UlkuGulu.Hareket-Forum.Net ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz |
|
| DOĞU TÜRKİSTAN | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 9:50 | |
| Türklüğün ana yurdu Doğu Türkistan, bundan tam 46 yıl önce, 13 Ekim 1949'da, hür dünyanın gözleri önünde Kızıl Çin tarafından işgal edildi. Doğu Türkistan Türkleri, 45 yıldır insanlık tarihinin en korkunç zulüm, katliam ve asimilasyonuyla karşı karşıya bulunuyor. Bugün bu korkunç İstila hareketinin 46. yıldönümü sebebiyle yeniden hür dünyaya seslenmek istiyorum. Doğu Türkistan'da imha ve asimilasyon tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin yaklaşık yarım asırdır devam eden feryadına kulak verin. Yok olma tehliksiyle karşı karşıya bulunan kardeşlerinizi unutmayın.
Zatı Alilerinizin verecekleri her [urlu maddi ve manevi destek, diktatörlerin sonunu biraz daha yakınlaştıracaktır. Azerbaycan, İdil Ural ve Balı Türkistan'ı oluşturan Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu Türk Cumhuriyetleri, yaşadıkları siyasi, ekonomik ve sosyal sıkıntılara rağmen dünya siyasi platformundaki şerefli yerlerini almak için büyük adımlar atarken, bağımsızlık hareketlerinin Doğu Türkistan'a sıçramasından son derece korkan Çinliler, Doğu Türkistan'da olağanüstü güvenlik tedbirleri almaya devam ediyorlar.
Çin yönetimi, Batı Türkistan sınır boylarında yaşayan Doğu Türkistanlıları topraklarından koparıp ülkenin iç kesimlerine sürerken, boşalan yerlere emekli Çin Halk Kurtuluş Ordusu mensuplarını yerleştiriyor. İnsanca yaşama, egemenlik ve bağımsızlık bir tarafa, Doğu Türkistan Türkleri bugün, tarih sahnesinden silinmemek için Ölüm kalım savaşı vermektedirler. Özellikle Çinliler'in, Doğu Türkistan Türkleri'ne karşı yürüttüğü nüfus, ekonomik, eğitim, karışık evlenme, mecburi doğum kontrolü ve atom deneme politikası, Doğu Türkistan Türkleri'nin benliğini ciddi şekilde tehdit etmeye başlamıştır,
1949 yılından önce 300 bin olan Doğu Türkistan'daki Çin nüfusu, Çin resmi kaynaklarına göre bugün 6 milyonu geçmiştir. Çinliler'in hedefi, uzun vadede Doğu Türkistan'a 100 milyon Çinli yerleştirmek ve kalabalık Çin nüfusu içinde Türkleri eritmektir.Doğu Türkistan Türkleri'nin yüzde 85'i çiftçidir. Çinliler'in 1981 yılından beri uygulamaya koydukları toprağı kiralama yönetimi Türk çiftçilerine hiçbir yarar sağlamamıştır. Devlete olan kira borcunu Ödeyemeyen yüz binlerce kişi toprağını iade etmeye başlamıştır. Önemli makamlarda oturanların tamamının Çinli olmasının yanında, ülkede bulunan işyerlerinin yüzde 90'ı yine Çinliler'e aittir. Bu yüzden Türkler arasında işsizlik oranı Çinliler'e oranla çok yüksektir.
Doğu Türkistan uranyum, platin, altın, gümüş, kömür ve petrol gibi yeraltı kaynaklarıyla çok zengin bir ülkedir. Doğu Türkistan'ın Tarım Havzası'ndaki petrol yataklarında yapılan araştırmalarda petrol rezervleri 20 milyar ton, doğalgaz rezervleri ise 30 milyar metreküp olarak hesaplanmıştır. Halen Doğu Türkistan'da yılda 7 milyon ton petrol üretilmektedir. Ne var ki, bu zenginliğine rağmen, Doğu Türkistan'da kişi başına düşen yıllık milli gelir fakirlik sınırının altında olup, 45-50 dolardır.
Günümüzde Doğu Türkistan'da okuma yazma bilmeyenlerin oram yüzde 60 dolayındadır. Yükseköğretim kurumlarındaki derslerin yüzde 75'i Çince olduğu için, yüksekokula gitmek isteyen Türk çocuklarının mutlaka çok iyi Çince bilmesi gerekmektedir. Nitekim, Türkçe eğitim yapan okullardan mezun olup, yüksekokullara kayıt olmak isteyen Türk öğrencilerin yüzde 97'si, Çince'si iyi olmadığı için giriş imtihanlarım kazanamamakta. Çince eğitim yapan okullardan mezun olan Türk talebeleri ise kendi anadilini konuşmamakta, meramını anlatamadığı için devamlı olarak Çince kelimelere başvurmakta ve geleneklerini unutmaktadır. Bugün gerçekte 35 milyona varan Doğu Türkistan Türkleri'nin nüfusu, Çin resmi kaynaklarında kasıtlı olarak 7,5 milyon gösterilmektedir. Doğu Türkistan'da yapılan bütün neşriyatın sadece yüzde 16'sı Türkçe'dir ve milli konularda yazılar yazmak da. ağır cezalarla yasaklanmıştır.
Türkleri eritmek için eski bir Çin yöntemi olan evlendirme yöntemine de başvuran yönetim, Çinlilerle Türkler arasında yapılacak olan evlenmeleri teşvik etmek için her türlü yola başvurmaktadır. Çinli bir kızla evlenen Türk erkeğine 500 dolar para yardımı yapılmakta, doğan çocuklar Çinli gibi yetiştirilmekte, Çin kayıtlarına Çinli olarak geçmektedir. Boşanmak İsteyen bir Türk erkeği ise Çinli karısına 2 bin dolar ödemek zorundadır ve bir Türk'ün bu parayı biriktirmesi imkansızdır. Çin yönetimi, bir taraftan da Doğu Türkistan Türkleri'ni eritebilmek için Çin anayasasına aykırı olmasına rağmen mecburi doğum kontrolü uygulamaktadır.
Çinliler, atom denemelerini Doğu Türkistan'ın Lop Nor bölgesinde yapmaktadırlar. 1964 yılından günümüze kadar bu bölgede toplam 40 atom denemesi yapılmıştır. Bu denemelerden sonra çevreye yayılan radyoaktif maddeler Doğu Türkistan'da 210 bin insanın ölümüne yol açmıştır. Halen Doğu Türkistan nüfusunun yüzde 10'u karaciğer, akciğer ve cilt kanseri gibi hastalıklardan muzdariptir. Sakat doğan çocukların sayısı ise tam olarak bilinememektedir. Bu hastalıkların tedavi edileceği doğru dürüst bir hastane yoktur. Yine mevcut derme çatma hastanelerdeki doktorların hepsi Çinli'dir ve Türklerle alakadar olmamaktadırlar. Bu sebeple hastaneye kaldırılan Türklerin yüzde 701 gerekli tedaviyi göremeden hayatını kaybetmektedir. Çinlilerin, Doğu Türkistan Türkleri'ne karşı yürüttüğü bu insanlık dışı siyaset, Amnesty International, Asia Watch (Asyayı Gözetleme), Society For Threattened Peoples (Yok olma Tehlikesi Altındaki Milletler Derneği) gibi uluslararası kuruluşlar ve Avustralya, İngiltere ve ABD Kongresi insan hakları komisyonları tarafından yayınlanan raporlarla da sabittir. Öte yandan bugün Çin, büyük bir çıkmaz içerisinde bulunmaktadır.
Çin Komünist Partisi'nin resmi yayın organı Rinmin Ribao Gazetesi 22 Mayıs 1994 tarihli sayısında yayınladığı geniş bir makalede, şu anda Çin'de hayatın tam anlamıyla felç olduğunu, orduda disiplinsizliğin hüküm sürdüğünü ve eyaletlerdeki yönetimin tamamen kontrolden çıktığını belirterek, merkezi hükümetin gerekli önlemleri almaması durumunda ülkenin kaosa sürüklenebileceğim belirtmektedir. Pekin Bilimler Akademisi'nin geçen yıl hazırladığı bir raporda da Çin'in ivedi olarak ABD örneği bir federatif sisteme geçmesi gerektiği belirtiliyor. Çin'de 3-4 Ağustos 1989 tarihinde yaşanan kanlı olaylardan sonra ülke dışına kaçmak zorunda kalan bilim adamları, ABD'de demokratik Çin devleti anayasasının taslağını kaleme aldılar. Geçen Ocak ayında hazırlanan bu taslakta Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan'a, içişlerinde tamamen hür olmak üzere "özerk devlet" statüsü tanınıyor. Bu durum, şimdiye kadar sözkonusu üç ülkeyi Çin'in ayrılmaz bir parçası olarak kabul ede gelen Çinliler'in düşünme tarzında büyük aşama olarak görülüyor.
Gelecekte Doğu Türkistan'da patlak verecek olan bir top yekûn ayaklanma, bütün Çin'e sıçrayacak ve böylece Asya kıtasında büyük bir istikrarsızlık doğacaktır. Bu istikrarsızlıktan en çok etkilenecek olan devletlerin başında ebetteki bağımsızlığına yeni kavuşan Batı Türkistan olacaktır. Bu duruma seyirci kalamayacağı için bu girdabın içine Türklük Alemi'nin anası Türkiye'miz de çekilebilir. Nitekim bir milyar 200 milyon nüfuslu Çin'de patlak verecek kanlı olayların sadece ülkede kalacağını düşünmek mümkün değildir. Bu sebeple geleceği iyi görebilen ülkeler, bugünden, demokrasiye geçilmesi ve azınlıkların haklarının tanınması hususlarında Çin yönetimine baskılar yapmaya başladılar.
Türk Dünyası'nın en güçlü olanı Türkiye yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri ile olan İlişkilerini yeterince tesis edememiş, genç cumhuriyetlerde yaşanan olaylara karşı lüzumlu ilgiyi gösterememiştir. Bu ilginin gösterilmesinin en büyük sebebi eski SSCB ve ÇİN hükümetlerini tepkilerini almamak olmuşsa da, her iki ülkede Türkiye aleyhine ellerinden geleni yapmışlardır. Doğu Türkistan Türkleri bugün ya sessizce eriyip tarih sahnesinden silinme veya topyekûn ayaklanıp kahramanca ölme gibi bir tercih ile karşı karşıya bırakılmışlardır.
Biz, Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur diyoruz. O halde ilk aşamada Türk'ün Türk'e olan dostluğunu, hissiyatlarını ve hamiliğini daha da güçlendirecek çalışmalar yapılmalıdır. İkinci aşamada, Türkiye'miz başta olmak üzere bağımsız Türk Cumhuriyetleri, yabancı yönetim altında yaşamakta olan Türkler konusunda ortak bir strateji belirlemelidir. Son olarak ise Türkiye'miz ile bağımsız Türk Cumhuriyetleri, Çin, İç Moğolistan, Tibet ve Doğu Türkistan'daki mevcut gerginliği yumuşatabilmek için pek çok ülke tarafından başlatılan kampanyaya aktif katılma yollarını aramalıdırlar. Aksi halde Türkiye'miz başta olmak üzere bağımsız Türk Cumhuriyetleri bu vebalin altından kalkamazlar.
İnsanlara hürriyet, milletlere istiklal!...
İsa Yusuf Alptekin
* Bu yazı İsa Yusuf Alptekin'in vefatından önce yazdığı ve daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan yazısıdır.
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 9:52 | |
| Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan Tarihi
Uygur adı ve Uygurlar
Uygur adı Türkçe kaynaklarda, Orhun yazıtlarında ilk defa 716 yılındaki olaylar sırasında, Uygur İlteberi'nin ismi vasıtasıyla zikredilmiştir. Bu sırada Uygurlar, Kök Türk hâkimiyetini tanımak istemeyerek Kök Türk ülkesinin doğusuna, muhtemelen de Çin sınırlarına doğru kaçmış olsalar gerek. Çin kaynaklarında Uygur adı Hui-hu, Hui-he, Wei-hu, Wei-wu gibi çeşitli şekillerde yazılmıştır. Bundan başka, 1283 Numaralı Pelliot yazmaları içinde, 787-843 yılları arasında Tibet'e giden beş Uygur elçisinin raporları münasebetiyle, Uygur adı Tibetçe Ho-yo-hor şeklinde yazılmıştır. Bütün bu değişik yazılışlar Uygur adını ifade etmektedir.
Uygur adının anlamı ve etimolojisi hakkında çeşitli görüşler vardır. Uygur'un manasının "şahin gibi hızla hücum eden, orman halkı", "çukur" anlamlarında olduğu söylenmiştir. Gy. Németh'e göre Uygur adı, uy- "uymak, takip etmek" fiilinden türemiştir. Ebulgazi Bahadır Han da Uygurların adını "uymak, yapışmak" fiiline dayandırır. Kâşgarlı Mahmut'ta ise, "kendi kendine yeter" manasında kullanıldığı anlatılmaktadır. Kelimenin genellikle Uygur şeklinde geliştiği, "akraba, müttefik" anlamında olduğu, On Uygur adının da "On Müttefik" anlamına geldiği yolunda açıklamalarda bulunulmuştur.
Çin kaynakları, Uygurların Kök Türkler gibi Hunların neslinden olduğu yolundaki haberlerde hemfikirdirler ve Kök Türkler gibi onların da kurttan türediklerini söylerler. Fakat bunun yanı sıra Uygurların ağaçtan türediklerine dair efsaneler de vardır. Uygurlara ait en eski kayıtların M.Ö. 176 ve 43 yıllarında Issık-Köl civarlarındaki kalıntılarda bulunduğu söylenmektedir. Çin'deki Türk Tabgaç hanedanı sırasında Uygurlar Gao Che adıyla anılmışlardır. Daha sonra da, 5. yüzyılın ikinci yarısından sonra, Tölöslerin bir kabilesi olarak geçmektedirler.Bununla beraber İslâm coğrafyacıları, Tokuz-Oğuzlarla Uygurları eş tutmuşlardır.
Elimizde bulunan Karabalgasun yazıtı Çince yüzünde Uygurların dokuz aileden meydana gelmiş oldukları zikredilmiştir, fakat bu "dokuz aile"nin adı tek tek sayılmamıştır. Çin kaynaklarının yardımıyla Uygurları meydana getiren dokuz aileyi şu şekilde sayabiliriz: 1) Yüe-lo-ko (Yaglakar), 2) Hu-to-ko (Uturkar), 3) To-lo-wu/Hou (Kürebir), 4) Mo-Ko-si-k'i (Bakasıkır), 5) A-vu-ti (Ebirçeg), 6) Ko-sa (Kasar), 7) Hu-Wu-su, Yüe-wu-ku (Yagmurkar), 9) Hi-Ye-Vu (Aymur/Eymür). Bunların liderliği ise Yaglakar ailesinin elinde bulunuyordu. Uygur adının siyasî bir addan ziyade, kabile ve bölge adı olarak kullanıldığı yolunda görüşler de vardır. Kök Türkçe kitabelerden ve Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre, Uygurların tarih sahnesine çıktıkları ilk yurdun, Selenge nehrinin doğu kısımları olduğu anlaşılmaktadır.
Hun İmparatorluğundan sonra Doğu Türkistan, M.S. 93-121 yılları arasında Çin istilâsına uğradı. Bu yıldan M.S. 220'ye kadar bölgede Kuşan hâkimiyeti kuruldu. Bu devletin çekilmesinden 360 yılına kadar Doğu Türkistan'da bulunan Yarkent, Lop, Hoten, Kâşgar, Kuça ve Turfan gibi şehir devletleri müstakil oldular. Bu tarihten itibaren Doğu Türkistan bölgesine sırasıyla şiyenbi, Toba, Cücen, Kök Türk, Türgiş, Uygur, Karluk, Karahanlı ve Karahıtay hanedanları hâkim oldular
Ötüken Uygur Kağanlığı dönemi
742 senesinde Basmıl, Uygur ve Karluklardan müteşekkil boylar Kök Türklere hücüm ederek Kök Türk kağanını öldürmüşler ve yerine Basmılların lideri olan Shie-tieh-i-shih kendini kağan olarak ilân etmiştir. Ötüken'de kurulan bu yeni "Kağanlık"da Uygurlar "Sol Yabguluk" Karluklar da "Sağ Yabguluk" mevkiine gelmişlerdir. Bu arada 742 senesinde "Yabgu" ünvanını taşıyan Uygurların reisi Çin'e elçiler yollayarak Çin İmparatorundan "Adaleti kabul eden reis" ünvanını almıştır.743 senesinde Uygur Yabgusu Kök Türklerin son kağanı olan Wu-Su-Mi-Shi (Ozmış) kağana hücum ederken diğer taraftan dokuz-oğuzların başında bulunan oğlu da Oğuz kuvvetleri ile birlikte savaşa katılır. Bu savaşta Ozmış kağan ağır bir yenilgiye uğrar ve karısı da Uygurlara esir olur.
Kök Türk devletinin tamamen tarih sahnesinden silinmesine sebep olan en son darbe 744 yılında yine Kök Türkler gibi "Aşina" soyundan gelen bir hükümdara sahip olan Basmıllar tarafından vurulur. Basmıl Kağanı, Ozmış Kağan'ın başını keserek Çin sarayına yollar. O zamana kadar Uygurların hâkimiyetinde olan Basmıllar bu başarılarından dolayı bağımsızlıklarını ilân ederler ve hükümdarları Ötüken'de Kağan olarak başa geçer. Fakat Uygurlar bu kağanı tanımazlar ve Uygur Yabgusu Karlukların yardımıyla da Basmıl Kağanını yener ve kendisini öldürür. Böylece Ötüken bölgesinde yeni bir Kağanlık kurulmuş olur.
744 senesinde Ötüken'de kurulan yeni devletin ilk kağanı Çin tarihlerinde Ku-tu-lu Pi-Chia Chüeh Ko-han olarak geçen "Kutlug Bilge Kül Kağan"dır. Tang imparatoru tarafından kendisine "Feng-ı Wang" adı ve daha sonra da "Huai-jen" ünvanı verilmiştir. Tang Sülâlesi tarihçileri, Kutlug Bilge Kül Kağan zamanında Uygurların, Altay dağlarından, ****** gölüne kadar uzanan bir bölgede hüküm sürdüklerinden bahsetmektedirler. Uygurlar bu devirde, kendilerine başşehir olarak, o zamanlar "Ordu-balıg" denen ve Hunlar zamanından beri bilinen, Yukarı Orhun nehri üzerinde bulunan "Kara Balgasun" şehrini seçmişlerdir.
Kutluk Bilge Kül Kağan 747 senesinde ölünce yerine oğlu Moyunçor Kağan başa geçmiştir. Bu Kağan zamanında Uygurlar, Batı'da Türgeşlerle mücadele etmişler ve bunları hakimiyetleri altına alarak sınırları batıda Sir-Derya nehri boylarına kadar genişletmişlerdir. Kuzeyde ise, Kem nehri aşılarak Kırgızlar ile kendilerine bağlanmıştır. Moyunçor zamanında en önemli siyasi münasebetler Çinliler ile olmuştur. 759 senesinde Moyunçor Kağan ölünce yerine Uygurlardaki veraset geleneklerine göre büyük oğlunun geçmesi lâzımdı. Fakat büyük oğul bilmediğimiz bir sebepten dolayı öldürülmüş ve yerine Moyunçor'un küçük oğlu Kağan olarak başa geçmiştir. Çinliler tarafından "Teng-li Mou-yü" (Tengri Mou-yü) diye isimlendirilen bu kağanın birkaç tane isminin olduğunu biliyoruz. Bu isimlerden en tanınmışları "Bugu" veya "Bögü" ile "Tengri"dir.
780 senesinde Tun Baga Tarkan, Bögü Kağan'ı öldürerek kendisini kağan ilan etmiştir. Kağan olduktan sonra, ilk iş olarak derhal Çin ile siyasî münasebetlerinin düzeltilmesi yolunu seçmiş ve bunda da muvaffak olmuştur. Çinliler tarafından kendisine "Alp Kutlug Bilge Kağan" unvanı verilmiştir. Kutlug Bilge Kağan'ın başlıca faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz. Tibet ve Karlukların Uygurlara karşı teşkil ettikleri çeteleri ortadan kaldırmış, Karlukları tamamen kendine tâbi kıldıktan sonra, Turfan bölgesine inmiştir. Burada da Tibet ve Karluk çeteleriyle karşılaşmış ve bunları da tamamen ortadan kaldırdıktan sonra, şehirleri geri alarak asayişi bozmayan bölge halkını ödüllendirmiş, asayişi bozanları ise şiddetle cezalandırmıştır.
Kutlug Bilge Kağan'ın en büyük icraatı Kırgız seferidir. Kırgız seferi kendi adını ebedîleştirmiştir denilebilir. Orta Asya'nın kuzeyinde oturan ve bir Türk boyu olan Kırgızlar, cesur ve kuvvetli idiler. Uygurlar bugünkü Turfan bölgesine kadar hâkim olunca, Kırgızların güney bölgeleriyle ilişkileri hemen hemen kesilmişti. Bu yüzden Kırgızlar daha kuzeye çekilmek zorunda kalmışlardır. Kutlug Bilge Kağan 805 senesinde ölünce, yerine "Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kagan" geçmiştir. Bu Kağan'ın önemli faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz. Doğu Türkistan'ın önemli şehirlerinden birisi olan Kuça'yı Tibetlilerin elinden kurtarması ve Maniheizm'in Uygurlar arasında yayılması için göstermiş olduğu gayret.
Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan ölünce, yerine bir evvelki kağan'ın küçük kardeşi 821 senesinde kağan olmuştur. Bu kağan'ın unvanı "Ay Tengride Kut Bulmış Bilge Kağan"dır. Uygurların ilk devrinden itibaren 21. kağanı olan bu kişinin bir başka ismi de "Kasar Tegin"dir. Kasar Tegin başa gelince Çinlilerle bir evlilik yoluyla akrabalık kurmak istemişti. Daha önceleri de gördüğümüz Çinli prenseslerle evlenerek bir akrabalık bağı tesis edilmesini her iki toplum, özellikle Çinlilere yararlar sağlayacağı aşikârdır. 821 senesinden sonra, Uygurlarda siyâsi yönden genel bir bozukluk görülmektedir. Uygurlardaki bu iç karışıklıkları Mani dinine bağlayanlar olduğu gibi, meydana gelen sülâle değişmesinin de rol oynadığını ve Çin'in olumsuz etkisinin de olduğunu söyleyenler vardır.
Kasar Tegin bütün maiyetiyle birlikte öldürülmüştür. Yerine 832-839 seneleri arasında başa geçen manevi oğlu "Hu-te-le" kağanlık yapmıştır. "Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan" unvanını almıştır. Bu dönemde iç karışıklıklar hat safhaya gelmiş ve bu arada büyük bir kış mevsiminden sonra, hayvanların pek çoğu telef olmuştur. Bu durum ise Uygur ekonomisini oldukça sarsmış ve Çin'e satacak mal bulamaz duruma gelmişlerdir. Hu-Te-le kağan 839 senesinde ölünce yerine Wu-Tu-Kung ile aynı senede Wu-Chie Kağan başa geçmiştir. 840 senesine gelindiğinde, 100 bin kişilik bir Kırgız ordusunun Uygur başkenti Karabalgasun'u kuşatarak, son Uygur kağanı olan Wu-Chie'yi öldürdüklerini görüyoruz. Uygurlar, Kırgızlar tarafından büyüklü küçüklü kılıçtan geçirilmişlerdir. Kırgızlar böylece belki de Moyunçor ve Kutluk Bilge zamanlarında uğradıkları yenilgilerin intikamını almış oldular. Bu savaştan kurtulan Uygurlar çeşitli yönlere hareket ederek yeni yurt edinmek için çaba harcamışlardır.
Hanlıklar Dönemi
Şa-Çu (Sha-Chou) Uygurları
Kırgız yenilgisinden sonra oturdukları bölgelerden hareket ederek Asya'nın daha güney bölgelerine, Çinin Batısı'na gelip yerleşen Uygurlardan bir grup Sha-Chou şehrine gelmişlerdir. Sha-Chou Uygurlarına Çinliler, Maniheizm dinini benimsemiş olmalarından dolayı ve bunların beyaz elbise giymelerinden kendilerine "Beyaz giymiş göğün oğulları" ismini takmışlardır. Ayrıca bu bölgenin çok önemli şehirlerinden biri olan Dun-huang'ın Sha-Chou'ya çok yakın olması zaman zaman Sha-Chou şehrine Dun-Huang denmesine yol açmıştır.
Sha-Chou Uygurları hakkında kaynaklarda pek fazla bilgi yoktur. Bunların siyasî hâkimiyetleri çok kısa sürmüştür. İlk önce Liao (Kıtan)lara ve daha sonra da Şi-Şia (Tanggut) devletlerinin hâkimiyetlerini tanımışlardır. Diğer taraftan Sha-Chou Uygurları ile Kan-Su (Kan-Chou) Uygurları arasında muhtemelen Mani dininden dolayı zaman zaman anlaşmazlıklar çıkmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Mani dinini kabul etmeyen bir kısım Sha-Chou Uygur halkı, Kan-Su Uygurlarından yardım istemişlerdir; onların Kan-Su Uygur kağanına mektup yazarak kendisinden yardım istediği bilinmektedir. Bu bölgenin önemi Çin ile Orta Asya arasındaki ticaret yolunun üzerinde bulunmasından ileri gelmektedir.
Kan-Su Uygurları
Bugünkü Kansu şehrinin yakınında kurulan Kan-Su Uygur devleti, bilhassa X. yüzyılın ortalarından itibaren Uygurların kuvvet merkezi hâline gelmiştir. Bu Uygurlar da Sha-Chou Uygurları gibi, XI. yüzyıldan sonra, Tangut ve Kıtanların hâkimiyetlerini tanımışlardır. Kan-Su Uygurlarına aynı zamanda "Sarı Uygurlar" da denilmektedir. 840 tarihinden sonra Uygurların bir kısmının Tibet ve An-Shi bölgesine göç ettikleri bilinmektedir. Bu bölgenin merkezi ise, Kansu (Kan-Chou) şehri idi. Kansu şehri bilhassa, Çin ile bugünkü Doğu Türkistan arasındaki ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Uygurlar bu bölgeye gelmeden önce, bu bölge ve ticaret yolu, Tibetlilerin eline geçmişti. Bu bölgeye gelip yerleşen Uygurların askerî bakımdan çok zayıf olduklarını Çin kaynakları bahsetmektedirler.
Bu bölgenin asıl özelliği Budizmin en fazla yayılmış olduğu bir yer ve Dun-huang mağaralarının bulunmasındandır. Bu sebeple Uygurların eski dini Maniheizmin burada daha çok yaşanmış olması ve Uygurların yeniden Budizm dinine bir dönüş yapmış olmaları çok muhtemeldir. Budist kitaplarının Sarı Uygur Kağanını "Gök Hükümdarı" diye anmaları ve onuncu yüzyılın başında buradan Çin'e gelmiş olan rahiplerin yeşil cübbe giymiş olmaları da, onların çoktan Budist olduklarını gösteren deliller olması lâzımdır. Dokuzuncu yüzyılın sonunda Turfan Uygurları tarafından Doğu Türkistan'dan kovulan Tibetliler Kansu'ya gelmişler ve Sarı Uygurların başına ciddî olarak dert olmuşlardır. Çinlilerle beraber Tibet tehlikesini de atlatan Sarı Uygurlar, ancak onuncu yüzyılın başlarında rahat nefes alabilmişlerdir.
911 tarihinde Sarı Uygurların ilk defa olarak askerî bir harekete geçtiklerini ve mabetlerin bulunduğu Dun-huang (Bin Buda) şehrini zaptettiklerini Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Bu hareket daha ziyade, Maniheist bir geleneğe sahip olan ve Sarı Uygurlarla Turfan Uygurları arasında kurulmuş küçük bir Çin devletine karşı yapılmış akındır. Bu devletçik "Beyaz elbise giyen imparatorun devleti" idi. Sarı Uygurların bu başarıları üzerine itibarları da çok artmıştır.
923 senesinde Kan-Su veya Sarı Uygurların başında Jen-Mei kağan bulunuyordu. Jen-mei kendileri için büyük tehlike oluşturan Tibetlilere karşı Çin'le bir anlaşma yapmıştır. Çinliler de sınırlarının güvenliolması için Sarı Uygurlara güvenmişler ve bu anlaşmayı imzalamışlardır.
924 senesinde Jen-mei ölünce yerine kardeşlerinin en küçüğü Tegin "kağan" oldu. 924 ile 928 seneleri arasında Uygurlar arasında karışıklıkların çıktığını görüyoruz. Artık Sarı Uygurlar, kendi iç işleriyle uğraşmaya başlamışlardı. Öyle anlaşılıyor ki, Sarı Uygurlar, batıdan gelen malları alıyorlar ve kendi kervanları ile Çine götürüyorlardı. Dar bir sahada yaşayan bu Uygurların hayatlarını devam ettirebilmeleri için ticaretin büyük önemi vardı.
933 senesinden sonra, Tibetlilerin Uygur kervanlarını soymaları üzerine başlayan Tibet harpleri, Uygurların kendi menfaatlerini korumak maksadıyla yapılan mücadelelerdir. Diğer taraftan Çinlilerin bu savaşlarda Uygurların yanında olması da kendi çıkarlarını Tibetlilere kaptırmamak içindir.
Sarı Uygurların daha önce kurulmuş olan Türk devletleri gibi fütuhat politikası yoktu. Belki bunun tek sebebi Sarı Uygurların artık yavaş yavaş yerleşik hayata geçmiş olmalarıdır. Onların tek amacı Kan-Chou (Kansu) şehrinde barış içinde oturup, yabancıların baskın ve istilâsına uğramadan kervanlarını gönderebilmekti. Bu sebeple Çin ile daima dostluk içinde yaşamışlar ve kendileri için en büyük tehlike olan güneydeki Tibetlilere karşı cephe almışlardı. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 9:54 | |
| Turfan Uygurları
840 tarihinden sonra güneyde yeni bir devlet kuran Uygurlar arasında Orta Asya Türk tarihinde çok önemli bir yeri olan Gao-Chang şehrinde yerleşen Uygurlar olmuştur. Bu Uygurlar "... artık Bozkır Türk devletinden farklı idiler: hâkimiyeti genişletme düşüncesinde olmamış, büyük siyasî çatışmalara girmemiş, başta Çin hükûmetleri olmak üzere, komşuları ile dostluk ve ticaret münasebetlerini devam ettirmeyi tercih etmişlerdir".
Batıya gelmiş olan Uygurlar, başlangıçta yalnız Turfan ve Beş-Balık bölgelerinde yerleşmişlerdi. Çin sınırında sayısız felâketlere uğrayan 13 Uygur boyu da batıya geçmiş ve Turfan Uygurlarına karışmışlardır. Turfan bölgesine gelen Uygurlar son Uygur kağanının kız kardeşinin oğlu olan, Mengli Tigin'i[29] 856 yılında kağan seçmişlerdi. Mengli Tigin'in kağanlığı Çin tarafından da tanınmıştı. Çin kaynaklarında Turfan Uygurları için "Shi-Zhou" Uygurları da dendiğini görüyoruz. Bunun sebebi ise, Tang sülâlesi zamanında Gao-Chang olarak bilinen şehrin 460 senesinde Çin'in bir eyaleti hâline getirildiği zaman, isminin Shi-Zhou olarak değiştirilmesindendir. Mengli Tigin Uygur kağanı olunca Ulug Tengride Kut Bolmış Alp Külüg Bilge Kagan unvanını almıştı. O da tıpkı ataları gibi bir unvan taşıyordu.
866'larda Turfan Uygurlarının başında Bugu Chün bulunmaktadır ve o Turfan'ı fethetmiştir. Batıdaki sınırlarını Tanrı dağları üzerindeki Ürümçi şehrine kadar uzattılar. Kansu'daki Çin askerî kuvvetlerinin Çin İmparatoruna isyan etmeleri üzerine Uygurlar sınırlarını doğuda Çin topraklarına genişletme imkânına sahip oldular. Böylece Tanrı dağlarının doğu ucunda ve ticaret yollarının geçtiği Kumul şehri de Uygurların eline geçmiş oldu. 947'lerde Turfan bölgesi Uygurlarının başkentinin Koço olduğu ve 948 yılında başa geçen Uygur hanının unvanının İdikut olduğu Koço'da bulunan bir kitabeden anlaşılmaktadır ve başkente de İdi Kut şehri deniyordu. Turfan ve Beş-Balık'taki Uygur hanedanının sınırları kesin olarak çizilemiyorsa da, bu hanlığın dâhilinde birçok Türk boyu yaşıyordu.
981 senesinde Kara-Koço'ya gönderilen Çin elçisi Wang Yen-te'nin seyahat notları kültür tarihimiz açısından oldukça önemlidir. Wang Yen-te Uygurlara Sung devleti tarafından, Kıtanların kuvvetlenmesi üzerine gönderilmişti. Sunglar Kıtanlara karşı Uygurlarla andlaşma yapmayı plânlıyorlardı. Ancak Çinliler fazla birşey elde edemedi. Çünkü bu yıllarda savaştan çok ticaretle uğraşan Türkler, hem Çin'i açıkça reddetmişler, hem de onlarla andlaşma yaparak Kıtanları kızdırmamışlardır. Bu Uygurlar 10. yüzyıldan itibaren gelişen ve 11-12. yüzyıllarda olgunluğa erişen Türk medeniyetinin kurucusu olmuşlardı. Bilhassa Mani dini Turfan ve Beş-Balık Uygurları arasında epeyi rağbet görmüş ve birçok eser bırakmışlardır.Turfan Uygur devleti önce Kara-Hıtay devletine bağlandı (1206). Uygur kağanı, Kara Hitay hükümdarı Yeh-lü Ta-Shi'yi kendi başkentinde üç gün misafir etmiş ve Yeh-lü Ta-Shih ülkesine döndüğü zaman 600 at, 100 deve ve 3.000 koyun hediye etmiştir.
Hitay devletinin kurucusunun karısı da bir Uygur prensesi idi. Devletin idaresinde ve savaşlarda kocası kadar rolü olan bu imparatoriçe, 924 senesinde kendisine gelen Uygur elçisine özel bir karşılama yapılmasını istemişti. Bu arada Uygur alfabesinin Hıtay devletinin resmî yazısı olmasında da büyük tesir yapmıştır. Hıtay devletinin ileri gelenleri arasında da birçok Uygur vardı.
Karahanlı dönemi
Karahanlılar tabiri Doğu ve Batı Türkistan'da hüküm sürmüş olan ilk İslamî Türk sülâlesine (840-1212) Avrupalı oryantalistler tarafından kendi unvanlarındaki kara "kuvvetli" kelimesinin çok sık geçmesinden dolayı verilen bir isimdir. Bu sülâle için ilmî eserlerde kullanılan diğer bir isim, yine karakteristik bir unvandan dolayı, ilek (ilig) Hanlar tabiridir. Ayrıca bu sülale muasır İslâm kaynaklarında el-Hakaniye ve Al-Afrasiyab gibi isimlerle de zikr olunmuştur. Onların menşei hakkında 7 muhtelif nazariye vardır ve Karahanlılar tarihi üzerindeki başlıca otorite O. Pritsak bu sülâleyi A-shi-na hanedanının bir kolu olan Karluk hanedanına bağlamaktadır.
840'da Uygur Devletinin Kırgızlar tarafından yıkılması üzerine Karluk Yabgusu kendisini bozkırlar hâkiminin kanunî halefi ilân ederek Karahanlılar Devleti kurdu. Bir başka iddiaya göre Karahanlılar Devleti Yağmalar tarafından kurulmuştu. Bu devlet kavimleri yarı yarıya bölen Altay sistemine uygun olarak iki kağan idaresinde iki kısma ayrıldı. Arslan Kara Hakan unvanını taşıyan doğu kısmının hâkimi büyük kağan, nazarî olarak , bütün Karahanlıların hükümdarı idi ve Kara-Ordu'da yerleşmişti. Buğra Kara Hakan unvanını taşıyan batı kısmının hâkimi ise, ortak kağan olarak önce Taraz'da oturmuştu. Bu iki kağandan başka devlet idaresinde dört alt kağan ile altı hükümdar vekili yer almakta idi. Bu hükümdarlar zümresi aynı hanedana mensup idiler ve birbirine bağlı olarak kademe kademe yükselmekteydiler. O. Pritsak'ın bu görüşüne karşı, ülkemizde bu konudaki araştırmaları ile tanınan Reşat Genç'in tezi başka şekildedir. Ona göre, Karahanlıların Türk idare geleneğinin bir icabı olarak "ikili teşkilât" esasına göre idare edildiği ileri sürülmüştür. Buna uygun olarak devlet, doğu ve batı olmak üzere iki idarî kısma ayrılmıştı. Doğu kısmının hâkimi büyük kağan bütün Karahanlıların hükümdarı idi. Batı kısmı ise büyük kağanın yüksek hâkimiyetini tanımak kaydıyla başka bir hanedan azası tarafından idare ediliyordu.
Devletin her iki kısmındaki müstakil vilâyetler ise hanedana mensup şehzade veya askerî valilerin idaresine veriliyordu. Karahanlı Devleti 1041/1042 yılarında doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldıktan sonra da, her iki devlette de ikili idare geleneği bir süre devam etmişti. Doğu ve Batı Karahanlı devletleri içindeki vilâyetlerin idaresinde yine hanedan üyesi şehzadeler görevlendirilmekteydi . Karahanlıların ilmî bakımdan pek aydınlık olmayan başlangıç devresi için tespit edilebilen ilk kağan Bilge Kül Kadır Han'dır ve Samanîler ile mücadele etmiştir. Onun iki oğlundan Arslan Han Bazır büyük kağan sıfatı ile Balasagun'da, Kadır Han Oğulcak ise ortak-kağan olarak Taraz'da devleti idare ettiler. Samanilerden İsmail b. Ahmed (892-907) uzun bir muhasaradan sonra Taraz şehrini zaptetmişti (Mart-Nisan 893). Bu durum karşısında Oğulcak merkezini Kâşgar'a naklederek Samanî hâkimiyeti altındaki bölgelere akınlara başlamıştır. Onun yeğeni Satuk Buğra'nın, Karahanlılara sığınmış Ebü Nasr adlı Samanî prensi veya İslâm sufî vaizleri ile karşılaşması İslâmı kabulüne sebep olmuş ve devletin kaderini değiştirmişti.
Belki de Taberistan'daki Ali evlâdından İmam el-Hasan b. Ali'nin kumandanı Leyla b. Numan'a karşı Samanilere yardım eden Buğra Han idi. Eğer kaynaklarda adı geçen Buğra Han, Karahanlılar hükümdarı ise 921 yılında Samanî emiri II. Nasronu yardıma çağırmıştı. Merv şehri civarında yapılan savaşta aralarında Buğra Han'ın da bulunduğu Samanî kuvvetleri Leyla b. Numan'ı mağlup ve esir ettiler. Leyla b. Numan daha sonra öldürüldü. Satuk Buğra amcasına karşı taht mücadelesini kazandıktan sonra kendi devleti içinde İslâmiyeti resmen kabul etmiştir (muhtemelen 333/944-45). Bu olay Batı Karahanlıların dinî durumunu değiştirdi. Satuk Buğra Müslüman ismi olarak Abdülkerim'i almışti O aynı hanedan idaresindeki gayr-i Müslim Karahanlılara karşı mücadelede Müslüman gönüllülerden de istifade etmişti. Satuk Buğra 344/955-6 yılında öldü ve Kâşgar'ın kuzeyindeki Artuç'da gömüldü .
Satuk'un oğlu Musa, doğu kağanı Arslan Han'ı yenerek sülâlenin bu kolunu ortadan kaldırmış ve bütün Karahanlı Devletini İslâmlaştırmaya muvaffak olmuştur. Bundan sonra İslâm dininin Türkler arasında yayılması artık bir cihat mahiyetini almıştı. Bir diğer görüşe göre, Musa çok kısa bir hükümdarlıktan sonra ölmüş, yerine kardeşi Baytaş Arslan geçmiş ve Karahanlı Devletinin bütünüyle Müslüman olması Baytaş Han zamanında olmuştu. Ayrıca 349/960 yılında Müslümanlığı Kabul eden 200.000 çadırlık Türk halkı, Karahanlılar hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşamaktaydı. Baytaş'ın (veya Musa'nın) yerine geçen oğlu Ebu'l-Hasan Ali'nin Karahanlı Devletine komşu sahalarda yaşayanları İslâmlaştırmak için açılan, savaşların birinde şehit düşmüş olması muhtemeldir (998). Bu sırada devletin batı kısmını idare etmekte olan yeğeni (veya kardeşi) Buğra Han Hatun 990'da İsficab'ı zabtetmiş ve daha sonra da Samaniler'in başkenti Buhara'ya girmiştir (Mayıs-Haziran 992). Onun bu şehre gelişinde Samanilerin Horasan valisi Ebu Ali Simcuri'nin rolü olmuş ve aralarında gizli bir anlaşma yapmışlardı. Buna göre her ikisi Samanilerin arazisini paylaşacaklardı. Buğra Han daha sonra bu anlaşmaya uymamış, fakat hastalanarak bu şehri terk etmek zorunda kalmıştı. Onun bu şehirden ayrılışında muhtemelen Samanilerin yardımına gelen Arslan b. selçuk'un idaresindeki Oğuzların da rolü olmuştur. Buğra Han Kâşgar'a dönerken yolda ölmüştür .
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 9:54 | |
| 998'de ölen büyük kağan Ebu'l-Hasan Ali Arslan Han'a oğlu Ahmet halef oldu . Ahmet Karahanlı hükümdarları içinde Abbası halifesini ilk tanıyandır. Onun zamanında Samaniler ve öteki vassallarr ile münasebette olan ve batı kısmını idare eden kardeşi Ebu'l-Hasan Nasr b. Ali idi. Nasr Özkend'de oturmaktaydı ve daha önce 996'da Samani kumandanlarından Faik'in teşviki ile bu devlet topraklarına hücum etmişti. Fakat Gazne hâkimi Sebüktegin (977-997)'in aracılığı ile bu iki devlet anlaşma yaptılar. Bu anlaşmaya göre, Samanîler Sir Derya (Seyhun) sahasını Katvan çölüne kadar Karahanlılara bırakıyorlar, Faik ise Semerkand valisi oluyordu.
Faik daha sonra Karahanlı kuvvetleri ile Buhara'ya girdi ise de (997), Samanî emiri II. Mansur ile anlaşarak onun tekrar adı geçen şehre dönmesini sağladı. Nihayet Nasr 999 yılında Buhara'yı zabt etti ve Samanî hanedanı mensuplarını Özkend'e götürdü. Daha sonra Samanilerden İsmail el-Muntasır'ın hapis olduğu yerden kaçarak atalarının devletini diriltmek için giriştiği teşebbüsler başarısız kaldığı gibi, bu hareket ölümüne de sebep olmuştu (1005). Nasr b. Ali'nin Gazneli Sultan Mahmud (998-1030) ile yaptığı anlaşmada ise, iki devlet arasında hudut Amu Derya (Ceyhun) olarak tespit edildi (1001). Ayrıca aradaki dostluğu kuvvetlendirmek için Mahmut (998-1030) ile yaptığı anlaşmada ise iki devlet arasında hudut Amu Derya (Ceyhun ) olarak tespit edildi (1001). Ayrıca aradaki dostluğu kuvvetlendirmek için Mahmud, Nasr'ın kızı ile evlendi. Fakat Nasr, Samanilerin bütün mirasına konmak ve Horasan'ı ele geçirmek istiyordu.
Sultan Mahmud'un Hindistan'da meşgul olmasından faydalanarak bu arzusunu gerçekleştirmek üzere harekete geçti. Bu maksatla kardeşi Ca'fer ve Sübaşı Tegin idaresinde Horasan'a gönderdiği kuvvetler Sultan Mahmud ile kardeşi Nasr tarafından mağlûp edildi (1006). Nasr b. Ali aileden Hotan hâkimi Yusuf Kadır Han b. Harun'dan yardım istedi. Gazneli Sultan Mahmud Belh ovasındaki savaşta bu birleşik Karahanlı kuvvetlerini tekrar hezimete uğrattı (5 Ocak 1008). Bu muvaffakiyetsizlik Karahanlılar arasında aile kavgalarına yol açtı. Nasr b. Ali bağımsızlığını ilân etmek istedi. Büyük kağan Ahmed b. Ali (Toğan Han) ise ona karşı Sultan Mahmud'la dost oldu. Neticede iki rakip, Mahmud'un aracılığına başvurdular. Nasr b. Ali 1012/1013 tarihinde öldü ve yerine üçüncü kardeşi Mansur geçti.
Ahmed b. Ali'nin ağır hastalığı sırasında muhtemelen kardeşi Mansur kendisini büyük kağan ilân etti. Öteki kardeşi Muhammed de Mansur'un hâkimiyetini tanıyordu. Ahmed bu iki kardeşine karşı harekete geçti. Onun tarafından Yusuf Kadır Han ile Ali Tegin vardı. Ali Tegin bu mücadele sırasında Mansur b. Ali'nin eline esir düşmüş olmalıdır. Karahanlılar Harezmşah Ebul'-Haris Muhammed ile gazneliler arasında önce arabuluculuk yaptılarsa da, daha sonra Mahmud'u Harezm'i işgalini kabul etmek zorunda kaldılar (1017). Büyük kağan Ahmed b. Ali hasta yatağından kalkarak Balasagun'a 8 günlük mesafeye yaklaşan 100.000 çadırdan fazla gayri müslim göçebeyi yendikten sonra, 3 ay müddetle Turfan'a kadar takip etmişti. o, bu zafer dönüşünden kısa bir müddet sonra ölmüştür (1017/1018).
Ahmed b.Ali'nin ölümünden sonra yerine geçmek isteyen iki namzed vardır. Bunlardan Yusuf Kadır Han Gazneli Mahmud'dan yardım istedi ise de, umduğunu bulamadı.SultatMahmud ona yardım için göstermelik bir sefere çıkmış, fakat Ceyhun nehrini geçtikten sonra geri dönmüştü. Neticede Yusuf Kadır Han rakibi Ebu'l - Muzaffer Mansur b. Ali ile anlaştı. Bu iki Karahanlı hükümdarı birleşerek Horasan'a bir sefer yaptılarsa da, Belh civarındaki savaşta Sultan Mahmud onları ağır bir mağlûbiyete uğrattı (1019/1020). Karahanlı kuvvetlerinin dönüşü sırasında pek çok asker Ceyhun nehrini geçerken boğuldu. Bu durumda Yusuf, Sultan Mahmud ile tekrar barışmak zorunda kaldı. Arslan İlig Ebu Muhemmet b. Ali devlet içinde en kuvvetli duruma gelmişti ki, Ahmet b. el-Hasan ona karşı çıkarak Özkend'i zapt etti (1019/1020). Bu sırada Mansur b. Ali'nin elinden kurtulmaya muvaffak olan Ali Tegin, Arslan b. Selçuk'un yardımı ile Buhara'yı ele geçirdi (1020/1021) ve burada hüküm sürmeye başladı. Öte taraftan sofi bir zat olduğu anlaşılan Mensur b. Ali kağanlığı terk ederek derviş oldu (1024/1025). Onun yerine Yusuf Kadır Han geçti. Muhammet b. Ali'nin ise ağabeyinin tahttan ayrılmasından önce Ali Tegin ve Arslan Yabgu önünde mağlûp ve aşağı yukarı bu sıralarda ölmüş olduğu anlaşılıyor.
Yusuf 'a karşı iki kardeşin birleştiğini görüyoruz; bunlardan Ahmed kendisini büyük kağan ilân ederken, Ali Tegin de ona yardımcı oldu. Yusuf için tekrar Gazneli Mahmud ile anlaşmaktan başka bir çare kalmamıştı. Samarkand civarında buluşan bu iki hükümdar, Karahahlıları ilgilendiren meselelerin yanı sıra Arslan b. Selçuk ve emrindeki Oğuzların da Horasan'a nakledilmesi hususunda karara vardılar. Ayrıca iki hanedan arasında akrabalık tesis edilmesi kararlaştırıldı (1025). Sultan Mahmud bir hile ile Arslan b. Selçuk'u yakalattı ve Hindistan'da Kalıncar kalesinde hapsettirdi. Ali Tegin ise bozkırlara kaçtı, ancak Mahmud'un ülkesine dönmesi üzerine tekrar Buhara ve Samarkand'a hâkim oldu. Sultan Mahmud eski Samanî topraklarını hâkimiyeti altına aldı ve Karahanlıların Abbasî halifesi ile münasebetlerinin kendisi vasıtası ile olacağı hususunda onlarla bir anlaşma yaptı. Öte taraftan Yusuf Kadır ve oğullarının talihleri açılmıştı, önce Özkend'i (1025), sonra da başkent Balasagun'un ele geçirmeyi başardılar (1025). Ahmed b. el-Hasan da Yusuf'un hâkimiyetini tanıdı.
Gazneli hükümdarı Mahmud 1030 yılında ölmüş ve yerine oğullarından önce Muhammed, kısa bir mücadeleden sonra da Mes'ud geçmişti. Sultan Mes'ud'un 1031 yılı baharında, tahta çıkışını haber vermek ve iki hanedan arasında dostane münasebetler kurmak için gönderdiği, elçilik heyetini Yusuf Kadır Han iyi karşılamadı. Ancak onun ölümü (Aralık 1032/Ocak1033) ve yerine oğulları Arslan Han Süleyman ile Buğra Han Muhammed'in geçmesi üzerine Sultan Mes'ud'un gönderdiği elçi heyeti anlaşmayı yapmaya muvaffak oldu. Daha sonra Gazneli prensesi Zeyneb'in Buğra Han Muhammed'e eş olarak verilmemesi sebebiyle iki hanedan arasında çıkan anlaşmazlığı da, Mes'ud yeniden gönderdiği bir elçi heyeti ile bertaraf ederek iki kardeşle tekrar anlaştı.
Ali Tegin ve Karahanlı Devleti'nin Bölünmesi
Gazneli Sultan Mes'ud tahta geçmeden önce Ali Tegin'den yardım istemiş, buna mukabil de ona Huttal'i va'd etmişti. Ancak Mes'ud tahta çıktıktan sonra sözünde durmadığı gibi Maveraünnehr'i Ali Tegin'den alarak oraya Buğra Han Mahmud b. Yusuf'u yerleştirmeğe karar verdi. Ali Tegin'e karşı Harezmşah Altuntaş idaresinde kuvvet gönderdi. Altuntaş, Ali Tegin'le Debusiye'de savaştı ve ağır bir şekilde yaralanmasına rağmen, müsait bir anlaşma yapmaya muvaffak oldu ve bundan hemen sonra öldü (1032). Altuntaş'ın halefi Harun ise Sultan Mes'ud'a karşı Ali Tegin ile avlaştı (1034). Ali Tegin'in ölümünden (1034) sonra yerine Yusuf geçti. Yusuf, Harun ile beraber, Sağaniyan'ı zabtederek Tırmiz'i muhasara etti. Ancak Harun'un, Gazneliler tarafından tertiplenen bir suikast sunucu öldürülmesi (1035), Yusuf'un geri çekilmesine sebeb oldu. Bunda onun beraberindeki Selçukluları darıltmasının da rolü vardı. Yusuf bundan sonra anlaşmak için Sultan Mes'ud'a müracaat etti. O Huttal'dan vaz geçiyor ve kendisini Arslan Han Süleyman b. Yusuf ile barıştırması için Mes'ud'un aracı olmasını istiyordu. Ayrıca iki hanedan arasında tekrar evlenme yolu ile akrabalık tesis edildi. Yusuf'un durumunu tehlikeye sokan başka bir olay da Nasr b. Ali'nin iki oğlu Muhammed b. Nasr 1036/1037'de Özkend'de sağlam bir şekilde yerleşmeğe muvaffak oldu.
İbrahim'in Vahş ve Huttal gibi şehirlere akınlar yapması üzerine, Sultan Mes'ud ona karşı kuvvet sevk etti ise de, bir netice elde edemedi (1038/36). İbrahim Türkmenlerden de yardım aldı ve Ali Tegin oğullarının elinde bulunan Kiş ,Soğd ve Buhara'yı zabt etti. Ali Tegin'in oğulları Yusuf Kadır Han'ın oğullarının yanına sığındılar. Muhammed büyük kağan unvanı alarak kardeşi İbrahim ile kendilerini Yusuf Kadır Han kolundan ayırmışlar ve bu suretle aşağı- yukarı 1041/1042'den itibaren doğu ve batı olmak üzere iki Karahanlı Devleti meydana gelmiştir. Batı Hanlığı Maveraünnehir ve Hocend'e kadar batı Fergana'yı içine almaktaydı. Büyük Kağan'ın merkezi önceleri Özkend, sonra Semerkand olmuştu. Doğu Hanlığı'nın hududları içinde Talas, İsficab, Şaş, doğu Fergana , Semireçye ve Kâşgar bulunmaktaydı. Büyük Kagan'ın başkenti Balasagun idi. Doğu Hanlığı'nın dinî ve kültür merkezi ise Kâşgar idi. Bilhassa bu şehir Ebu Ali el-Hasan b. Süleyman zamanında en parlak devrini yaşamıştır.
Kara Hitaylar dönemi
Liao hânedanının inkirâzı üzerine, Çinlilerin büyük bir kısmı gâlip Cürcenlerin (Müslüman kaynaklarında: Çürçit) hâkimiyetini kabul etmiş ve Ye-Lu-Ta-Shi idâresi altında bulunan küçük bir kısmı Batı Moğolistan'daki birçok kavimleri içine almak ve onlar tarafından desteklenmek suretiyle, Asya'nın merkezi olan Türkistan'da Kara-Hitay ismi altında, 1124-1211 yılları arasında 88 yıl süren bir imparatorluk kurmuştur. Coğrafî sahası ve içtimaî teşekkülü ile Çinlilerinkinden tamamiyle farklı olan bu devlet, Moğol istilâsından önceki Orta Asya'nın siyâsi, askerî ve kültür durumunu aydınlatması bakımından mühim bir yer işgal etmektedir. Çin kaynaklarında Kıtay kavmine VIII. asırdan itibaren tesâdüf edilmektedir. Orhon kitabelerinde Kıtay (Kıtan) kavmi, Türk sahasının doğu kısmında yaşayan ve Türklerin düşmanı olan bir kavim olarak birçok defa zikredilir. Çinlilerin verdiği malûmata göre, bunlar Mançurya'nın güney kısmında yaşıyorlardı.
X. asrın başlarında Kıtaylar fatih olarak ortaya çıktılar ve Çin'in güney kısmını hâkimiyetleri altına alarak, orada Liao ismiyle, bir hanedan tesis ettiler(916). 840'ta kuzey Moğolistan'da Uygurların yerine geçen Kırgızlar da bu hanedan'ın müessisi olan Apaoki'nin hâkimiyetini tanımağa mecbur olmuşlardır. Bu zat 924'te bizzat Karakorum'da bulunduğu sırada bir Arap, yani bir Müslüman, sefâret heyetini kabul etmiştir. Bu kayıt Müslümanların havaliye gelişini dair ilk malûmatı teşkil eder. Mamafih bu bir sefaret heyeti olmayıp sadece bir tüccar kervanından ibaret de olabilir. Liao hanedanı 960'tan beri Çin'in güneyinde baş kaldıran millî Sung hanedanına karşı muvaffakiyetler kazanmıştır. Ancak 1125'te Kıtaylar bir diğer bir Tungguz kavmi olan Cürcenler tarafından mağlûp edilmişlerdir. Daha sonra Cengiz han devrinde bir fırsatını bularak Cürcenlere karşı ayaklanmışlar ve Moğollara tâbi bir devlet olmak üzere Kıtay imparatorluğunu ihya etmişlerdir. Bu hanedan Cürcenlerden önce ve sonra da Çin kaynaklarınca bir Çin hanedanı gibi telâkki edilmiş ve adları Çin imparatorlarının lâkap ve alâmetleri ile anılmıştır. Yabancı menşeden olan bu hanedan mümessillerinin birer Çin imparatoru gibi telâkki edilmesi Çin tarihinin biricik istisnasını teşkil eder.
Çin'e yerleşmeden önce de Kıtaylar Çin kültürünü, diğer göçebe kavimlere nispetle, daha çok benimsemiş bulunuyordu. Çok miktarda şamanizm unsurları ile karşılaşmış olan Budizm, gerek Liao ve gerek Kara-Hitaylarda makbûl bir din olmuştur. Cürcenlerin de daha sonraları yaptıkları gibi, Hıtaylar da, esâsı Çin hiyerogrifleri olmak üzere, hususî bir yazı sistemi vücûda getirmişlerdir. Marquart (SPAW, 1912, s.500 v.d.) tarafından, menşe' itibârı ile garplı (belki Uygur örneğine göre) bir yazı sistemi tarzında tefsir edilmiştir. Bugüne kadar bu yazı ile yazılmış hiçbir vesika bulunamamıştır. Fakat Çin yazısı örnek tutularak vücûda getirilmiş işâretler ile yazılı eserlere mâlik bulunuyoruz
Kara-Hıtay bu tâbirin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı mâlûm değildir. Bu tabirin meydana çıkmasının Kara-Hanlılar devletinin yıkılması ile ilgili olması muhtemeldir. Bu tâbirin, bir taraftan Kara-Hıtayları eski Kıtaylar ile bağlamak ve diğer taraftan bunları şarkî Kıtaylardan ayırmak üzere, iki vazife gördüğü anlaşılıyor. Kara-Hıtay devletinin hudutları hakkında kaynaklardaki mâlûmat birbirinden az-çok farklıdır. 1219'da Orta Asya'yı ziyaret etmiş olan Yeh-lu Chu'u-ts'ai birkaç 10.000 li'den bahsediyor. Onun muâsırı olan Chang-Chun "her tarafı 10.000 li" olarak göstermekte ve daha sonra Ting Chien bunun 6.000 li genişliğinde ve 7.000 li uzunluğunda olduğunu tahmin etmektedir. Buna göre, Kara-Hıtay devleti, merkezi Balasagun olmak üzere, geniş bir sahayı kapsamıştır. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 9:56 | |
| Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan Tarihi
Cengizliler Dönemi
Cengiz devrinde bölgenin kuzeyinde Uygur, güneyinde de Doglat sülâleleri oluştu. Cengiz'den sonra da bu sülâleler Çağatay Hanlığına bağlandı. Temuçin Moğol kabilelerini birleştirdikten sonra, 1206 yılında açılan kurultayda Cengiz Han unvanını alır, Cengiz Han'ın bu kurultayda kabile beylerine söylediği "Gökte iki güneş ve bir kında iki kılıç olmadığı gibi, bir hanlıkta da iki han olmaz. Gelin benimle birleşin ve benim sağ elim olun" şeklindedir. Temuçin'i Cengiz Han yapan bu kurultay öncesinde, yıl 1204, Temuçin ile Nayman kabilesinin beyi Tayang Han arasında savaş çıkmıştı. Savaşta Nayman kabilesi yenilir ve dağılır. Ağır yara alan Tayang Han, kaçıp sığındığı yerde çok geçmeden ölür. Bu savaşta Cengiz Han'ın eline esir düşenlerin arasında, Tayang Han'ın yüksek dereceli beyi Uygur Türklerinden olan Tatakun da vardır. Tatakun, yanından çıkardığı altın damgayı Cengiz Han'a teslim ederek, kendisinin bu görevi yerine getirmek için, isteyerek kaçtığını ve esir düştüğünü anlatır.
Cengiz Han, bu altın damganın kendisinin adına kullanılması, aynı zamanda, Türk-Uygur dilinin, yazısının, kanun ve âdetlerinin oğulları ve beylerine öğretilmesi için Tatakun'u görevlendirir. Tatakun hizmetiyle kendini kanıtlar ve Cengiz'in halefi Ögedey'in büyük rütbeli devlet memuru olur. Tatakun'dan sonra da, Cengiz oğulları ve beylerine Uygur yazısını öğreten Uygurların adı kayıtlarda geçmektedir: Karayagaç Buyruk, Mihg Seris, Yolun Timur, Sucis, Şiyban. Cengiz Han hanlığını genişletmek amacıyla, 1210 yılında Alp Utuk ve Darbay adlı iki kişiyi elçi olarak Turfan Uygurlarının İdikut devletine gönderir. Turfan İdikut'u (Hanı) Barçuk Art Tegin, Cengiz Han'ın elçilerini kabul eder ve Cengiz Han'a biat ettiğini belirtmek için, gelen elçiler ile beraber Moğolistan'a elçi gönderir. Kendisi 1211 yılında Cengiz Han'ın Kerülen nehri boyundaki karargâhına giderek, Cengiz Han'ı ziyaret eder. Cengiz Han, Barçuk Art Tegin'e hediyeler verir ve kızı İl Altun Hanım'ı ona eş olarak vermeyi kabul eder.Böylece Barçuk Art Tegin 10.000 kişilik birlik ile katılır. Üstün savaş yeteneklerinden dolayı Cengiz Han'ın takdirini kazanır.
Türkistan, Cengiz İmparatorluğuna katılınca, Cengiz ve halefi Ögedey, imparatorluğun idaresi için, Ürgençli Türk Mahmut Yalavaç ile onun oğlu Mesut'tan faydalanırlar. Mesut'u Moğol beyleri ile beraber Türkistan'ın idaresine bırakıp, Mahmut'u Ordubalık (Pekin) şehrine götürürler. Mesut Beyin iyi bir idareci, iyi bir eğitimci olduğu, Buhara'da ve Kâşgar'da Mesudiye Medresesini kurduğu bilinmektedir. Cengiz Han ömrünün sonuna doğru, 1225 yılında imparatorluğunu dört oğluna paylaştırırken, Moğol geleneğine göre, Cengiz Han'ın esas mülkünün en küçük oğula kalması ve her oğlun arazisinin merkeze uzaklığının da yaşı ile uygunluk sağlaması lâzımdı. Cuci'nin büyük oğul olması itibarıyla en uzak bölgeyi alması gerekirdi. Böylece, büyük oğul Cuci'ye Deşti Kıpçak (Kıpçak Bozkırları), ikinci oğul Çağatay'a bütün Türkistan, üçüncü oğul Ögedey'e Altay, Tarbagatay dâhil Batı Moğolistan, dördüncü oğul Tuluy'a Cengiz'in asıl yurdu verilir.
Baba mülkü yukarıda bahsettiğimiz geleneğe göre taksim edilse bile, büyük han seçiminin bu gelenek ile ilgisi yoktur. Cengiz Han hayatta iken, halef olarak üçüncü oğlu Ögedey'i tayin etmiştir. Böylece 1227'de, Cengiz'in ölümünden sonra, Ögedey büyük han olarak babasının yerine geçer. 11 Aralık 1241'de, 56 yaşında Ögedey ve yine aynı yıl Çağatay ölürler. Bir müddet Cengiz'in evlâtları arasında taht kavgaları sürer. Ağustos 1246'da yapılan kurultayda Güyük babası Ögedey'in yerine büyük han seçilir. Çağatay hayatta iken, tahtına vâris ettiği büyük oğlu Kara Hülegü'nün yerine, Güyük'ün desteğiyle Kara Hülegü'nün kardeşi Yesü Möngke oturur. Mesut Bey, bu yeni hükümdarlara güvenemediği için Cuci'nin vârisi Batu'ya sığınır. Fakat, Güyük'ün ölümü üzerine, Tuluy'un büyük oğlu Mengu 1252'de açılan kurultayda büyük han seçilince, Mesut Bey tekrar Türkistan'daki eski görevine getirilir.
Çağatay Hanlığının batı kısmı; Maveraünnehir halkı daha önceden çiftçiliğe dayanan yerleşik ekonomik hayata geçtiği için, o yörenin Moğolları önce Türkleşir. Çağatay Hanlığının doğu kısmı; bugünkü Doğu Türkistan'daki Moğollar, Maveraünnehir Moğollarına nispeten göçebeliği ve Moğolluğu biraz daha devam ettirir. Çağatay Hanlığının bu iki kısmındaki iktisadî ve etnik farklılaşma, gitgide hanlığın siyasî ve manevî varlığının parçalanmasına yol açar. Maveraünnehir insanları kendilerini "Çağataylılar" diye adlandırıp, doğudaki Moğolları "haydutlar" olarak görürler. Doğudaki Moğollar ise, batıdakileri hulmuk "melez", kendilerini "asil Moğol" olarak kabul ederler. Çağatay Hanlığı ikiye bölündüğünde, batıda Timur'un mensup olduğu Barlas kabilesi ve onun nüfuzu Maveraünnehir'de ne ise, doğudaki Duğlat kabilesi ve onun nüfuzu Altışehir'de odur. Çağatay Han'ın ölümünden bir yüzyıl geçtikten sonra, Çağatay Han'ın soyu bu iki kabile beyinin eline geçer.
Moğolca Manglay Süye olarak adlandırılan "Altışehir"in adının Cengiz Han tarafından mı, yoksa Çağatay Han tarafından mı verildiği belli olmamakla beraber, Duğlat kabilesinin beyi Urtup'un idaresine verilmiştir. Bu kabileye mensup olan, Tarih-i Reşidî'nin yazarı Mirza Haydar Duglat, atalarını geçmişe doğru şöyle sıralamaktadır: Muhammed Hüseyin ¥Emiri Said Ali - Emir Ahmed ¥defa kabul eden Duğlat beyi olup Urtup'un torunudur.
Herat şehrinde 1508 tarihinde Özbek hanı Şaybak tarafından öldürülen Muhammed Hüseyin Taşkent'te altı yıl kadar valilik yapmıştır. Muhammed Hüseyin'in oğlu olan Mirza Haydar Duğlat 1499 yılının Ağustos ayında Taşkent'te doğmuştur. Mirza Haydar Duğlat ana tarafından, Timur'un beşinci kuşaktan torunu Hindistan fatihi Babur'un akrabasıdır. Çağatay Hanı Yunus Han'ın kızı olan Babur'un annesi Kutluk Nigâr Hanım, Mirza Haydar Duğlat'ın annesi olan Hub Nigâr Hanım'ın ablasıdır. Haydar Mirza Duğlat'ın amcası Seyit Muhammed Mirza, Seidiye Hanlığı'nın ikinci hanı Abdulreşit Han tarafından 1533'te öldürülünce, bu olaydan korkan Haydar Mirza Duğlat Timurlular tarafına kaçar ve 1541'de Keşmir'i fethederek, orada devlet kurar. Kendisini korkutan kişinin adına bağışladığı ünlü eseri Tarih-i Reşidî'yi burada yazar. O, 1551 Ekiminde yerlilerin bir isyanı sırasında, okla vurularak öldürülür. Böylece, Haydar Mirza Duğlat'ın ölümüyle Altışehir ve Keşmir'de 13. yüzyıl ortalarından 16. yüzyıl ortalarına kadar süren, Duğlat soyunun 300 yıllık saltanatı sona erer.
Seidiye Hanlığı (Yarkent Hanlığı)
Çağatay Han'ın onüçüncü kuşaktan, Timur'un beşinci kuşaktan torunu ve Babur'un dayısı olan Ahmet Alçahan'ın oğlu Seyit Han (1484-1533), uzun bir müddet Babur ile kader birliği yaptıktan sonra, 4.700 kişilik kuvvet ile Artuş üzerinden Kâşgar'a doğru ilerleyecektir. Seyit Han'dan 350 yıl sonra, Ocak 1865 yılında Yakup Bey de bu yol ile Kâşgar'a gelecektir. Seyit Han'ın Kâşgar'ı hedef aldığı o zaman, Kâşgar'da zalimliği ile tanınmış Duğlat beylerinden Abubekir saltanat sürmektedir. O, 1478 yılında Seyit Han'ın dedesi Yunus Han'ı Yarkent civarında yenerek, Kâşgar'ı ele geçirmesinden, Seyit Han'ın Kâşgar'a geldiği 1514 yılına kadar 36 yıl buranın mutlak bir hükümdarı olacaktır. Sayramî'ye göre, "Abubekir kadar zalim padişahın tarihte yine bir benzeri yoktur".
Seyit Han halkın da yardımıyla Kâşgar, Yarkent, Hoten şehirlerini ele geçirir ve 1514'te Seidiye Hanlığı'nı kurar. Seyit Han devletini güçlendirmek amacıyla birtakım ıslahat girişimlerinde bulunur. Aksu gibi verimli topraklara göç teşebbüsünde bulunur. Hazineden halka mülk dağıtır. En önemlisi, halkın iktisadî gücünü yükseltmek için, halk 10 yıl vergiden muaf tutulur. Aksu'nun kuzey doğusu ile Bay'ın batısındaki Arbat (Aravan) denilen yerde, 1516 yılında, Seyit Han ağabeyi Mansur Han ile görüşür ve aralarında, Altışehir'deki bu hanlığı beraber yönetmekten ibaret bir anlaşma ortaya çıkar. Bu görüşmede tarihçi Haydar Mirza Duğlat da bulunur. Seyit Han, Tibet Budistlerine karşı çıktığı cihat seferinde, 2 Ağustos 1533 günü 48 yaşında ölür.
Hanlık ilk önce Kâşgar'ı, sonradan Yarkent'i başkent edinir. Başkentinin adıyla "Yarkent Hanlığı" veya kurucusunun adıyla "Seidiye Hanlığı" olarak bilinen bu hanlığın kurucusu Çağatay soyundan olsa da, tamamen Türk-İslâm geleneğine göre yaşatıldığı için, bu hanlığa Çağatay Hanlığı denilmemektedir. Eğer bu hanlığı kendine özgü bir özelliğiyle izah etmek gerekirse, en çarpıcı kendine özgü bir yönü, hanlığın kuruluşundan başlayarak hocaların koyu etkisi altında kalmasıdır. Hanlığın genel manevî havasına tasavvuf hâkim olduğu için, hanların ve devlet adamlarının askerî ve siyasî fikirleri sınırlı kalır. Dünyada ve komşularında cereyan eden değişiklikleri takip edemezler. Bu yüzden Seidiye Hanlığı siyasî ve askerî bakımdan komşuları ile rekabet edebilecek seviyeye ulaşamamıştır. Abdullah Han döneminde (1638/39-1668) kuzey komşuları olan Kalmukların büyük bir askerî güce sahip olduğu bilinmektedir. Buna karşı önlem alınırsa da iş işten geçmiş, her şey Abdullah Han'ın aleyhine, genel olarak Saidiye Hanlığı'nın aleyhine işlemiştir.
Yarkent'te toplanan hocalar arasındaki iktidar mücadelesi, Abdullah Han ile oğlu Yolbars Han'ın arasının açılmasına sebep olur. Abdullah Han, 1662'de Yolbars Han'ı Kâşgar'a vali tayin ederek başkentten uzaklaştırır. Bu tedbir Yolbars Han'ın arkasındaki "Aktaglık" hocaları daha çok gücendirir. "Karataglık" Hocalar ise Abdullah Han'ı destekleyerek, iç savaşı körükleyecektir. Bundan sonra Kâşgar Aktaglık Hocaların merkezi, Yarkent ise Karataglık Hocalar'ın merkezine dönüşecektir.
Hindistan'daki Timur oğullarının devleti ile iyi ilişki kurmaya çalışan Abdullah Han, 1664'te Mir Hacı Pulad'ı elçi olarak Hindistan'a gönderir. O zaman Hindistan padişahı, Babur'un beşinci kuşaktan torunu olan Alemgir (1618-1658-1707), 1665 yılında, Hoca İshak'ı elçi olarak Kâşgar'a gönderir. Fakat, o arada Kâşgar'da kargaşa olduğunu duyunca, Hoca İshak yoldan Hindistan'a geri döner. Sözü geçen kargaşa, Abdullah Han'ın oğlu Yolbars Han tarafından yenilip, tahtını bırakarak Hindistan'a sığınması sırasında çıkar. Abdullah Han'ın geleceğini duyunca Alemgir, onun olağanüstü bir şekilde karşılanmasını buyurur.
Aktaglık ve Karataglık Hocalar'ın çekişmeleri sırasında yalnız saltanatını değil, hayatını bile sürdüremeyeceğini anlayan Abdullah Han, 1667 yılında Seidiye Hanlığından ayrılarak, Hindistan'daki Timur oğullarına sığınır. Aktaglık Hocalar ve Aktaglık taraftarı beyler, 1668 yılında Abdullah Han'ın oğlu Yolbars'ı han ilân ederler. Karataglık Şadi Hoca'nın oğlu Abdullah Hoca, kendi taraftarı olan bey ve müridlerini yanına alarak, Aksu'ya çekilir ve orada iken, Abdullah Han'ın kardeşi İsmail'i kendileri için han tayin ederler. Aksu şehrinin Hakim Beyi ile Hoten şehrinin Hakim Beyi, İsmail Han'ı destekler. Karataglıklar işi daha sağlam bir kuvvete bağlamak için, Oyratların iktidar muhalifi Altan Teyci'ye adam gönderip yardım ister. Altan Teyci bu teklifi kabul eder ve asker gönderir. Oyratların iktidarında bulunan Singge ise, Yolbars Han'ı desteklemektedir. Böylece Oyratların da iki taraf olarak askerî kuvvete başvurmaları ile, Aktaglık ve Karataglık Hocalar'ın mücadelesi savaş hâline dönecek, çekişme sahası başkent Yarkent olacaktır. Bu savaşı Yolbars Han kazanır ve Yarkent tahtına oturur. Fakat, bu defa Yolbars Han'ın tahtı yanında başka birisi vardır; bu kişi, Singge'nin yüksek dereceli komutanı Erk Beg'dir. Erk Beg bir müddet sonra, Yolbars Han'a karşı olan kişileri kışkırtarak, Yarkent'te isyan çıkartır. İsyancılar Yolbars Hanı öldürür. Yolbars Han'ın küçük yaştaki oğlu Abdullatif, han ilân edilir. Abdullatif tahta çıkar çıkmaz annesinin aklı ile isyan eden beyleri kılıçtan geçirir, babasının öcünü almaya kalkar. Erk Beg Kâşgar'a kaçarken, yol üstü Aksu'daki İsmail Han'a haber gönderip, ona Yarkent'i ele geçirmenin tam fırsatı olduğunu anlatır. İsmail Han bu haberi duyunca askerî faaliyete başlar ve 2 Nisan 1670 tarihinde Yarkent İsmail Han'ın eline geçer. Yolbars Han'ın oğlu Abdullatif Kâşgar'a kaçar. İsmail Han Kâşgar'a kuvvet gönderip, Yolbars Han'ın çoluk çocuğunu öldürtür. Aktaglık Hocalar takip edilir.
İsmail Han, ağabeyi Abdullah Han'ın izini takip ederek, Karataglık Hocaları desteklemeye devam eder. Aktaglık Hocalar'ın lideri Appak Hoca, İsmail Han tarafından kovulur. Appak Hoca Keşmir yolu ile Tibet'e geçer ve Budistler'in lideri V. Dalay Lama ile görüşür. Ondan İsmail Han'a karşı yardım etmesini ister. Bu istek, Dalay Lama ve Kalmuklar tarafından hoş karşılanır. Kalmuk komutanları ve Appak Hoca'nın başında bulunduğu 12 bin kişilik Cungar ordusu Yarkent şehrini ele geçirir. Esir alınan İsmail Han ailesiyle beraber İli'ye götürülür. 1678'de cereyan eden bu olay ile, Seidiye Hanlığı topraklarında, 1755'teki Birinci Çin İstilâsına kadar sürecek olan 77 yıllık "Hocalar Devri" başlar. Bu devir içinde Hocalar, her yıl Kalmuklara 100 bin madenî para vergi verirler. Bir madenî para 35 gram gümüşe eşit olup, toplam yıllık vergi miktarı, 3.5 ton gümüşe eşittir. Bu vergi Altışehir'deki her aile gelirinin %55'i ile karşılanır. Seidiye Hanlığı'nın, siyasî ve askerî cihetten güçsüz olmasına rağmen, iktisat, edebiyat ve sanatta birçok gelişmelere sahne olduğu bilinmektedir: Doğu Türkistan tüccarları Çin'e altın, yeşim taşı, yün, deri götürüp, oradan ipek giysi ve porselen alırlar. Hindistan'a keçe, pamuklu kumaş, altın ve Çin mallarını götürüp, oradan baharat getirirler. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 9:59 | |
| Edebiyat ve sanattaki gelişmelere ise, Mirza Haydar Duğlat'ın Tarih-i Reşidî'si, Şah Mahmut Çuras'ın Tarih-i Reşidi Zeyli gibi tarihî eserler, o dönemin ürünleridir. Seyit Han ile Seyit Han'ın oğlu Abdulreşit Han'ın ikisi de şairdir. Seidiye Hanlığı'nın en ünlü musikî-şinası Kıdırhan Yarkendî olup, onu Abdulreşit Han yanından hiç ayırmazmış. Onun zamanında Seidiye Hanlığı Türk musikî-şinaslığının merkezi olur. Irak, İran, Tebriz, Harezm, Semerkant, Endican, İstanbul, Keşmir, Belh ve Şiraz gibi yerlerden gelen müzik heveslileri Yarkent'te toplanırlar. Abdulreşit Han'ın eşi Amannisahan hem şair, hem musikî-şinastır. Fakat, Amannisahan'ın eserleri, Amannisahan'dan yüzyıl sonra, Appak Hoca'nın tahta çıktığı sırada yasaklanır ve ateşe verilir. Sonuç olarak, Seidiye Hanlığı'nın genel durumu için şunları söyleyebiliriz: Bir millî devletin varlığını sürdürebilmesi için, iktisat ve sanattaki gelişmeler yetmeyecektir. Bu gelişmeler ile bütünleşen, komşuları ile rekabet edebilecek siyasî ve askerî güç de gerekecektir. Seidiye Hanlığı'ndaki genel durumun tersine, Cungar Hanlığı'nda (Oyratlarda) göçebe bir milletin hayat tarzına uygun olarak, devletin bütün varlığını askerî güce dayanarak sürdürdüğü bilinir. Fakat, böyle bir devletin de uzun ömürlü olmayacağını Cungar Hanlığı'nın başına gelenler gösterecektir.
Yunus Han'ın torunları olan Babur, Seyit Han ve Haydar Mirza Duğlat'ın bu üç torununun olağanüstü girişimler ile, tarihin çetin denemelerinden geçerek, üç yörede, Hindistan, Altışehir ve Keşmir'de aynı çağda, 16. yüzyılın ilk yarısında üç devlet kurmaları bir rastlantı değildir. Cengiz'in ve Timur'un neslinden gelen bu üç şahsiyet, Türkistan tarihinin öyle bir dönüm noktasında doğup büyüyeceklerdi ki, Türkistan'da Çağatay'ın bıraktığı 250 yıllık devlet ile Timur'un bıraktığı 150 yıllık devlet, artık yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Böylece Çağatay ve Timur oğulları da yok olup tarihten silinebilecektir. Bu bütün bir devletin, bütün bir neslin başına çöken kara günler, ölüm-kalım savaşının doğurduğu o acımasız kanlı olaylar, Türkistan bozkır doğasının o sert iklimi, bu üç şahsiyeti, insanlarda olabilecek bütün yetenekler ile beraber doğurup, yoğurup büyütecektir. Onlar büyük bir asker, büyük bir devlet adamı olarak tarih yarattıkları gibi, büyük bir ülkücü, büyük bir yazar olarak Babur'un Vekayi'si, Haydar Mirza Duğlat'ın Tarih-i Reşadi'si gibi ölümsüz eserler ile tarih de yazacaklardır. İşte onların sayesinde Çağatay devleti Doğu Türkistan'da yine 150 yıl, Timur devleti Hindistan'da yine 350 yıl yaşayacaktır.
Seidiye Hanlığından 1949 yılındaki Çin işgaline kadar
Kalmuklar 1674'te Turfan, Ürümçi ve İli bölgelerinde Cungariye devletini kurdular. 1679'dan sonra 18 yıl boyunca bu devlet bölgenin güneyine de hâkim oldu. Kalmukların hâkimiyetindeki bu devir, Doğu Türkistan'da genel vali sıfatıyla hocaların hüküm sürdüğü bir devir olmuş; bu sebeple "Hocalar Devri" olarak adlandırılmıştır. Bu tarihten sonra bölgede yine karışıklıklar görülmeye başlanır. 1864'ün Aralık ayında Sıddık Bey Kıpçak isyan ederek Yenihisar ve Kâşgar'ı ele geçirdikten sonra Hokand Hanı Hudayar Han'a bağlılık bildirdi. Bunun üzerine Hudayar Han, Büzrük Han Türe'yi Kâşgar valisi, Yakup Bey'i de başkumandan olarak bölgeye gönderdi. Ancak Sıddık Bey bunu kabul etmeyince bertaraf edilerek Kâşgar resmen Hokand Hanlığı'na bağlandı. Bir süre sonra Yarkent de hanlığın topraklarına katıldı. Bu sırada Batı Türkistan Rus işgaline uğradı ve Kâşgar'a büyük göç oldu. Göç sırasında, 1865'te Yakup Bey Kâşgar valisini devirerek Hokand Hanlığı'nın sona erdiğini ilân etti ve Atalık Gazi Bedevlet Yakup Bey unvanı ile Kâşgar ve Yarkend hükümdarı oldu. Yakup Bey 1866'da Hoten'i, 1867'de Kuça'yı, 1868'de Turfan'ı, Ürümçi'yi ve Kumul'a kadar olan bölgeleri ele geçirerek hâkimiyet sınırlarını genişletti.
İngilizler Yakup Bey'in bu hareketi ile ilgilendiler. 1868'de Kâşgar'a gelen ticarî heyet Yakup Bey ile görüştü ticarî antlaşma imzalandı. Yakup Bey bir yandan İngilizlerle dostça ilişkiler kurmaya çalışırken, diğer yandan da Osmanlı Sultanı Abdulaziz'e oğlu Seyid Yakup Han Töre (Hoca Töre)'yi yollayarak yardım talep etti. Hoca Töre, Türkistan'daki gelişmeleri sultana ve ileri gelenlere ilettikten sonra sultanın yüksek himayesine girmek istediklerini belirtmiştir. Sultan bu isteğe kayıtsız kalmayarak bir gemi ile silâh ve asker yardımı yollamıştır. Bu andan itibaren Yakup Bey, sultanın verdiği emirlik unvanını alarak hâkimiyeti altındaki topraklarda hutbeyi Abdülaziz Han adına okutmuş ve sikkeleri onun adına bastırmıştır.
Yakup Bey Petersburg'a elçi yollayarak Rusya ile de dostça ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Osmanlı himayesine giren ve Çin'e karşı Rusya ve İngiltere arasında denge politikası yürüterek yerini bir dereceye kadar sağlamlaştıran Yakup Bey, maalesef 1877 yılının Mayıs ayında vefat etmiş; Çinliler de hiç vakit geçirmeden yaptıkları taarruzla 16 Mayıs 1878'de Doğu Türkistan'ın tamamını işgal ve istilâ etmişlerdir. Bir süre Zo Zungtang komutasındaki ordu tarafından idare edilen Doğu Türkistan, 18 Kasım 1884'te Çin imparatorunun emriyle 19. eyalet olarak Şin-cang (Xin jiang "Yeni Toprak") adıyla doğrudan imparatorluğa bağlanmıştır. Doğu Türkistan üzerindeki Mançu sülâlesinin hâkimiyeti 1911 yılına kadar devam etti. Bu tarihte Çin'deki Mançu sülâlesi yıkılarak cumhuriyet rejimi kuruldu ve bu rejim de bölgeyi kâğıt üzerinde elinde tuttu. Bu zaman zarfında mahallî idareciler merkezin zayıflığı sebebiyle tamamen bağımsız hareket ediyorlardı. Hatta dış ülkelerle doğrudan doğruya antlaşmalar yapabiliyorlardı. Ancak bu sürede de Doğu Türkistan idarecilerinin Çinli olduğu unutulmamalıdır.
1930'lara gelindiğinde, yerli idarecilerin halk üzerindeki baskıları artmış ve halkı bezdirmişti. Bunun bir sonucu olarak yer-yer ayaklanmalar patlak vermeye başladı. Bunlardan önemlileri şunlardır:
·Hoca Niyaz Hacı liderliğinde, Nisan 1931'de Kumul ayaklanması, ·Mahmut Muhiti liderliğinde, Ocak 1933'te Turfan ayaklanması ·Mehmet Emin Buğra liderliğinde, Şubat 1933 Hoten ayaklanması
Bunların yanında, yine 1933 yılı içinde Tarım havzasında Timur ve Osman isimli kişilerin liderliğinde, Altay'da Şerif Han Töre liderliğinde ayaklanmalar patlak verdi. Bütün bu ayaklanmalar sonuç verdi ve aynı sene Ürümçi şehri haricinde bütün Doğu Türkistan Çinlilerden temizlendi. İhtilâllerin ilk başladığı yer olan Kumul'daki ayaklanmaya Döngenlerden Ma Jung Ying, Mayıs 1931'de emrindeki yüz gönüllü ile katıldı; ancak yaralanınca Temmuz'da Kansu'ya döndü. Kumul'a Eylül 1931'de Ruslar yardım teklif etti ise de Kumul ihtilâlcileri reddetti. Bunun üzerine Rusya Doğu Türkistan'ın valisi Jing Şu Ren'le Ekim ayında gizli bir antlaşma yaparak vali kuvvetlerine silâh yardımına başladı. Buna rağmen bölgeye hâkim olamayan Jing Şu Ren, Nisan 1933'te Rusya üzerinden Çin'e kaçınca başkumandan Şing Şi Sey kendini askerî vali ilân ederek idareyi ele aldı.
1933'te Ma Jung Ying binden fazla gönüllüyle tekrar gelerek 16 Haziranda Hoca Niyaz Hacıyla görüştü. Ma Jung Ying'in bütün askerî işleri tek başına ele almak istemesine Hoca Niyaz karşı çıktı. Bunun üzerine Ma ihtilâlcilere saldırarak ellerindeki silâh ve mühimmatı aldı. Hoca Niyaz'ın zor duruma düştüğünü gören Rusya, Hoca Niyaz'a Şin ile anlaşmasını teklif etti. Teklifi değerlendiren Hoca Niyaz, 9 Temmuz 1933'te Şin ile anlaştı. Antlaşmaya göre Tanrı dağlarının güneyi Hoca Niyaz'ın, kuzeyi de Şin'in idaresinde olacaktı. Antlaşma Ürümçi'de imzalandı. Bu şekilde 12 Kasım 1933'te, Kâşgar'da "Şarkî Türkistan İslâm Cumhuriyeti" ilân edildi ve aşağıdaki hükûmet kuruldu:
Cumhur başkanı: HocaNiyaz Hacı Başbakan: SabitDamollah Abdülbaki Erkan-ı Harbiye Reisi: General Mahmut Muhiti İçişleri Bakanı: Seyitzade Yunus Bek Dışişleri Bakanı: Kasım Can Eğitim Bakanı: Abdulkerimhan Mahdum Evkaf Bakanı: Şemsettin Turdi Adalet Bakanı: Zarif Kari Ziraat ve Ticaret Bakanı: Abdul Hüseyin Maliye Bakanı: Ali Ahun Harbiye Bakanı: Oraz Bek Sağlık Bakanı: Abdullah Hani
Ocak 1934'te Çöçek ve Altay sınırından giren Kızıl Ordu, Ürümçi civarında Ma Jung Ying'i bozguna uğratarak Kâşgar'a doğru ilerlemeye başladı. Bu arada Ürümçi'den Kâşgar'a gelen başkonsolos Afserof, Hoca Niyaz ile görüşerek hükûmetin lâğvedilmesi ve kendisinin Ürümçi'de Şing Şi Sey ile birlikte ortak idare kurmasını teklif etti. Bunu kabul etmek zorunda kalan Hoca Niyaz, Afserof ile birlikte Kâşgar'dan ayrıldı. Ürümçi'de genel vali yardımcısı oldu ve böylece hükûmet sona erdi. Eylül 1938'de Şing Şi Sey, Stalin'in mümtaz misafiri olarak Moskova'ya gitti ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne üye oldu.
Nisan 1937'de çıkan ihtilâlin bastırılmasının ardından Hoca Niyaz tutuklandı; sonra da Şerif Han Töre ve diğer mücahitler gibi işkence ile öldürüldü. Aynı yıl Barköl'de dört ayaklanma ile Şubat 1940'ta ve Haziran 1941'de Altay'da çıkan ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırıldı. Şing Şi Sey bir yandan Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurarken diğer yandan Çin ile gizlice anlaşmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında fırsatını bulan Şing Şi Sey Çin'e bağlılığını ilân etti. Bunun üzerine önceden sınıra yığınak yapmış bulunan Çin ordusu ülkeye girdi, Kızıl Ordu Doğu Türkistan'ı terk etti. Bu, Milliyetçi Çin'in Doğu Türkistan'a soktuğu ilk kuvvetti. Halk Çin işgaline karşı yer yer direnişe geçti. Bunlardan bir kısmını Rusya desteklemekteydi.
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:00 | |
| Eylül 1944'te İli'de çıkan ayaklanma sonuç verdi ve İli, Altay, Tarbagatay vilâyetleri kurtarılarak 12 Kasım 1944'te "Şarkî Türkistan Cumhuriyeti" ilân edildi:
Cumhurbaşkanı: Ali Han Töre Cumhurbaşkanı Muavini: Hekim Hoca Beg Genel Sekreter: Abdürrauf Beg Maliye Bakanı: Enver Musabay Eğitim Bakanı: Seyfettin Azizi Sağlık Bakanı: Muhittin Kanat Adalet Bakanı: Mehmet Can Mahdum
İli'de hükûmet kurulduktan sonra Ruslar isyancılara yardım olarak silâh, askerî ve sivil müşavirler yolladı. Bu müşavirler vasıtasıyla Rusya, Çin'le antlaşma yapılmasını telkin etti. Bunun üzerine Çin'le görüşmeler başladı. Çin görüşmelerde aracı olmaları için literatürde "Üç Efendi" olarak bilinen İsa Yusuf Alptekin, Mehmet Emin Buğra ve Mesut Sabrı'yi Doğu Türkistan'a davet etti. Ülkeye gelen Üç Efendi çoğunlukla gençlerin dinleyici olarak katıldığı bir konferans düzenleyerek tam bağımsızlığa ulaşmak için önce Çin'e bağlı bir millî muhtariyet kurulmasının ve bu şekilde kültürün, mefkûrenin ve iktisadî hayatın yükseltilmesinin en uygun yol olduğunu, bir süre sonra Doğu Türkistan'ın Rus boyunduruğuna girme tehlikesinden de uzak olarak bağımsız olabileceğini anlattılar. Görüşmelerin sonunda anlaşma sağlandı. Ancak antlaşmaya taraftar olmayan Ali Han Töre ile birkaç reis Rusya'ya kaçırıldı.
Antlaşma neticesi Ürümçi'de 15'i yerli, 10'u da Çinli olmak üzere 25 kişilik ortak bir hükûmet kuruldu. Buna göre Çinli general Zhang Zhi Zhong Genel Vali, Kremlin yanlısı olan Ahmetcan Kasım ile Burhan Şehidî de vali muavinleri olmuşlardı. Aynı hükûmete Mehmet Emin Buğra Bayındırlık Bakanı, Canım Han Maliye Bakanı, İsa Yusuf sandalyesiz üye olarak girmiş, Mesut Sabri de Eyalet Genel Müfettişi olmuştu. İhtilâl kuvvetlerinin altında olan ve Ruslarca desteklenen İli, Altay, Tarbagatay vilâyetlerine Çin eli uzanmıyor, güneydeki Çinlileştirme politikası ise halkın kuzeydeki gibi Rusya'ya meyline sebep oluyordu. Bunun üzerine Çin, Mesut Sabri'yi genel valiliğe, İsa Yusuf'u da hükûmet genel sekreterliğine atamak yoluyla idareyi milliyetçilere bıraktı. Hükûmetin Rus yanlısı üyeleri bu yeni durum karşısında İli bölgesine çağrıldılar ve hükûmetten çekildiler.
"Milliyetçi hükûmet" ilk iş olarak Türkleşme prensibiyle eğitime el attı. Bu hareket Çin'i ve Rusya'yı telâşlandırdı. 1948'de Doğu Türkistan'da bulunan Çin silâhlı kuvvetleri başkumandanı bir beyanname yayınlayarak yerli milliyetçilerin Rus taraftarlarından daha tehlikeli olduğunu ifade etti. Aynı sıralarda Çin'de Mao'nun meşhur yürüyüşü gerçekleşmekteydi. Bunun bir neticesi olarak Çin hükûmeti, S.S.C.B.'ne hoş görünmek amacıyla, 1 Ocak 1949'da Mesut Sabri ve İsa Yusuf'u işten el çektirdi. Yerlerine Kremlin yanlısı komünist Burhan Şehidî getirildi. Bu arada Çinli komünistler yavaş yavaş Çin'e hâkim olmuş ve Doğu Türkistan sınırına dayanmıştı. Eylül 1949'da Doğu Türkistan'daki milliyetçi Çin birliklerinin baş kumandanı, Çin komünist hükûmetine bağlılık ilân etti. Böylece komünist ordu hiçbir askerî kuvvetle karşılaşmadan ülkeye girdi. İsa Yusuf, Mehmet Emin Buğra ve binlerce Uygur ve Kazak Türkü Hindistan ve Pakistan'a iltica etti. Mesut Sabri şehit edildi. Böylece Doğu Türkistan'daki karanlık günler başladı. On binlerce aydın öldürüldü ve hapislere atıldı.
Çin işgalinden şimdeye Kadar
1949 yılında komünist Çin işgalinden sonra, Çin Hükûmeti tarafından 1 Ekim 1955'te eyalet statüsüne son verilip, Doğu Türkistan'ın adı Xin Jiang Uygur Özerk Bölgesi olarak belirlendi. Bölgenin başkentinin "Dihua" olan eski adı da "Ürümçi" olarak değiştirildi. "Şin Jiang Uygur Özerk Bölgesi" hükûmeti kuruluşundan itibaren Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin özerklik siyasetini uygulamadı. Kendi başına karar alıp Çinlilerin sindirme politikasını uyguladı. Uygur Türkleri siyasî yaşama, hükûmet çalışmalarına, ekonomik kalkınma ve kültürel etkinliklere katılamadı. O tarihten günümüze dek Çin'e karşı bağımsızlık mücadelesi devam etmektedir
1953 yılında bütün Doğu Türkistan çapında Çinliler'in gayri insani uygulamalarına karşı genel bir silahli ayaklanma baş gösterdi. Komünist Çin ordularının komutanı olarak Doğu Türkistan'ı işgal eden ve Doğu Türkistan celladı olarak bilinen Vang Cin 'Devrim aleyhtarı unsurları yok etmek' sloganı ile 250 000 'den fazla dini zatları ve aydınları tutuklayarak çeşitli işkencelerle öldürdü. Doğu Türkistan toprakları şehitlerin kanı ile sulandı.
1955 yılında Hoten'de Atçu ve Aksu'da büyük çapta ayaklanmalar meydana geldi. Çin işgal ordusu silahsız halk üzerine ağır silahlarla ateş açarak yüzlerce Türkü öldürdü. Binlerce kişi zindanlara atıldı, işkencelerle öldürüldü, binlerce kişi de ağır çalışma kamplarına sürüldü.
1962 yılında 9 siyasi yeraltı teşkilatı siyasi yönden harekete geçti. İli ve Çöçek bölgelerinde gösteriler düzenlendi. Çin askerleri göstericilerin üzerine ateş açarak bu gösterileri kanlı şekilde bastırdı. 1 milyondan fazla Türk, bölgeden Kazakistan'a ilticaya mecbur bırakıldı.
1962 yılında Çin’in Nükleer araştırma ve denemeleri Doğu Türkistan topraklarında başladı, hiç bir önlem almadan şimdiye kadar yapılmakta olan denemeler sonucu ekelojik denge bozuldu , genetik hastalıklar ve kanser vakalarının sayısı korkunç derecede arttı.
1967-1968 yılları arasında müslüman Türk halkı tarafından kurulan 300'den fazla silahlı teşkilat ortaya çıkarıldı. Mensupları tutuklanarak kurşuna dizildi.
1966-1976 yılları arasındaki tüm Çinde yürütülen ve Mao’ın ölümü ile durdurulan Kültür İnkilabı sonucu Doğu Türkistanda sayisi milyonları bulan Türkler vahşi bir şekilde katil edildi.çok değerli bilim ademleri,din ademleri öldürüldü.
1969 yılında Ahunoğlu (Ahunov) Mecit liderliğindeki bir silahlı teşkilat, ayaklanma öncesi yönetim tarafından haber alındı. Teşilat üyeleri acımasızca kanla bastırılarak şehit edildi.
1970 yılında Eyalet Hükümet Başkan Yrd.Eminoğlu (Eminov) 'un da içinde bulunduğu 23 bin'den fazla 'Gizli bir Siyasi Partinin ' üyeleri ayaklanma arafesinde bastırıldı. Eminoğlu başta olmak üzere lider kadro idam edildi. Bu defaki bastırma harekatında Merkezi Çin Yönetim, Doğu Türkistan'da ilçe derecesindeki Çinli yetkililere 'idam cezası verme yetkisi ' verdi. Binlerce vatansever genç aydın Çinli vahşilerce öldürüldü ve bir kısmı da çalışma kamplarına sürüldü.
Bu tür kanlı hadiselerden 10 yıl sonra, 1981 yılında Doğu Türkistan'ın Merkezi Ürümçi şehrinde ilk defa demokratik mücadele patlak verdi. İşçiler başta olmak üzere her kademedeki halk kitleleri Çinliler tarafından bir suikast sonucu öldürülen Abdulhamit Mesut'un kanlı cesedini sokaklarda gezdirerek açık şekilde 'insani haklarımızı canımız pahasına da olsa koruyacağız' , 'Kana Kan - Cana Can!' gibi sloganlar atarak Eyalet Komunist Partisi Merkezi önünde gösteri yaptı. Komünist yönetim, Çin Anayasası'ndaki gösteri yapma hürriyetini çiğneyerek, açık şekilde bu gösteriye müdahale etmemekle beraber katılanları tespit etti ve gizli bir şekilde hepsini tutuklayıp cezalandırdılar.
1983 yılında Doğu Türkistanda Doğum yasası başladı, özellikle Çin’in soykırım politikasının çok önemli bir kismi olan bu yasa sonucu, tüm Çin nüfusun ancak 0.026 % teşkil eden Türk nüfusu gittikçe azaltıldı.bayanlar’a çok sağlıksız kuşullarda mecburi kurtaj yapıldı, fazla sayıda çocuk yapan ailelere aşiri miktarda para cezasi verildi, hatta 7-8-9 aylık olan anne karnındaki bebekler mecburi alınarak öldürüldü.
1985 yılının Aralık ayında 10 bin'e yakın Müslüman Türk öğrenci, Ürümçi Üniversitesi'nde dersleri 1 hafta süre ile boykot ederek sokaklarda gösteri yaptılar. Daha sonra Çin'in Pekin, Nancing ve Şanghay gibi büyük şehirlerindeki üniversiteli Türk öğrenciler de bu eylemleri desteklemek için bulundukları yerlerde gösteri yaptılar. Bunlar, yönetimden, Doğu Türkistan'daki 'Atom Denemeleri'nin durdurulması, Çinli göçmen akınına son verilmesi, demokratik seçme ve seçilme hakkının tanınması, Doğu Türkistanlı Müslüman Türklerin insani, milli hak ve hukuklarının iadesi gibi yasal ve masum taleplerde bulundular. Çin idaresini uzlaşma yolu ile bazı vaadlerde bulunmaya mecbur bıraktı. Fakat bu gelişmelerden çok kısa bir süre sonra öğrenciler okulsuz, diplomasız ve işsiz bırakıldı. Bazı öğrenci liderleri gizlice tutuklandı.
1989 yılında Ürümçi'de Müslümanlar, İslamiyet'e yapılan hakaret ve saldırıların durdurulması ve demokratik hakların verilmesini talep ederek gösteriler yaptılar.
1990 yılının Nisan ayı başlarında Kaşgar'ın Baren kasabasında Çin işgal yönetimine karşı silahlı ayaklanma patlak verdi. Doğu Türkistan İslam Partisi'nin mücahitleri cihad ilan ederek Çin askerlerine karşı savaştı. Büyük bir bölümü çarpışmalarda şehit oldu. Binlerce Müslüman Türk tutuklandı. Bu olay Çin hükümetini derinden sarstı.
1992 yılının Aralık ayında dünyanın dört bir yanından gelen Doğu Türkistan Muhacirlerinin Temsilcileri Sosyal ve Kültürel Kuruluşların Başkanları ile ileri gelen aydınları Türkiye'nin İstanbul sehrinde bir araya gelerek 3 gün süren 'Doğu Türkistan Milli Kurultay'ını tertip ettiler. Doğu Türkistan Müslümanlarının bu çilekeş ve muzdarip temsilcileri Doğu Türkistan Halkının fiziki ve kültürel varlığını, milli kimliğini imhayı hedef alan uygulamalarını, insanlığa, dünya barışına ve milletlerarası dostluk ve işbirliği ülküsüne karşı işlenmekte olan ağır insanlık suçu olduğunu bütün dünyaya ilan ettiler. Milli Kurultay ayrıca, Doğu Türkistan'ın yeniden bağımsız bir devlet olarak doğuşu için gerekli politikaları tespit ve kabul etti.
1995 yılında Doğu Türkistanın Hoten şehrinde ,1997 yılında Gulca şehrinde çine karşı ayaklanma oldu,binlerce genç tutuklandı ve idam edildi.
11.eylül 2001’deki tetör saldırısından sonra ,Çin uluslararası terörizme karşı durma bahanesiyle Doğu Türkistan çabında insan avına başladı.çok sayıdaki Türkleri terörist diye tutuklayarak idam etti.
Günümüzde Doğu Türkistan Türkleri her zamankinden daha çok azim ve inançla Birleşmiş Milletlere vücut veren temel ilkelere, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde belirtilen bütün hak ve hukukun kendilerine de tanınması yolunda büyük bir mücadele içindedir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:01 | |
| Doğu Türkistan Kültürü ve San'atı
Dünya medeniyetinin ve Türklüğün en eski altın beşiği olan Doğu Türkistan'da yaşayan Uygur Türkleri, ecdatları Turalar, Hunlar, Sakalar devrinden beri şekillenen şanlı tarihleriyle, geleneksel Türk kültürü ve medeniyetine varislik yapmıştır. Tarihte ilk defa yerleşik hayata geçen Uygurlar ve Tarihi ipek yolunun en önemli kısmını teşkil eden Doğu Türkistan çeşitli kültürlerin buluşma yeri olmuştur. Tarihten beri yüzlerce defa yabancıların saldırılarına uğramış, beş değişik dine itikat etmiş, yirmi altı tür yazı, yirmi iki tür dil kullanmış, elli altı defa büyük göç olayı yaşamış ve son 47 yılda Komünizm istilasına maruz kalmış olan Uygur Türkleri günümüze kadar bütün olumsuzluklara rağmen, eski kültür medeniyetini, dilini, zengin gelenek ve göreneklerini, yeni ürünler katarak zenginleştirmekte, korumakta ve devam ettirmektedir.
İslamiyet’i kabul ettikten sonra Uygur Türklerinde yepyeni bir çağ oluşmuştur. Karahanlı döneminden Saidiye Hanlığı dönemine kadar Uygurlarda ilim ve sanat çok gelişmiştir. Önemli ilim admaları: Kaşgarlı Mahmut ve yazdığı “Divan-i lügati-t Türk”. Yusuf Has Hacip ve yazdığı “Kutatgu Bilig” sayılabilir. Saidiye Hanlığı döneminde Uygur sanatının en önemli eseri olan “Uygur 12 mukam’ı” icad edilmiştir. Uygurların tarihten buyana kullanmış olduğu müzik aletleri: Sunay, Nağra,Rawap, Dap, Duttar, huştar, tembur, gicek’lerdir. Uygurlarda mimaricilik çok gelişmiş olup, Çinli padişahlar tarafından teklif edilen Uygur mimarları pekindeki han saraylarını yapmışlardır (bu Çin tarinde yazilidir). Uygurların yapmış olduğu duvar sanatları da şimdiki Aksu-Kizil bin ev, Turfan bin ev, Dung huang’daki mağaralarda saklı bulunmaktadır. Kadimi Turfan Uygurlarının icat etmiş olduğu “kariz” su sistemi kendinin esrarengizliğini korumakta ve şimdiye kadar Turfanda kullanılmaktadır.
Günümüzde Doğu Türkistan'da en büyüğü Uygurlar olmak üzere, çok sayıda Türk toplulukları ve diğer milliyetten halk bir arada yaşamaktadır. Sağlıklı bir veri olmamakla birlikte 1993 nüfus sayımına göre ve 1993 sonu itibariyle bölgenin toplam nüfusu 16.052.648 kişidir. Bu nüfusun yüzde 62'sini oluşturan 10.015.948 kişi Türk kökenlidir. Doğu Türkistan'ın yüzde 47'sini oluşturan Uygurların nüfusu 7.589.468'dir; nüfusun yüzde 37'si, yani 6.036.700 kişi (Çin Ordusu hariç) Han milliyetindendir; 1.196.416 Kazak Türkü, Doğu Türkistan nüfusunun yüzde 7.3'ünü oluşturur. Ayrıca bölgede 732.294 Huy (Çinli Müslüman); 149.198 Moğol; 154.282 Kırgız Türkü; 36.785 Şibe; 36.108 Tacik; 12.782 Özbek Türkü; 18.856 Mançu; 5.827 Dagur; 4.440 Tatar Türkü ve 8.563 Rus yaşamaktadır (bu nüfus bilgileri sağlıklı olmadığı için, Doğu Türkistan’daki Türklerin nüfusu 26 milyon civarında tahmin edilmektedir.)
Doğu Türkistan bugün de birçok dinin yaşandığı bir bölgedir. Bölgede en yaygın dinler İslâmiyet, Lamaizm (Tibet Budizmi), Budizm, Taoizm, Hristiyanlık (Katoliklik, Doğu Ortodoks Kilisesi) ve Şamanizmdir. Uygur, Kazak, Huy (Döngen), Kırgız, Tacik, Özbek, Tatar, Salar, Dong Şiang ve Baoan milliyetlerinden halklar İslâm dinindendir. Dolayısıyla Doğu Türkistan'ın toplumsal yaşamında en etkin din İslâmiyet'tir. Doğu Türkistan'da 23.000 cami, Lamaist tapınağı ve Katolik kilisesi bulunmaktadır. Çin, tarihten beri uyguladığı ikili dinî siyaseti günümüzde de uygulamaktadır. Mao'nun ölümünden sonra dinî siyasette kısmen de olsa yumuşama olmasına rağmen, dinî baskı günümüzde de devam etmektedir.
Dil olarak Uygurlar Uygur Türkçe’si konuşmaktadır, yazı olarak İslâmı Kabul etmeden önce Türkler Şaman, Buda, Mani Brahma dinlerine girmişler ve Çin, Sanskrit ve Tibet dillerinin etkisinde kalmışlardır. Bununla birlikte Türklerin bilinen ilk yazılarında (Orhun Yazıtları) pırıl pırıl katıksız bir Türkçe ve güzel bir dilin bütün özellikleri vardır. İslamiyet’i kabul ettikten sonra Arap alfabesi esas alınarak değiştirilmiş Uygur alfabesi kullanmaktadır. İlk ,orta ve liselerde ek ders olarak verilen Çince ,şimdi tamamen ana dil olarak verilmeye başlamış ve Uygurca dersler yavaş yavaş kaldırılmaya çalışılmaktadır. Günümüzde Üniversitelerde tamamen Çince eğitim verilmektedir.
Doğu Türkistan bölgesinde 800 anaokulu, 7100 ilkokul, 1900 ortaöğretim okulu, 100 meslekî ortaöğretim okulu, sağır dilsiz ve görme özürlü çocuklar için 20 özel okul, 21 yükseköğretim enstitüsü ve çeşitli branşlarda 100 fakülte vardır. Teknik ve meslek içi eğitim kurslarıyla tatil dönemlerinde eğitim sunan programlar da oldukça yaygındır. Günümüzde 40 üniversite ve 90 lisansüstü uzmanlık okulu vardır. Endüstri, tarım, ormancılık, tıp ve halk sağlığı, finansman, hukuk ve siyasal bilimler, kültürfizik, sanat eğitimi, öğretmen okulları ve okul öncesi eğitim uzmanlığı gibi branşlarda yaygın eğitim verilmektedir. Günümüzde Doğu Türkistan eğitim kurumlarından yararlanan çocuk, ergen, yetişkin, sağır-dilsiz ve görme özürlü kişilerin toplamı dört milyon civarındadır ve sayılan eğitim kurumlarında 180.000 öğretmen çalışmaktadır.
Eğitim alanında eşitsizlik sürmektedir. Uygur ve diğer Türk kökenli halkların çocuklarının üniversite kazanma oranı oldukça düşüktür. Eğitim masraflarının çok fazla olması nedeniyle çoğu Türk kökenli öğrenciler okullarda okumakta zorlanmakta yada okuyamamaktadır.işsizlik oranı gittikçe artan Doğu Türkistan’da Üniversite bittirmiş Türk gençlerinin iş bulması neredeyse imkansız duruma gelmiştir.
Son yıllarda Doğu Türkistan'da yapılan arkeolojik araştırmalarda; 8000 yıllık kaya resimleri ile Türk heykeli, 7000 yıllık silahlar, seramik ve ağaç tabaklar, at aksesuarları, 5000 yıllık güneş şeklindeki mezara gömülü başına 9 adet kuş tüyü takılmış olan keçe kalpak, uzun gön çizme giydirilmiş, saçı ikiye örülmüş ve üstüne yün dokuma örtülmüş kadın cesedi, 5000 yıllık yabani koyunu kovalamakta olan kurt resmi işlenmiş sakal tarağı, motifli tandır ekmeği, 3000 yıllık şiş kebabı, 9. yüzyıla ait Çince-Türkçe sözlük, 5. yüzyıla ait fal çubukları, dünyanın ilk matbaa örneği, Dun huang’da bulunan Avrupa'dan 400 yıl önce kullanılmış 6 tane Uygur Türk matbaa harfleri, M.Ö. 49 yılında imâl edilmiş Labnor kağıdı gibi bulunanlar ok ve yay ile silahlanmış ecdatlarımızın tarihini ve medeniyetini aydınlatan delillerdir. Bunlar bugünkü medeniyetimiz için ayna niteliği taşımaktadır. Büyük çoğunluğu kırsal kesimlerde yaşayan Doğu Türkistan Türkleri esasen kalıplaşmış ve eskiden beri devam ede gelen birçok merasimleriyle kendi gelenek ve göreneklerini devam ettire gelmektedirler. Bunların belli başlı olanları şunlardır :
DOĞUM TÖRENLERİ
Analık Çayı (Hazırlık Çayı):
Büyük temizlik yapılır. Doğum yapılacak ev hazırlanır ve bu eve adrasman adı verilen bir çeşit ot kurusu veya kurutulmuş elma ile tütsü (ısırık) yapılır. Hamile anne adayı yıkanır ve yeni elbiseler giyer. Yağ koklatıp poşkal yapılır. Göbek annesi, çok çocuklu anneler ve tecrübeli nineler davet edilır. Ortası yuvarlak iki adet katlıma (katmer) pişirilir. Yuvarlak yerine irmik veya un helvası dondurularak anne adayı ve müstakbel babaya yedirilir. Akciğer ve bağırsak dolması ile çüçüre yapılarak misafirlere ikram edilir. Hamile annenin elbiseleri fakirlere dağıtılır. Hamile anne su değirmeni borusundan atlatılır ve bir adet yumurta kırdırarak kaçar veya başından su dökülür. Genellikle doğum yaklaştığında anne babası dasturhan (sofra) hazırlayarak damadın evine gelir ve kızını kendi evlerine götürmek için izin isterler. Doğum iddeti (kırkı) dolduğunda damat tarafı yine dasturhan hazırlayarak kızın evine gelir. Kızın anne ve babasına teşekkür ederek gelini ve yeni dünyaya gelen bebeği baba evine götürür. Bu merasimde ateşperestlik âdetleri görülür
Ad Koyma Merasimi :
Çocuk doğunca 3-7 gün içinde her iki tarafın yakın akrabaları çağrılarak kendi seçtikleri ismi çocuğa verirler. Ad verme işini mahalle imamı, müezzini veya büyüklerden biri yerine getirir. Kundaklanan bebek kucağa alınır, sağ kulağına ezan, sol kulağına tekbir okunarak keçe namazlık üstünde yuvarlatılarak babasına verilir. Eğer gelinin daha önceki çocuğu ölmüşse, kurban keserek hatim indirir. Loğusanın yattığı evin eşiği kazılarak açılır. Yemekten sonra bir bez parçası misafirler tarafından makasla, bebeğin dilini her çıkarışına göre kesilir. Daha sonra kesilen bu bez parçaları tek tek birleştirerek dikilir ve bebeğe "kunak çapan" adı verilen bir elbise diktirilip, giydirilir. Bebek çatıya çıkarılıp iple bağlanarak damdaki "tünlük" adı verilen delikten aşağıya sarkıtılarak eve indirilir ve büyütülen eşik aralığından geçirilir. Daha sonra bir kadın bebeği, diğer bir kadın da heybeyi taşıyarak mahalleyi dolaşır ve dokuz evden birer avuç unla birer kaşık yağ toplar ve bu malzemelerden 7-8 tane Katmer ekmeği pişirilir. Ekmeklerin birinin içindeki nazar boncuğu kime çıkarsa, o kadın bebeği kendi evine götürür. Bir kaç gün sonra bebek sahipleri bir kurban keserek ziyafet tertip eder. Çocuğu götüren kadına hediyeler verilir ve onun gönlü alınarak bebek geri alınır. Bazıları bebeği zamanında alamayıp çok sıkıntı çeker. Bu merasimde Gök Tanrı'ya tapınmak ve Dokuz Oğuz'u anmak, Budizm âdetleri kendini göstermektedir.
Böşük Toyı - Beşik Toyu:
Bebek dünyaya geldikten 40 gün sonra anne ayağa kalkarak dışarı çıkar. Lohusa annenin ana-babası kızını ve torununu kendi evine yolcu etmek gayesiyle böşük (beşik) toyu yapar. Beşik toyundan önce yeni beşik, ortası delikli bebek yorganı, yatak, avuda (ortası delik beşik yatağı), kültük (abdest kabı), pamuklu körpe (şilte), koltartku, yögek (sarma), bebek yastığı, coga şümek gibi beşik aksesuarları hazırlanır. Kırkıncı gün eve misafirler davet edilir. Yaşlı ve saygın bir hanım kırkanası - beşikanası zeki ve temiz kırk çocuk ve bir berber çağırılır. Kırk adet yeni tahta kaşık, kırk adet tokaç (ekmek) helva ve meyvalar hazırlanır. Bir leğene özel kırksuyu hazırlanır.
İlk önce bebeğin saçı, çağrılan berber tarafından kesilir. Buna "saç çüşürme" adı verilir. Daha sonra bebek yıkanmaya alınır. Kırk çocuk sırayla yeni tahta kaşıkla hazırlanan kırksuyundan birer kaşık alırlar. Ve bebeğin adını söyleyerek "âlim olun, molla olun, batur olun" nidahları ile bebeğin başına dökerler. Daha sonra çocuklara ziyafet verilir. Her çocuğa üstüne helva konmuş birer tokaç ve meyva dağıtılır. Daha sonra bebek annesinin altın ziynet eşyaları batırılmış ılık suda yıkanır ve ağaç leğene alınır. Kırkannesi tarafından bir defa sallanır. Bebek kurulanıp pudralanarak, giydirilir ve kundaklanır. Adrasman (kırlarda yetişen kokulu ot) ile tütsülenir. Sonra bebek, beşiğin alt ve üst taraflarından 9 defa dolaştırılıp beşiğe belenir. Bebeğin traşındaki saçı toplanarak tartılır ve ağırlığınca berbere gümüş veya karşılığında para verilir. Zengin aileler adak kurbanı keserek etini yoksul yedi aileye dağıtırlar.
Bebeğin saçı yeni bir beze sarılarak tumar (muska) yapılarak saklanır. Bazı bölgelerde kırk suyu dört porselen tabakta hazırlanır. Nobek şekeri, killi çamur, köprü tahtasından yapılan kömür, erkek kuzu kebabı batırılmış sular ile yine çocuklar tarafından kaşıkla alınarak bebek yıkanır. Bu ise tatlı dilli, zeki, uzun ömürlü, edep ve ahlâklı, vatan evlâdı, yetenekli ve cesur olmak gibi sembolik rolleri temsil eder. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:03 | |
| YÜZAÇKU MERASİMİ
Kızlar gelin olup bir iki çocuklu olduktan sonra ana-babası, akrabaları ve komşularını çağırarak, yüz açku merasimi yapar. Anababa kızına altın ziynet eşyaları ve yeni elbiseler hediye eder. Saçlarını ikiye ördürüp, kaşlarını aldırır. Makyaj yaparak, gelen misafirlerin yanına gider ve selâm verir. Kızın anası misafirlere "kızımızın yüzünü açtık" diye ilân eder. Misafirler gelini tebrik ederler. Bu merasimden sonra gelin, toplumda serbest faaliyetlere katılır ve makyaj yapabilir.
SÜNNET DÜĞÜNÜ MERASİMİ
Erkek çocuğu yedi yaşına girdikten sonra dinî kaidelere uygun olarak sünnet ettirilir. Bu toy hatme toyu veya oğul olturguzus (oğul oturtma) olarak da anılır. Toydan önce sünnet olacak çocuk güzel elbiseler giyer, özel hazırlanmış ata biner. Renkli kumaştan belbağ sarar, mahalle ve akrabalarını sünnete davet eder. Akrabaları çocuğa ton giydirir. Koç hediye ederler. Bindiği ata ve çocuğa renkli kumaşlar bağlarlar. Toy günü büyük ziyafet verilir ve bundan sonra sün netçi bütün maharetlerini göstererek çocuğu sünnet eder. Çocuğun ağzına önceden pişirilip de soyularak hazırlanan yumurta konur. Kanını durdurmak için önceden yakılıp hazırlanan temiz pamuk külü kullanılır. Sünnetçiye hediyeler verilir. Zengin aileler kendi çocuğunun sünneti ile birlikte yoksul ailelerin çocuklarını da bu vesile ile sünnet ettirir.
TOY - DÜĞÜN MERASİMİ
Küçük Çay: Elçiler kız istemeye giderler. Bu törene küçük çay denir. Büyük Çay: Dokuz koyun, dokuz adet giyim-kuşam, dokuz ölçek (kare) buğday, dokuz nan (ekmek) ve benzeri dokuzla ifade edilen hediyelerle oğlan tarafından temsilcileri kızın ailesine teşekkür için gelir. Bu olaya büyük çay denir. Yoklak: Düğünden önce damatın ailesi kızın evine ıssık ötküzüş (yakınlığın ve karşılıklı muhabbetin artması) için devamlı olarak sıcak yemekleri hediye olarak götürürler.
Toy Maslahat Çayı (Düğün danışma): Düğün tarihi kararlaştırıldıktan sonra oğlan taraf yakınlarını davet eder ve düğünün nasıl yapılacağı hakkında danışma ve müzakerelerde bulunur. Gençlere görev verilir. Büyükler düğün için gereken malzemeleri temin etmeyi kararlaştırırlar. Nikâh Okuş (okuma): Düğün günü sabahı damatın babasının temsilcisi, damat ve arkadaşları kız evine gelir. Mahalle imamı dinî kaidelere göre nikâhı kıyar. Nikâhtan sonra gelin ve damada tuzlu suya batırılmış ekmek parçası yedirilir. Toy Ziyafeti: Nikâhtan sonra damat tarafı kız evinde eşit şekilde inek ve koyun keserek pilav, kordak hazırlarlar ve misafirlere ikram ederler. Misafirler düğüne gelirken geline hediyeler getirir.
Kız Köçürüş (gelini almak): Nikâhtan sonra gelin ve damat ayrı ayrı mekânlarda dostları ile birlikte eğlenirler. Kızın yengesi ve adı verilen koldişi gelini hazırlar. Öğleden sonra damat arkadaşları ile birlikte gelerek gelini alırlar. Gelin yeni evine gitmeden önce anababa, kardeş ve yakınları ile vedalaşır. Onlarla helâllaşarak duasını alır. Bu olaya "razılık alış" adı verilir. Gelin ile dostları, akrabaları birlikte damat evine giderler. Gelin damat birlikte eve gelince damadın yakınları gelinin başından un ve şeker saçarlar. Gelin damat evinin önüne yakılan büyük ateş "Gülhan" üzerinden halıya oturtularak 9 defa dolaştırıldıktan sonra evine götürülür. Renkli şelferşifon kumaşla veya büyük çaplı araba tekerlekleri ile gelinin önünü kesen yiğitlere de coşku saçarlar. Müzikli eğlenceler yaparlar. Bazıları sırtı 9 karış uzunluğunda koyun takdim ederler.
Yüzaçku (yüzaçma): Gelin damat evine girdikten sonra gelen misafirlere yemek verilir. Yemekten sonra müzikli eğlenceler tertip edilir. Müzik eşliğinde oynayan yiğit müziğin ritmine uygun olarak oynar vaziyette gelir, gelinin yüzünü örten çümbel adı verilen örtüyü açıverir. Oynayan kız ise aynı şekilde gelerek açılan örtüyü kapatır. Bu karşılıklı açma-kapama olayı 3 defa tekrar edildikten sonra damadın annesi veya onu temsilen bir akrabası gelinin yüzündeki örtüyü açarak geline altın küpe ve yüzük takar. Yüzü açılan gelin oyuna teklif edilir. Düğün dağıldıktan sonra yenge adı verilen kadın gelin odasına gelerek yatağını hazırlar ve gelin ile damada gereken tavsiyede bulunarak onları baş başa bırakır.
Selam Beriş (selâmlama): Gerdek gecesi sabahı gelin ve damat arkadaşları ile birlikte karşı kayınana kayınbabalarını ziyaret ederek onları selâmlarlar. Sabah yemeğini orada yer ve kendilerine verilen hediyelerle birlikte eve dönerler. Çıllak: Düğünden sonraki haftalarda gelin ve damat tarafı karşılıklı olarak akrabalarını, yakınlarını ve komşularını yemeğe davet ederek karşılıklı olarak tanışırlar.
Düğünler şehirlerde görkemli olarak yapılır ve büyük salonlarda gerçekleştirilir. Gelin uzun araba sürüsüyle birlikte davul-zurna eşliğinde alınır. Gündüzleri büyükler dua, mevlit ve hatim ile meşgul olurlar. Gençler ise akşamları eğlenceler düzenlerler. Gelin ve damadın arkadaşları kendi aralarında para toplayıp düğün eğlencesinin masrafını karşılayarak yeni evlilere yardım etmeye çalışırlar. Düğünden sonra gelin ve damat dostlarına "harduk çayı" adı verilen bir ziyafeti vererek düğünlerinde yaptıkları hizmet ve yardımlar için teşekkür ederler.
SU, YAĞMUR TİLEŞ MERASİMİ
Möçel takvimine göre her yılın 22 Mart günü, her bölgede halk toplanır. Akarsu boyunda veya dağ bağrındaki yüksek ve geniş meydanlarda toplanırlar. Birada deve, at, sığır, koyun kurban ederek kanını akarsuya akıtırlar. Kurban etini büyük kazanlarda pişirirler. Aksakallar liderliğinde herkes başını göğe doğru çevirir ve sema eder. Daha sonra akarsuya bakarak gök ve su tanrısından su ve yağmur dilerler. İslâmiyet'i kabul ettikten sonra mevlit ve Kur'an-ı Kerim tilaveti katmışlardır. Kabristan'da veya etrafta toplanan halk din adamlarının önderliğinde taş sayarak zikir ve dua ederler. Bundan başka tarımla ilgili sulama merasimi, tohum atma merasimi, mahsul kutlama merasimlerinde de sulama, ırk, kanalların başında kurban kesmek, yağ yakmak ve dua etmek şeklinde faaliyetler yapılmaktadır.
USTAZ TUTUŞ - USTAYA VERME MERASİMİ
Herhangi bir sanat öğretmesi için ustaya verilecek çocuk, anne babası tarafından muhitteki o sanatın erbabı ile komşularını çağırarak evinde ziyafet verir. Ziyafetten sonra çırak olarak verilecek çocuğun babası oğlunu bu topluluk önünde ustaya teslim eder. Ustaya ton giydirilir. Çırak haksız olarak çalışır.
ŞAGİRT ÇIKARIŞ (ŞAGİRT ÇIKARTMA) MERASİMİ
Çırak öğrendiği sanatta kemalete yettiğinde usta evine çırağın babası ve yakınlarını çağırarak çırağa sanata ait âletleri takdim eder. Çırağın babası ustaya hediyeler verir. Bu merasimden itibaren çırak, maaşla çalışabilir veya ayrı dükkân açabilir.
TİCARET BAŞLAŞ MERASİMİ
Ticaret veya dükkan açmadan önce yapılan merasimdir. Mahalle aksakalları, semt halkı ve meslekte tecrübeli olan kişileri çağırarak yemek verilir. Sonra ticaretin risalisi okunur. O sanata pir olan peygamberler hatırlanır. Günümüzde, kişiler arasında "Ya pirim Kâmil" denilerek ayağa kalkmak âdeti bundan gelmektedir.
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:03 | |
| ÖY SİLİŞ (EV YAPMA) MERASİMİ
Ev yapma merasimi büyük öneme sahiptir. Ev yapmak isteyen aile bütün hazırlığını bitirdikten sonra, mahalle halkını evine davet eder. Kurban keserek onlara yemek verir. Yemekten sonra duvarcı usta yapılacak evin yerini kazık çakarak belirler. Kıble yönünü tayin ederek temel çizgisinin sağ köşesinden bir kürek toprak alır ve temel taşını yerleştirir. Bu merasimden sonra mahalle halkı ev salma usulüyle ev yapma işine yardım ederken karşılıksız çalışır. Fakat iyi beslenir. Mahalle halkı yeni ev yapana inşaat malzemesi yardımında da bulunur. Herkes imkânları ölçüsünde katkıda bulunur. Böylece bir kaç gün içinde yeni ev bitirilmiş olur.
ÖY ÇİYİ MERASİMİ
Ev tamamlandıktan sonra ev sahibi ev yapımında katkı ve yardımda bulunanları çağırarak yemek verir. Gündüz yapılan bu merasimde yeni evde Kuran-ı Kerim ve mevlüt okunur. Mahalle halkı yeni eve ev eşyası ve mefruşat malzemeleri gibi hediyeler getirir. Yeni evde akşam sazlı-sözlü eğlence tertip edilir.
DEFİN (ÖLÜ GÖMME) MERASİMİ
Defin merasimine Uygur Türklerince ölüm uzatış (ölü uğurlama) da denir. Kadim çağlarda ecdadlarımız musibet olunca hazadarların (ağıtçı, ağlayıcıların) şakakları bıçak ile kanattığı ve cesedin yatırıldığı çadırı yedi defa dolaşarak ah çekerek ağladıkları, at ve sığır kurban ettikleri ölüyü mezar kazarak elbiseleriyle. gömdükleri bilinmektedir. Türkler İslâmiyet'e kavuştuktan sonra Islâma uymayan bazı örf ve âdetleri terk ettiler. Defin merasiminin ayrıntıları şunlardır:
a) Haza İçiş: Ölümden sonra yakınları ağıt yakarak ağlarlar.
b) Hever Kılış (ölü olayını haber verme): Ölünün yakınları, uzak yakındaki akrabaları dost ve komşularına ölüm olayı ve cenaze namazının kılınacağı yer ve vakti haber verir.
c) Suya Aliş (ölünün yıkanması): Ceset temiz su ile üç defa yıkanır. Yıkanmadan önce ölünün üzerindeki kıllar temizlenir. Cesedin ön ve arka tarafı yukarıdan aşağıya doğru kontrol edilir. Erkekler üç kat, kadınlar ise beş kat kefenlenir.
d) Haza Okuş (ağıt yakma): Ölünün yakınları olan hazadarlar beline beyaz bez bağlarlar. Başına da beyaz tülbent bağlanır. Hazadarlar yedinci gününe kadar bu beyazı üzerinden çıkarmazlar. Beyaz gömlek giyerler. Erkekler kırkıncı gününe kadar saç ve sakalını kesmezler. Yıldönümüne kadar ölünün birinci derecede yakınları düğün ve eğlencelere gidemezler.
e) Namaz Çürüşürüş (Cenaze Namazı): Beyaz keçeye sarılan cenaze, vedalaştıktan sonra tabuta konularak cenaze namazının kılınacağı camiye götürülür. İskat dağıtılır. Erkeklere para, kibrit ve ekmek, kadınlara ip, iğne, tarak ve saç jölesi dağıtılır. Ölü cemaate tanıştırılır. Ölünün vekili ölünün borç, harç, alacak ve vereceğini üzerine aldığını ilân eder. Ondan sonra cenaze namazı kılınır. Namaza gelen bütün cemaat mezarlığa da gider. Bazı yörelerde hazadarlar (cenaze yakınları) ellerine baston şeklinde sopalar alarak tabutu dolaşarak ve ağıt yakarak ağlarlar.
Bir at veya bir öküzün başını uzun bir iple bağlayarak diğer ucunu kırkbir kişiye tutturur ve açık artırmaya çıkarır. Arttırmada belirlenen kıymetin karşılığında cenaze namazını kılan imam başta olmak üzere kırk bir kişiye para dağıtılır. Mezarlığa kadar gelenlere birer tane poşkal verilir veya kibrit dağıtılır. Bazı bölgelerde ise kuru üzüm veya unnap ta verilir. Cenazenin defninden cenaze evine başsağlığı için gelenlere taharet aşı verilir. Definden itibaren kırk güne kadar cenaze evinde yemek yapılmaz. Ölenin yakınları, komşuları yemek yapıp getirir.
f) Defin İşlemi: Doğu Türkistan'da mezarlar iki kısımdan meydana gelir. Bunlar dış mezar ve iç mezardır. Ceset iç meydana defin edilir. Kaşgar Bölgesinde aile mezarlıklarına "şamgör" denilmektedir. Defin işlemleri İslâmi kaidelere göre yapılır. Mezarın ağzı dokuz adet taş ile kapatılır ve üzeri toprakla örtülür. Bazı bölgelerde mezarın üzerine bir kuru ağaç dikilir ve ucuna da ölenin nezir yemeğinde kesilen koçun kafası asılır. Kadınların mezarına dikilen ağacın üzerine ise üçgen şeklinde bir bez parçası asılır. Kabirlerin üzeri açık ve toprak olarak bırakılır. Kenarlarına ise alçak duvar yapılır. Kâbirler yuvarlak ve uzun olarak çevreye göre toprak, tuğla ve betonla inşa edilir. Bazıları kuubet ve taş dikerler. Her yıl Ramazan ve Kurban bayramlarında ve cuma günleri ölünün yakınları mezarı ziyaret ederek dua okurlar.
g) Nezir - Çirak: Ölümden üç gün sonra "Üç Nezir", yedi gün sonra "Yette Nezir, kırk gün sonra Kırk Nezir , yıldönümünde de Yıl Nezir" olarak yemek verilir. Bazı yörelerde yirminci günü içinde anma yapılır. Altay bölgesindeki Toba Türkleri 20 ve 100 ncü gününde anarlar. Bazıları ise her yıl dönümünü hatırlamak için mevlit hatim ve yemek verilir. Uygur Türklerinde sefere çıkmadan önce belâ ve kaza'dan korunmak için ve kötü rüyaların etkisinden kurtulmak için Nezir verme âdeti de vardır. Nezir esasen kurban kesilip etini yemekle birlikte ikram edilmesidir.
DİNÎ MERASİMLER
Beş vakit namazı, Cuma namazı, Ramazan ve Kurban bayramı namazları, teravih namazı ve cenaze namazları İslâm kaidelerine uygun olarak yapılır. Bundan başka iftar verme, mevlit, berat, miraç, Regaip kandilleri, mezarlık ziyareti, kutsal kişilerin mezarıyla mekânlarını ziyaret etmek gibi bir takım ,dinî faaliyetler gerçekleştirilir. Bütün bunlar görkemli ve topluca icra edilir.
NEVRUZ BAYRAMI
Nevruz Bayramı Uygur Türklerinin en eski, en kutsal ve görkemli törenlerle kutladığı yeni yıl bayramıdır. Her yıl milâdi takvimine göre 22 Mart günü kutlanır. Uygur Nevruz koşakları ve kökbeyitlerinin temeli 2000 yıl öncesine dayanmaktadır. M.Ö. II. yüzyılda yaşayan ünlü Çin tarihçisi Simaçen "Tarihi Hatıralar - Hunlar Tezkiresi adlı eserinde "'Her yıl başı günü (Nevruz günü) Hun liderleri Tanrı-Kurt Sarayı'nda yeni yılı kutlarlar ve nezirçirak verirler" diye yazmaktadır. 626. yılı ünlü tarihçisi Tarımşah "Her yılı yeni yılın ilk yedi günü Kuçar'da boğa, aygır ve buğra güreşleri yapılır ve onbinlerce kişi bunu seyreder" diye kaydeder. Çinli müzik tarihçisi Huylin, Tan sülalesi devrindeki (M.S. 9. yüzyıl) Müzik Tefsiri adlı eserinde Nevruz bayramını anlatmaktadır. O, Nevruz bayramının çok eski çağlara dayandığını, Argımak oyunu, Salma taşlaş oyunu, Su buz oyunu gibi maskeli oyunlar oynandığını kaydetmiştir. Uygur 12 mukamında eski devirlerde Nevruz mukamı da mevcuttur. Şair Lütfı "Gül ve Nevruz Destanı" ile bir diğer Uygur Türk şairi Şatur Binni Akhun "Nevruznâme" adlı divânı yazmıştır. Kaşgar Opal da bulunan Kaşgarlı Mahmut'un Türbesi civarındaki "Nevruz Bulak"ta yapılan şiir ve nazım festivali ve şiirlerden yapılan tumarça asmak âdetleri günümüzde de devam etmektedir.
Doğu Türkistan'daki bütün idari, mülki organlar, fabrika, işletmeler ile her seviyedeki eğitim ve öğretim kurumlarında coşkulu bir şekilde Nevruz kutlanmaktadır. Kırsal kesimlerde son 60 yıldan beri devamlı olarak kutlanmakta olan Nevruz etkinlikleri ve faaliyetleri şu şekilde sıralanmaktadır. Yeni Gün Hazırlığı: Köy, kasaba ve mahallelerde genel temizlik yapılır, evler yeniden boyanarak keçe kilim ve halılar silkilir ve silinir. Kişiler yeni ve temiz elbiselerini hazırlarlar. Sokaklar ve yollar temizlenir, eksik ve bozuk kısımlar yeniden tamir edilir. Köprüler tamir edilerek çeşitli şekillerde süslenir. Nevruz etkinliklerinin yapılacağı alanlar seçilip belirlenir. Nevruz aşı için buğday, mısır, arpa, mercimek, pirinç ve nahuttan ibaret yedi türlü gıda ve iğde karıştırılmış koçe hazırlanır. Ünnap, iğde, şeftali kurusu, et, koyun kafası, sarımsak ve sirkeden müteşekkil 7 türlü yemiş ıslatılarak karışımdan Nevruz suyu hazırlanır.
Yeni Günü Kutlama: Nevruz günü, sabahtan itibaren bütün mahalle, köy, kasaba ve şehirlerde karşılıklı Nevruz bayramını kutlar. Birbirlerine hediyeler verip ikramda bulunurlar. Yeni Gün Seferi: Bütün bölge, çeşitli araba, fayton, at, deve, öküz, kotaz ve eşeklerle yola dürülürler. Kilim, halı ve mutfak malzemelerini yanlarına alarak sanki göç ediyorlarmış gibi yola çıkarlar. Yol boyunca şarkılar ve Türküler söylerler, birbiriyle yarışırcasına kutlamaların yapılacağı meydana doğru sel gibi akarlar. Meydana toplanan binlerce kişi çadır, sayeban, kepe ve satmalar kurarlar. Dükkânlar kurulur. Nevruz kutlamaları için meydana toplanan halk daire şeklinde dizilir ve eğlence yeri düzenlerler.
Yeni Gün Törenleri: Nevruz bayramının başladığı ilân edilir ve Nevruz aşı dağıtılır. Nevruz Koşakları söylenir. Büyük-küçük, erkekkadınlar topluca oynarlar, destanlar söylenir. Güreş, davaz, sihirbazlık, horoz ve koç dövüştürmeleri yapılır. Avcılar ava çıkarlar. Bir kaç gün devam eden bu şölen, at beygisi (at yarışı), oğlak tartış (bozkaşı) çarkıfelek oyunları, uçurtma yarışları, ponzek oyunu, sallanacakta yaprak ısırma oyunlar, çükçük uruş, canbazlık, odıkam, kaçkaç top, tepküç, dokuz katar ve satranç gibi oyunlar oynanır. Büyükler karşılıklı ticaret anlaşmaları yaparlar. Bazı yerlerde eski Mani dininden kalan "Su saçış oyunu" gibi oyunlar oynanır. Şiir, nazım, yazma, okuma, takdim etme, bütün faaliyetlerde devam ettirilmektedir.
Nevruz bayramı devamında 1 hafta 10 gün içinde mahalledeki yaşıtlar arasında "meşrep" oyunu oynanır. Nevruz bayramından sonra ekim faaliyetlerine başlanır. Genel olarak günümüzde Uygur Türkleri törenlerle şekillenen göğe, ateşe, suya, toprağa tapınmak, kurt aşığını muhafaza etmek, tumorca (muska) takmak, ecdadların ruhu için yağ koklatmak, kasidecilik, pirihonluk (üfürükcülük), açlaş (cin çağırarak tedavi etmek), falcılık, 7-9-40 sayılı âdetler gibi eski devirlerden kalan birçok örf ve âdetlere de devam edilmektedir. Bu da eski Türk kültürünün araştırılması ve incelenmesinde büyük önem taşımaktadır |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:05 | |
| Doğu Türkistan'da İşkence
İşkence, tanımca, bir kimseye Maddî veya manevî olarak yapılan aşırı eziyet, manevî baskı veya düşüncelerini öğrenmek amacıyla uygulanan eziyet gibi anlamlarıyla İnsan haklarının tersi olup, İnsan haklarının çiğnenmesi demektir. İnsan hakları, İnsanın kişilik özgürlüğü ve başka demokratik haklarından ibarettir.
İnsan hakları önce İngiltere burjuva İnkılâbında ortaya atılan şiar olmuş, feodallerle teokratları karşısına hedef olarak almıştı. Uzun süren mücadeleler sonunda İngiliz parlâmentosu 1679–1689 yıllarında "İnsanları muhafaza kanunu ve Haklar Kanunu Tasarısı"nı kabul etti. XVIII. asırda Fransız Rönesans devrinin düşünürlerinden biri, "İnsan tabiî hakları" teklifi teşebbüsünde bulundu. 1776 yılında Amerika Birleşik Devletleri kurulurken, "İstiklâl Bildirgesi" ilân edildi. 1789 yılında Fransa'da, "Fransız İnsan Hakları Bildirgesi" ilân edildi.
Yukarıdaki belgelerin hepsi bu talimatların mücessemleşmesinin ifadesidir.
"Özgürlük Bildirgesi"nde: "Bütün İnsanlar özgürdür. Onların hepsi yaşama, hür, bahttan ibaret dokunulmaz tabiî, İnsan haklarına sahiptir" diye ilân edilmiştir. "İnsan hakları bildirgesi"nde de: "İnsanlar hür doğarlar, eşit yaşarlar. Hürlük, güvenlik her türlü ezişe karşı durmak tabiî haktır, . . . . , mülkiyet mukaddestir, dokunulmazdır!" diye ilân edilmiştir.
Bazı cihetlerde batının geleneksel insan hakları düşüncesinden aşıp geçti. Cihan vaziyetinin gelişmesiyle İnsan hakları düşüncesi iç kanun dairesinden çıkıp uluslararası kanun dairesine girerek, yeni mazmunları içine almaktadır. Dünyada İnsan haklarını çalıştırmak ve kontrol etmek için, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nda özel "İnsan Haklarını Koruma Komisyonu" kurularak, araştırmalara başlanmıştır.
İŞKENCE NEDİR?
İşkence İnsan haklarının çiğnenmesidir.
İşkence bir kimseye bir şeyi söyletme ya da yaptırma amacıyla maddî ya da psikolojik yöntemlerle acı çektirilerek uygulanan baskı ya da eziyet türüdür.
Tarih boyunca çeşitli amaçlarla başvurulan işkencenin temel işlevi, soruşturma sürecinde sanığa suç işlediğini kabul ettirmek, kendisi ya da başkaları hakkında bilgi ve delil elde etmektir. Totaliter ve otoriter rejimlerde muhalefeti bastırmak, kişileri yıldırmak ve başkalarına göz dağı vermek amacıyla bu yön-teme başvurulur. Tarih boyunca "işkence" bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmıştır[1].
Yukarıda İnsan hakları ve işkence hakkında kısaca bir malumat verildi. Aşağıda Doğu Türkistan'daki İnsan haklarının ihlali ve işkenceler hakkında bildiğim kadarıyla malumat vereceğim: Doğu Türkistan, Yakub Bek hâkimiyetinin sona erişinden sonra geçen asrın 10'lu yıllarından başlayarak Yang zeng şin, chin shu ren, sheng shi sai, milliyetçi Çin ve komünist Çin olup, beş hâkimiyet devrini başından geçirdi ve geçirmektedir.
1949 yılına kadar yarı-feodal, yarı-sömürge olan Çin'in kendisi, emperyalistlerin zülüm ve ezişine duçar olmuştu. Çin'de "İnsan hakları" söz konusu bile değildi. Sömürge hayatımız 1884 yılından 1949 yılı Çin komünistlerinin istilâsına kadar geçen 65 yıl içerisinde sömürgenin bir alt sömürgesi durumuna gelen, Doğu Türkistan halklarının İnsan hakları ne olacaktı?
Bu dönemdeki zülüm, işkenceler hakkında konuşmaya toplantının zamanı müsait değildir. Burada Çin komünistleri istilâsından son Çin hükümran dairelerinin Doğu Türkistan'da yürüttüğü zülüm-işkenceleri ve İnsan haklarını çiğnediği gerçekler hakkında malûmat vereceğim. Çin komünistleri, Doğu Türkistan'ı istilâ ettikten sonra yurdumuzda 20'den fazla büyük çapta harekât (operasyon) yürüttü. Memleket mikyasında milyon onmilyonlarca insan, Doğu Türkistan'da on binlerce, yüz binlerce insan hapislere atıldı, işkenceler gördü, idam edildi.
BU HAREKETLER:
1. Kiraları Azaltma Hareketi (1950–1951)
Doğu Türkistan'da çiftçiler nüfusun % 80 teşkil eder. Köylerde toprak sahipleri, az toprak sahipleri, ortakçılar, yıllıkçılar olur.
Toprak sahipleri yerlerini, tohum ve çiftçilik aletlerini ortakçılara verir; ürün eşit taksim edilir.
Az toprak sahipleri yerlerini kendileri eker.
Yıllıkçılar topraksız olup, toprak sahiplerine çalışır, yıllık ücret alır. Komünistlerce bu "istismar" sayılır. Dolayısıyla kira haklarını "azaltma hareketi"ni yürütüp, çiftçilere verip, çok kısmını hazineye aldılar, yani "devlet istismarı" yaptılar. İşkencenin en büyüğü boğaz işkencesidir. Çin komünistleri, Doğu Türkistan'da ilk olarak boğaz (karın) işkencesi yaptılar. Karşı gelenleri hapse attılar, işkence yaptılar.
2. Karşı İnkılâpçıları Bastırma Hareketi (1951)
Çin'de "kızıl devrim" hüküm sürdüğü için, Çinliler'e göre, rejim aleyhtarlarını komünistlerce temizlemek yok etmek lazımdı. Bu hareket ile milyonlarca, on milyonlarca kişileri "rejim muhalifleri" adıyla hapse attılar, öldürdüler, ceza [toplama] kamplarına gönderdiler. Doğu Türkistan'da ise bu sayı yüz binlerin üstündeydi. Ben de bunlar içindeydim bir rejim muhalifi idim. Bu hareket sürdük çe çok sayıda İnsan öldürüldü. Öldürülenlerin arasında milliyetçilerden: Mesud Sabrî, Osman Batur, Canım han Hacı, Abdul-Eziz Çingizhan, Kurban Kuday, Yıldırım Sebrî, Albay Abdulğufur Sebrî, Abdurrehim Kılıç, Fethidin Masum, Abdul-hemid Damullam, Abdullah Semidî, Sıdık Zalıng, Zekeriye, Veli, Oraz bey, Seyid Ahmed Hoca, Zafer Hoca, Abdul Kadır Tahirî, Hamut Hacı, Tursun Alî, Davud, Porbıcap, . . . . lar var idi. Bu yıllarda bir ilçenin komünist parti sekreterinin tasdik ettiği adam idam edilirdi. Kanun y ok idi, ceza keyfiydi.
3. Üç ve Beş'e Karşı Hareket (1951)
Üç (rüşvet, israfçılık, bürokratçılık)'e, Beş (rüşvet, vergi hırsızlığı devlet mülkünü çalmak, iş vakti ve malzeme hırsızlığı, devletin ekonomik-endüstriyel bilgilerini satmak)'e karşı hareketlerde çok memurlar, ticaret adamları, sanatçılar, esnaflar tutuklandı. Bunlara karşı işkenceler yapılıp, yemedikleri rüşveti mecburî itiraf ettirerek 10 000 yuan'dan fazla rüşvet alanlara "büyük pars"; 5 000 y¥kası giydirildi. Ellerinden paraları alındıktan sonra, hapse atıldı.
4. Toprak Reformu (Yer Islahatı) (1953)
Toprak reformu, Çin'de 2 yıldan fazla bir zaman sürdü. Komünistler rehberliğinde bir nice milyon personel bu hareketi yürüttü. Bütün toprak devlet mülküne alınıp, topraksız çiftçilere dağıtılıp verildi!? 3 yıldan sonra "kooperatifleşmek" adı altında araziler çiftçilerinden elinden tartıp alındı. "Kolektif kölelik rejimi" yürürlüğe konuldu. Sabah namazı vaktinde işe çıkılır, akşam namazında işten dönülürdü. Kadın-erkek; ihtiyar, genç, çocuk demeden çok geniş araziler üzerinde çalıştırıldı. Günde 12 saat civarında çalıştırıldılar. Çoluk-çocuklardan, yaşlılardan haber alınamazdı.
5. Ticaret-Zanaatçılara Sosyalistik Reform Hareketi (1956)
Bu hareket ile ticaret, zanaatın hepsi devlet tekeline alındı. Ticaret adamları, Dükkân hadimleri, esnaf-zanaatçılar kendi fabrika-atölyelerinin işçi hadimleri olarak maaşa bağlandı. Razı olmayanlar, muhalif olanlar hapse atıldı; bazıları ise idam edildi.
6. Kalıntı Karşı İnkılapçıları Temizleme Hareketi (1957)
Bu hareket aslında 1951 yılındaki harekette temizlenmeyenler için yapılmıştı. Bunlarda tutuklanıp, cezalandırıldı, öldürüldü. Ceza ve emek [toplama] kamplarına gönderildi. Burada yapı ise şöyleydi: 6 metre uzunluk, 5 metre genişlikteki koğuşa 41 mahkûm sığdırılırdı.
7. İstil Düzeltme Hareketi (1958–1959)
Çin komünistleri iki yıl devam eden (Çin'de İstil ¥ise "milliyetçilere karşı koyma") bu hareket ile Doğu Türkistan'daki bütün milliyetçileri, millî hissiyatına sahip İnsanları kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden temizlediler. Bunların tipik temsilcileri "kültür bakanı Ziya Semedî, ticaret bakanı Abdul Eziz Karı, Ürümçi belediye başkanı Abdurrehim Seidî, Gulca valisi Abdurrehim İsa (intihar etmiştir) başlarında olmak üzere yüz binlerce Uygur, Kırgız, Kazak, Özbek, Tatar Türk aydınları-öğrencileri "milliyetçi" damgası vurularak hapislere, toplama kamplarına atıldı, öldürüldü. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:06 | |
| 8. Sağcılara Karşı Hareket (1960)
Geçen asrın 60'lı yıllarında Çin-Hindistan Sınır Savaşı ve Rusya ile Çin arasında fikir ihtilafları çıktı. Bu münasebetle parti (Çin Komünist Partisi) içinde, cemiyette, Çin Komünist partisine karşı fikirler, yeni yeni görüşler ortaya çıktı. Dolayısıyla Çin Komünist Partisi derhal tedbir alıp, hemen hareket başlattı. Bu fikirleri başlamadan "beşiğinde" yok etti. Yine on binlerce İnsan "sağcı-milliyetçi şapkası" ile hapse atıldı. Kurşuna dizildiler.
9. Komüna Kurma Hareketi (1959–1960)
Toprakları kooperatifleştirme merhalesinin sonunda, Çin Komünist Partisi bütün Çin'de "komünalaştırma hareketi" adı altında bir hareket yürüttü. Çin komünistlerince, "cennet" denilen bu "komüna" döneminde bütün İnsanlar aç bırakıldı. Çin kendini büyük, cömert devlet olarak gösterip, Arnavutluk, Vietnam, Laos, Kamboçya, Kuzey Kore, Küba, Tanzanya, . . . . . , gibi ülkelere tahıl yardımı yaptı. Kendi halkını kemer sıkmaya zorladı. Bir nüfusa ayda 15 kilo tahıl, 100 gram yağ, 200 gram şeker verildi. Bir nüfusa yılda 10 metre kumaş satıp verilir di. Pazarlarda bütün yemeklik maddeleri kontrol altında, her şey kuponlu, bütün cemiyet kuyruktaydı. Bu dönemde Doğu Türkistan'ın çoğu ilçesi, köylerinde İnsanlar açlıktan ölmeye başlamıştı. Örnek olarak Doğu Türkistan'ın en zengin ilçesi olan "Bay ilçesinde" 20 000'den fazla İnsan açlıktan kırıldı. hükûmet depolarında dolu dolu tahıllar varken, aç insanlara kendi elleriyle, kendi emekleriyle yetiştirdiği ürünler verilmedi. İnsan başka zulüm-işkencelere tahammül edebilir, ama "mide işkencesine" tahammül edemez. Bu dönem hapishanelerinde, kamplarında birçok mahkûm açlıktan öldü. Örneğin, Korla Savhu, Şayar Tarım , Maralbaşı Karakılçın, Altay Kaba , Sancı Şya bahu, Ürümçi Bacyahu ve Dong gobi kamplarında on binlerce mahpus açlıktan ölmüştü.
Bu dönemdeki köylerde komünalarda kolektif yemekhaneler tesis kılınıp, hususî evlerde kazan kaynatıp, yemek yapmak men'î edilmişti. Bütün köylüler karavanaya bağlanmıştı; bütün çiftçi ve ahali boğazından ilinmişti, yarı aç kalmaya mecbur edildi. Köyler ve mahallelerde "baca casusları" koyulup, kimin evinin bacasından duman çıksa, o evin yemek malzemeleri müsadere kılınıp, sahipleri cezalandırılırdı.
10. Çelik Üretme Hareketi (1960-1961)
Rus-Çin münasebetleri bozulduktan sonra, Rusya'dan gelen zanaat malları ve demir-çelik mamulleri kesilmişti. Buna çok kızan Mao ze dung efendi bütün Çin topraklarında bir "çelik üretme hareketi" başlatmıştı.
Zanaatta 15 yıl sonunda İngiltere'yi, 30 yıl sonra da Amerika'yı geride bırakma şiarını ortaya atmıştı. Bu yıllarda günde 20 saat emek, 4 saat uyku programı uygulanırdı. Soğuk kışlarda yüz milyonlarca İnsan çelik üretme seferberliğine zorlandı. Hastalanan, ölen İnsanların sayısı bilinmiyordu. Bu eza ve cefaya dayanamayan bazı İnsanlar suç işleyerek hapse girdiler. Hapsi bu hayata tercih etmişlerdi. Bir iki sene süren bu harekette kömür olmayan bölgelerdeki bütün meyve ağaçları kesilerek, çelik üretiminde kullanıldı. Doğu Türkistan bir nice yıl meyve yokluğu çekti.
11. Medeniyet İnkılâbı (1966-1976)
Bu İnkılâbı Uygur Türkleri "vahşet İnkılâbı, 'meynet (pis) İnkılabî " derler. Sözde bu medeniyet İnkılâbında Çin'de ve Doğu Türkistan'da tarihte hiç görülmemiş olaylar baş gösterdi:
A. hükûmet başkanları, bakanlar, valiler, kaymakamlar, idareciler, okul müdürleri, âlimler, her milletten aydınlar. . . , burjuva unsurları, 'pis aydınlar' denilerek, yüzleri siyah boyalı bir şekilde şehir caddelerinde teşhir edilerek, elleri-kolları bağlı vuruldu, dövüldü, işkenceler yapıldı, bazıları linç edilerek öldürüldü.
B. Din âlimleri görevden alınarak, çöllerdeki köylere sürgün edildi; hor işlerde kullanıldı, mesela domuz bakıcılığı yaptırıldı.
C. Camiler, medreseler, türbeler yıkıldı, harap ve virane bir şekle sokuldu. Yerlerine işletmeler, depolar, at haraları, . . . . , yapıldı.
D. Erkeklerin sakalları, kadınların saçları kesildi.
E. Ceket burjuva, 'batı elbisesi' diye men'î edildi.
F. Millî musikiler men edilerek aletleri kırılıp dökülerek, yakılıp yok edildi. Millî şarkılar yasaklanırken, yerlerine Çin'in "İnkılâb î şiirleri" ve şarkılarını okuma zorunluluğu getirildi.
G. Uygur Türk ıstılahları yavaş yavaş çıkarılıp, Çin istilâhları kullandırıldı. Örneğin, chung chung yang cheng chi ch¥ y¥ (bu cümlenin içinde "nın" ile "i" eki Türkçe'dir) kullanıldı. .
H. Mao ze dung üzündeleri mecburî ezberletildi. Ayetmiş, hadismiş gibi okutuldu.
I. Aydınlara, âlimlere "pis aydınlar" denildi.
Kültür ihtilâli yürütülen bu on yıllık dönemde fikrî, siyasî bloklar kurulup, silâhlı çatışmalarda çok gençler öldürüldü. Bu inkılâp gerçek anlamıyla bir "vahşet inkılâp ı" olmuştu.
12. Manevî Kirlenmeye Karşı Durma Hareketi (1983)
Çin'de Den şyao ping iktidara geldikten sonra (1997) gözle görülür bir serbestlik ve "demokrasi" oldu. Doğu Türkistan'da basın biraz gelişti, milliyetçilik, Türkçülük, "Türkçecilik" yeniden kendini gösterdi. Çin'de burjuvaca kültür gelişmesini engelleme hareketi olurken, Doğu Türkistan'da milliyetçilik, Türkçülük ve Türkçecilik hareketlerine karşı hareket yürütülmeye başlandı. 1983 yılı hükûmetin bir numaralı hücceti beni tekşirme hücceti olarak çıkmıştı. Üniversitede beni ortaya alıp güreş kıldılar. Beni itirafa zorladılar, itiraf etmedim. Kendimi hapishaneye hazır görmüştüm, sonra o hareket de durdu. Sonuçta neticesiz kaldı.
13. Öğrenciler Hareketi (1989-1990)
Doğu Türkistan tarihînde 1989-1990 yıllarında ilk öğrenci hareketleri başladı. Doğu Türkistan üniversitesi öğrencilerinin önderliğinde bütün Doğu Türkistan öğrencileri sokağa döküldü. Hâkimiyete, atom denemelerine, demokratik olmayan seçime, kürtaja karşı ve özgürlük talep eden sloganlarla gösteri yaptılar. Gösteriden sonra bütün Türk öğrenciler cezalandırıldı ve işkence gördü.
10. Barın İnkılâbı (1989)
Köylerde çiftçilere olan türlü baskı, ağır vergi ve emek, kürtaj, işkenceler yüzünden Kaşgar vilayetine bağlı Aktu ilçesinin "Barın Köyü"nde Zeyniddin liderliğinde bir ihtilâl oldu. Çinliler buraya 4-5 bin kadar asker gönderip ihtilâli bastırdı. Zeyniddin ve arkadaşları kahramanca savaşarak şehit oldular. Çin ordusu 20. asırda da Barın köyünde yaşlı çocuk demeden katliam yaptı, bu köyün İnsanlarını tamamen kurşuna dizdi.
11. İli Olayı (1996)
İli'de bir türküm [bölüm] Uygur Türk kadınları bir camiye toplanıp, ibadet yapılan vakitte polisler müdahale etti. Hanımlar karşı çıktıkları için tutuklandılar; evdeki eşleri-çocukları gelip sorduklarında onları da tutukladılar ve öldürdüler.
Yukarıda anlatılanlar büyük olaylar olup, Doğu Türkistan halkı Çinliler'in zulüm-işkencelerine her gün, her saatte maruz kalmaktadırlar. Doğu Türkistan'ın her vilayetinde, ilçesinde, köyünde olaysız gün geçmez. Doğu Türkistan'da olay demek¥kalma, ölüme mahkûm edilme demektir. Uygur Türkleri vatan aşkına, istiklâl yolunda aziz canlarını seve seve feda etmektedirler.
Doğu Türkistan hapishanelerinde uygulanan ceza ve işkence türleri:
1. Tırnak altına iğne batırma, 2. Erkek mahkûmların cinsel organına çubuk sokma, 3. Mahpusları ağaç kazığa oturtma, 4. Sol elini masaya [metal çiviyle] çakıp, sağ eliyle itirafname yazdırma, 5. Çemberle kafatasını sıkıştırma, 6. "Gang'za"ya bastırma, 7. Buruna biber suyu akıtma, 8. Çıplak bedene kızdırılmış yağ saçma, 9. Âşık kemiği ezme, 10. Aşil tendonunun kesilmesi, 11. Mahpusların ayak bileklerine (yıllarca) 10 kg ağırlığında pranga takma cezası. 12. Mahpusların ellerine kelepçe takma cezası. Bu cezalarda üç çeşit kelepçe takılır: a. Eller önde, b. Eller arkada, c. Bir el omuz üstünden, bir el omuz altından alınarak çapraz bir durumda bağlanma,
13. Su gölçekine çılaş(boğazına kadar soğuk suya sokma), 14. "Buz koğuşuna" koyup dondurma, 15. Sopalama, 16. Telle kaplanmış kamçılarla çıplak bedeni kırbaçlama, 17. Çivi kakılmış tahta [düzlem] üzerinde durdurma, 18. Küçük kömür ve cam parçaları üzerinde dizlendirme, 19. Boyu eni bir buçuk metre koğuşlara hapsetme cezası. 20. Aç bırakma cezası. 21. Sert emek cezası. 22. Birinci bağlak cezası. 23. Asmak işkencesi. Üç çeşittir: a. Eller yukarıda asılmak; b. Eller arkadan bağlayarak asılmak (Filistin askısı) ; c. Baş aşağı asılmak.
24. "Küreş kılmak". Binlerce İnsan önünde "küreş" kılınır, özeleştiri yapmaya zorlamak; bazen de aşağılık bir şekilde dövülmek. 25. Emek işkencesi: Kamplarda (yazın) 12 saat çalıştırılır. Bundan başka kişi başına 1000 kg gübre, 1000 kg yemhaşek(saman, ot), 500 kg iğde, 500 kg buya yıltizi toplama cezası verilir. Bütün bunlar iş vaktinin dışında yapılması zorunlu emeklerdir. 26. Uykusuz bırakarak, sorgulama işkencesi. 27. Gündüzleri koğuşlarda istirahat ettirmeden suçunu düşünmeye zorlama işkencesi. 28. Hastayı tedavi etmeme cezası. 29. Amburla [kerpeten] tırnak çekme işkencesi. 30. Kışları koğuşa sıcak hava vermeme cezası.
Benim 31 yıllık zindan hayatımda gördüğüm, işittiğim ceza-işkence türleri yukarıdakilerden ibarettir. Şahsen ben kendim, çemberle kafatası sıkıştırma, "gan'za" işkencesi, kelepçe cezaları, birinci bağlak, "küreş" kılma işkencelerine marûz kaldım. Bu işkencelere maruz kalanlar içinde sakat kalanlar, ölenlerin sayısı pek çoktur.
Sonsöz
Bu gün İnsan hakları, demokrasi, istiklâl için mücadele vermekte olan Doğu Türkistanlılar, Çinli'lerce "terörist" adlandırılarak, hapishanelere atılıp, İnsanlık dışı, vahşiyane, Orta Çağ işkencelerine maruz bırakılmaktadırlar. Bizim, Allah'tan başka hiçbir yardımcımız yoktur. Bize ne İslâm devletlerinden ne de soydaşlarımızdan bir yardım gelmemektedir. Aksine dindaş, ırkdaş, kardeş dediklerimiz bize sırtlarını çevirdiler; bizi sattılar. Ama bu olanlar içinde Doğu Türkistan hiç de ümitsiz değildir. İnşallah Çin'inde parçalanacağı gün yakındır, gelecektir.
Hacı Yakub Yusufî ANAT
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:07 | |
| 4 Şubat 1997 Gulca Katliamı
4 Şubat 1997 Gulca Olayları, Çinlilerin bu güne kadar hangi yöntem ve metotlarla Doğu Türkistan’daki mevcudiyetini sürdürebilmekte olduğunun açık bir göstergesidir. Her kanlı bastırma hareketinden sonra yaralarını saran bir süre sonra toparlanma fırsatını bulan Doğu Türkistanlılar ikinci bir “millî İstiklâl Hareketine” erişemeden Çinli işgalcilerin tahrikleri ile zamansız başlayan “millî İstiklâl Hareketleri” yine Çin cellatları tarafından kanlı bir şekilde bastırılmaktadır. Fakirliğe, açlığa, sefalet ve ölüme bile tahammül edebilen Doğu Türkistanlılar millî ve manevi aşağılanmaya asla rıza göstermemekte ve bütün katliamlarda bu hususlardaki tahrikler sonucunda ortaya çıkmaktadır.
4 Şubat Gulca Olaylarını değerlendiren Muhterem yazarımız Mustafa Necati Özfatura bakınız neler söylemiş: “Doğu Türkistan Türkleri, 5 Şubat 1997 tarihinde Çin yönetimine karşı Doğu Türkistan'ın Gulca şehrinde büyük bir ayaklanma düzenledi. Bu ayaklanma Doğu Türkistan Türklerinin uzun yıllardan beri Çin yönetiminden kurtulmak için sürdürdüğü bağımsızlık mücadelesinin bir devamıydı. Çin yönetimi, bizzat kendisi tahrik ettiği Gulca ayaklanmasını, her zaman olduğu gibi yine çok kanlı bir şekilde bastırdı. Görgü şahitleri, uluslararası kuruluşlar ve dış basının verdiği haberlere göre, Çin güvenlik kuvvetleri Gulca ayaklanması sırasında 400 Doğu Türkistan Türkünü olay yerinde şehit etmiş, pek çoğunun ağır yaralanmasına sebebiyet vermiş ve ilk aşamada 2000 kişiyi tutuklamıştır.
Ölen 400 kişinin 16'sı, havaların aşırı soğuk olması nedeniyle üzerlerine sıkılan tazyikli su nedeniyle donarak ölmüş, 90'ı dövülerek öldürülmüş ve 160'ı da Çin güvenlik kuvvetlerinin açtığı ateşle şehit edilmiştir. Çin yönetimi, Gulca ve civarındaki bütün doktorlara bir genelge göndererek, ayaklanma sırasında yaralananların tedavilerini yasaklamış, tedavi edenlerin ağır cezalara çarptırılacağını duyurmuş ve böylece pek çok Doğu Türkistanlının gerekli acil tedavileri göremeden hayatını kaybetmelerine veya sakat kalmalarına sebebiyet vermiştir.
En acıklısı, 12 Mart 1997 tarihinde tutuklanan babasının serbest bırakılmasını talep edip Gulca’daki hükümet binasının önüne gelip buradan ayrılmak istemeyen 8 yaşındaki Fatime adlı bir kız çocuğuyla, eşinin serbest bırakılmasını talep eden Gülizar adlı hamile bir genç hanımın Çin güvenlik kuvvetleri tarafından olay yerinde öldürülmeleri olmuştur. Çin yönetimi, Gulca ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra da, uzun yıllardan beri Doğu Türkistan Türklerine karşı yürüttüğü keyfi tutuklama, işkence ve idam cezalarını bütün şiddetiyle devam ettirmiştir.
5 Şubat 1997 ile 31 Aralık 1997 tarihleri arasında bütün Doğu Türkistan'da 100.000’den den fazla Doğu Türkistanlıyı tutuklamış, tutuklulara ağır işkenceler uygulamış ve uluslararası televizyon kurumu CNN'in 9 Aralık 1997 tarihinde yayınladığı bir haberinde de teyit edildiği gibi 1000'den fazla Doğu Türkistan Türk’ünü idam etmiştir. Böylece, Çin yönetiminin son üç yılda tutukladığı Doğu Türkistanlıların sayısı 500.000’i aşmıştır. Şu anda Doğu Türkistan'da her aileden en az 1 veya 3 kişi tutukludur.
Mevcut hapishaneler ağzına kadar dolduğu için hapishane olarak kullanılmak üzere yeni barakalar kurulmuş, eski fabrikalar ve hatta “yasak inşa edildiği” ileri sürülerek ibadete kapatılan camiler geçici hapishane olarak kullanılmıştır. İşlemediği suçları itiraf ettirebilmek için tutuklular kızgın demir üzerinde yürütülmüş, vücudunun çeşitli yerlerine kızgın yağ dökülmüş ve derileri yüzülmüştür. Dünya Af Örgütü Amnest International'a göre, Doğu Türkistan Türklerine karşı uygulanmakta olan idam cezalarının çoğu “ekstra-judicial exocution” yani yargısız infaz' dır. Beş bin yıllık tarih, kültür ve medeniyete sahip olmakla övünen Çinlilerin Doğu Türkistan Türklerine karşı uyguladığı bu zalimane soykırım, siyasi baskı, kültürel eritme, ekonomik sömürü, ekolojik yıkım ve ırki aşağılama siyaseti, Doğu Türkistan'ı bir barut fıçısına çevirmiştir.”
Mao’nun fikir babası olan Lenin ve Stalin tarihe karıştı, eski Sovyetler Birliğinin taşeronu Çin ise, Komünizmin dünyadaki tek uygulayıcısı olarak varlığını sürdürmektedir.Bu kadar uzun süredir insan fıtratına aykırı bu komünizm sistemini devam ettirebilmesinin tek sebebi de acımasızlığı ve kan içiciliğidir. Yıllarca bir vilayetten diğer bir vilayete dahi haber sızdırmayan Çin yönetimi artık bunu başarmakta güçlük çekmektedir. Son zamanlarda belli bölgeleri ziyaret etmelerine izin verilen yabancı turistler hasbelkader karşılaştıkları olayları bir yolunu bulup dışarıya sızdırmakta ve böylece dünya bazı olayları kısmen de olsa öğrenebilmektedir.İşte buna birkaç örnek:
YABANCI UYRUKLU PROFESÖRÜN ANLATTIKLARI
Bölgede yaşayan yabancı uyruklu bir Profesörün telefonla anlattıklarına göre kent ve çevresinde 5, 6 Şubat tarihlerinde meydana gelen olaylardan sonra asker ve Polis tarafından kuşatma altına alındığını belirterek, 00.00 ve 07,00 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı uygulandığını söyledi. (RESİM-2) Aynı kaynak, meydana gelen olaylarda(4.2.1997) 100’ e yakın Müslüman’ın öldüğünü ve çok sayıda kişinin yaralandığını belirterek,yerel basının yaklaşık 1000 kişinin tutuklandığının haberini bildirdi. Havaalanından bir yetkilide, geçen haftadan bu yana tüm uçuşların iptal edildiğini ve birkaç günde yeniden hava trafiğine açılması beklenen havaalanının ordunun denetiminde bulunduğunu kaydetti.
İKİ ÖĞRETMENİN ANLATTIKLARI
Katliamlardan kurtulmayı başaran Doğu Türkistanlı iki öğretmenin Kazakistan sınırından geçtikten sonra Gulca’daki son durumla ilgili önemli bilgiler getirdiği bildirildi. İsimleri açıklanmayan iki öğretmenin verdiği bilgiye göre Gulca’ya katliamdan sonra yüzlerce Tank, iki bin dolayında Çin askeri gönderildi.
Kazakistan’a ulaşan iki öğretmen Bayram namazı sırasında Gulca’da işlenen vahşete tanık olduklarını belirterek: “Rast gele açılan makineli tüfek ateşi sırasında yüzlerce Türk sokak ortasında can verdi. Çok sayıda ev yakıldı işyerlerine roketlerle, bombalarla saldıran Çin askerleri bazı Türk evlerini tanklarla yıktı.” dediler. Gulca’da Rusça dersleri veren bir Rus öğretmen de Rus İnter Tass ajansına telefonla yaptığı açıklamada çatışmaların 4 gün boyunca sürdüğünü söyledi. O günlerde, Doğu Türkistan’ın 88 bölgesinde “millî İstiklâl Hareketi” devam ediyordu. Yalnız Gulca’da 196 mücahit öldürüldü. 3 bin 500 soydaşımız temerküz kamplarında, tutuklu sayısı 70 bine ulaştı.
Doğu Türkistan’ın Gulca Şehri’nde Ramazan bayramının hemen öncesinde başlayan sokak gösterilerinin ardından ülkenin büyük bir bölümünde Çin işgal kuvvetleri sokağa çıkma yasağı koydu. Gulca katliamından sonra şehir merkezinde bulunan binalara keskin nişancılar yerleştiren Çin ordusu kadın ve çocuklara bile ateş açtı. Bölgeden son alınan haberlere göre ilk üç hafta içerisinde keskin nişancıların açtığı ateş sonucu en az 35 Türk hayatını kaybetti. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: DOĞU TÜRKİSTAN Salı 21 Nis. 2009 - 10:08 | |
| İNSANLARI DONDURARAK TOPLUCA KATLEDİYORLAR
Görgü şahitlerinin ifadelerine göre, Gulca'da Çinlilerin giriştiği katliamı duyarak buraya akın eden halk şehrin girişinde Akösteng mevkiinde durduruldu. Kalabalığı etkisiz hale getirmek için göz yaşartıcı bomba kullanan Çin ordusu, aranzörlerle halkın üzerine su sıktı. Soğuk su ile ıslatılan insanlar , gruplar halinde ambarlara ve spor salonlarına kapatıldılar. Görgü şahitleri, bu mekanlarda -31 dereceye kadar düşen soğuk nedeniyle binlerce kişinin öldüğünü söylediler .Ayrıca Gulca'ya bağlı Tohoçiyüz kasabasında, 11 kişilik mücahid grubu evinde misafir eden Abdülaziz Kari adındaki bir Müslüman, çıkan çatışmada 7 kişilik ailesi ile birlikte hunharca katledildi. Çatışmada,11 mücahid şehid düşerken," l5 Çin askeri de öldürüldü.
Bu tür çatışma ve katliamların yoğun şekilde devam ettiği, ancak kuşatma altında olmasından dolayı bölgede olup biten olaylar hakkında bilgi alınamadığı bildiriliyor. Doğu Türkistan da esaret altında yaşayan Müslüman Türk halkının, iptidai silahlarla Çin ordusuna karşı direndiği de gelen haberler arasında öte taraftan, Çin yönetiminin bölgeyi Çinlileştirmek için Doğu Türkistan'a yerleştirdiği Çinli göçmenler, devam eden yoğun çatışmalardan dolayı bölgeyi hızlı bir şekilde terk ederek Çin’e kaçıyor. Bu yüzden tren biletleri, karaborsada normal fiyatının 5-6 katına satılıyor.Doğu Türkistan’ı esaretten kurtarmak için Çin ordusuna karşı silahlı direnişin yayılarak devam ettiği bildiriliyor. Müslüman Türk halkı, bütün olumsuzluklara rağmen, Çin ordusuna karşı koymaya çalıyor, Hoten vilayetinde başlatılan istiklâl hareketi büyük bir hızla yayılıyor.
Bu çerçevede gerçekleştirilen harekatlar sonucunda Guma, İlçi, Karakaş ve Lop Çin işgalinden kurtarıldı. Müslüman Türklerin ele geçirdikleri bölgelerde işgalci Çin askerlerinin öldürüldüğü veya esir alındığı, Çinli memurlar ile Çinli yerleşimcilerin ise kaçtığı bildirildi. Ayrıca, Çin ordusu, Doğu Türkistan halkına lojistik destek ve silah sevkıyatını engellemek için Kazakistan sınırında yoğun önlemler aldı. Bu çerçevede Kazakistan ile bağlantıyı sağlayan demiryolu 5 Şubat tarihinden beri kapalı bulunuyor.
BİR GÜNDE 100 MÜSLÜMAN İDAM EDİLDİ
Fransız Haber Ajansı AFP'nin haber kaynaklarına göre, Kazakistan sınırı yakınlarındaki Yining (Asıl adı İli) kentinde 5 ve 6 Şubat tarihinde meydana gelen “millî İstiklâl Hareketlerinden” hemen sonra bin kişi tutuklandı. 100 Uygur asıllı Müslüman 6 Şubat tarihinde jet hızıyla yargılanarak, aynı gün idam edildi. Kazakistan'a 50 kilometre uzaklıktaki Yining kentindeki ayaklanma Kazakistan'da sürgün yaşayan Uygur Yusuf Bek Muhlisi tarafından da doğrulandı. Doğu Türkistan Kurtuluş Cephesi Lideri Yusuf Bek Muhlisi ilk 4 ayda yaklaşık 18.000 kişinin tutuklandığını da bildirdi.
İLİ VİLAYETİNDE 30 KİŞİYE ÇEŞİTLİ İDAM VE HAPİS CEZALARI VERİLDİ
21. 9.1999 tarihinde Gulca vilayetinde 29 Uygur ve bir Kırgız tutuklandı. Bunlardan 3'ü vurularak öldürüldü. Diğerleri ise çeşitli cezalara çarptırıldı.Bunların hepsini “millî Bölücü, Zorba Terörist, Kanunsuz Dini Unsur” diyerek iftiralar ile cezaya çarptırıldılar.
Bu 30 kişinin isimleri ve verilen hükümler aşağıdadır.
1 Nurahmet Niyaz, Uygur, 32 yaşında, Gulca şehriden, ölüm cezasına hükmedilip, silahla vurularak öldürüldü.
2 Enver Nurdun, Uygur, 25 yaşında, Tekes Nahiyesinden, 2 Yıl sonra gerçekleştirilmek üzere ölüm cezasına çarptırdı.
3 Kurban Hüseyin, Uygur, 28 yaşında, Gulca şehrinden, ölüm cezasına hükmedilerek vurularak öldürüldü.
4 Mehmet Can Emet, Uygur, 27 yaşında, Aksu Kelpin na hiyesinden, 2 Yıl sonra gerçekleştirilmek üzere ölüm cezasına çarptırıldı.
5 Yusufcan Abliz Uygur, 22 yaşında, Tekes nahiyesinden süresiz hapis cezasına hükmedildi.
6 Abdullam Abdülselam, Uygur, 30 yaşında, Gulca şehrin den, süresiz hapis cezasına hükmedildi.
7 Emincan Tursun, Uygur, 37 yaşında, Gulca şehrinden, 20 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
8 Rustem Ömercan, Uygur, 27 yaşında, Gulca şehrinden, 15 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
9 Nurmuhammet Tursun, Uygur, 25 yaşında, Gulca şehrin den, 10 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
10 İbrahim Muhammet, Uygur, 22 yaşında, Gulca şehrinden, 2 Yıl sonra gerçekleştirilmek üzere ölüm cezasına çarptırıldı.
11 Turgan Seydullam, Uygur, 29 yaşında, Çapçal nahiye sinden,Ölüm cezasına çarptırılmış olup kurşuna dizilerek şehid edilmiştir.
12 Abdukadir Abdurahim, Uygur, 28 yaşında, Çapçal nahi yesinden, , 2 Yıl sonra gerçekleştirilmek üzere ölüm cezasına çarptırıldı.
13 Ablimit Abdukeyyum, Uygur, 22 yaşında, Gulca şehrinden, süresiz hapis cezasına hüküm verildi.
14 Abdukebir Savut, Uygur, 20 yaşında, Gulca şehrinden, 14 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
15 Sultan Nurahmet, Uygur, 28 yaşında, Gulca şehrinden, 2 Yıl sonra gerçekleştirilmek üzere ölüm cezasına çarp tırıldı.
16 Abdukahar Kemal, Uygur, 24 yaşında, Gulca şehrinden, süresiz hapis cezasına çarptırıldı.
17 Abdukuddus İlyas, Uygur, 22 yaşında, Gulca şehrinden, 8 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
18 Rishat Ömer, Uygur, 23 yaşında, Gulca şehrinden, 5 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
19 Sirajidin Rashidin, Uygur, 28 yaşında, Gulca nahiyesinden, 5 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
20 Nurmuhammet Mehmetemin, Uygur, 29 yaşında, Gulca şehrinden, 4 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
21 Aba Bekri İsmail, Uygur, 35 yaşında, Gulca şehrinden, 2 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
22 Abdurahim Osman, Uygur, 32 yaşında, Gulca şehrinden, 3 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
23 Abduşekür Abdurahim, Uygur, 41 yaşında, Gulca şehrinden, 2 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
24 Tajbek Kasım, Kırgız, 35 yaşında, Gulca şehrinden, 2 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
25 Sabit Davut, Uygur, 23 yaşında, Gulca nahiyesinden, 2 yıl sonra gerçekleştirilmek üzere ölüm cezasınaçarptırıldı.
26 Zikrullam İmam, Uygur, 25 yaşında, Gulca nahiyesinden, 2 Yıl sonra gerçekleştirilmek üzere ölüm cezasına çarptırıldı.
27 Shemshidin Calaliddin, Uygur, 22 yaşında, Gulca nahiyesinden, 15 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
28 Shemshidin Ehmet, Uygur, 21 yaşında, Gulca nahiyesinden, 12 yıllık hapis cezasına çarptırıldı;
29 Kurban İsmail, Uygur, 31 yaşında, Gulca nahiyesinden, 14 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
30 Abdumecit Ethem, Uygur, 27 yaşında, Gulca nahiyesinden, 3 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
|
| | | | DOĞU TÜRKİSTAN | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|