UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

UlkuGulu.Hareket-Forum.Net

ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz
 
BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Anasay11AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
YazarMesaj
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:50

BAŞKA DUA BİLMEZ MİSİN
Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.

Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!.. (Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81)

Evet, enteresan bir hâdise. Doğruluk ve dürüstlüğün neticesini göstermesi bakımından verdiği mesaj oldukça mühim. Kaldı ki bu, sadece dünyadaki semeresi. Âhiretteki karşılığı ise, ebedî bir saâdet. Rabbimiz cümlemizi, îmânımızın sesine kulak vererek sadâkat ve istikametten ayırmasın. Âmîn...

Alıntı:Fazilet Takvimi, 2001
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:52

Çocuklara Dini Öğretebilmek

Çocuk, zihinsel ve duygusal gelişimine paralel olarak dini eğitimini ailede alacaktır. Her anne baba, çocuklarının dini eğitiminden sorumludur.
İlk olarak anne ve babalar söz ve davranışlarıyla iyi birer örnek olmak durumundadırlar. Çünkü çocuklar ne verilirse almaya hazır birer teyp veya video cihazı gibidirler. Çocuklar dini hayata taklitle girerler. Aile içerisinde huzurla kılınan namaz, yapılan dualar, okunan Kur’an-ı Kerimler, ona gösterilen saygı vb. Çocuklarca görülüp hissedilir ve onlarda derin izler bırakır. Şuurlu birer duygu, düşünce ve davranış haline gelir.
Anne ve baba, çocuklarının kalbine Allah Peygamber sevgisini yerleştirmelidir. Erken yaşlarda, çocuğa, sevdiği her şeyi Allah’ın yarattığı, iyiliklerin ve güzelliklerin sahibinin sahibinin Allah olduğu anlatılarak çocugun kalbinde Allah sevgisinin oluşması sağlanabilir. Çocukta sevgiyle beraber güven duygusu yerleştikten sonra Allah korkusu bahse konu olmalıdır.
Tanımadıkları kişileri sevmedikleri düşünülerek çocuklara, Peygamberimiz tanıtılmalı, onu severek kendilerine örnek almaları sağlanmalıdır.
Çocuklar zaman zaman mabedlere ve kutsal yerlere götürülmeli, bu şekilde dini duygularının pekiştirilmesi sağlanmalıdır.
Çocuklar soru sordukları zaman onlarla ilgilenilmei, onlara değer verildiği hissettirilmelidir. Verilen cevaplar ise mümkün olduğu kadar kısa ve anlayabilecekleri seviyede olmalıdır.
Çocuklara verilecek dini bilgiler, çocukların sordukları sorulara, ihtiyaçlarına, zamana ve şartlara göre azar azar verilmelidir. Yaşları ve gelişim seviyeleri her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:54

Mevlana’dan Özdeyişler

Büyük düşünür Mevlana hazretleri, hikmetli sözlerini eserlerindeki hikayelerle anlattığı gibi özlü sözlerle de anlatmıştır. Onun meşhur özlü sözleri arasında şu ifadeleri yer alır: “ Bu dünya bir dağdır, yaptıklarımızsa ses; ses yankılanır, gene bize döner gelir.” (Mesnevi I, 215).
Hazreti Mevlana, bu güzel özdeyişinde, “ insan yaptıklarının karşılığını hem bu dünyada hem ahirette görecektir” düşüncesini teşbih diliyle söylemiştir. Kültürümüzde anılan “ Ne ekersen onu biçersin .” atasözü de bu özlü felsefenin bir başka ifadesidir. Kur’an-ı Kerim’de, insanın yapıp ettiklerinin karşılığını mutlaka alacağı zikredilir. Ayet-i kerimelerde ifade buyurulduğu üzere Allah (c.c.), insanlara yaptıklarının karşılığını eksiksiz, tastamam cerecektir (Hud suresi, 111; Al-i İmran suresi, 57).
Mevlana’nın başka bir özdeyişi şöyledir: “ Söz söylemek için önce duymak, dinlemek gerek. Sen de söze, dinlemek yolundan gir.” (Mesnevi, I 1636). Mevlana bu hikmetli sözünde, dinleme”nin anlamak ve anlatmaktan önce geldiğini, insanlara söz söyleyebilcek konuma gelebilmek için önce dinlemek gerektiğini ifade eder. Dinlemek, sadece kulakla dinlemek değildir. Dinlemek, akılla olduğu kadar gönül gözü ile de anlama çabasını gerektirir. Ancak akl-ı selim ile ve gönül gözüyle dinleyebilenler anlar ve daha sonra insanlara anlatabilirler. Böylece hikmeti barındıran inci gibi sözler, yıllar boyu insanlara ışık saçmaya devam eder.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:54

Kabir Ziyaretinin Kazandırdıkları

Kabir ziyareti erkekler için olduğu gibi, kadınlar için de menduptur. Kabirleri ziyaret, ölülerden yardım istemek Allahu Teala’yı gücendirecek sözlerden ve hareketlerden sakınmak şartıyla; ibret almak ve ahireti hatırlatmak için meşrudur.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur. “ Ben sizi kabirleri zıyaret etmekten nehyetmiştim. Fakat, Peygamberiniz Muhammed’e annesinin kabrini ziyaret etmesi için izin verildi. Siz de kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabir ziyareti, ahireti hatırlatmaktadır. “ ( Müslim, Cenaiz, 36).
İslamiyetten önce Arap yarımadasında putlara tapılıyor, kabirlere secde ediliyordu. İslam dinini yeni kabul etmiş olan insanlar için İslamiyetten önceki bu alışkanlıkların tevhit inancını bozacağı endişesiyle Peygamberimiz ilk zamanlarda kabir ziyaretini yasaklamıştı. Müslümanların tevhid inancı tam yerleştikten sonra kabirleri ziyaret etmelerine izin verilmiştir. Peygamberimiz bizzat kendisi de annesi Amine’ nin mezarını zıyaret ederdi. Ara sıra Medine’deki Baki kabristanlığını ziyaret eder duada bulunurlardı.
Peygamberimiz (s.a.s.) Baki kabristanlığını ziyaret ettiğinde; “ Ey müminler yurdunun sakinleri, bizler de inşAllah sizlere kavuşacağız. Allah’tan bizim için ve sizin için afiyet dilerim.” Diyerek böyle selam verir ve dua ederdi.
Kabirlere doğru namaz kılınmaz ve kabirler üzerine oturulmaz. Mezar taşlarına el yüz sürülmez. Ölülere adak yapılmaz, mezarlardan istekte bulunulmaz. Kabirlerde bulunan ağaçlar kesilmez, yeşil otlar yolunmaz ancak kurumuş ağaç ve otları kesmekte bir sakınca yoktur.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:55

HER HİCRET ENSAR İSTER
HİCRET DEYİNCE, HER mü’minin aklına önce Hz. Peygamber aleyhissalâtuvesselam, sonra yol arkadaşı Ebu Bekir radıyALLAHu anh, sonra Mekke, sonraMedine gelir. Bir adım sonra, Mekke’den Medine’ye hicret eden sairsahabileri de düşünürüz. Hicret deyince akla gelenler hayalimizde bu şekilde bir bir canlanırken,Hicret deyince muhakkak akla gelmesi gereken bir grup insan bir şekildenazarlarda gizlenir yahut gerilerde kalır. Bu bir grup insan, Ensar’dır. Ensar: Mekke’den hicret eden Muhacirsahabilere, her açıdan yardım elini uzatan Medineli sahabiler. İşte o Ensar, Hicret hatırlara geldiğinde, unutulmasa da, sıralamada gerikalır ve nazarlardan gizlenir.Kimbilir, belki de, Hicretin asıl zor tarafınıMekkeli mü’minler gerçekleştirdiği içindir bu. Hz. Peygamber’in bile,terkederken geri dönüp “Benim için sen, ’ın arzında bana en sevgiliyersin. Kavmim beni mecbur bırakmasıydı, seni asla terketmezdim” buyurduğuyerdir Mekke. Kâbe’si, Zemzem’i, Safâ ile Merve’si, Hira’sı ile, az ötedekiArafat’ı ile, insanlık tarihinin en ulvî hatıralarını özünde taşıyan yerdir.’a ibadet için inşa edilen ilk bina da Mekke’dedir, sözlerin en güzeliolarak Kur’ân-ı Hakîm de ilk olarak burada Peygamber’e inmiştir. Peygamber aleyhissalâtu vesselam ve Mekkeli sahabiler, işte böylesine kudsîhatıralar yüklü olduğu halde Mekke’yi terketmişlerdir. Dahası, yanlarınaalabildikleri üç-beş eşya ve üç-beş dinar dışında, dünyalık namına nelerivarsa onları da geride bırakarak ayrılmışlardır bu şehirden. Daha da ötesi,birçoğu anasını, babasını, eşini, evladını ve her hâlükârda akrabasınıarkada bırakarak ayrılmıştır Mekke’den. Dolayısıyla, Hicret deyince, feragatin büyüğü, elbette Mekkeli Muhacirîn’eaittir. Zira, imanları için herşeyden ve herkesten geçmişlerdir. Kuruludüzenlerini bozmuş, işlerini-güçlerini bırakmış, eş-dost-akrabadan kopmuş;sırf imanlarını tam olarak yaşamak adına, hepsinden feragat etmişlerdir. Ama birşe var ki, Mekkeli sahabiler, hicret ederken, bir bilinmeze doğru göçetmiş de değillerdir. Peygamber aleyhisselam ve yol arkadaşı Ebu Bekir,hicret ederken, meçhul bir diyara ve meçhul bir akıbete doğru hicret ediyordeğildir.Zira hicret, apar-topar, bir anda ve bir belirsizliğe doğru bir yolculukdeğildir. Sahabiler de, Hz. Peygamber de, hicret ederken, nereye, hangi şartlarda,kimlerle karşılaşmak üzere gidiyor olduklarını bilmektedir. Açıkçası, Hicret, Mısır’dan Filistin’e o mucizevî hurucunda Hz. Musa’nınyaşadığına benzer mihnetler barındıran bir yolculuk değildir. İkibin küsurmetrelik derinliğiyle Kızıl Deniz’in yarılıp yol olarak açıldığı bu mucizevîhurucun akabinde Eriha’ya varıldığında gelen cihad emri karşısında Benîİsrail’in tavrı “Ey Musa! Git, sen ve Rabbin savaşın!” aymazlığı iken;Medineli sahabiler, Hicret gerçekleşmeden evvel, hem de iki kez Akabe’dePeygambere biat etmişlerdir.Hem de nasıl bir biat! Akabe biatlarında Ensarın en ziyade öne çıkan ismi Es’ad b. Zürâre’nindediği şekilde, onlar, Peygamber aleyhisselamı ve Mekkeli sahabileriMedine’ye davet ederken, kendileri için nelere davetiye çıkardıklarınınfarkında olarak bu biatı etmişlerdir: “Bizler, ancak bu zâtın Resûlullah olduğunu bilerek, develerimizinböğürlerini tepe tepe buraya gelmiş bulunuyoruz. bugün kendisini alıpMedine’ye götürmek, bütün Araplardan ayrılmaş, ayrı baş çekmek, ve neticedeen hayırlılarınızın öldürülmesi ve sizlerin de kılıç darbeleriyle kesilipbiçilmeniz demektir. (...) Ey insanlar! Muhammed’e ne üzerine bey’atedeceğinizi biliyor musunuz? Siz ona; Arap ve Arap olmayanlarla, bütün cinve insanlar topluluğu ile savaşmak üzere bey’at edeceğinizin farkındamısınız?”Yahut Abbas b. Ubâde’nin dikkat çektiği şu istikbale razı olarak: “Sizler; insanların kızıl ve kara derilileriyle savaşmak üzere kendisi ilebiatlaşacaksınız! Eğer karşılaşacağınız musibetle mallarınız azaldığı, eşrafınız öldürüldüğüzaman ona yardım etmeyecek, kendisini muhaliflerinin ellerinebırakacaksanız, vALLAHi bu, dünyada da, ahirette de yüzkarasıdır. Şimdidenbundan vazgeçin. Fakat eğer sizler kendisine vaadde bulunduğunuz yardım, barındırma,muhaliflerinden koruma gibi şeyleri yerine getireceğinize kani iseniz,mallarınızın azalması ve eşrafınızın öldürülmeleri pahasına da olsa onututunuz ki, vALLAHi bu da, dünyada da, ahirette de hayırlıdır!” Onlar işte bunun farkında olarak Akabe’de Hz. Peygambere biat edip onuMedine’ye davet etmişlerdir. Verdikleri bu sözün şartlarını da bihakkın yerine getirmişlerdir. Mallarınıda, zamanlarını da, hayatlarını da Resûlullah için feda etmekten çekinmemiş;asla ve kat’a, “Git, sen ve Rabbin savaşın!” kabilinden bir aymazlığadüşmemişlerdir. işte Bedir, işte Uhud, hele ki Hendek, bunun apaçıkdelilidir. Bu açıdan bakıldığında ise, Hicrette Ensar’ın da hissesi daha birberraklıkla çıkar karşımıza. Anlarız ki, Hicret, tek-taraflı bir göç değildir. İmanından dolayı yurdunda barınamayan ve canına kastedilen bir topluluğun,imanını yaşayabilmek için meçhul bir diyara göç etmesi değildir Hicret. İmanından dolayı yurdunda barınamayıp canlarına kastedilen bir topluluğun,imanlarını yaşayabilmeleri için her açıdan onlara yardıma, her türlü destekve korumaya söz veren insanların olduğu bir diyara yapılan göçtür o.Hicretten söz ediyorsak, bir tarafta tanım gereği elbette Muhacirîn, yani‘göç edenler’ vardır. Ama diğer tarafta o hicret edenleri yurtlarına kabule, her açıdan yardıma,desteğe ve korumaya önceden söz vermiş Ensar, yani ‘yardımcılar’ da vardır. Hicret, bir bilinmeze yolculuk değildir. Bir “Git, sen ve Rabbin savaşın!”yolculuğu da değildir. Bir “Gidin, siz ve Rabbiniz savaşın!” yolculuğu dadeğildir. Hicretin bir ucunu için herşeyden feragat eden Muhacirîn tutmuş,gitmekte; öteki ucunu ise için herşeyden feragat edenler içinherşeyden feragat eden Ensar tutmuş, “Bize gelin!” demektedir. Hicret, “Gelin, ne gerekiyorsa ben de varım; ne yapılacaksa, ben de işiniçindeyim; hangi bedel ödenecekse, ben de hazırım!” diyebilen bir Ensarınvarlığında gerçekleşmektedir.Yok mudur “İçimde bir Muhacir var” diyebilen? Var mıdır “İçimde bir Ensar var” diyebilen?


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:56

KARINCA İLE HZ. SÜLEYMAN (a.s)

Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.


Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?


Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da,
"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi.

Yüce Allah (c.c) cümlemizi kul kapısına baktırmaktan korusun, amin... (2)



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:56

CENNETE GiREN ENSON KiSi KiM OLACAK

--------------------------------------------------------------------------------

Artık ne ölüm ne de hesap korkusu kalır. Kişi umduğu rahmetin misliyle
yüz yüze gelir. İşte o zaman kul, “Ve kâlû’l-hamdülillahi ezhebe anne’l
hazen”, yani “Bizden hüznü ve sıkıntıyı gideren Rabb’imize hamdolsun.”
(Fâtır, 34-35) der.
Peygamber Efendimiz anlatıyor: Hz. Musa (aleyhisselam), Cenab-ı Hak’la
aracısız olarak konuşabilen bir peygamberdi. Aklına takılan soruları
Yüce Rabb’ine sorar, aldığı cevapları ümmetiyle paylaşırdı. Bir gün
aklına şöyle bir soru gelmişti:

- Cennetlik insanlar içinde derecesi en düşük olan kimsenin gireceği Cennet nasıl olacak?

Hz. Musa, cevabını çok merak ettiği bu soruyu Rabb’ine yöneltti.
Cenab-ı Hak, sevgili peygamberinin bu sorusunu şöyle cevaplandırdı:

- Cennet’i hak eden kullarım teker teker Cennet’teki yerlerine
yerleşecek. Geriye en son bir kulum kalacak. Ona da, “Cennete gir”
denecek. O kulum Cennet’e girmek için adımını atacak; ancak ona
cennetin dolu olduğu görüntüsü verilecek. Ondan sonra kulum ile kendi
aramda şöyle bir konuşma geçecek:

- Allah’ım! Herkes Cennet’teki yerini almış. Ancak maalesef bana yer kalmamış.

- Ey kulum! Sen, dünyadaki hükümdarlar gibi lüks ve rahat bir hayat yaşamak ister misin?

- Buna layık bir kulluk yapmadım; ama Sen’in lütfun ve keremin boldur. İsterim Ey Rabb’im!

- Sana o kadar mülkle beraber onun dört katını daha veriyorum.

- Şükürler olsun ey Rabb’im! Ne diyeceğimi bilemiyorum.

- Ayrıca sana bu mülkün de on katını veriyorum.

Hz. Musa sorduğu sorunun cevabını almıştı. Bu soru onu çok memnun etmişti. Ardından şöyle bir soru daha sordu:

- Ey Rabb’im! Cennet’in en alt tabakasındaki kişinin durumu bu ise peki Cennet’in en üst tabakasındakinin durumu nasıl olacak?

- Onlara vereceğim şeyleri ne göz görmüş ne kulak işitmiş ne de kimsenin aklına gelmiştir.

Hz. Musa, Rabb’inin vereceği bu lütufları duyunca şükürle iki büklüm
oldu ve binlerce hamd ü senada bulundu. (Müslim, İman 312).




--------------------------------------------------------------------------------


HİKÂYEDEN ÇIKARILACAK DERSLER


1. Dünyada daha çok bedenimizin altında kaldığımız içindir ki, Allah
Cennet’in cismanî nimetlerini öne çıkararak sürekli onları anlatmakta
ve insanlara o dille konuşmaktadır. Cennet’te en başta ‘cemalullahı’
müşahede etme gibi tasavvur ve tahayyüllerimizi çok çok aşan nimetler
vardır ki; esas önemli olan da onlardır.

2. Dünya, ahiretin bir tarlasıdır. Buradaki müsbet ibadetler ahirette,
keyfiyetlerini bilemeyeceğimiz şekilde müsbet neticeler doğuracağı
gibi; buradaki negatif görünümlü ibadetler de yine orada müsbet
neticeler doğuracaktır. Meselâ, nasıl namaz, oruç, zekât ve hac gibi
ibadetlerin bir Cennet nimeti olarak karşımıza çıkacağı söz konusudur;
öyle de çekilen sıkıntıların, ızdırapların, hastalıkların da birer
Cennet nimeti olarak bize bahşedileceği her zaman düşünülebilir.

3. Bir insanın şehevî arzularına karşı koyup iffetli olmaya çalışması,
meşru zevk ve lezzetlerle iktifa edip harama girmemesi ve bedenî
isteklerini makul ölçüler içinde devamlı frenlemesi, cismanî buud ve
derinlikleriyle, o insanın karşısına Cennet’te hep birer nimet olarak
çıkacaktır. Tohum burada atılır. Başaklar orada devşirilir. Her şey
buğdaylar gibi burada değirmene dökülür, orada ambarlarda muhafaza
edilen un halinde karşımıza çıkar. Her uhrevî varlık burada yaratılır,
orada onlara hayat üflenir.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:57

Kılıç Gibi Keskin Dil

Hicri üçüncü asrın yarısında, Abbasiler devrinde, İbnurrumi diye bilinen, Ali ibni Abbas, Kasım Ubeydullah adındaki Abbasi vezirinin meclisinde oturmuştu.O daima mantık ve beyan gücü olan kılıç gibi keskin diliyle gururlanırdı. Kasım bin Ubeydullah, İbnurrumi'nin dil yarasından çok korkuyordu ve endişeliydi. Fakat rahatsızlık göstermiyor ve öfkesini belli etmiyordu. Aksine, öylesine bir tavır takınıyorduki İbnurrumi; bütün kötümserliği, kuruntuları ve sahip olduğu, ihtiyatlı davranma, ve her şeyi kötüye yorma sanatına rağmen, onunla muaşeret etmekten çekinmiyordu.
Kasım gizlice, İbnurrumi'nin yemeğine, zehir koymalarını emretti. İbnurrumi yemeği yedikten sonra döndü ve hemen gitmek için kalktı.
Kasım :
- Nereye gidiyorsun?
- Beni gönderdiğin yere.
- O halde, anne ve babama da selam söyle.
- Fakat, ben cehennem yoluna gitmiyorum, dedi.
İbnurrumi evine gitti ve tedaviye başladı. Fakat tedaviler fayda vermedi ve böylece sonunda, dilinin kılıç gibi keskin olmasının, cezasını buldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:57

HAYAT HİCRETTİR MÜMİN MÜEBBET MUHACİRDİR…

Bir güneş gibi doğmuştu o; yalnız kuzuların değil sırtlanların da, yalnız güllerin değil dikenlerin de, yalnız bülbüllerin değil akbabaların da, yalnız masum bebelerin değil, azgın haramilerin de üzerine doğan bir güneş gibi. Tek derdi vardı: Bu gök sofrasına bir fazla insanı oturtmak. Bir fazla aç ruhu doyurup, sahici ve kalıcı özgürlüğün ve güvenliğin adresini göstermek. Mutluluk ırmağının Mutlak'tan doğduğunu öğretmek. Gerisinin hoş olsa da boş olduğunu, laf u güzaf olduğunu göstermek...
Su ile serabı ayıracak akletme yeteneğine sahip olanlar Merhamet Pınarı'nın başına koştular. Kana kana içtiler. Onunla gönderilen gök sofrasının başına oturdular. Ruhlarını doyurdular. Gözlerine fer, ellerine güç, dizlerine derman geldi. Çünkü yüreklerine ferman geldi. İlahi ferman sayesinde imanın sınırsız imkân olduğunu keşfettiler. Önce kendi zindanlarını yıktılar. Vahyin inşa ettiği bir tasavvur, akıl ve şahsiyetle hayatlarını yeniden inşaya koyuldular. Su ile serabı ayıracak yetiden yoksun olanlar, bir serap uğruna Merhamet Pınarı'na cephe aldılar. Bunun anlamı; yalanın hatırına gerçeğe nişan almak, "yok" için "var"ı feda etmek, karanlığı savunmak adına güneşi mahkûm etmek demekti. İnsanların bu suya erişmesini engellediler. Ulaşanların içmesine mani oldular. İçenleri tahkir ettiler, tehdit ettiler, taciz ettiler. O da olmadı işkence ettiler. O da olmadı canlarına kastettiler. Giden kurtuldu, gitmeyeni katlettiler.


Merhamet Pınarı'nı acımasızca taşladılar. Suyunu kirletmeye yeltendiler. Beceremeyince bu pınarın suyunu kesmenin tek yolunun onu ortadan kaldırmak olduğuna karar verdiler. Her kararın üstünde bir karar vardı. O karar geldi ve "Büyük İslâm Medeniyeti"nin doğum süreci başladı. Hicret, işte bu sürecin adıdır. Hicret, imkânların tükendiği yerden imkânların üretileceği yere taşınmaktır. Hicret, "Bittim Ya Rab!" diye dua edene, "Yettim kulum!" diye gelen icabettir. Hicret; elde etmek için feda etmek, sahip olmak için kurban etmek, bulmak için yitirmek, almak için vermek, kalkmak için (yola) düşmek, girmek için çıkmak, kalmak için gitmek, kavuşmak için terk etmektir. Hicret; düşmanla sınanmak, dostu sınamaktır. Hicret; düşmanla, hem de gücünün son noktasına kadar sınanmaktır. 'Devrim Dağı'nın yani Sevr'in tepesine, en tepesine, 'bittim noktası'na çıkmaktır. Tepede gelecek yardım, eteğinde de gelir diyerek süklüm püklüm oturmamaktır. "İlahi yardımın ne zaman?" diye göğün kapılarını sarsmak, açılması için de Ğayûr'u gayrete getirecek bir çaba ve gayret sergilemektir. O yardımın en tepeye çıkmadan gelmeyeceğinin Allah'ın sünneti olduğunu bilmektir. Sevr'in tepesine çıktıktan, yani 'bittim noktası'na vardıktan sonra, artık telaş etmemektir. "Lâ havle ve la kuvvete illa billah"ın sırrına ermektir. Telaş eden olursa, "Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki?" diyerek, dünyaya meydan okumaktır.





Hicret sadece düşmanla sınanmak değil, dostu sınamaktır da. Gözü dönmüş yeminli katillerin saldıracağı yatağa kimin yatacağını sınamaktır. "Bin canımı vermeye hazırım, yeter ki onun ayağına tek diken batmasın" diyenlerin sadakatini sınamaktır. "Canım, anam, babam sana feda olsun ya Rasûlallah!" sözlerini sınamaktır. Hicret, hepsi de ilahi bir kredi olan akıl, fikir, zeka, tedbir, himmet ve insani gayretin yok sayıldığı içi boş bir tevekkül değildir. İnce bir hesap, detaylı bir plan, üzerinde iyi çalışılmış bir projedir. Hicret korku ile umut, havf ile reca arasında harekettir. Hicretin Mekke'si korkudur, Medine'si umut. Umudu olmayanın eli kolu dökülür, oturduğu yerde kalakalır. Umudun olduğu yerde hicret, hicretin olduğu yerde umut var demektir. Hicret, medeniyettir. Bedeviyetten medeniyete yürüyüştür. Medine medeniyetin ana rahmidir. Tohumun kabuğunu çatlatıp filiz vermesidir. Bire bin verecek bir başağa durmasıdır. Hicret bitimsiz ibadettir. Bir kaçış ve sığınıştır; küfürden imana, şirkten tevhide, Şeytan'dan Rahman'a, günahtan sevaba, benlikten ruha, şehvetten muhabbete, bilinçaltından bilinçüstüne. Hicret, ilahi sıfatlar arasında bir 'seyr-i sülûk'tür; gazaptan rahmete, kahırdan lûtfa, Celâl'den Cemâl'e ve nihayet Allah'tan Allah'a... Büyük hicretin üzerinden 1429 yıl geçti. Büyük medeniyetimiz, yeni Medine'ler kurma potansiyeline hâlâ sahip. Büyük ailemizin son kayıp çocuğunu bulup yuvasına döndürünceye kadar hicret sürecektir. Sözün özü: Hayat hicrettir, mümin müebbet muhacir.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:59

İnşirâh…İnşirâh…İnşirâh…Hâra düştüm,dilime kan değdi yüreğime od.Dâra düştüm Ey Rab bana bir inşirah..Ah-u efgânımı bir dinleyiver, bu gece çok karanlık…katran karası olmuş göğsümü bir açıver…Daraldım…Bir bakıver..


“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?”(inşirah/1)



Genişlettin ey yar! Dünyadan bunaldığım her vakit,yağmur yağmur yüreğime,damla damla gözlerime düştün.Semalarda yerim yok bilirim,arşlardan ta ki gönlüme düştün.Yaralar bedenimde yol çizerken adeta,tuz değil ,sen gönlüme tılsım sürdün.Dünya zemininde ayaklarım kayarken bir bilinmezliğe, tut n’olursun bırakma bilmediğim alemlere…Gece ve ben iki biçâre yine kapındayım.Soluklanmak istiyorum Ya Rab! Gece yeminli konuşmuyor benimle.Gece küskün bana, yalnız bıraktım onu gelirim diye.Gitmedim ona Ya Rab! Geceler bensiz geçti,seccadeler eşsiz,yıldızlar yoldaşsız kaydı.Geceye söz verdim gelirim diye,gitmedim.İhanetim var ona..Gece yeminli..Ben sana bugün yalnız geldim.Terkedilmiş sevdaların mekanından geliyorum.Yıllanmış sevgilerin koynundan.Ayrılıklardan geliyorum.Yalnızlıktan…Gönlümün tenhasından geliyorum.Gecenin günahlarımı örtmeyen mahremiyetinden geliyorum.Dünyanın arkamdan yırttığı gömleğimle.Kimsenin duymadığı ama kulağımı çınlatan aff sesleriyle geliyorum.Ademin utangaç bakışlarıyla,Nuh’un terk-i diyarıyla bir yunus affı edasıyla geliyorum.Daraldım Ya Rab! ‘kabul’ ümidinin ferahlığıyla geliyorum.Yüreğim üşüyor artık,mahşeri bir yalnızlıkla geliyorum.Aç Ya Rab n’olursun aç göğsümü tekrar bir köz değdir.İçimin vahalarından kurtar beni.İnşirah inşirah inşirah…ayet ayet genişlet beni.


“Yükünü senden alıp atmadık mı? O senin belini büken yükü .”(inşirah/2)


Attın ey yar! Ben bilemedim yükümün azaldığını ama sen hafiflettin beni.Dünyanın omuzlarıma yüklediği bu ağırlık, yüzümü yere düşürmeye başlamışken,bu yükü benden alarak belimi sen doğrulttun.Rükuya eğilen bir beden senin karşında yüce makama erdi.Secdeye değen baş,merhametinle sana erdi.Oysa ben bilemedim.Kirlenmiş yüreğimle,sözlerimi dünyaya aşina ettim kapıldım bu misafirhanenin işvesine.Şimdi temaşa bile edemiyorum masivayı.Aydınlanmıyor gözlerim,yeşermiyor kırık düşlerim.Yoksa Ey Rab ben,sen olan benliğimi çoktan mı tükettim…Züleyha kadar günahkarım,Yusuf kadar masum olmak isterdim oysa ama ben düştüğüm zindanda ezilecek kadar günah topladım.yüküm ağır…Tüm zerrelerim affına sığındı…Mecalsizim,hissizim,bir o kadar da cahilim…Al yükümü Ya Rab n’olursun al belimi büken bu yükü tekrar hafiflet beni.Doğrult ki beni,yüzüm sana dönebileyim.Elimi sana açabileyim.İnşirah inşirah inşirah…ayet ayet doğrult beni.


“Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?”(inşirah/4)



Yücelttin ey yar! En şerefli varlık olarak açtım dünyaya gözlerimi.Mahlukata halife eyledin.İns-an makamında ruhuma can verdin..verdin de ben kıymetimi bilemedim.Aklımı sürgün ettim mantığın hiç uğramadığı yalancı uğraşlara.Her mevsim yağmur yağarken ruhuma,nadasa bıraktım kurak gönlümü.Her insan ektiği biçer değil mi Ya Rab! Günah ektiğim bahçelerde kara güller büyüdü,kokusuz renksiz.Işığım bir mumun aydınlandığı kadar,verdiğim bir aldığım kadar fakat ben olamadım bir senin bana biçtiğin değer kadar.biraz mağrur,biraz bizâr,biraz da kendimi şekva ile geldim.Değersizliğimi bilerek,mecruh bir hal ile geldim işte…Sen şanımı yüceltirken,ben bir o kadar acziyetimle,nasır tutmuş ayaklarımla,kör olmuş gözlerimle,karalanmış hanemle geldim.Kalbimi avcuma sıkıştırarak,rengini kimse görmesin diye saklayarak getirdim.Amansızım,dermansızım,fermansızım.N- ’olurs un Ya Rab yeniden yücelt beni gönül gözümden geçir beni.Gözyaşına gark eyle beni eyle ki insan bileyim kendimi.İnşirah inşirah inrişah ayet ayet yücelt beni.


“Yalnız Rabbine yönel.”(inşirah/


Hayatın koylarından çıkıp senin limanına yöneldim Yar Rab!Sen ki sana gelmeyene dahi lütfederken,bilirim geri çevirmezsin beni kapından.Nihayetsiz acziyetimle,dünyevi arzuların kıvrımlarından,yokuşlu yollarından,ben kendimden geçerek sana geldim bu gece.’kün’ diyerek eyleyiverirsin diye bir ferman,ben ahvalimi dökerek sana geldim Ya Rab!.Benim sana anlatmaya halimi kelama ne hacet,sen beni bilirsin benim halim zaten aşikâr.Kurtar n’olursun bitsin artık bu esaret! Nefsanîyetin haysiyetini huzurda kırmaya geldim.Bakıp görmeyen gözlerimi sende açmaya,atıp yanmayan kalbimi sende yakmaya,her boşluğa sayan ama her daim seni anmayan dilimi konuşturmaya,sana muhtaçlığın şerefini başıma taç etmeye geldim.Sevdası her şeyden âlâ n’olursun aç yüreğimi ben senden bir inşirah istemeye geldim…İnşirah inşirah inşirah ayet ayet ferahlamaya geldim.N’ola ahh n’ola Ya Rab , ben sende kalmaya geldim.

Bir inşirah ayeti kadar sana yönelmeye geldim…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 14:59

ÇANAKKALE SAVAŞINDA YAŞANMIŞ BİR HİKAYE
Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor…Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyndendir ve yarası oldukça ağırdır.Zor nefes alıp vermektedir.Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından

“Ölme ihtimalim çok fazla…
Ben bir pusula yazdım…
Arkadaşıma ulaştırın…”
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:

“Ben…Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım…

Kendisini göremedim
Belki ölürümÖlürsem söyleyin hakkını helal etsin”

“Sen merak etme evladım” der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar
Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de
“söyleyin hakkını helal etsin” olur…
Aradan fazla zaman geçmez
Oraya sürekli yaralılar getiriliyor
Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor
Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor İşte yine bir künye ve yine bir pusula
Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır
Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır
Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz…

PUSULADAKİ NOT:

“Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim Kendisi beni göremediBiraz sonra taarruza kalkacağız

Belki ben dönemem Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim”

( alıntıdır ! )
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:00

YAĞMUR VE GÖZYAŞI
Hicretin 18. yılı başında, Hicaz'da büyük bir kıtlık musibeti yaşanmıştı. Bu yıla 'kül yılı' denilmiştir. Çünkü yağmur yokluğundan çorak topraklar kül şeklini almış, rüzgar önünde toprak kül gibi savrulur olmuştu.

Çevre halkı azık için Medine'ye akın ediyor, vahşi hayvanlar da açlıktan insanlara yaklaşmaya çalışıyordu. Halife Hz. Ömer r.a. beytülmalda (hazinede) bulunan bütün gıda maddelerini halka dağıttı. Ayrıca Basra, Mısır ve Şam bölgelerinden kervanlarla gelen yardımlar çevre halkına dağıtıldı. Daha önce süte ekmek doğrayarak yemek yiyen Hz. Ömer, kıtlık döneminde sadece zeytinyağı ve ekmekten başka yemek yiyemez olmuş, bu yüzden rengi değişmiş ve vücudu iyice zayıflamıştı. Bu kıtlık afeti dokuz ay kadar sürmüş, bu arada birçok kişi de açlıktan ölmüştü.

Bu müthiş kıtlık dönemi sonlarında bir zat (Bilal b. Haris), Peygamber s.a.v.'in türbesine yaklaşıp şöyle demişti:

- Ya Rasulallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan dile! Çünkü helâk olmak üzereler.

Daha sonra o şahsın rüyasına giren Rasulullah s.a.v. şöyle demişti:

- Ömer'e git, ona selamımı söyle. Yağmur yağacağını müjdele ve benden ona de ki: Ey ömer! Sen sözünde duran bir kişisin. Aklını başına al!

Adam uyanınca, kalkıp Hz. Ömer'e gitti ve rüyasını anlattı. Bu haberden ürperen Hz. Ömer, halka haber salıp onları mescidde topladı ve onlara:

- Sizler bende hoşlanmadığınız bir şey gördünüz mü? dedi.

- Öyle bir şey görmedik. Fakat neden böyle soruyorsun? dediler.

Hz. Ömer r.a. onlara rüya haberini anlattı. Onlar da bunun yağmur duasına işaret olduğu kanaatini belirttiler. Topluca yağmur duasına çıkıldı. Hz. Ömer, Rasulullah s.a.v.'in amcası Hz. Abbas r.a.'ın elinden tuttu, 'Ya Rabbi, Rasulünün amcası vesilesiyle sana yaklaşıyor, senden mağrifet diliyor ve sana yalvarıyoruz' diyerek, yağmur dileğiyle duasını sürdürdü. Oldukça yaşlanmış olan Hz. Abbas r.a.'ın da gözyaşları göğsüne dökülüyordu. O anda yoğun bulutlar gökyüzünü kapladı. Oradakiler, başlayan şiddetli yağmurla geri döndüler..

( ALINTIDIR ! )


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:00

BUNLARA HAZIRSAN ÖLÜMÜ TEMENNİ ET
Bir kimse, Peygamber efendimize gelerek:
-İzin ver yâ ResulAllah , ölümümü temenni edeyim.
Peygamber efendimiz: -Ölüm öyle bir şeydir ki onun için hazırlıklı ol! Yol uzun, azık ister. Ölümü temenni edenin on hediye hazırlaması lazım.
O kimse sordu: Hediyeler kime yâ ResulAllah ? Peygamber efendimiz(s.a.v) buyurdu:


1- Azrail’in hediyesi.
2- Kabrin hediyesi
3- Münker ve Nekir’in hediyesi.
4- Mizanın hediyesi.
5- Sırat köprüsünün hediyesi
6- Malik’in hediyesi.
7- Rıdvan’ın hediyesi.
8- Rûhun hediyesi.
9- Peygamberinin hediyesi.
10- Rabbinin hediyesi.


- Bu hediyeler nelerdir, ya ResulAllah ?


Azrâil’in hediyeleri dörttür:
1- İyi huylu olmak.
2- Geçirdiğin ibadetleri kaza etmek.
3- Ölüme hazırlanmak, sefere çıkacak yolcu gibi.
4- Kalbinde Allah aşkını taşımak.


Kabrin hediyeleri de dörttür.
1- Söz taşımayı terk.
2- Elbiseye idrar sıçratmamak.
3- Kur’an-ı Kerimi okumak.
4- Salevât-ı şerifeyi çok okumak.


Münker ve Nekir’in hediyeleri;
1- Doğru konuşmak.
2- Gıybeti terk etmek.
3- Hakkı kabul etmek.
4- Tevazu sahibi olmak.


Mizanın hediyesi:
1- Amelini ihlâs ile yapmak.
2- Başkasına eza yapmaktan sakınmak.
3- Güzel ahlak sahibi olmak.
4- Allah 'ı çok zikretmek.


Sırat Köprüsü’nün hediyesi:
1- Gadabını yutmak, kızmamak.
2- Takva sahibi olmak
3- Cemaate devam etmek.
4- İbâdetlere ara vermeden devam etmek.


Malik’in hediyeleri:
1- Allah korkusundan ağlamak.
2- Gizli sadaka vermek.
3- İsyanı terk etmek.
4- Anne ve babaya iyilik etmek.


Cennet meleği Rıdvan’ın hediyesi:
1- Kötülüklerden kaçınmak.
2- Ni’metlere şükretmek.
3- Malını Allah yolunda infak etmek.
4- Emaneti muhafaza etmek.


Rûhun hediyesi:
1- Az yemek.
2- Az konuşmak.
3- Az uyumak.
4- İstiğfara devam etmek.


Peygamberin hediyesi:
1- Ehl-i beyti sevmek.
2- Sünnete uymak.
3- Peygamberin sevdiklerini sevmek.
4- Sahabe-i kiramı sevmek.


Allah zülcelalin hediyeleri:
1- Allah ’ın emirlerini yapmak.
2- Nehyettiği, yasak ettiği şeylerden kaçınmak.
3- İnsanlara nasihat etmek.
4- Bütün mahlûkata
karşı merhametli olmak.


Bunlara hazırsan ölümü temenni et!
__________________
( ALINTIDIR ! )
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:01

CEHENNEM ATEŞİNİ SÖNDÜRDÜ
Kıyamet günü cehennem ateşini müminlerin üzerine doğru salar bunu gören Efendimiz (s.a.v) hemen ümmetini kurtarmak için koşar ve "Cebrail yetiş ümmetim yanacak" der.Cebrail (a.s) hemen elindeki bir bardak suyu verir Efendimize (s.a.v) ve "Ateşin üzerine dök" der.Bunun üzerine cehennemib o korkunç ateşi söner.Efendimiz (s.a.v) Cebrail'e (a.s);
---"O korkunç ateş bu bir bardak suyla nasıl söndü" diye sorar Cebrail (a.s) da;
---"O döktüğün bir bardak su var ya işte o ALLAH korkusundan ağlayan Ümmetinin göz yaşlarıydı.Ben onu ALLAH'ın emriyle bu gün için sakladım."der.

Demekki ALLAH korkusu yüzünden bir damla göz yaşı dökenlere cehennemin ateşi tesir etmiyo.Ne mutlu ALLAH korkusundan gözyaşı dökenlere.
( ALINTIDIR ! )
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:02

BENİM HANIMIDA BANA BAĞIRIR
Bir gün ashaptan bir zat, hanımı ile çok fena münakaşa eder.

Bunla da kalmaz , hanımı ona çok fena sesini yükseltir.

Bunun üzere, o ashap dayanamaz ve hanımına

o zamanın halifesi olan Ömer radiyellahu anha kendisini şikayet edeceğini söyler.

Bunun üzere hanımı çok korkar . Çünkü bildiğimiz gibi Ömer radiyellahu anh çok şiddetidir. Kısacası hanım ne yapacağını bilemez.

Derken o ashap hanımını şikayet etmek üzere Ömer radiyellahu anhın, hanesinin kapısına varır.

Ancak kapıya çıkan şiddetli hanım sesinden dolayı orada kalakalır ve eli kapıyı çalmaya gitmez.

Ashap o anda vaz geçer.

Daha sonra Hz. Ömer' başka bir yerde gördüğünde merakına yenilir ve mevzuyu açar.

Hanımının da ona bağırdığını işttiğinden çok şaşırdığını ifade eder.

Bunun üzere Hz. Ömer tebessüm eder ve şöyle der.

Hanımlar kırılgan tabiatlıdır.Onlar bağırdığında susmak lazımdır.

Benim hanımım da bana bağırır.!!!!!!!!!

( ALINTIDIR ! )
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:02

BOZUK SİMİT PARALARI İLE CENNETİ SATIN ALMAK
Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı.Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu.Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.


Öğretmeni, onun bu hâlini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?


Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Ee?
- Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü.Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.


Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.


Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi. Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.


Nurhan Öğretmen, Ali'ye döndü:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak şimdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil; bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme; çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin.Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
- Neden olmaz?
- Üç sebepten dolayı olmaz.


Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.

İkincisi: "Ağaç yaş iken eğilir." deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.

Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.


Nurhan Öğretmen, karşısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pek iyi anlayamadım, dedi.?

- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha kârlı bir yatırım olur mu?

Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını "Evet" anlamında sallarken Aliyi evine yolladı.

Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masaüstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayrı ihtiyarı oturdu ve paraları eline aldı. Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Öyle bu paralar, Bu bozuk SİMİT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı … Ağladı.

Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş yavaş sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık " Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak" diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde " Ne dediniz hocam " demesini bile duymayan Nurhan öğretmen bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:03

CEBRAİL (a.s)HIZI
Peygamber Efendimiz Cebrail (a.s) a sordu:
Ey cebrail hiç 7 kat semadan yeryüzüne korku ve dehşet içinde hızlıca indin mi?
Cebrail : evet Ya Muhammed 3 kez dediğin şekilde indiğim oldu.
bunun üzerine Peygamberimiz sordu : nasıl oldu anlat
1. si dedi Cebrail ,Hz.İbrahim ateşe atılırken Allah (c.c) bana dediki : Sor bakalım İbrahim'in bizden bi dileği varmıdır
O sırada ibrahim ateşe atılmış şekilde havada ilerliyor(o zaman mancılık yöntemiyle ateşe atmışlardı İbrahim Peygamberi)
Cebrail : hemen süratle indim yeryüzüne ve İbrahim e sordum ; Varmıdır Rabbinden istediğin birşey
İbrahim peygamber cevapladı: Çekil çekil...Rabbim den geldiyse Başım üstüne.
Bunun üzerine Yaradan emretti.Ateşe serin ol Yere yumuşak ol dedi.

Peygamber efendimiz ya 2. si diye sordu Cebrail'e
Cebrail (a.s): yine İbrahim oğlu ismaili kurban edeceğinde bıçagın keskin yerini değil sırt tarafını ismailin boğazına sürtüyordu kesmek için.
tam farkına vardı ve bıçağı ters çevirip ismailin boğazına değdireceği sıra Rabbim emretti.
Yetiş cebrail al şu iki koçu İbrahim bunları kurban etsin dedi.işte o sırada çok korktum yetişemeyeceğim diye ama şükürler olsun yetiştim dedi.

Peygamberimiz sordu :ya 3. sü Cebrail onuda anlat

Cebrail (a. s): Ya RasulAllah onu ne sen sor ne ben söyleyeyim. Rabbime en yakın olduğum yerdeydim.kendi mekanımda ve 7 kat semanın en tepesi denebilir.Sen uhud savaşındaydın ve....

devam etmesini söyler Peygamberimiz :
Cebrail : Savaş sırasında darbe aldın.darbe alınca miğferinin demiri yanağına battı.Ashab geldi yanına ve sana olan terbiyesinden dirkti o demiri eliyle değil ağzıyla yanağından hafifçe çekti çıkardı. İşte tam o sırada yanağından süzülen bir damla kan yere düştü düşecek...

Alemlerin Rabbi şöyle dedi: Yetiş Ey Cebrail.Eğer Resulümün Kanı yere düşerse andolsunki Yerde ve gökte birtek canlı bırakmam

Cebrail: işte o anda tüm gücümle yeryüzüne Uhud'a yöneldim.O kadar hızla indim ki .... Yanağından süzülen kan tam yere damlamak üzereyken yetiştim ve Kanadımın üzerine düşürdüm...
Hamd olsun Rabbime..__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:04

DERVİŞ VE KABADAYI
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir.. .
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
'Kabak aşağı, kabak yukarı.'

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyar sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
Hikaye böyle...
Ama hayat da böyle...
Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu sahibin de en affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar anlayacaklardır.
Selam ve dua ile...


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:04

AHDE VEFA
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girer iki yanda duran gençler ortadakinin iki kolundan tutmuşlar ve derler ki :

- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin. Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :

- Söyledikleri doğru mu diye sorar. Suçlanan genç der ki :

- Evet doğru. Bu söz üzerine Hz Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar. Genç anlatmaya başlar:

- Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki bir gören, dönüp bir defa daha bakıyordu. Hayvan bu arkadaşların bahçesine doğru gitti ben ne yaptıysam hayvanın bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret, dedi.

Hz Ömer:

- Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin, dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:

- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:

- Ben memleketinde zengin bir insanım, babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum, der.

Hz. Ömer der ki:

- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki? Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:

- Bu zat benim yerime kalır.

O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir.

Hz. Ömer Amr'a dönerek:

- Ey Amr, delikanlıyı duydun, der.

O yüce sahabe:

- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler.

Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:

- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.

Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:

- Biz de sözümün arkasındayız.

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.

Hz. Ömer gence dönerek derki:

- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin? Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan):

- 'AHDE VEFASIZLIK ETTI' demeyesiniz diye geldim der.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:05

CENNET KOMŞUSU
Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemisti.
Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu.
Yolu bir mescide düştü.
İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu.
Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu.
Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu:
- Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım.
Öteki merakla sordu:
- Onu niçin cennete sokmayacakmışsın?
- Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi.
Gülüstüler.
Padisah kölesine:
- Bu mescidi ve adamları unutma! dedi.
Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı. İki fakiri alıp saraya getirdiler.
Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler.
- Burada yeyip, içip yatacak, padişahımıza dua edeceksiniz. Cennette size komşu olmasına karşı çıkmıyacaksınız, dediler.
Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi? Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:
"Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır."



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:06

Merhaba anne:…

Bugün cennetteki üçüncü günüm.Sensiz geçen üç koca gün.

Dün gece gökyüzünden sana baktım.Bütün gece odamdaki yatağıma bakıp ağladın.Sana ağlama dedim ama sen duymadın...


Bugün cennetteki üçüncü günüm anne…

O kadar güzel ki burası anlatamam.Senin şefkatin bile var ama senin kokun yok,sen yoksun.Bu gün yıldızlar iftar yemeği verdi ay dede tutuldu gelemedi.



Bugün cennetteki üçüncü günüm anne...

Hala yokluğuna alışamadım,canım sıkılıyor anne. Yeryüzünde olan savaşlar gökyüzünü kirletiyor,her gece bulutlarla siliyorum.Oyuncaklarıma bakıyorum-bulamıyorum.Bana oyuncaklarımı yollar mısın anne…



Bugün 7 Ekim anne. Cennette bayram günü, bir sevinç ki sorma gitsin. Az önce cennete gelenleri alkışlarla karşıladık. Hepsinin yüzleri bulut gibi beyazdı. Hepsi Askerdi.

Saymayı öğrendim tam 15 kişiydi.Geçerlerken başımızı okşadılar, bi tanesi beni kucağına aldı adı KÂSIM'mış. "Senin Yaşında 2 Kızım Var" dedi… Dayanamadım ağladım…



Bugün Cennetteki üçüncü günüm anne…

Burada tek annesi için ağlayan ben değilim asker ağabeylerde ağlıyor.Onlar ağladıkça yeryüzünden dualar yükseliyor melekler dua taşıyor .Gökyüzü şenleniyor.

Çünkü burada Şehit ağabeyler yaşıyor Anne
….
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:07

Adalet



İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.

Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:

- Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.

Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:

Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.

Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:

- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.

Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.


Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:

Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister;

- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.

Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:


- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar.

Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir.

Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul'a Hazreti Fatih'in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:

- Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler.




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:07

Niçin Evlenmiyor

Râbia-tül Adeviyye,

-Niçin evlenmiyorsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi:

-Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim.

Birincisi, acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim?

İkincisi, Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekler?

Üçüncüsü, herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım? dedi.

O kimseler;

-Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz" dediler.

-O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim? buyurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:08

'ARKADAŞINI AL, BERABERCE CENNETE GİRİN'


Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
Resûlüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
-Ümmetimden iki kişi Allâh'ın huzuruna gelirler.
Birisi,
-Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der.
Allah Teâlâ da ötekine,
- Hakkını ver, buyurur.
Adam,
-Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der.
Cenâb-ı Hakk,
-Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur.
Adamcağız,
- O halde benim günahlarımdan alsın, der.
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve, 'O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister' dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine,
-Başını kaldır ve cennete bak, buyurur.
Adamcağız,
- Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der.
Allah Teâlâ,
-Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur.
Adamcağız,
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? der.
Hz. Allah,
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur.
Adam,
-Nasıl olur, yâ Rab? deyince,
Cenâb-ı Hakk,
-Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur.
Adam,
-O halde ben bunu affettim, der.
Allahü zû'l-Celâl hazretleri de,
-Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur.
Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz,
'Allah'tan korkun, Allah'tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah mü'minlerin arasını buluyor' buyurmuşlardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. 30 Nis. 2009 - 15:08

BİR İNSANI TANIMANIN YOLLARI
'Bir adam Hz. Ömer (r.a.)'in yanında bir hususta şâhitlikte bulunmuştu. Ömer ibnü'l-Hattâb hazretleri ona,

' Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi.

Orada bulunanlardan birisi,

' Ben onu tanıyorum, deyince Hz. ömer,

' Nasıl bilirsin? diye sordu. O da,

' Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, cevabını verdi.

Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu:

' Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?

' Hayır, diye cevap verdi adam.

Hz. Ömer (r.a.) sormaya devam etti:

' İnsanın takvâsını ortaya koyan, muâmelesidir. Bu adam, alış'veriş yaptığın bir kimse midir?

Adam tekrar,

' Hayır, dedi.

Hz. Ömer (r.a.) bu defa;

' Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı? diye sordu.

Adam bu soruya da,

' Hayır, cevabını verince, Hz. Ömer (r.a.),

' Sen onu tanımıyorsun, dedi ve sonra da adama dönerek,

' Git, seni tanıyan birini getir, buyurdu.'


Demek ki bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin olabilmek için; onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alış-verişte bulunacaksın yahut da beraber yolculuk edeceksin... Aksi takdirde, yani bu ölçülerden hiçbirisi ile tartmadığın bir kişi hakkında, müsbet veya menfî yönde şahâdette bulunmayacaksın. Zira bu demektir ki, sen onu tanımıyorsun.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)
Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 6 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
 Similar topics
-
» İbretlik Hikaye
» Kozmetik Olaylar....
» yahudi kızın ibretlik dersi
» Ali İmran 100.Ayetten Alacağımız İbretlik Dersler.
» Evlilikte bazı tüyolar

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net :: Dinimiz İslamiyet :: İslamiyet, Dini Konular-
Buraya geçin: