UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

UlkuGulu.Hareket-Forum.Net

ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz
 
BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Anasay11AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
YazarMesaj
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 8:58

Bazen yaşananlar yaşayacaklar için yaşanmış gibidir

Orta gelirli bir ailenin tek kızıydı Fatma… Küçüklüğünden beri ilim öğrenme aşkıyla yanar dururdu. Büyüdüğünde iyi bir ilahiyatçı olmak, ilim tahsil etmek, İslam dünyasındaki cehalet, fakirlik ve ihtilafın; ilim, sanat ve ittifakla ortadan kaldırılması için gayret göstermek istiyordu. Bunun için çalışacak, okul okuyacak, üniversite okuyacak, doğru fikirleri, doğru bir şekilde hayata aktarmak için doğru yolda yürüyecekti.

Derken Fatma ilköğretimini tamamlamış ve imam hatip lisesini okumak üzere ailesi tarafından Türkiye ye gönderilmişti. Bu ana kadar ailesinden tek gün dahi ayrı kalmaya tahammül edemeyen Fatma, bu ayrılığı, ideallerine kavuşması için çıkılması gereken bir basamak gibi görüyordu. Bir yandan aileden ayrılmanın üzüntüsünü diğer yandan da hedeflediği amaca ulaşabilmek için atacağı adımların mutluluğunu yaşıyordu. Hüznün ve sevincin bir arada olduğu gözyaşlarının birlikteliğiyle uçağa binen Fatma 5 saatlik uçuşun ardından Türkiye’ye gelmişti.
Hava alanında Fatma’yı amcası Salih Bey karşılayacaktı. İlk defa amcasını görmenin heyecanı vardı Fatma’da.
Amca – yeğen telefonla görüşüp havaalanının hemen yanındaki “gaye” adlı bakkalın önünde buluşmaya karar verdiler. Gaye’nin önüne ilk gelen amca oldu. Bir bardak çay alıp birkaç yudum içtikten sonra Fatma da geldi. Doyasıya birbirlerine sarılıp hasret giderdikten sonra büyük bavulu amca küçüğü ise Fatma alarak az ilerdeki Salih beyin taksisine doğru yürüdüler. Her ikisi de ilk defa birbirini görmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Evde de durum pek farklı değildi. Emine hanım da yeğeninin gelmesini heyecanla bekliyordu. Kâh oturuyor kâh kalkıyordu, kâh yemeğe bakıyor kâh pencereden yollarını gözlüyordu. Heyecanını bastırması için eline kumandayı alıp biraz televizyon seyretti. Az zaman sonra da amca ve yeğen kapıda belirdi. Emine hanım da yeğenini ilk defa görüyordu. Fatma yengesiyle de doyasıya kucaklaştı.
Emine hanım kapının eşiğine Salih Bey televizyon kenarındaki sandalyeye küçük hanım ise yengesini ve amcasını bir arada görebileceği kırmızı kanepeye oturuverdi. Biraz muhabbetin ardından Salih Bey saatine bakınca zamanın epey ilerlediğini gördü ve namazını eda etmek üzere abdest almaya gitti.
Yenge eğitimli, empati kurabilen bir insandı. Yolculuğun verdiği yorgunluğu sezmişti Fatma’da. Kendisine dinlenmesi için gerekli yeri gösterdikten sonra o da namazını eda etmeye gitti.
Yatmaya hazırlanırken; “Ne kadar hoşgörülü, iyimser, yardımlaşmayı seven, manevi değerlerine sahiplenmiş, eğitimli, sıcakkanlı ve samimi insanlarla dolu bir ülke” izlenimleri kalmıştı yolculuğu boyunca Fatma da. Ve rabbine şöyle dua etmeye başladı: “ya rab! Senin rızan için yapılan her işte, senin rızan yolunda atılan her adımda, senin emirlerine uyup nehiylerinden kaçan her şahısta olduğu gibi benimde senin rızan dairesinde hareket edip peygamber efendimizin (asm) sünnetine ittiba etmeyi ve iman nuru ile nurlanmayı bana nasip eyle” diye. Fatma’nın istediği de buydu: Muhabbetullah’ı elde ederek ve Marifetullah dairesinde kalarak buralarda öğrendiklerini büyüdüğünde geleceğin insanlarına aktarıp manevi değerlere sahip çıkacak pırıl pırıl bir genç nesli yetiştirmek… Bunun içinde elinden geldiğince çabalıyordu.
Yaklaşık üç hafta olmuştu küçük hanımın Türkiye’ye gelişi.
Kısa sürede Türkiye ye, amca evine alışmış olacak ki bu kadar kısa sürede arkadaş edinmeye de başlamıştı.
Arkadaş ortamı samimiyet ve uhuvvet kokusu ile koktuğundan aile hasretini ve ülkesi olan Almanya’da ki arkadaşlarını unutturmuştu Fatma’ya,
Zaman oldukça hızlı ve hareketli geçiyordu Fatma için. Bir yandan edindiği arkadaş çevresinin mutluluğunu diğer yandan da okulların açılmasına bir haftalık zamanın kalmasının heyecanını yaşıyordu.
İdeallerine kavuşacağından çok mutlu ve umutluydu. Boş vakitlerinde amcasının kütüphanesinden faydalanıp okumaya başlamıştı bile. Literatüründe imkânsızlık yoktu onun. İdeallerine en doruk noktasına kadar ulaşmak için çabalayacağını, ilim tahsili için açılan bütün kapılardan faydalanıp gençliğe imansızlık fikrini aşılayanlara karşı “cihad” edeceğinin sözünü vermişti kendisine.
Günler ardı ardına geçmiş okulların açılmasına iki gün kalmıştı. Son hazırlıklar yapılıyordu. Yengesiyle alış verişe çıkmış, okul için gerekli olan tüm ihtiyaçlarını almışlardı. Böylece bir gün daha geçmiş ve sadece bir gün kalmıştı okulların açılmasına…
Fatma’yı büyük bir heyecan sarmıştı. Liseye başlamada duyduğu heyecanı daha önce hiç hissetmemişti. Yerinde duramıyordu adeta. Önce çantasını hazırladı ve çalışma odasının önüne koydu. Sonrada yeni aldığı ayakkabılarını çıkarıp ayakkabılığa koydu. Bu arada yenge de elbiseleri ütülemeyi tamamlamıştı. Artık her şey hazırdı. Ama bir türlü heyecanı dinmiyordu Fatma’nın. Aynı heyecanı Salih Bey ve Emine hanımda hissediyorlardı. Hiç çocukları olmadığından öğrenci okutmanın heyecanını paylaşıyorlardı Fatma ile.
Elleri titremeye, yüzünden damla damla ter akmaya başlamıştı. Erkenden uyumaya karar verdi Fatma. Başka çare bulamıyordu çünkü. Uyumak için müsaade isteyip odasına geçti. Heyecanın ve mutluluğun birlikteliğiyle yatağa giren Fatma uzun bir müddet uyuyamadı. Sağa – Sola kıvranmaya başladı. “Bu yaptığım hırs olsa gerek” diye geçirdi aklından. Uyumaktan vazgeçti. Abdest alıp önce iki rekât namazı kıldı sonra da yarın ki işi rast gitsin diye biraz Kur’an okudu ve sonrasında tekrardan yatağa girdi. Namazın verdiği saadet ve rahatı ruhundan ta iliklerine kadar hissediyordu. Namazın ehemmiyetini, kalbe verdiği huzur ve saadeti düşünerekten uykuya daldı.
Emine Hanım sabah erkenden uyanmış yeğeni için donanımlı bir kahvaltı hazırlamıştı. Önce Salih beyi sonrasında da Fatma yı çağırdı. Uzun bir muhabbetin ve kahvaltının ardından Amcasıyla beraber okula gitmek için son hazırlıklarını yaptı. Yengesinin de duasını aldıktan sonra evden ayrıldılar. Okula vardıklarında istiklal marşı yeni okunmaya başlıyordu. Fatma koşarak o da arkadaşlarının yanına sıraya durdu. Müdür uzun bir açılış konuşması yaptıktan sonra öğrenciler sınıflara dağılmaya başladı. İlk gün her şey oldukça güzel geçmişti.
Ertesi gün okula tek başına gelmişti. Bahçe kapısından içeri girmek isteyen Fatma başı örtülü olduğu için içeri alınmıyordu. Ya başını açacaktı ya da içeriye alınmayacaktı. Kendisine başını açması yönünde söylenenlere başta inanmamıştı. Çünkü daha önce böyle bir engelle karşılaşmamıştı. Onun için başörtüsüyle içeri girmesi için ısrarla diretiyordu. İçeri giren kız öğrencilerin başlarını açarak girdiğini görünce bunun gerçek olduğuna inanmıştı. Çaresizce kenara çekilip küçük bir taşın üzerine oturuverdi. “Başımı açmalı mıyım yoksa açmamalı mıyım” diye epey bir düşündü. “imansızlık cereyanına karşı cihad edeceğim ve geleceğin gençliğine imanı aşılayacağım” diye kendi kendine verdiği sözü hatırlayınca kalktı, gözyaşlarını sildi ve çaresizce başını açtı ve okula öyle girdi. Normalde çok aktif ve konuşan biri olmasına rağmen gün boyunca sessiz ve huzursuzdu. Okul çıkışında tekrardan başını örterek eve gitti.
Yaşadıklarını belli ettirmemeye gayret gösteriyordu. Bunun için yemekten hemen sonra odasına çekildi. Ödevlerini tamamladıktan sonra geleceği düşündü. “Ne zamana kadar bu şekilde, başımı açarak devam edeceğim?” diye sordu kendine. Epey bir düşündü. Çıkış yolu bulamıyordu. Sonrasında “Bakalım Mevla neyler neylerse güzel eyler” diyerek bir iç geçirdi. Ertesi gün aynı sorunla karşılaştı ve aynı davranışı yaptı. Ertesi günde bir ertesi gün de…
Bir ay bu şekilde devam etti okuluna. Zaman geçtikçe böyle bir problemi karşısına çıkaranlardan ve okulundan nefret etmeye başlamıştı. Artık okulu bırakmaya dair düşünceler geliyordu aklına. Ama yaşadığı sıkıntıları ve aklına gelen bu düşünceleri bugüne kadar kimseyle paylaşmamıştı. Yinede ev ahalisi bir şeyleri Fatma’da sezmişlerdi. Çünkü eski aktif, espri yapan Fatma gitmiş, yerine pasif, her zaman kendi köşesine çekilen, sadece yüzü gülen bir Fatma gelmişti. Onlar da sezdiklerini Fatma’ya belli ettirmiyorlardı.
Artık zaman geçtikçe Allah’ın bir emri olan örtünmeyi isteksiz de olsa yerine getirmemekten rahatsızlanmış ve bu da diğer ibadetlerini yapmasını aksatmasına kadar etkilemişti Fatma’yı. Bunun için hayatından vazgeçmeyi yani intihar etmeyi düşündü ilkin. Sonraysa “Allah’ın verdiği canı ancak kendisi alır” fikri geldi aklına ve kendine hâkim olmaya çalıştı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Fatma bir gece abdest alıp kıbleye yönelerek Rabbine dua etmeye başladı:
“Ya Rab! Sen şerden hayrı hayırdan şerri halk edensin. İçimde bulunduğum durumu biliyor, üzüntülerimi görebiliyorsun. Ya Rab! Sen sonsuz kudret sahibisin. Yoktan varlığı, varlıktan yokluğu yapabilensin. Bu şekilde öğrencilik hayatıma devam etmek senin rızana uygun değildir, bunu biliyorum. Ama çaresizim, elimden bir şey gelmez. Güzel Allah’ım! Verdiğin bu canı ancak sen alabilirsin. Lütfen bana bir musibet veya felaket ver. Bu şekilde tahammülüm kalmadı çünkü. Ölmek, bu manzaraya göz yummak istiyorum ve bütün zerrelerimle bana bir hastalık vermeni veya bir bela göndermeni istiyorum. Sen duamı kabul buyur ya Rab, kabul buyur ya Rab, kabul buyur.”
Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra Fatma ansızın rahatsızlanır. Hastaneye götürürler doktorlar hiçbir teşhis koyamamıştır. Önce saçı dökülmeye başlar, sonra da vücudu gün be gün erimeye. Salih Bey ve eşi çaresizdirler. Hastane hastane gezdirirler. Özel doktorlar tutarlar ama hiç biri fayda vermez.
Haberi anne babaya salarlar. Hemen uçağa atlar onlarda gelir. Kızlarının iyileşmesi için bütün servetlerini vermeyi göze alırlar. Hastane hastane, doktor doktor dolaştıysalar da netice alınamaz. Aradan bir hafta geçtikten sonra Fatma’nın cansız bedeni doktorlar tarafından aileye teslim edilir. Anne ile baba imanlı kişiler olduğundan feryat figan yakmaz Rablerine şükür ve kanaatle dua kapısını aralamaya başlarlar.
Evet, Fatma; on beşinde ölüp yetmişinde gömülenlerden değil, yetmişinde ölüp on beşinde gömülenlerden oldu…
Evet, o aradığını bulanlardan değil, bulduğunu arayanlardan oldu
Evet, o hayallerine kavuşanlardan değil, inançlarına kavuşanlardan oldu.

--------------------------------------------------------------------------------
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 8:58

Fukara Kalbi

“Fukara kalbine her kim dokuna
Dokuna sinesi Allah okuna.” Şahidi


Rüzgarlı havanın kuytusu, yağmurlu havanın uykusu sözünü günün ilkesi haline getirecek bir hava hüküm sürüyor dışarda. Bir kaç “serseri aşık” Lodosa meydan okurcasına vapurun yan tarafında sigarasını tüttürüyor. Ne vakittir görmediğim artık denizde değil de çöplüklerde uçtuklarını duyduğum martılar kendilerine kurumuş ekmek atan meczup görünüşlü adamla adeta şakalaşıyor.

Vapurun içi bir yudum oksijen diye inleyen yolcularla tıklım tıklım dolu. Dilencilerin biri girip biri çıkıyor. Hep aynı “nını nını” diye tek düze bir sesle ifade edilen çocuğunun ameliyat parası, eşinin trafik kazasında öldüğü hikayesi. İstanbullu olup da, bu tür hikayeleri dinlemeden bir gün geçirmiş olan insanlar özel arabalarıyla şehrin fazla içine bulaşmadan evinden iş yerine gidip gelenlerdir. Zaten onların site, plaza, kulüp arasında sürdürdükleri İstanbul hayatı başka bir İstanbul’a aittir. Kazara TEM oto yolunun dışında bir yol kullanmak zorunda kalırlarsa arabalı vapur ya da trafiğin sıkıştığı bir noktada böyle bir hikayeyi dinlememe hürriyetini her an kaybedebilirler.

Üçüncü bir kadın giriyor yolcu salonuna. Evladının elinden tutup, tek tek yolcuların gözlerinin içine bakıyor. Bakışlarında “Sizin çocuğunuzun başına da gelebilirdi” diyen bir manâ var. Sesi daha öncekiler gibi her gün tekrarlana tekrarlana inandırıcılığını yitirmiş “hep aynı nakarat” havasından çok başka. Kadın, yolculardan para isterken yüreğini koyuyor ortaya:

- Allah’tan gelene razıyız. Beni bir dilenci diye hor görmeyin kardeşlerim. Yavrun lösemi Çapa’da tedavi görüyor…

Karşımda oturan kadınlardan biri daha önceki seslerle bu yürekten kopup gelen sesi tefrik ederek cüzdanından para çıkarıyor. Yanlarında oturan 45-50 yaşlarında pembe rujlu, leğen şapkalı kadın açılan kendi cüzdanıymışçasına tepki gösteriyor:

- Bunların sizden benden çok parası vardır. Her gün bu işi yapıyor..

- Bu işi yapanlar var ama, gerçekten ihtiyacı olanlar da var. Devlet sosyal devlet değil. Sigorta bakmıyor. Bir emar çektirme kaça maloluyor hanımefendi? Fakir insanlar ne yapsın?

- Yok öyle şey. Siz işin kolayına kaçıyorsunuz. Gerçek fakirler dilenmez. Onlar utanır. Bak ne kadar rahat dileniyor.

- Evlâdı için dilenir. Siz hiç evlât acısı yaşadınız mı?

- ……..

- Söyler misiniz ne yapsın. Ya da siz ne yapıyorsunuz? Eleştirdiğinize göre sizin altenatif yöntemleriniz olmalı.

- Bir defa gidip mahallesinde bulacaksınız…

- Yapmayın hanımefendi karşımıza gelen insanın gözlerine bakmaya üşeniyoruz da gidip mahalle mahalle dolaşacağız ha?!..

Yaşlı koket kadın karşısındaki kadından hiç böyle bir tepki beklemediği için bir ara boş bulunup:

- Dernekler var…diyecek oluyor.

35-40 yaşlarındaki solgun yüzlü kadın dernek lafını duyar duymaz celalleniyor:

- Bana dernek demeyin. Bana dernek demeyin. Çaylar içilip pastalar yenilecek. Bir iki el konken partisi. Eh zaman kalırsa bir iki medya şov.

İki kadının tartışmasını sessizce izleyen diğer yolcular kadının dernek eleştirisini homurdanmalar şeklinde takdir ediyor.

Pembe rujlu kadın son defa:

- İyi dernekler de var arayıp bulacaksınız. Ben şimdi bir dernek kuru…

- Hanımefendi kuracağınız derneğin reklamını yapmak adına bir fakirin eline geçecek üç kuruşa ne diye mani oluyorsunuz? Sizinle çene yapacağım derken kadıncağız çoktan gitmiş. Ne hikmetse sizin gibi kalbi nasırlaşmış insanlar pek meraklı oluyor dernek kurmaya.

Elinde kalan paraları hışımla çantasına atıyor. Başını iki yana sallayarak uzaklaşıyor.

Hakikaten yardıma ihtiyacı olanlarla olmayanları ayırabilecek bir miyarımız neden yok? Gerçek miyar vicdanlarımız olduğu için mi? Gerisini söylemeye dilim varmıyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 8:59

YEMEKTE BESMELE
Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit.. Allah’ın Resulü başlamadan önce ellerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa Resulüllah aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında toplanmıştık. Bir cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca, Peygamber aleyhisselâm cariyenin elini tutup onu durdurdu. Ondan sonra bir Arâbî de aynı şekilde itilircesine geldi. Allah’ın Resulü bununda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:

— Muhakkak ki şeytan, Allah’ın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek suretiyle yemeği kendisine helâl kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak, bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helâl kılmak istedi. Bunun için cariyenin elinden tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu ârâbiyi getirdi. Onun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile tutan Allah’a yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi.
(Müslim, Ebû Davud, Neseî)
Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor:
Resülullah aleyhisselâm sahabîlerinden altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu arada bu ârâbî geldi ve iki lokma yedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— Eğer şu ârâbî besmele ile yemiş olsaydı yemek hepinize yeterdi, buyurdular.
(Tirmizî)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:00

EN SON SÖZ
İmam Kazım (a.s) ın annesi, Ümmü Hamide'nin gözü, eşi İmam Sadık (a.s)'ın vefatı münasebetiyle, kendisini teselli etmek için gelmiş olan Ebu Basir'e ilişince, gözyaşları akmaya başladı. Ebu Basir'de, bir müddet ağladı. Ümmü Hamide'nin ağlaması durunca, Ebu Basır'e:
- İmam'ın can çekiştiği anda, hazır değildin! Tuhaf bir mesele oldu.
- Ne meselesi?'
- İmamın hayatının son anlarıydı. İmam ömrünün son dakikalarını geçiriyordu. Gözleri kapanmıştı. İmam, ansızın gözlerini açtı ve 'hemen şimdi akrabalarım ve yakınlarımın hepsini toplayın' buyurdu. Tuhaf bir (emir) istekti. Böyle bir vakitte İmam, madem ki emir vermişti, biz de gayret ettik ve hepsini topladık. İmamın yakınları ve akrabalarından gelmemiş kimse kalmadı. Hepsi, bu hassas anda İmam ne yapacak, ne söyleyecek diye hazırdılar ve merakla bekliyordı.
İmam, hepsini hazır görünce topluluğu karşısına alarak:
- Bizim şefaatimiz namazına önem vermeyen kimselere asla nasip olmayacaktır' buyurdu.

Bihar ul-Envar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:00

EMİR SULTAN
Seyyid Muhammed Buhara'da doğar. Kendini bildi bileli ilim meclislerine koşar. Okur, okutur, öğrenir, öğretir, hasılı iyi yetişir. Babasının (Seyyid Emir Külâl hazretleri'nin) vefatı üzerine Medine'ye yerleşmeye niyetlenir. Artık Alemlerin Efendisine komşu olmalı ve ömrünün sonuna kadar kalmalıdır orada. Nitekim önce hacceder, sonra Münevver Belde'ye geçer. Ama bakın şu işe ki, o yıl görülmedik bir kalabalık vardır. Yine de misafirhanelerden birinde kıvrılıp uyuyacak kadar olsun bir yer bulur, döşeğini serer. Ancak binaya bakanlar alelacele gelir, başına dikilirler. 'Ama efendim' derler, 'orası Seyyidlere ayrıldı' Seyyid Muhammed güler. 'İyi ya' der, 'Ben de Seyyidim zaten.' Görevliler 'Hadi canım sen de' demezler belki, lâkin delil isterler. Seyyid Muhammed ellerini çaresizlikle açar, boynunu büker, 'Buraların yabancısıyım, söyleyin kim şahit olsun bana?' der.
-Peki ama, biz nasıl inanalım sana?
-Durun. Bir şahit buldum galiba.
-Kimi?
-Dedemi!
Seyyid Muhammed 'Buyrun!' der, önlerine düşer. Mescid-i Nebi'ye gelirler. Genç Seyyid kabre döner, 'Esselamü âleyküm ya ceddi!' der. Kabirden çok tatlı bir ses duyulur 'Ve âleyküm selâm ya veledi!'

İSTİKAMET ANADOLU
Seyyid Muhammed Medine'de yerleşmeye niyetlidir, ancak bir gece rüyasında Resulullah Efendimiz'le, Hazret-i Ali'yi görür. Ona, Anadolu'ya gitmesi emredilir. Üç nurdan kandili takip edecek, kandillerin söndüğü yerde yerleşecektir.

Seyyid Muhammed uyandığında kandilleri karşısında bulur. Hemen o gün hazırlanır, çıkar yola. Seyahat haftalar sürer ve bir gün kandiller söner. Uludağ eteklerinde yemyeşil bir beldededir şimdi... Bursa'da!
Yöre halkı onu keşfetmekte gecikmez. Etrafında halka olur sohbetine katılırlar. Hatta Sultan derler ona. Emir Sultan!
O günlerde Yıldırım Bayezid Macarlar'la savaşmaktadır. İki tarafta güçlü, haliyle kayıplar büyüktür. Yaralılar öylesine çoktur ki çadırlardan taşar. Üstelik cerrah sıkıntıları vardır. Ancak, revirde o güne kadar tanımadıkları bir genç peydahlanır. Görünüşe bakılırsa son derece mahir bir hekimdir. Hatta günün birinde sultanın kolundaki yarayı sarar. Kesik derindir, ama tutkalla yapıştırılmışçasına iyileşir. İzi bile kalmaz. Yıldırım Bâyezid sargıyı çözerken hayretten dilini yutar. Zira bu hanımının nişanlıyken kendisine verdiği mendilin yarısıdır. Sırrı bilmek ister. Ama esrarengiz genç yoktur ortalıkta.

Niğbolu müstahkem bir kaledir. Osmanlı ordusu büyük kayıplar vermesine rağmen tek taş sökemez. Görünen o ki, bu gidişle kaleye girmeleri ham hâyâldir. Ama Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir âzimle yürür surların üstüne. Tam ümidini yitirmek üzeredir ki, kale kapısı açılır. Osmanlı ordusunu âdeta içeri buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin ta kendisidir.

FATIMA SULTAN'IN RÜYASI
Yıldırım o yıl Edirne'de konaklar. Ailesi Bursa'dadır. Bâyezid'in Hundi Fatıma adında hâya ve takva sahibi bir kerimesi vardır. Bu kızcağız bir gece rüyasında Efendimiz'i görür. Ondan Muhammed Buhari ile evlenmesi istenir. Ama kızcağız edebinden kimseye bir şey söyleyemez. Ertesi gün Server-i Kainat yine rüyasını şereflendirir ve 'Eğer' buyururlar, 'Ahirette şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni!'

Hundi Fatıma Sultan'ın talibi çoktur. Adı büyük paşalarla, namlı beyler sıradadır. Görünüşte Emir Sultan gibi fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır. Bedeli ne olursa olsun Emir Sultan'la evlenecektir. Ama sırrını kimselere açamaz. Hem Emir Sultan'ın Efendimizin emrinden haberi var mıdır acaba?

Çok geçmez. Bir gün Emir Sultan dünür yollar saraya. Valide sultan dudak büker. Açıktan açığa 'olmaz!' demez; ama öyle demeye getirir. 'Söyleyin ona' der, 'kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!'
Emir Sultan sakindir, 'Öyleyse!' der, 'göndersin develeri!'
Mübarek, devecibaşını karanlıkta karşılar, onları hiç dolandırmadan Nilüfer çayına götürür. Su yatağındaki çakılları göstererek 'Doldurun!' der, 'Hatta kendi keselerinizi de.'
Devecilerden bazıları 'bunda bir hikmet olmalı' der, bazısı güler geçer. Hele içlerinden biri 'n'olacak bunlar' deyip aldığı çakılları geri döker.
Muhammed Buhari Hazretleri Valide Sultan'ın huzuruna çıkar. Heybeler ters yüz edilir. Zemini kıpkızıl altın kaplar. Valide sultan şaşırmanın ötesinde korkar. Şimdi diyecek tek sözü vardır: 'Nasıl istiyorsan öyle olsun!'

YILDIRIM'IN TEPKİSİ
Nikah haberi Edirne'ye ulaştığında Yıldırım çok bozulur. 'Benim kızım, benden habersiz nasıl evlenir?' der ve kızını cezalandırmak üzere Süleyman Paşa'yı Bursa'ya yollar. Valide Sultan kızına ve damadına siper olur. Dahası büyük âlim Molla Fenari araya girer, askeri ikna eder. Hatta sarılır kaleme, padişaha bir mektup yazar. Yıldırım Bayezid'in Molla Fenari hazretlerine olan hürmetini bilen Süleyman paşa boyun büker, döner geri.
Aradan aylar geçer. Bayezid Bursa'ya avdet eder. Halk yollara çıkar, sultanı karşılar. Yıldırım bir an kalabalığın içinde esrarengiz hekimi görür. Derhal atından iner. Ellerinden tutup sorar: 'Söyle yiğidim o maharet neydi öyle?' Emir Sultan hazretleri Feth suresinden bir ayet okur. 'Allah'ın kuvvet ve yardımı, biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir' Bayezid tekrar sorar: 'Ya mendilin öbür yarısı?' Emir Sultan cebinden çıkarıp uzatır. Sultan meraklıdır: -Adını bağışlar mısınız?
-Muhammed!
-Yanında Buharisi'de var mı?
-Var!
-Yoksa?
-Elinizi öpebilir miyim baba.
-Hayır. Öpülecek el seninki.
Ve kucaklaşırlar.


BURSA ULU CAMİİ
Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinde kazanılan gânimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulucami'nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız bir "Evim de evim" feryadı tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere "olmaz" der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o direnir.
Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar "mal onun değil mi" derler, "satarsa satar, satmazsa satmaz!" Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid'in aklına damadı gelir. Emir Sultan'ı bulur meseleyi anlatır. Mübarek sadece tebessüm eder. "Acele etme!" der, "Bir gecede neler değişmez?"
İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Annenin çocuğundan kaçtığı bir dehşet anıdır. Kalabalıkta korkunç bir azab endişesi vardır. O arada bir dalgalanma olur. İnsanlar âlemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz'in yanına koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana. Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecâli yoktur. Ayakları vücudunu taşıyamaz, ıstırapla yerleri tırmalar. Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar. Feryad figan ağlamaya başlar. İşte tam o sırada Emir Sultan'ı görür, "Herkes cennete gitti" der, "Ben bir başıma kaldım burada!" Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle sorar, "Kurtulmak istiyor musun?" Kadın nefes nefese cevap verir:
-Hiç istemez miyim?
-Öyleyse Sultanımızı üzme!
Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir. Üstelik önüne konulan ücreti bağışlar camiye.

ANKARA SAVAŞI
Emir Sultan, Yıldırım'ın Timur Han'la savaşmasına razı değildir. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu kardeş kavgasına mani olamaz. Çekilir bir taraflara. Hatta bu kayıtsızlığa mana veremeyen Hundi hatun sorar:
-Babamı yalnız mı bırakıyorsun?
-Bak hatun! Ne bu savaşın bir manası var, ne de babanın kazanma şansı. Eğer elinden birşey geliyorsa hiç durma, geç olmadan çevir onu.
-Niye öyle söylüyorsun. Babam mağlubiyet tatmamış bir sultandır.
-Evet Timur da mağlubiyet tatmayan bir hakandır. Sen onun kaç devleti yıktığını biliyor musun? Üstelik ülkesi daha büyük, askeri daha fazla. Dahası Maveraünnehr illeri ilimde de, sanatta da çok önümüzde.
-Sen babamın manevi zırhı değil misin?
-Peki sen Timur'u koruyucusuz mu sanıyorsun. O, zamanın kutbundan dua aldı. Ancak Hace Hazretlerinin dahi böylesi bir savaşa rızası yok.
-Ne yapmalıyız peki?
-Baban aklını örten öfkenin farkına varmadıkça ne yapabiliriz ki?
-Diyelim ki öfkesi galip geldi.
-Zor günlere hazırlansanız iyi edersiniz.
Ankara savaşında yaşanılan acı mağlubiyetin ardından Timuroğulları Bursa'yı muhasara altına alırlar. Şehir halkı zor durumdadır, hatta aç kalır. Ahali gelip Emir Sultan'ı bulur ve çok yalvarırlar. Mübarek bir kağıda birşeyler karalar, ordugâha yollar. O kağıtta ne yazılıdır bilemiyoruz, ancak hemen o gün çadırlar sökülür. Asya yollarına göç düzülür.

EMİR SULTAN KİME GÖLGE?
Ne hikmetse Anadolu halkı hep Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım Bayezid arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki bu büyük veli Bâyezid'den ziyade Çelebi Mehmed'in yanındadır. Ankara savaşının ardından Anadolu çok karışır. Şehzedelerden Musa Çelebi, İsa Çelebi'nin üzerine yürüyüp Bursa'yı ele geçirir. Süleyman Çelebi ise Edirne'yi elinde tutar. Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndürebilecek kıratta değildirler. Şehzade Mehmed iyi bir asker ve dirayetli bir liderdir. Ancak fitne çıkarmaktan çekinir. Çekilir köşesine işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. İcabında kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır. Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar'ı görür, yanında Emir Sultan Hazretleri vardır. Dedesi önce bir kılıç verir, sonra yerinde duramayan kar renkli küheylanı gösterir "Haydi!" der, "Vazife sende!" Çelebi Mehmet hâlâ mütereddittir. Emir sultan bakışları ile cesaret verir ona. "Korkma!" der, "yanında biz varız!" İşte Çelebi Mehmed bu işaret üzerine yola çıkar ve tabiri caizse Osmanlı Devletini silbaştan kurar. Tarihçilere sorarsanız Çelebi Mehmed'in başardığı iş Osman Gazi'ninkinden aşağı değildir. Emir Sultan vefatından sonra da büyük hürmet görür. Meselâ Yavuz Selim, Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler. Kabirden çok net bir ses işitilir:
-Ya Selim! Üdhulu Mısra İnşaallahü aminin. (Ey Selim. İnşallah Mısır'a emniyet içinde girersin!)
...Ve öyle de olur!

Kaynak: Huzura Doğru
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:01

EBUL VEFA HAZRETLERİ
İstanbul'un alındığı, Bizans'ın yıkıldığı yıllardır. Ama Akdeniz huzursuzdur hâlâ. Rodoslu çapulcular Bahr-ı Sefid'in çıbanıdırlar. Evet bu adada güzel üzüm yetişir ve nefis zeytin olur. Ama ada sakinleri bağla bahçeyle uğraşmaz. Ticaretten ve sanattan da uzaktırlar. İyi bildikleri tek iş vardır: 'Yol kesmek!'
O yıllarda Rodoslu haydutlar ticaret gemilerini yağmalar, sahil köylerini basarlar. Zahmetsiz kazandıklarını saza, şaraba yatırırlar. Liman kenarındaki batakhaneler eşkıya kaynar. Bu işrethanelere abone olabilmenin tek yolu vardır: Daha fazla soygun yapmak, daha fazla can yakmak.

İşte günün birinde, içinde Ebûl Vefa hazretlerininde bulunduğu hac kafilesi şakilerin saldırısına uğrar. Mübâreğin kaybedecek bir şeyi yoktur. Hepi topu üç beş ölçek hurma, birkaç testi zemzem. Ama korsanlar insan sarrafıdırlar. Müminlerin ona gösterdiği hürmeti gözden kaçırmazlar. Böylesi asil biri para etse gerekdir. Öyle ya, Osmanlı âliminin uğruna neler vermez ki?

ZİNDANI AYDINLATAN NUR

Mübârek kendisini hapise tıkan zalimlere kızmaz. 'Bunda da bir hayır olmalı' der, büker boynunu. Hatta acıma duygusu ağır basar. 'Ah!' der, 'Ah bir hakikatleri görebilseler!'.
İnsan haydut da olsa insandır. Nitekim zindancı bu büyük velinin yüzündeki şefkati yakalar, veya o şefkate yakalanır. Cezayı göze alır, zincirlerini çözer, onu aydınlık bir koğuşa taşır. Uzun kış geceleri ocak başında sohbet ederler.
Mübarek kısa sürede Rumca öğrenir, muhafızlarla dost olur. Hastalarını tedavi eder, dertlerini dinler. Bir muhabbet köprüsüdür kurar gönüllere. Şövalyeler bu iltiması görmezden gelirler, zira bu rehineden yüklüce bir fidye beklerler.
Kahramanoğlu İbrahim Bey, bir Ebûl Vefa sevdalısıdır. Mübareğin Rodoslular'ın elinde olduğunu öğrenince beyninden vurulmuşa döner. İstenen meblâğı tez günde denkleştirir, koşar adaya.

RUMLARLA KOMŞULUĞU SEÇEN VELİ

Ebûl Vefa Hazretlerinin ayrıldığı gün zindancı bir hoş olur. Bu küflü dehlize böylesi bir bilge gelmemişdir. Ve bundan böyle zor gelir. Hapiste geçirdiği günler Ebûl Vefa Hazretleri'ne çok tesir eder. İstanbul'da Rumların kesif olduğu bir semte (Vefa'ya) dergahını kurar ve bu insanlara kapılarını açar. Bıkıp usanmadan hakkı tebliğ eder. Gülene de anlatır, sövene de. Kimi dergâha râm olur, kimi aleyhinde konuşur. Mübarek güler yüzlü ve nüktedandır. En çetrefil meseleleri basite indirger ve maharetle nakşeder zihinlere.
Ebûl Vefa'nın Fatih'e karşı hususi bir sevgisi vardır. Onu bir kere bile görmez ama geceler boyu dua eder. Genç Sultan'ı güçlü tasarrufu ile kuşatır ve ona manevi zırh olur. Fatih bu himmeti iliklerine kadar hisseder. Rüyalarını nur yüzlü veli süsler. Günün birinde dayanamaz, dergahın kapısını tıkırdatır. Ancak Ebûl Vefa Hazretleri 'Hayır!' der, 'Görüşmesek daha iyi.'

Koca sultan yüzgeri giderken mübârek hıçkırmaktadır. Bir hüzündür çöker mekâna. Talebeleri muammayı çözemezler. Sıradan Rumlar'ın bile kıymet verilip, buyur edildiği bir tekkenin kapısı cihan padişahına neden açılmaz? Nitekim içlerinden biri dayanamaz. 'Bağışlayın ama efendim' der, 'Hem hünkârı üzdünüz, hem kendiniz üzüldünüz. Bunun bir hikmeti olsa gerek?'
Mübârek 'Doğru söylüyorsun.' der, 'Ama aramızdaki muhabbet vazifelerimizi unutturacak kadar fazla. Eğer o, sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz, sultanlık çelik çomak oyunu gibi basit gelir gözüne. Korkarım tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır.' (Hatırlayacaksınız Fatih'in dervişliğe olan meylini ilk keşfeden ve yüz vermeyen Akşemseddin'dir.)

ASIRLAR SONRA

Ebûl Vefa Hazretleri bulunduğu semtte çok sevilir. Mahalle halkı mübareğin naaşına sahip çıkar, dahası güzel bir camiyle adını yaşatırlar. İşte bu gün bile Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasında kalan muhit onun adıyla tanınır. Esnaf ona Fatiha okumadan dükkan açmaz, çocuklar okul yolunda bir lahza durur, mırıl mırıl dua okurlar.

İnsanın 'şu işe bakın!' diyesi geliyor, koca koca imparatorlar silinip gidiyor, Allah dostları hatırlanıyor daima.

Kaynak: Huzura Doğru


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:01

EBABİL KUŞLARIHabeşistan Krallığı'nın Yemen valisi olan Ebrehe, milâdî 570 yıllarında San'a şehrinde, 'Kulleys' adı verilen muhteşem bir kilise yaptırmıştı. Maksadı, Kâbe ziyaretine rağbet gösteren Arapların ziyaretlerini oraya çevirmekti. Bu duruma tepki gösteren bir adam da, gecenin birinde Kulleys'e girip içine pislemişti. Bu hakarete çok öfkelenen ve koyu bir hıristiyan olan Ebrehe, gidip Kâbe'yi yıkmaya karar verdi. Topladığı onbinlerce asker (altmış bin olduğu söylenir), Mahmud adlı büyük bir fil ve daha başka fillerle Mekke'ye doğru yola çıktı. Önüne çıkan bazı kuvvetleri de mağlup ederek ilerledi. Taif şehrine gelince askerlerin bir kısmını Mekke'ye gönderdi. Onlar da Peygamber s.a.v.'in dedesi ve Kureyş'in reisi Abdülmuttalib'in ikiyüzü aşkın devesiyle ahalinin hayvanlarını sürüp götürdüler.

Bu olayın peşinden Abdülmuttalib, gidip Ebrehe'yle görüştü, develerinin geri verilmesini istedi. Ebrehe dedi ki:

- Benden develerin istiyorsun da, Kâbe'den hiç söz etmiyorsun. Halbuki ben onu yıkmaya geldim.

- Ben develerin sahibiyim. Kâbenin de onu koruyacak sahibi vardır!

Bu görüşme sonunda develer geri verildi. Mekke halkı bu güçlü orduyla savaşamayacağı için, anlaşma gereği dağlara çekilip neticeyi beklemeye başladı.

Ebrehe ordusu büyük fili önden sürerek Mekke sınırına dayandı. Kâbe'yi halatla bağlayıp fillerle çekerek yıkmak istiyorlardı. Bu sırada Ebrehe'nin yol kılavuzlarından Nüfeyl b. Habib, koca filin kulağından tutarak şöyle bir şey söyledi, sonra da koşarak dağa çıktı:

- Ey Mahmud çök! Sakın ileri gitme, sağ salim geriye dön!

Mekke'ye girişte büyük fil direndi, zorlanınca yere yattı. Onu bir türlü Kâbe cihetine yürütemediler. O anda sürü halinde ebabil kuşları ortaya çıktı. Her birinin ağzında ve ayaklarında nohut gibi birer taş vardı. Bu taşları ordu üzerine mermi gibi boşalttılar. Kime rastlarsa delip geçiyordu. Askerlerin çoğu öldü; 'Fil Ordusu' dağılarak Yemen'e döndü. Ebrehe de dönüşte öldü. Kâbe ise olduğu gibi kaldı. Kur'an'da Fil Suresi bu olayı anlatır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:03

DUL KADIN VE YAHUDİNİN İMANI
Bir bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacının dükkanına girerek, Allah rızası için yardım istedi. Hacı fakir kadına yardım etmediği gibi:

- Bıktım sizden nedir bu iş.. Ben sizin için mi çalışıyorum. Defol şurdan, diyerek kovdu.

Hacıdan hiç ummadığı bir şekilde cevap alarak kapı dışarı edilen kadıncağız, melül- mahzun oradan ayrılıp giderken, hacının karşısında, aynı mağazadan bir dükkanın sahibi olan yahudi, o fakirin ızdırabını anladı .

- Nedir hanım, hacı size niçin bağırdı?, diye sordu.

İmanlı ve şuurlu bir kadın olan fakirceğiz, Yahudiye hacıyı şikayet etmek yerine :

- O benim büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyur ey kefere! diye cevap verdi.

Fakat Yahudi durumu anlamıştı. Kadını ısrarla dükkana çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu hatta hacınınkinden daha iyisini kendisinden alabileceğini söyleyerek dükkanına getirdi. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudinin dükkanından beğendikleri elbiseyi giydiler, kuşandılar ve kadın Yahudiye :

- Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, giblerden dua etti, yanındaki masum çocuk da, anasının duasına amin, dedi. Şen şakarak oradan ayrılıp gittiler.

Dul ve yetimi dükkanından kovan hacı, o gece bir rüya gördü. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendis cennete girmişti. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Baktı ki, köşkün kapısında kendisnin ismi yazılı idi. < diyerek köşkün kapısından içeri girmek istedi. Fakat kapıda bekçi olarak bekleyen melekler hacıyı içeri almadılar.

- Giremezsin hacı, dur bakalım nereye gidiyorsun? dediler.

Hacı durdu :

- Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sordu.

Melekler cevap verdiler :

- Düne kadar senindi ama, maalesef dün sizden başkasına devredildi. Daha henüz kapısının üzerrindeki tabelâ da sçkülmemiş, yakında sökerler, dediler.

Hacı neye uğradığını anlayamadı. O telaş ve heyecan içinde uyandı ki, yatakta yatıyor : < dedi.

Sabah olunca doğru yahudi Avram efendinin dükkanına gitti. Selam, hoş - beşten sonra:

- Avram efendi, dünkü dul kadına sen kaç liralık elbise verdiysenonların parasını sana ben vereceğim, dedi.

Yahudi bir altın değerinde elbise verdiğni söyledi.

Hacı :

- Madem o kadarmış al sana onun iki misli, dedi.

Fakat Avram olmaz, dedi. Hacı değerini yükseltti, hacı yükselttikçe yahudi olmaz diyor, yahudi kabul etmedikçe hacı vermek istediği parayı artırıyordu. Hacı yüz altın, ikiyüz altın vermeğe başladı ama, artık Avram'ın da sabrı taşmıştı.

- Olmaz hacı olmaz, o köşk yüz altınla bin altınla satın alınmaz... O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve işte müslüman oldum. o köşk düne kadar senindi, sen daha evvel yaptığın hayır - hasenatla o kçşkü yaptırmıştın ama, dün bana sattın. Ben onu tekrar sana satmaya niyetli değilim. Sen artık bundan sonra kapına geleni boş çevirmede, Cennette kendine başka saraylar yaptır. Allah'ın mülkü geniştri, dedi.

Yahudiden de bu cevabı alan hacı, bir daha kapısına geleni boş çevirmeyceğine dair kendi kendine söz vererek oradan ayrılığ gitti. Ama köş de elden gitti. Allah yardımcısı olsun.


Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İ.Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:03

DÜŞÜNEN SAHİP OLDUĞUNUN FARKINA VARIR
İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!.. Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:

– Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?

Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:

– Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:

– Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum.

Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:

– Ver şu elini öyle ise! diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper.

Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:

– Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin? der. İsa Peygamber:

– Belli olmuyor mu? deyince:

– Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der. Tebessüm eden Hz. İsa:

– Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar.

Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:

– Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:

– Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?

Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler. Ama Allahın Nebisi işaret eder:

– Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün!..

Derler ki:

– Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.

– Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün.

Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi’si:

– Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!

Kaynak: Yeni aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:04

DUA İÇİN RİCA
Bir şahıs, heyecan ve ıstırapla, İmam Sadık (a.s)ın huzuruna gelerek:
- Ne olursunuz efendim, Allah'a bana daha fazla rızık vermesi için dua da bulunun, çünkü çok yoksulum, dedi.
İmam:
-Hayır, asla dua edemem buyurdu.
-Niçin edemezsiniz efendim?
-Zira Allah bu iş için bir yol tayin etmiştir; rızk peşinden koşun ve onu elde edin diye de emir buyurmuştur. Halbuki sen evinde oturup, dua etmek suretiyle, rızkın senin peşinden gelmesini istiyorsun.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:04

DUA AYNI DUA AMA OKUYAN AĞIZ
Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruh) hazretlerinden:

'Fakirin biri, bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz. Ali (r.a.)'ye gelir, ihtiyaçlarını arz eder:

' Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der.

Hz. Ali (r.a.) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar. Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş...

' Al, der fakire. İhtiyacını karşıla!

Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur:

' Allah aşkına söyle yâ Emîre'l-mü'minîn! Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der. Hz. Ali (r.a.) anlatır:

' Kur'ân-ı Kerîm, Fâtiha sûresine gizlenmiştir. Bende Kur'an-ı Kerîm'i okudum, yani Fâtiha sûresini okudum bu kumlara...

Bunu öğrenen fakir durur mu? O da bir avuç kum alır ve başlar okumaya. Okur, okur, okur... Ama kumlarda bir değişiklik yoktur. Altın filan olmuyor, aynen duruyor.tekrar gelir ve İmam Ali kerremallâhü vechehû hazretlerine:

' Ben de okudum, ama birşey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der. Emîrü'l- Mü'mînin Hz. Ali (r.a.) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir:

' Ne yapayım, der. Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir! Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir!..

İşte bütün mesele buradadır. Okuyanın ihlâsında ve teveccühünde... Aynı duâ; aynı îman, aynı İhlâs ve aynı teveccühle okunacak ki, aynı netice elde edilebilsin. Yoksa kumu altın yapmak gibi bir iksire sahip olabilmek mümkün olmaz

Alıntı: Fazilet Takvimi 1997
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:05

DÖRT DİRHEMLİK GÖMLEK
Ashab-ı Kiram'dam Ebu'd-Derda r.a. Hazretleri anlatıyor:

Günün birinde bir gömlek almak için çarşıya çıkmıştı. Yolda Ebu Zerr r.a. Hazretleri onunla karşılaştı, nereye gittiğini sordu. Ebu'd Derda r.a. dedi ki:

- On dirheme bir gömlek satın almak istiyorum. Ebu Zerr r.a. ise:

- Dikkat edin! Ebu'd-Derda müsriflerdendir! diye seslenmeye başladı. Ebu'd-Derda r.a. gizlemek istediyse de bunu yapamadı ve dedi ki:

- Ebu Zerr, böyle yapma! Benimle gel de beni sen giyindir.

Birlikte çarşıya gittiler. Ebu Zerr, Ebu'd-Derda'ya onun parasından dört dirheme bir gömlek alıverdi.

Ebu'd-Derda r.a. diyor ki:

Dönüp gelirken, avret yerlerini bile kapatmaktan uzak, çıplak bir adama rastladım. Onu örtüsüne dikkat etmesi için uyardım. O ise örtünecek elbisesi olmadığın söyledi. Ben de aldığım giysiyi ona verdim. Çarşıya dönüp dört dirheme bir gömlek daha aldım.

Evime dönerken, bu kez de yolda ağlayan bir hizmetçi kadın gördüm. Ona niçin ağladığını sordum. Şunu söyledi:

- Yağ konan kabım kırıldı. Aileme dönmek için de geç kaldım.

O kadınla birlikte çarşıya gittim. Bir dirheme ona bir kap yağ alıverdim. Bu defa kadıncağız dedi ki:

- Ey efendi, bana yapacağın iyiliği yaptın. Aileme kadar da benimle geliver. Çünkü ben eve geç kaldım. Beni dövmelerinden korkuyorum. Benimle gelirsen, belki bana dokunmazlar.

Onunla beraber efendisine gittim ve ona dedim ki:

- Hizmetçiniz geç kalmış da onu dövmenizden endişe etmiş. Bunun için benimle birlikte size gelmemi istedi, onun için buradayım.

- Madem seninle gelmiştir, dedi adam; artık o Allah için hür ve serbesttir!

Bunu görünce kendi kendime dedim ki:

- Ebu Zerr benden doğrusunu yaptı. Toplam on dirheme bana bir gömlek alıverdi, bir fakire de bir gömlek giydirdi, bir köleyi de hürriyetine kavuşturdu
DÖRT DİRHEMLİK GÖMLEK




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:06

Zalim bir vali vardı. Bu vali bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri'ni yakalatmak istedi. O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri'nin kulübesine gelip saklandı. Valinin adamları geldi ve hışımla:
- Hasan Basri'yi (r.a.) gördün mü? diye sordular.
O gayet sakin:
- Evet, dedi.
- Nerede?
- İşte şu kulübemde...
Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri'ni bulamadılar. Dışarı çıkınca tehdit edip:
- Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler.
- Ben yalan söylemedim, dedi. Siz göremedinizse, benim suçum ne?
Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar. Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri:
- Ey Habib! Biliyorum ki Rabb'im senin hürmetine beni onlara göstermedi. Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi.
Hazreti Habib mahcub bir şekilde:
- Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir. Çünkü bilirsiniz ki, Doğruların yardımcısı Allah'tır. Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi.

Tevil yapmaya, bir zalimin elinden bir mazlumu kurtarmak için, yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir.

KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 149-150



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:07

DİRİLEN ÖLÜ
Enes bin Mâlik (R.A.) anlatıyor: 'Gözleri görmeyen yaşlı bir hanımın Saib adında bir genç oğlu vardı. Daha hayatının baharında olan bu delikanlı Medine vebasına yakalanmıştı. Uzun zaman hasta yattı. Bir gün delikanlının ziyaretine gittik. Fakat maalesef biz orada iken delikanlı ruhunu teslim etti. Bizde gözlerini kapadık ve üzerine elbisesini örttük. İçimizden biri annesine:

- Onun için Allah'a dua et. dedi. Annesi:

- Ama o öldü. dedi. Biz:

- Olsun sen yine de dua et. dedik. Bunun üzerine kadın çocuğun ayak ucuna oturdu, ayaklarını tuttu ve:

- Allahım, ben isteyerek sana iman ettim. Senden korktuğum için, putları bıraktım. Arzumla sırf senin için hicret ettim. Allahım, puta tapanları bana güldürme, gücümün yetmeyeceği bu yükü bana yükleme.' diye dua etti.

Alah'a yemin ederim ki, kadın sözünü bitirir bitirmez, çocuk ayaklarını kımıldatmaya başladı. Sonra da yüzünden örtüyü attı. Rasulullah (A.S.) ve annesi vefat edinceye kadar da yaşadı.'

Mustafa Bahadıroğlu Semerkand Dergisi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:07

DEVLET HAZİNESİ
Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Bir gece. Makamında. Ashabtan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul. Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır.
İş biter. Ömer mumu söndürür. Bir başka mumu yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar.
Sahabe sorar:
- Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın?
Hazreti Ömer (r.a.):
- Evvelki mum devletin hazinesinden alınmışdı.O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım. Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder:
-Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:08

DERVİŞ İLE TİLKİ
Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. 'Nasıl yaşar bu hayvan, ne yer ne içer?' diyerek, Allah'ın lütfuna hayran oldu.

Derken bir arslan çıkageldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu.

Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören Derviş, kendi kendine: 'Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah, benimkini neden göndermesin?' diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü.

Düşündüğü gibi de yaptı: 'Rızkım Allah'ın görünmeyen hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor.' diyerek beklemeye başladı.

Bekledi, bekledi... Ne gelen ne giden... Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi, bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken, bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu:

'Ey tembel adam!' diyordu ses, 'kendini ayaksız bir tilkiye benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı arslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil, artık bırakmaktır.

Gücüyle arslan gibi olan, başkasından yiyecek bekler mi? Haydi kalk! Kolları sıva. Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye, hem muhtaçlara yedir.'

Ey genç insan!

'Elimi tutun' diyerek başkasına el uzatma!

Çalışmayan insanın kafasında beyin yoktur. Onların başları kuru bir deriden ibarettir.

Allah'ın kullarına iyilikte bulunan, iki cihanda da iyilik görür.
Yaşlıya yoksula yardım elini uzat!
Allah, başkasının mutluluğu için çalışanın yardımcısıdır.
Şeyh Sadi-i Şirazi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:08

DELİNEN KIRBALAR
Ebûl Vefa hazretlerinin küçük ama çok sevimli bir oğlu vardır. Çocuk iyidir hoşdur da bir ara sakalara takar. Mahalle sucusunun yolunu bekler, çuvaldız ile kırbaları deler. Kimbilir, belki de fıskiye gibi akan sular hoşuna gider. Aslında saka şaka götüren biri değildir. Bunu yapan bir başka çocuk olsa, çoktan ensesine yemiştir şamarı. Zira delinen kırba dikilemez, ancak boğumlanarak bağlanır ki, koca kırba gitti demektir yarı yarıya.
Saka bir sabreder, iki sabreder, bakar olmuyor, tutar eteğini, çıkar huzura. 'Affınıza sığınıyorum ama' der, 'Vaziyet böyleyken böyle!'

Ebûl Vefa hazretleri çok şaşırır. Kırbaların parasını fazlasıyla öder. Sucudan ağlaya, yalvara helallik diler. Saka bir hoş olur. 'Keşke eşiğine sultanların baş koyduğu veliyi üzmeseydim' der. Pişman, mahçup dergâhı terkeder.
Ebûl Vefa hazretleri çocuğa hiçbir şey demez. Hemen hanımını bulur. 'Aman hatun, iyi düşün'der, 'biz bir hata yaptık ama nerede?'

O gün tırnaklarını saçlarına geçirir, adeta beyinlerini kanatırlar. Uykuyu dağıtırlar. Hanımı sabaha karşı 'Tamam!' der, 'Galiba buldum!'
-Anlat hele?
-Çocuğumuza hamileydim. Kız kardeşim bir yere uğrayacak olmalıydı sepetini bırakmıştı bize. Zerzavat arasından bir limon parladı. Canım nasıl çekti anlatamam. Kardeşimi biliyorsun. Bir şey istemiye gör, canını verir. Limonun lâfını etsem, mutlaka bize bırakacak, kendi limonsuz dönecekti evine. Aklıma başka bir yol geldi. Limonu iğneyle deldim, bir damla emdim. Nefsimi körlettim. Ama unuttum gitti. Hata bende, limonunu deldiğimi söylemeliydim ona.
-Aman kalk bacına gidelim.
-Bu saatte mi?
-Evet bu saatte!
-Ne diyeceğiz?
-Helallik dileyeceğiz.

Sonrasını tahmin ediyorsunuzdur. Çocuk bu huyu kendiliğinden bırakır, dost olur sakaya.


Kaynak:Huzura Doğru


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:09

Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi.
Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yep yeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu.
Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve ?Ben işimi tam görüyorum? diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi:
-Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.
-Niye ki? diye sordu sucu.
-Neden utanıyorsun?
-İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun.


Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi:
-Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen.
Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü ve bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi:
-Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını farketmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. İki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası böylesine güzelleşti.
İlham Öyküleri - Murat Çiftkaya

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:09

Fatih dersiamlarından biri, münasebeti olmayan bir müeseseye, münasip olmadığı halde ders verdiği için, ariflerden "Deli Hafız" namıyla maruf bir zat, kendisine, yaptığı işin ihanet olduğunu, emaneti ehlinin gayriye verildiğini ihtar edersede hoca kabul etmez ve biraz kırılır.

Ertesi sabah erken, hocanın kapısını çalan hafız, pencereden kendisine bakan ve özür dileyecek zanneden sözde alim kişiye şöyle der:
-Dün size söylemeye unutmuştum; onun için geldim. Bugün sana, sade bu deli Hafız kafir, diyor. Bundan elli-altmış sene sonra herkes kafir diyecek" der ve döner.

Emaneti ehline vermeli...

Hatıratım, Ali Erol
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:12

Dağ başına mı, şehir içine mi?..

İki kardeştiler. Biri köyde çobanlık yapmayı tercih ederek diyordu ki: Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. İyisi mi, ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım.
Diğeri ise şehre gitti. Bir mahallede küçük bir tamir kulübesi açıp başladı ayakkabı tamirine.
Çoban dağda koyunları, keçileri otlatıyor, hiçbir namazını kaçırmıyor, hiçbir şekilde de nâmahreme nazar etmiyordu. Bütün gün ormanın sessizliği içinde zikirle, fikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu.
Bu sebeple de manen bir hayli ilerledi, kerametlere mazhar oldu.
Düşünüyordu ki, kardeşi şehirde bir sürü günah ve nâmahreme nazar ile manen sukût ediyor...
Bir ara ona acıyarak ziyaretinde bulunmayı düşündü. Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağıp bir bez torbaya doldurarak ağzını bağlayıp şehrin yolunu tuttu.
Sora sora bir mahalledeki eskici kulübesinde kardeşini buldu.
Torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak hal hatır sormaya başladı. Bu sırada bir hanım geldi, ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. Kardeşi baktı. Tamir edebileceğini söyledi. Hanım çıplak ayakla beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihnindeki temizlik de gitmeye yöneldi. İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. Meğer o anda torbadaki süt de damlamaya başlamış.
Eskici kardeş şöyle bir baktı ve söylendi:
- İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte. Anladın mı şimdi farkı?
Çoban başını sallayarak cevap verdi:
- Sen haklısın şehirli kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar. Bunun için düşüş var sende.
Eskici cevap verdi:
- Nereden bildin bende düşüş olduğunu?
- Baksana, bir anda düştüm senin yanında. Sen ise her gün bunlarla yüz yüze, göz gözesin. Düşmemen mümkün mü?
Eskici cevap verdi:
- İşte ben de onu söylüyorum sana. Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. Rabb'ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşaallah.
Çoban buna itiraz etti.
- Beni bir anda makamımdan düşüren manzara seni her gün neden düşürmesin? Sen çoktan düşmüşsün de haberin bile yok.
Eskici buna bir cevap vermek istiyordu. Bunun için şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Bir de baktılar ki, şıp şıp diye akan süt anında kesildi.
Birbirlerine bakıştılar. Bir anlık sessizliği yine çobanın feryadı bozdu. Kucakladığı kardeşine şöyle diyordu:
- Sen haklıymışsın şehirli kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş.
Siz ne dersiniz bu olaya? Dağ başına mı gitmeli, yoksa şehir içinde mi muhafaza olmalı?
Ahmed Şahin
Zaman Gazetesi




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:13

CİMRİLİĞİN BU KADARINA PES
Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek:
- Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi.
Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona:
- Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam:
- Olmaz dedi. Allah Resûlü:
- Öyle ise bana hediye et onları, dedi. Adam bu teklife de:
- Olmaz dedi. Allah Resûlü son bir teklifte bulundu:
- Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de:
- Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı:
- Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, (bu güne kadar) senden daha cimrî bir kimseyi görmedim.

Alıntı: Fazilet Takvimi 1997



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:13

CENNET KOMŞUSU
Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemisti.
Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu.
Yolu bir mescide düştü.
İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu.
Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu.
Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu:
- Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım.
Öteki merakla sordu:
- Onu niçin cennete sokmayacakmışsın?
- Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi.
Gülüstüler.
Padisah kölesine:
- Bu mescidi ve adamları unutma! dedi.
Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı. İki fakiri alıp saraya getirdiler.
Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler.
- Burada yeyip, içip yatacak, padişahımıza dua edeceksiniz. Cennette size komşu olmasına karşı çıkmıyacaksınız, dediler.
Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi? Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:
"Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır."



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:14

CEHALETİN TEK İLACI SORMAK
Câbir radıyallahü anh anlatıyor: Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık. İçimizden birinin başına taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına:
- Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.
Arkadaşları da:
- Hayır, su mevcut oldukça teyemmüme ruhsat yoktur, diye cevap verdiler. Bunun üzerine o şahıs gusül abdesti aldı ve açık vaziyetteki yaradan içeriye giren suyun tesiri ile vefat etti. Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldiğimiz zaman, kendisine hadiseyi naklettiler.
Bunun üzerine Resûlüllah aleyhisselâm:
- Adamı öldürmüşler, Allah onları öldürsün, buyurdu.
Ve «Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cehaletin ilâcı sormaktır, o adama teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun diğer yerlerini de yıkardı» diye ilâve etti (Ebû Davud)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:15

CAFERİ SADIK İLE RAFİZİ
Kûfede bir râfizî var idi. Adı Abdülmecîd bin Abdülgaffâr idi. Ca'fer-i Sâdık 'kuddîse sirrûh' hazretlerinin hûzuruna vardı ve. aralarında şu konuşma geçti
- Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın torunu. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinden sonra en üstün olan kimdir?
- Ebû Bekr-i Sıddîkdır 'r.a'.
- Böyle olduğunu nereden biliyorsun.
- Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri ona, Resûlullahdan sonra, ikinci buyurdu. Üçüncüleri Allahü teâlâ olan iki kişiden, ikincisi olmak kadar şeref olamaz
- Hazret-i Alî 'radıyallahü teâlâ anh', Resûlullah 's.a.v.' hazretlerinin döşeğinde, kâfirlerden korkmadan yatmadı mı?
- Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretleri ile mağaraya girmedi mi?
- Eğer korkmasa idi, girmezdi. Allahü teâlâ Resûlullaha haber verdi ki, Ebû Bekre korkma, dedi.
- Onun korkusu, ondan idi ki, kâfirler onların nerede olduğu hakkında bir haber duyup, gelirler. Resûl-i ekremi üzerler. Görmezmisiniz Ebû Bekr-i Sıddîk, kendi ayağını, mağarada bir deliğe koydu. Hattâ yılan onu kaç def'a ısırdı. O acıya katlandı. Ayağını kaldırmadı. Resûlullahı uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehrlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi.
- Mâide sûresinde, (Rükû'da iken sadaka verirler) meâlindeki 58.âyet-i kerîme ile medh olunan Alîdir.
- Bu âyetden önce, bir âyet-i kerîme vardır ki tahsîs rakamı ondan ziyâdedir. O Sıddîk şânındadır. (Allahü teâlâ, mürtedler ile cihâd eden bir kavm getirir. Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin, öbür âleme göçmelerinden sonra, arablar, dedi ki, biz nemâz kılarız. Ammâ zekât vermeyiz. Ebû Bekr 'r.a.' buyurdu ki, Resûlullah hazretlerine edâ etdikleri zekât malından bir deve dizinin bağını vermeseler ve ondan eksik verseler, ben onlar ile toprak ve kum sayısınca olsalar da muhârebe ederim.
- Yâ Ca'fer. Hazret-i Alînin şânı için, meâl-i şerîfi, (Mallarını, gece-gündüz, gizli ve gözönünde verenler) olan Bekara sûresinin 274.âyeti gelmemiş mi?
- (Sûre-i Velleyl), Ebû Bekr-i Sıddîkın şânında nâzil olmuşdur. Şânını çok yükseltmekdedir. Zîrâ Ebû Bekr-i Sıddîk kırkbin altın verdi. Kendisine bırakmadı. Bir kilime sarındı. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, Allahü teâlâ buyurdu ki, ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır? Ebû Bekr-i Sıddîk, ben Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım, dedi.
- Meâli şerîfi (Hâcılara su vermeği ve Mescid-i Harâmı binâ etmeği, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz. Hâyır, böyle değildir) olan Tevbe sûresinin 20.âyet-i kerîmesi hazret-i Alînin şânını bildirmek için nâzil olmadı mı?
- Meâl-i şerîfi (Mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd eden bir değildir. Önce olanın derecesi dahâ yüksekdir) olan Hadîd sûresinin 10.âyet-i kerîmesi ile Ebû Bekr-i Sıddîk medh olunuyor. Ebû Bekrin muhârebe etmesi önce idi ki, Ebû Cehl, Resûlullah hazretlerine vurmak istedi. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ebû Cehle mâni' oldu.
- Alî, hiç kâfir olmadı.
- Öyledir, lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hiç kimsenin, îmânını, Ebû Bekrin îmânı gibi medh etmedi. Meâl-i şerîfi (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır. Onlara Cennetde sonsuz ni'metler vardır) olan Tevbe sûresi 31. âyetinde ve meâl-i şerîfi (Doğru haber ile gelen ve Ona inanan için Cennetde istedikleri herşey vardır) olan Zümer sûresi 33. âyetinde, Allahü teâlâ, Ebû Bekr-i Sıddîkın 'radıyallahü teâlâ anh' îmânını medh etmekdedir. Her ne vakt ki, Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' vahy ile bir haber verse idi, kureyş, yalan söylüyorsun derdi. Ebû Bekr-i Sıddîk hemen yetişip, doğru söylüyorsun yâ Resûlallah, derdi.
- Meâl-i şerîfi (Uhud gazâsında, şeytâna uyup, dağılanlar) olan İmrân sûresi 155.âyetinde, Allahü teâlâ şikâyet etmiyor mu?
- Âyet-i kerîmenin sonunu oku. Meâlen (Onların bu kusûrlarını afv etdim) buyuruyor.
- Hazret-i Alînin dostluğu farzdır. Kur'ân-ı azîmüşşânda, Şûrâ sûresinde, 23.âyetinde meâlen (Size islâmiyyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz) buyuruldu ki, bunlar, Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyindir.
- Ebû Bekre 'radıyallahü teâlâ anh' düâ etmek ve Onu sevmek farzdır. Allahü teâlâ, Haşr sûresinde 10.âyetinde meâlen (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü'minler, yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi afv et derler) buyuruyor. Hüseynî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen mü'minlerden olmaz. Bu düâdan mahrûm olur).
- Resûlullah 's.a.v.' (Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları dahâ üstündür) buyurmadı mı?
- Ebû Bekr-i Sıddîk hakkında bundan iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkırdan işitdim. Ceddim İmâm-ı Alî 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdu ki, Resûlullahın 's.a.v.' huzûrunda idim. Başka kimse yok idi. Ebû Bekr ile Ömer 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' geldi. Server-i âlem ve Seyyid-i veledi âdem 's.a.v.': (Yâ Alî! Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennet erkeklerinin en üstünüdür.)
- Yâ Ca'fer! Âişe mi üstündür. Fâtıma mı üstündür?
- Âişe 'r.a.' Resûlullah hazretlerinin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Fâtıma 'r.a.' hazret-i Alînin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Allahü teâlâ hazretlerinin gadabı ve la'neti o râfizî ve mübtedi' üzerine olsun ki, Resûlullah 's.a.v.' hazretlerinin, mü'minlerin annesi olan ezvâc-ı tâhirâtına 'rıdvânullahi teâlâ aleyhinnâ ecma'în' ta'n eyler.
- Âişe Alî ile muhârebe etdi. Cennete girer mi?
- Allahü teâlâ Ahzâb sûresi, 53.ayetinde meâlen; (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhdır.) buyuruyor. Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, Resûlullah 's.a.v.' vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır.
- Ebû Bekrin hilâfetini, Kur'ân-ı azîmüşşânda bana göstermeğe kâdir misin?
- Gösteririm. Hem Kur'ân-ı kerîmde, hem Tevrâtda ve hem de İncîlde gösterebilirim. Kur'ân-ı kerîmde olan şudur: En'âm sûresi 165.âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ sizi yeryüzünde halîfe yapdı) buyuruldu. Nûr sûresi 55.âyetinde meâlen; (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yeryüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum. İsrâîloğullarını halîfe yapdığım gibi, sizi de birbiriniz ardı-sıra halîfe yapacağım) buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i kerîme gaybdan haber verip, Kur'ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğunu ve dört halîfesinin 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' meşrû; haklı olduğunu göstermekdedir.
Tevrâtda ve İncîlde, Feth sûresinin son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler ve her zemân kâfirlere düşmân olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde ve Ebû Bekrin şerefine işâret edilmekdedir. Bu âyetin sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve İncîlde bildirildi) buyuruyor. Babam, ceddim Alî bin Ebî Tâlibden 'r.a.' ve onun da Resûlullah hazretlerinden bildirdiği hadîs-i şerîfde,
(Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir. Kıyâmetde mezârdan önce kalkarım. Allahü teâlâ dört halîfeni çağır, buyurur. Onlar kimdir, yâ Rabbî, derim. Ebû Bekrdir, buyurur. Yer yarılıp, herkesden önce Ebû Bekr mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar) buyuruldu. Peygamberimiz 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdu: Ben yer şak olup, dışarı gelenlerin evveli olurum. Allahü teâlâ bana kerâmetlerden verir. O nesne ki benden önce Nebîlerin bir ferdine vermemişdir. Sonra Allahü teâlâ buyurur. Yâ Muhammed, yakın getir o halîfeleri ki, senden sonra geldiler. Ben dedim, onlar kimlerdir. Buyurur, Ebû Bekr-i Sıddîk. Benden sonra yer şak olup, Ebû Bekr kabrden dışarı gelenlerin evveli olur. İki hulle giydirirler. Tâ gelip, Arş önünde durur. Ve hesâbın az görürler. Ve arş önünde ayak üzerine dururlar. Ondan bir münâdî seslenir; Ömer bin Hattâb 'radıyallahü teâlâ anh' nerededir. Onu getirirler. Cerâhetden kan revân olduğu hâlde gelir. Diye ki, yâ Ömer, bunu sana kim etmişdir. Mugîre bin Şûbenin kölesi yapmışdır, der. Ona da buyururlar. Arş önünde durur. Hesâbını görürler. İki yeşil hulle giydirirler. Sonra Osmân 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerini getirirler. Damarlarından kan revân olduğu hâlde gelir. Derler ki, bunu sana kim yapdı. Der ki, filân yapdı. Arş önünde durmasını buyururlar. Hesâbı da kolay olur. İki yeşil hulle giydirirler.
- Yâ Ca'fer, bunlar Kur'ân-ı azîmde var mıdır.
- Evet, okumadın mı, Allahü teâlâ onlardan haber verdi. (Peygamberler ve bunların şâhidleri, hesâb için getirilir!) buyuruldu. [Zümer sûresi 69.cu âyet-i kerîmesi meâli]. Yâhud şehîdleri getirilir, denildi. Ya'nî Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alîyi 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' getirirler.
- Yâ Ca'fer! Bu zemâna kadar ben onları sevmiyor idim. Şimdi pişmân oldum. Eğer tevbe edersem, Allahü teâlâ kabûl edermi?
Ca'fer-i Sâdık 'kuddise sirrehül'azîz' buyurdu ki,
Çabuk tevbe et ki, se'âdetin alâmeti olsun. Eğer, Allahü teâlâ korusun, o i'tikâd üzere dünyâdan gitmiş olsaydın, senin dînin boşa giderdi.

Kaynak:
Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 4 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:15

CEBRAİL (a.s)IN HOCASI
Birgün Server-i Enbiyâ 's.a.v.' mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî 'r.a.' içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân 'r.a.' gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr 'r.a.' gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular.
Buyurdular ki:
- Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta'zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta'zîm etdiniz, diye sordum.
Dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta'zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum,
- Neden dolayı hocandır.
Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:
- Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı.
Bana dedi ki,
- Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel'ûn oldu ve ben de ebedî se'âdete kavuşdum. Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.

Kaynak:
Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)
Sayfa başına dön 
4 sayfadaki 6 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
 Similar topics
-
» İbretlik Hikaye
» Kozmetik Olaylar....
» yahudi kızın ibretlik dersi
» Ali İmran 100.Ayetten Alacağımız İbretlik Dersler.
» Evlilikte bazı tüyolar

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net :: Dinimiz İslamiyet :: İslamiyet, Dini Konular-
Buraya geçin: