Kalbin ayarı kaçarsa namaz insanı
terk eder. Önce azaltır ziyaretlerini…
Ekstraları keser; günde yalnızca beş kez uğrar. Sonra
dörde indiriverir.
Sabahın o sağaltan bereket ikliminden mahrum kalırsınız.
İkindiler meşgaleye takılır, öğleyi de sürükler peşinden.
Akşam nazlı bir gelinin duvağının ardındaki tebessüm gibidir.
Kıymetini bilmez, zaman denen ırmağın akışına karşı müteyakkız olmazsanız
sonunda o da göstermez olur yüzünü.
Yatsıyı yitirmek geceyi direksiz bırakmaktır.
Sabahı savsaklamanın gündüzü savunmasız bırakması gibidir bu.
Evrenin her an başınıza yıkılabileceğini duyumsarsınız alıp verdiğiniz her
nefeste.
“Oruçsuz neş’esiz” kalıverirsiniz sonra ortalıkta…
Bindiğiniz dalları kesmekten beter, beslendiğiniz kökleri kurutursunuz.
Namaz terk ederse sizi, sonunda oruç da bırakır. Önce bir iki delik, sonra
kalbura döner kalbiniz.
Namaz – oruç ikilisinin gurbetindeyseniz, reklâm vermeye cömert elleriniz zekât
vermeye cimrileşir.
Oysa zekât verebilmek dünyanın en büyük bahtiyarlıklarındandır.
Bunu hak etmiyorsanız, mahrum bırakılırsınız.
Verebiliyorsanız, hâlâ sevinecek, hâlâ avunacak bir şeyiniz kalmış demektir.
Her an, önceki mevzileri kazanma gücüne kavuşabilir; her an oruçla ve namazla
ödüllendirilebilirsiniz.
Önce zekât vermenin heyecanı terk eder kişiyi. Heyecanını yitirdiğiniz şeyi
hepten yitik sayabilirsiniz.
“İmanın halâveti” yitince geriye kuru şekiller kalır.
"Ruhu çoktan uçup gitmiş bir namazın, içi çoktan
boşaltılmış bir orucun, esprisi kaybolmuş zekâtın, anlamı kaymış haccın, cihadın
ve kurbanın faydası mı, zararı mı çok kestirmek güçtür.
Yitiğinin bilincinde olursa insan, onu yeniden arayıp bulmak, yeniden kazanmak
için harekete geçebilir. Ya sahtesiyle değiştirilmiş kopya bir namaza, oruca,
zekâta, cihada tutunmuşsa bir ömür! Vah o adamın haline!"