AZERBAYCAN AZERBAYCAN
Henüz ilkokul çağlarında bir öğrenci iken millî bayramların gelmesini iple çekerdim. Ancak içimdeki yanık özlemi büyüten neden, ne bayramlık güzel elbiselerimi giyecek olmam, ne törende okuyacağım kahramanlık şiirleri ve ne de tören alanına toplanan ailelerimizin hayranlık dolu bakışları İdi...
Çocuk yüreğimi deprem gibi titreten ve içimde deli tayların coşmasına sebep olan şey, bilakis tören bitiminde başlıyordu. Resmî kutlama töreninin bitmesiyle birlikte, öğretmenlerimiz sıradan çıkmamıza izin vermeden bizleri topluca okulumuza geri götürürlerdi. Tören alanından okulumuza doğru uzayıp giden yaklaşık 300 metrelik çamurlu yolda tam bir askerî disiplin ve büyük bir ciddiyetle hançeremiz yırtılırcasma haykırdığımız "Kıbrıs bizimdir" sloganları yüreğimin taşmasına yetiyor da, artıyordu bile.
Bir de o günlerde yine topluca ve coşkuyla söylediğimiz Azerbaycan şarkısı vardı: "Yazın evvelinde, Gence çölünde..." Bu sözler beni alır, çok ötelere götürür, yanık sevdalarda kavrulur giderdim. Hayalimde yeşil bir Gence şehri inşa eder oralarda saraylar, hanlar hamamlar, lunaparklar kurar, mutluluk halkaları oluşturan çocuklarla birlikte oyunlar oynardım.
O sene ilkokul beşinci sınıfa geçmiş olduğumdan ailem tarafından ödüllendirilerek, Erzurum'a elli kilometrelik bir mesafede olan Araş Nehrinin kenarına piknik yapmaya gitmiştik. Ben bir yaş büyümenin ve karne sevincinin bile üstünde muhteşem bir duygu yoğunluğu içinde kendimi Araş'in uçsuz bucaksız kıyılarına atmıştım. Günlerdir bu vakti bekliyordum. Nihayet demirperde ötesine, Hazar Denizi havzasında esir yaşayan kardeşlerime, ahilerime, ninelerime birer mesaj gönderebilecektim. Hazırlık yapmıştım elbette.
Su üzerinde batmadan gidebilecek hafif bakalit kutulara yazılar yazmış, on yaşındaki bir çocuğun duygu selini kâğıtlara dökmüş ve güzelce su geçirmeyecek bir şekilde üzerini kaplamıştım. İşte su ile de olsa esir kardeşlerime uzanan bir bağ bulmuş ve Araş sularının Sovyet sınırına doğru kıvrılıp giderek gözden kaybolan zerre damlasını kaçırmadan, Pasin ovasının bu ihtişamlı atmosferini yudum yudum içerek yaşıyordum. Ne büyük bir tabloydu ya Rabbim...
"Kür, Araş coştukça, Volga, Tuna taştıkça" bizim şarkımız olmuş, nağmeleri Hazar kıyılarında yankılanıyordu. Yıllar sonra Azerbaycan'da yalçın bir kayanın başında, elimde Kaleşnikov, yanımda Bozkurtlar, Kür Nehri'nin nazlı nazlı süzülüşünü seyrederken, çocukluk günlerimde Araş Nehri'ni posta yolu yapıp kardeşlerime gönderdiğim duygu yüklü mektuplardan belki de daha önce bu kutsal topraklara varışımın keyfini çıkarıyordum...
1992 yılında Can Azerbaycan'da musluklardan su yerine kan akıyordu âdeta, Haçlı orduları bu kez bu odlar yurdunu, acılar diyarını hedef tahtasına koymuşlar, bir katliam fırtınası ülkenin dört yanını sarmıştı. O soğuk kış gecesi İstanbul'da, sıcak evimin rahat koltuklarında uzanmış televizyonda haberleri izlerken bir anda kanımın donduğunu hissettim. Azebaycan'da Hocalı bölgesinde Rus-Ermeni güçleri bir köyün, kadın ve çocuklardan oluşan halkını tamamen yok etmişlerdi. Görüntüler çok vahimdi, bebeklerin vücutlarında koca koca roketlerle açılan yaralar vardı. Birkaç arkadaşımla görüşerek Kafkaslar'a hareket etme kararı aldık. Hazırlık devresi de bitmişti.
Başbuğ'u haberdar edip gerekli talimatları aldıktan sonra, yol parası için 'Şahin' marka arabamı satıp, biraz malzeme tedarik ederek yüreğimizi cebimize, kellemizi de koltuklarımızın altına alarak, her yanında "Kan Fırtınası" esen alev topraklarına doğru yola çıktık... Bu arada binlerce ülkücünün ölüm tarlasına dönen Azerbaycan'a gitmek için bir araya geldiği ve kardeşlerine yardım amacıyla Ocaklarda toplandığı haberi Türkiye'de gündemi oluştururken, ülkemizi yöneten statükocu siyaset »damlan bu beklemedikleri gelişme karşısında şaşkına dönmüşlerdi.
Başbakan Süleyman Demirel'in bu gönül seferberliğinin yolunu kesmek için ne dalavereler çevirdiğini bilmeyen yoktu. Çeşitli oyalama ve boyalama faaliyetleriyle hem katliam haberleriyle infial hâlinde olan içerdeki seçmene hem de uluslararası kamuoyuna şirin görünmek uğruna girmediği kılık kalmamıştı. Demirel yeni bir manevra daha yaparak, gönüllüleri bir şekilde uçak tahsis ederek Bakü'ye İndireceği vaadiyle oyalıyordu.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen teşkilâtımızın güçlü kolları Kafkaslar'a kadar uzandı ve iki seneye yakın bir zaman o kutsal topraklarda faaliyet gösterdik. "Zulüm asla payidar Olmaz" ilkesinin komandoları bu kez de Azerbaycan'da adaletin kılıcı olmuşlardı. Bu kitap, öldürme isteği ve isteriği ile değil, yaşatma hem de kendi ruh damarlarından kan vererek canlandırma gayesi ile Kafkaslar'a koşan bir fedaî neslinin ibretli öyküsüdür. Burada en mühim mesele de, Azerbaycan'a giderken, savaşın kaderini değiştirmek veya Ermenileri buharlaştırmak gibi bir iddia ile değil, sadece kardeşlerimizin acısına ortak olmak, onlarla beraber ağlayıp onlarla birlikte gülmek amacıyla oralara gitmiş olmamızdı...
Türkiye'den Azerbaycan'a gelerek kılıç gibi savaşan Ülkücü kardeşlerimizi ve onlara yürekleriyle destek olanları yüce bir sevgi ve engin bir muhabbetle anıyoruz.
Turan ordusunun bu gönül savaşçılarına ve onların izinden giden genç akıncılara da selâm olsun...
Yusuf Ziya ARPACIK
Kan Fırtınası (S. 11-14)