü kanatlarını germiş, bu acılı, masum kadını korumak için var gücü ile çalışır. Şimdi artık ona duyduğu hayranlığı yanında, daha başka duygular belirmiştir yüreğinde, vicdan azabı, merhamet, en müthişi de sevgi...aşk., hele son duygular, giderek tüm benliğini sarar ve adeta kara sevdaya dönüşür. Dilşad'ın tek düşüncesi vardır...ondan öcünü almak...İmparator kıvranır. her şey için defalarca Özür diler. Ancak,genç kadın yatışmak bilmez. İmparator türlü yollar dener. Ona değerli taşlarla bezeli takılar sunar...armağanlar verir. Ama, hiçbir şey ona yüreğindeki isyanı bastıramaz. Acı içindedir. Kendisinin böyle bir oyuna getirilmesi, onu çileden çıkarır. Onun bu halini gören İmparator, yeni çareler arar. Tek amacı,sevdiği bu kadının acısını biraz olsun dindirmek, bu arada, kendini affettirebilmek...sık sık ziyaretine gider, fakat, her gittiğinde Dilşad'ın güzelliğini görerek daha bir efsunlanır. Hele genç kadının kullandığı koku adeta başını döndürür .Bu nedenle kendisine "ŞİANG-FEİ' diye hitap eder.Yani, güzel kokulu prenses... Ancak, güzel kokulu Prensesin böyle bir iltifata hiç ihtiyacı yoktur. Onun ruhu, tıpkı ülkesi gibi yıkık ve virandır. Durup durup o korkunç olayı düşünür ve ülkesinde olup bitenleri...Tüm dünyasını hüzün kaplamıştır. Şimdi artık, Kaşgar'daki o hayat dolu kadından en küçük bir eser kalmamıştır. Şölenlerde yakınları ile Birlikte dans eden, dans ederken de eteklerindeki minik çanların ahenkle çaldığı...O koskoca bir uygarlığın, minik bir simgesiydi. Adı üstünde... "UYGUR KADINI" Onun ülkesinde hanımlar birer zarafet öğesiydi. Yakalar açık, saçları uzun, tırnaklan boyalı ve hele dimdik yürüyüşleri ile adeta bir manken edasındaydı. İmparator tüm bunları biliyordu. Bu yüzden de böyle bir kadını hüzünden kurtarmak İçin akıl almaz özverilerde bulunmaktaydı. Tez elden, yasak kent'in içine camisi, çarşısı, hamam ile bir Müslüman mahallesi kurar...salt, Dilşad Hatun sevdiği İğde ağaçlarını bile kökünden söktürüp saray bahçesine diktirir.
Bu arada, Doğu Türkistan'daki asayişi sağlayıp oradaki beylerden bazılarına, düklük, prenslik ve daha başka unvanlar verir. Saraylar yaptırıp onlara tahsis eder dendi yurtlarına izin verilmeyen bazı kimseler, Cang-An kapısının batı yanına iskan edilir. Onlara, Çinli halka tanınan, memuriyet ticaret ve seyahat hakkı tanınır. Ayrıca, hazineden bir miktar para ayrılarak, onların bulunduğu yere bir Cami yapılmasını buyurur. Süslü yüksek kemerli geniş sahanlı olarak inşa edilen bu cami, 1765 te tamamlanmıştır. Caminin içinde dört dilde yazılmış bir kitabe vardır. Kitabenin Çince metnini bizzat İmparator kendisi yazarak mührünü basmıştır. Zaten, bir çok bilgi de bu kitabeden öğrenilmiştir.
İmparator tüm bunların yanında, Çin'de bulunan Türk askerlerini teşkilatlandırarak muafız alayı olarak Dilşad'ın buyruğuna verir ve üç Çin gümüşü ile onları maaşa bağlar. Ve artık, Chi-En_Lung Dilşad tarafından reddedilmeyeceğini düşünerek ona evlenme telif eder.
Dilşad, aradan geçen bu sekiz yıl içinde, kin ve öfkesinden oldukça sıyrılmış başına gelenleri kadere bağlamışsa da yine de İmparator'un teklifine olumlu yanıt vermez. 'Müslüman bir kadının, kendi dininden olmayan bir kimse ile evlenmesinin caiz olmadığını söyler'.Şimdi artık tek isteği vardır, yurduna dönmek...doğup büyüdüğü o yerler, bir serap gibi gözlerinin önünde belirir durur,.. ve bu özlemi doruğa ulaşarak onu hasta eder. Vatan hastası...
Ne yer, ne içer. Onun bu halini gören İmparator ne yapacağım bilemez. Onsuz yaşamayacağına kesinlikle inanmıştır. Bu nedenle, Dilşad'ın kalması için defalarca ricada bulunur. Fakat Dilşad da ülkesinden uzak yaşamayacağını vurgular durur. İmparator, çıkmaza girer.ne is, ne güç..Devlet işlerine bile bakmaz. Öteden beri durumu öfke ile izleyen Ana
İmparatoriçe'nin sabrı kesilmiştir artık. Oğluna çıkışta bulunur.'Nedir,senin bu yaptığın? Bir düşmana bu ne sevgi ve ihtimam? der.'İmparator ise, ben düşman diye bir şey tanımıyorum artık. Değil Türkistanlılar.
dünyanın Öbür yanında yaşayan George Washington bile benim kardeşimdir diyerek yanıt verir. O yaşadığı bu büyük acı ile ihtirasından arınmış hem bir Türk dostu, hem de dünya insanıdır artık,.Ancak, kötülük bir yerde iyiliği yener. Ana imparatoriçe, oğlunun ıstırabına dayanamayıp, onun, canı kadar sevdiği Şiang-fei'sine kıyar. Kimi ipek iplikle
boğdurulduğunu,Kimi de zehirle yaşxxx son verildiğini söyler Ancak imparatorun tepkisi çok
büyük olur. Mabede kapanarak günlerce yas tutar.İşte Dilşad Hatun'un hayatı böylesine hazin..bir o kadar ilginçtir.O her zaman îçin.onurunu her şeyden üstün tutarak. milletİ için gurur kaynağı olmuştur.Şimdi, bu şehit'imiz iki yüz elli yıldır geçmişin karanlığında gömülü yatmaktadır. Tüm Gözlerden ve gönüllerden ırak...durup düşünüyorum. Bir ona bakıyorum, bir de Jan Dark'a-.içim burkuluyor. Jan Dark, bugün dünya edebiyatının baş yapıtlarında..onun için oyunlar yazılmış. ne hikayeler, ne filmler çevrilmiş.Yani şanı tüm dünyaya duyurulmuş .batı insanın vefası sayesinde.


5)MAMA HATUN

Saltukoğullan Hükümdarı II.İzzettin Saltuk'un kızı olan Mama Hatun, 1191 yılında Saltukoğullan Beyliği'nin hükümdarı olmuştur. Eyyubiler'in Ahlat'ı kuşattıklattıklaı sırada çevre beyliklerine ait ordularla, Ahlat'a yardıma giden Saltuklu kuvvetlerinin başında bulunmaktaydı.Hükümdarlığının ilk yıllarındaki durumu açıklık kazanmamış olmakla beraber, yeğenlerine karşı kararlı ve güçlü bir şekilde mücadele ederek 10 yıl hükümdarlığını sürdürmüştür.Mama Hatun Mısır ve Suriye Meliki El Adil'den kendisine uygun soylu biriyle evlenmesi konusunda istekleri gerçekleşememiş, kadın hükümdar olmanın güçlükleri nedeniyle siyasi yaşamından ayrılmıştır.Onun daha sonraki yıllarda nasıl yaşayıp, kaç yaşında öldüğü bilinmiyor. Ancak, hayatının son yıllarını Tercan'da geçirmiş olması ve buradaki türbede defnedilmesi ile Tercan, bir süre onun adıyla anılmıştır. Bu soylu kadın hükümdar, Tercan'da Orta Çağ Türk mimarisinin en ilginç ve önemli eseri kervansaray, hamam, mescit ve kendi türbesinden oluşan büyük bir külliye inşa etmiştir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.turkiyem.org
 
TÜRK TARİHİNDE KADIN HÜKÜMDARLAR
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» TÜRK'LERDE KADIN..
» DİVAN-I LÜGATİ'T TÜRK'TE KADIN
» SESLİ SOHBET OTAGIMIZIN 2.5.2009 TARİHİNDE YAPILAN TOPLANTISI..
» İSLAMİYET,MİLLİYETÇİLİK,IRKÇILIK,TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ
» Türk Dünyası ve Türk Birliği !...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net :: Ülkücü Hareket :: Asenalar-
Buraya geçin: