Cinnet Anının Sessiz Çığlığı
8 Aralık 2009, Salı
Havalar soğuyor. Yakında karla kaplanır şehirler…
Çocuklar karın içinde oynar. Anneler telaşlanır “hastalıktan” sakınır, babalar “zemheri ayazında, ekmek kavgasında…”
Bazı köylerin yolları kapanır Anadolu’da, dünyayla ilişkileri kesilir. O vakit de ne yapsın garipler, duvardaki dertli sazın tellerine vura vura türkü söylerler. Belki sesleri duyulur.
“Mehmet” nöbet tutar, bir soğuk gecede; parmakları hissizleşir, gözleri kısılır, içine bir garip tedirginlik düşer, şafak sökerken; “kim bilir nerelerdeyim? Kim bilir kimler bizi gözlüyor?” diye aklından geçirir. Bir kalleş kurşuna hedef midir? Anneler işte o şafaklar sökerken, sabah ezanlarında ayaktadır. Namazın ardı duadır. Duasında evlat vardır. Rabbe yakarış vardır, “evladımı koru, evlatlarımızı koru ya Rab” der anneler… Duaları ki, vatan yaşatır. Vatan ki o annelerdir.
Sonra geçer soğuk günler, bahar gelir. “Ne de olsa kışın sonu bahardır.”
Tarlalar emek bekler. Bereket saçmak için… Kuşlar gelir vatana bir uçtan bir uca…
Ara ara yağmurlarda ıslanır çocuklar, “nisan yağmurlarıdır.”
Bu emekle, bu soğukla, bu geceyle, bu şafakla, sonra gelen bu baharla, bu bereketle, bu coşkuyla; bu vatanda büyüdük biz…
Annelerle, ezanlarla, dualarla, bayramlarla, düğünlerle, gözlerdeki sevinç ve umutla büyüdük.
Zorlukları bu inançla aştık. Her sıkıntıyı bir tatlı tebessümle karşılayışımız da, acelesiz ve telaşsız halimizde, bir büyüğün teskin edici hali vardı.
Olacak, yine karşımıza çıkacak sıkıntılar… Ama ayakta kalacağız, omuz omuza, gönül gönüle…
Bu günler geçecek, içimizde biriken hesaplarla…
Şimdi medyada yer bulan haberlere bakıp, tedirginliğe düşmesin çocuklar diye yazdım bu satırları… Çocuklar başta, sonra anneler, babalar, teyzeler, halalar, hısım ve akrabalar, cümle âlem...
Son günlerde giderek artan “gösteriler” var. PKK, Güneydoğu Anadolu şehirlerinde ve bazı metropollerde alenen sokakları savaş alanına çeviriyor. Kışkırtmalar, ağır tahrikler, saldırılar yapılıyor. Korku, endişe ve dehşet yayarak insanları sindirmeye çalışıyor. Havai fişekler, konvoylar, barikatlar, ateşe vermeler…
Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde, Yavuz Sultan Selim İlköğretim okulunun bahçesindeki Türk bayrağı gönderden indirildi ve yakıldı.
Diyarbakır, Ağrı ve Hakkari’deki olaylar basına yansıyor. Gözaltına alınanlar, soruşturmalar, araştırmalar yapıldığını öğreniyoruz.
Bu süreçte yargı “şahin misali” gözlerini dikmelidir. Davetimiz budur. Yargı, “bağımsızlığına” toz kondurmadan ve “Türk Milleti adına”, ebedi bekamız adına hukuku işletmelidir.
Gereken yapılmalıdır.
Temenni mi bu? Göreceğiz.
Gözler mühürlenmemiştir o kadar…
PKK, propaganda stratejisini böyle bir sahaya taşıma çabası içinde… Bunların stratejisine “figüranlık” yapan, genç yaştaki insanların tamamı da sanıldığı kadar “cahil” falan değil… İçlerinde “üniversite öğrencisi” olanlar da var. Gerçi “diploma hamalı” bunlar, “cehaletten” kurtulmak için diploma almak yetmez elbette… Sonuçta, “tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır.”
Bu meyanda “cehaletleri” alınmıştır. Baki kalan yanlarından…
Kürtçü, bölücü, anarşist bir kalkışma ile karşı karşıyayız.
Demem odur ki, devlet zaaf içindedir. Devlet, halkın huzurunu, birlik ve beraberliğini, bölünmez bütünlüğünü korumakta güçlük çekmektedir. Kendi varlığına kasteden bu zevata karşı, misliyle karşılık verebilecek güç ve iradeye sahipken, devlet tabiri caizse “leylek kuşa” dönmüş gibidir.
Bunca zibidiyi bir araya getirip, “eylem” yaptıracak kadar “koordine” edenler belli değil midir?
Bunların hangi zeminde, hangi kaynaklardan beslenerek, hangi imkânlarla, nerede yaşadıkları bilinmiyor mu?
PKK denen örgütün fraksiyonları, uzantıları, yurt içinde ve yurt dışında kimlerle irtibatta oldukları, ticari ve siyasi faaliyetleri takip edilmiyor mu?
Bu hükümet, “tek başına iktidar” olma iradesinin, “muktedir” olma iradesinin neresindedir?
Başbakan yine Beyaz Saray yolcusu… Niçin?
Yoksa “o kadar da değil, Devlet-i ali bu işlerin hepsini halleder” mi diyorsunuz?
O vakit, bekleyip göreceğiz.
Ben sadece çocuklar adına bir şeyler söylemek isterdim. Cesaret verici, teskin edici, umut ve sükûnet ile…
Ama gel gör ki, bu alçaklar çocuklara da kast ediyor.
8 Kasım günü İETT otobüsüne yapılan “Molotoflu” saldırıda, vücudunun önemli bir bölümü ağır bir şekilde yanan 17 yaşındaki Serap Eser, bugün sabah saatlerinde vefat etti. Gencecik bir fidan, acılar içinde hain bir saldırıya kurban gitti. Cenab-ı Allah ailesine, yakınlarına, sevdiklerine ve Türk Milleti’ne sabır versin.
Peki şimdi, “açılım hamiliğiyle”, Batı’dan devşirdikleri “hümanizm” algılayışıyla PKK’lı teröristlerin de “insan” olduğunu sürekli hatırlatan zihniyet ne diyecek? Yani “şehitlik mertebesine” erişen vatan evlatları, “kahraman mehmetçikler” ile vatanın ve milletin bölünmezliğine kasteden alçak canileri “aynı kefeye” koymaya kalkışan, “analar ağlamasın” diyenler ne diyecek?
Serap Eser, bir masum, annesinin can tanesi… Yandı ve acılar içinde can verdi.
Şehittir. Peygamber efendimizin ağuşundadır. Sonsuz merhamet içinde…
Ve fakat burada kalmasın sözler…
Bu yazının kaleme alındığı saatlerde, Tokat’ın Reşadiye ilçesinden acı haber geldi. 7 Mehmetçiğimizin şehit olduğu hain saldırı, bütün Türk Milleti’ni yasa boğdu. Gencecik fidanlarımız, kahpece tuzakların hedefi oldu.
Serap’ın ve bütün şehitlerimizin aziz ruhunu incitecek her türlü faaliyetin hesabını soran bir “Devlet” istiyorum.
Açılım maskaralığı yapan taşeronlar Beyaz Saray’da ağırlanırken, vatan evlatları şehit düşüyor.
İhanete, teröre, kalleşliğe, bölücülüğe bu yeryüzünü dar edecek bir “Adalet” istiyorum.
Kanımıza ekmek doğrayan cani teröristleri karşılayıp, serbest bırakanlar…
Hey, duydunuz mu? Adalet istiyorum…
Erkan ÇAKICI