UlkuGulu.Hareket-Forum.Net ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz |
|
| BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:33 | |
| İBRETLİK BİR OLAY Cevremdeki insanlar yaptigim zulumden dolayi benden uzaktilar.. Dediki: Günlerden bir gün Evlenmeyi arzuladım ve bir çocuk sahibi olmayı.. Evlendim ve bir çocuğum oldu..Adını Fatma koydum..Onu çok sevdim..Ve Fatma büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü..Kalbimdeki isyanda azaldı onunla.. Elimde içki kadehi vardı onu içme isteğiyle doldurmuştum Fatma onu devirdi..daha yaşı iki bile değildi.. Sanki ona bunu yaptıran Allah tı! O büyüdükçe kalbimdeki imanda onunla büyüdü..Allah a yaklaştığım her bir adımda içinde olduğum maasilerden(isyanlardan) uzaklaştım biraz biraz.. Ta ki Fatma 3 yaşına basana kadar.. 3 Yaşını bitirdiğinde Fatma öldü!!
Ve Malik İbn-u Dinar devam ediyor anlatmaya: Kızım Fatma ölünce durumum vaziyetim eskisinden dahada kötü oldu.. Ve bende çevremdeki müslümanlarda olan ve beni bu büyük üzüntüye karşı dayanmamı sağlayacak sabır yoktu..
Her şey çok kötüye gidiyordu..Şeytan durmadan benimle oynuyordu..Ta ki o gün geldi ve Şeytan bana dediki:
"Bugün öyle bi sarhoş olacaksınki daha önce hiç böyle sarhoş olmadın!!" Ve ben o gece içmeye ve sarhoş olmaya azmetmiştim..Gece boyu içtim..içtim.. içtimm!!
Öyle bir duruma gelmiştimki rüyalar beni birbirine atıyordu..Taki o rüyayı görene kadar:
Rüyamda kıyamet günündeydim! günes kararmış,denizler ateşe çevrilmiş, Depremler oluyordu durmadan..
İnsanların hepsi kıyamet günündeydi..İnsanlar zümre zümre..grup gruptu..ve ben o insanların arasındaydım.. Sesler duyuyordum birisi sesleniyordu: Ey Filan oğlu filan!! Cabbara hesap vermeye hadi! Diyordu ..
Ve o çağrılan insanın yüzünün rengi simsiyah olmuştu duyduğu o korkudan.. Birçok insan çağrıldı.. ta ki kendi ismimi duyana kadar.. Ses beni çağırıyordu..Haydi Cabbara Hesap vermeye!! Diyordu..
O an çevremdeki o insan kalabalığından kimse kalmamıştı.. Kıyamet günü..Mahşer yeri bomboştu.. Sonra bir anda karşımda bir fare gördüm çok büyüktü(devdi), çok vahşi ve çok saldırgandı..çok güçlüydü..Ağzı açık bana doğru koşuyordu.. Bende duyduğum korku ve dehşetten dolayı ondan kaçmaya başlamıştım.. Kaçarken bir anda karşımda oldukca yaşlı ve zayıf bir adam gördüm!ve ona seslendim: -AHH!! Beni bu dev fareden kurtar!! Bana dediki:Oğlum Ben çok zayıfım seni ondan kurtaracak gücüm yok.Ama şu yönde koş eminim kurtuluşa ereceksin..
Ben onun dediği yöne doğru koşmaya başladım..Dev fare hala arkamdaydı beni kovalıyordu..Ve karşıma cehennemin ateşi çıktı..Yüzümde hissediyordum o dehşetli sıcaklığı!!! Fareyle cehennem arasında sıkışmıştım.. Ve kendi kendime dedimki o an..Ben bu fareden ateşe düşmek içinmi kaçıyorum!!
Ve koşa koşa bana bu yolu tarif eden o zayıf adama doğru koşmaya başladım..Farede peşimdeydi gittikçe yaklaşıyordu bana Çok korkuyordum!!Adamın yanına geri geldim ve ona dedimki: -Allah aşkına beni bu fareden kurtar yalvarırım! Ve yaşlı adam benim halime ağlıyordu.. Bana dediki: Beni görüyorsun ben çok zayıfım güçsüzüm benim seni kurtaracak halim yok..Ama bu sefer şu yönde koş! bu sefer inşallah kurtuluşa ereceksin….
Adamın dediği yönde koştum deli gibi..Fare hala kovalıyordu bir adım arkamdan koşuyordu..Beni ısıracaktı az kalmıştı…Ta ki karşımda o dağı görene kadar… O dağın üstünde bir sürü bebek vardı.. Ve o dağın üzerinde bulunan çocukların hepsi ağlıyorlardı..hepside aynı şeyi söyleyerek ağlıyor haykırıyorlardı.. Diyorlardıki: -Ey Fatmaa!! Babana bakk! Babana Bakkk!!
Malik ibn-u Dinar dediki: O an o çocuğun kızım Fatma olduğunu anlamıştım.. Ve o an 3 yaşında ölüpte cennete gitmiş bir kızım olduğuna çok sevinmiştim..Beni bu dehşetli korkudan(fareden) kurtarıp Cennete sokacaktı… Kızım beni sağ eliyle tuttu ve kurtardı… Ve sol eliyle fareyi itti..ben o an korkudan ölü gibiydim..
Sonra tıpkı Dünyadayken olduğu gibi onu kucağıma oturttum! Ey Babacığım! Deyip şu ayeti okudu bana: ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله
Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah ın Zikrine dönmesinin zamanı gelmedimi ?"
Ona dedimki: Kızım ! Bu fare neydi bana anlat!!
Dediki: O fare senin dünyada içinde olduğun işlediğin kötü amellerindi.. Onu sen besledin büyüttün ve onun seni yiyebilecek büyüklüğe sen ulaştırdın!!
Ey Babacığımm! Sen bilmiyormusunki Dünyada işlenen ameller Ahirette kıyamet gününde mücessem(cisimlenmiş) olarak karşımıza çıkar!!
Ona dedimki: Peki o zayıf adam?
Dediki: O Yaşlı ve zayıf adam senin güzel amellerindi..Sen onu böyle zayıf böyle güçsüz..böyle çaresiz bıraktın .. onu kendi haline ağlattın..!!!Seni kurtarmasına izin veremiyecek duruma sen koydun! Eğer ben doğmasaydım ve küçük yaşta günahsız olarak ölmeseydim seni bu dehşetten kurtaracak başka bir şey yoktu!
O an uykudan ağlaya ağlaya uyandım! Ağzımdan çıkan şu kelimelerle: Evet Allah ım vakti geldi..Evet Allahımmmmmm vakti geldii!!
Hemen gusül abdesti alıp giyinip camiye koştum sabah namazına! Günahlarımdan arınmak kendime cennet yolunu çizmek.. tövbe etmek Allah'a yalvarmak içinnn… Camiye girdiğim an imamın okuduğu o ayet!!! Rüyamda kızımın beni kurtardığında okuduğu ayetti!!
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله
Meali: "İman edenlerin kalplerinin Allah'ın Zikrine dönmesinin zamanı gelmedimi?"
Bunlari yasayan kisi… Tabiinlerin imamlarinin efendisi!! MALiK BiN DiYNAR!!!
O insanlar arasinda geceler boyu aglamasiyla bilinirdi…
Ve derdiki: Allahim! Kimin cennete girecegini,kimin cehenneme girecegini sadece sen bilirsin!
Ben bunlardan hangisiyimm???
Allahimm!!Beni cennet ehlinden eyle! Cehennem ehlinden eyleme!
Malik Bin Diynar buyuk bir tovbe etti.. Ve insanlar arasinda soyle meshur oldu:
Caminin kapisina giderdi ve insanlara seslenirdi..derdiki:
Ey asi insanlar ey gunahkar insanlar…Allahiniza donun!!Gafil insanlar….Allahiniza donunn!!!
Ey Allahtan kacan kullar..Allahiniza donunn!
Rabbin sana gece gunduz sesleniyorr!Seni cagiriyorr!!!
"BANA BIR KARIS YAKLASANA BEN BIR DIRSEK YAKLASIRIM..BANA BIR DIRSEK YAKLASANA BEN BIR KULAC YAKLASIRIM…BANA YURUYRNE BEN KOSARIMM!!..
La ilahe illa ente Subhaneke…Inni kuntu min el-Zalimin(tovbe duasi)
Peygamber efendimiz bir hadis-I Serifinde soyle buyuruyor:
أن يهدي الله بيدك رجلا واحدا خير لك من الدنيا وما فيها!
Meali: "Bir insanin hidayetine vesile olman senin icin dunyadan ve icindeki herseyden hayirlidir" |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:33 | |
| Besmelenin Fazileti
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah'a dua ederdi.
Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine : " Şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı.
Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek : - Bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve : - Sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi. Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere, " Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı. Tam o anda, Allahu Tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı. Sonra karısına ; - Sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. Allah'a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ; - Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet Alah'ım... O saliha kadın ise ; - Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu.
Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.Büyükler demişlerki ; " Sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır." |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:34 | |
| İSTANBUL'UN MÂNEVÎ FÂTİHİ
Ubeydullah-ı Ahrâr'ın torunu Hâce Muhammed Kâsım'dan şöyle nakledilmiştir:
"Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hazırlanmasını istedi. Atı hazırlanınca, binip Semerkant'tan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup, tâkib ettiler. Biraz yol aldıktan sonra Semerkant'ın dışında bir yerde talebelerine; "Siz burada durunuz!" buyurdu.
Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü. Talebeleri arasında Mevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha peşinden gidip tâkib etmişti. Bu talebesi şöyle anlattı: "Hâce Ubeydullah-ıAhrâr hazretleri ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu."
Ubeydullah-ı Ahrâr daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında; "Türk Sultânı Sultan Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harbediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi. Zafer kazanıldı" buyurdu.
Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdî'nin şöyle anlattığını nakletmiştir:
"Bilâd-ı Rûm'a (Anadolu'ya) gittiğimde, Sultan Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultan Bâyezîd Hân, bana, babam Ubeydullah-ıAhrâr'ın şeklini ve şemâilini târif etti ve; "O zâtın beyaz bir atı var mıydı?" diye sordu. Ben de târif ettiği bu zâtın, babam Ubeydullah-ı Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup, bâzan ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezîd Hân, bana şöyle anlattı:
Babam Sultan Muhammed Fâtih Hân bana şunları dedi: "İstanbul'u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydullah-ı Ahrâr Semerkandî'nin imdâdıma yetişmesini istedim. Şekil ve şemâilini târif ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi;
"Korkma!" buyurdu.
Ben de;
"Nasıl endişelenmeyeyim, küffâr çok." dedim.
Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm.
"İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defâ kös vur ve orduna hücûm emri ver." buyurdu.
Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti. Böylece düşman hezîmete uğradı. İstanbul'un fetih işi gerçekleşti." |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:34 | |
| Yüz Altın
Bir tüccar sahrada bir yerden bir yere giderken, içinde 800 altın olan, altın torbası heybeden düşer kaybolur. Aramalara rağmen bulamaz. Şu özellikte torba kaybolmuştur, bulup getirene 100 altın hediye vereceğim diye ilan eder.
Salih bir genç bu torbayı bulur. Özel dikilmiş torbayı hiç açmadan tüccara götürür verir ve 100 altın hediyesini bekler. Tüccar kendi elleriyle diktiği torbanın hiç açılmadığını görür, kendi elleriyle dikişleri çözer ve içindeki altınları saymaya başlar. Tam tamına 800 altın, yani kaybettiği gibi tam olduğunu görür. Ama bu arada 100 altın hediyeyi vermemek için fesatlık düşünür, gence der ki, tamam sen gidebilirsin. Genç, 100 altın hediyemi versenize der. Tüccar der ki, bu kesenin içinde 900 altın vardı, şimdi ise 800 altın var, yani sen 100 altınını içinden zaten almışsın.
Genç, ben içinde altın olduğunu dahi bilmiyordum, hiç açmadan olduğu gibi size getirdim dediyse de tüccar kabul etmez, sen 100 altını almışsın, daha başka şey vermem der.
Genç, Kadı’ya gider olayı anlatır, kendisine hırsızlık ithamında bulunduğu için davacı olduğunu söyler. Kadı, tüccarı söz konusu torbayla beraber yanına gelmesi için çağırtır.
Tüccar gelir. Kadı’nın, olayı anlat demesi üzerine, gence yalan söylediği gibi, Kadı’ya da yine aynı şekilde anlatır. Torba da önceden 900 altın bulunduğunu, şimdi ise 800 altın olduğunu, dolayısıyla gencin içinden 100 altını almış olduğunu söyler.
Kadı, tüccara, Genç torbayı açılmamış şekilde mi sana getirdi? Senin diktiğin şekilde mi dikili idi? diye sorunca, tüccar, Evet, özel dikmiştim, bu orijinallik bozulmamıştı, kendi ellerimle açtım der.
Bunun üzerine Kadı, kararını şöyle açıklar: Gencin ve tüccarın beyanlarından, bulunan torbanın tüccarın kaybettiği torba olmadığı, gencin bulduğu torbanın başkasına ait bir torba olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla torbanın içindeki 800 altınla gence iade edilmesine, ikinci bir iddia sahibi çıkana kadar gençte kalmasına, böyle birisi çıkmazsa torbanın gence verilmesine karar verilmiştir.
Tüccar kıpkırmızı olur ve Kadı efendi, suçlu benim, olay gencin anlattığı gibiydi, 100 altını vermemek için şeytana uyup bu fesatlığı yaptım, yalan söyledim der.
Tüccarın itirafı üzerine Kadı son kararını açıkladı:
Torbadaki 800 altının gence verilmesine karar verilmiştir. Bunun 100 altını vaat edilen hediyedir. 700 altını da, kendisine yapılan iftira ve hırsızlık ithamından dolayı tazminattır.
Torba salih gence teslim edilir. Fakat genç, ben hakkımdan vazgeçiyorum, hediyemi alsam yeter der |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:35 | |
| Neden Ben
Efsane Wimbledon un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS den ölüm döşeğindeydi.
Hayranlarından biri sordu. "Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?" Arthur Ashe cevap verdi: "Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50 si Wimbledon a kadar gelir, 4 ü yarı finale, 2 si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı ya "Neden ben?" diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı ya nasıl "Niye ben?" derim..?
Mutluluk insanı tatlı yapar. Başarı ışıltılı.. Zorluklar güçlü.. Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazı.. Tanrı ya asla "Neden ben" diye sormayın. Ne olacaksa olur... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:35 | |
| Küçük Kız
Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla: Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu. - Hayır çikolata parası lazım!
Bülent in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü. Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz? - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.
Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı. Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız? - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın? - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla. - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
Adamın söyledikleri Bülent in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı . Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü. - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
Bülent in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı. - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi. - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına. - Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar. - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ? - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim. - Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun. Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı. Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? - Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin. - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem. - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden? - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan. - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur? - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur. - Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ? - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor. - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir? - Küçük kızı severek. - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ? Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin. - Nasıl yani ? - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi? - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim. - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz. - Hiç kavga etmezmisiniz siz? - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana. - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda. - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler. - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum. - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin. - Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum. - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı. - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı. - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi. - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi. Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu. - Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi. İnci hiç konuşmadı. - Sorsana "niye" diye. İnci kızgın kızgın: - Niye? Diye sordu. - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı. - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım. - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. - Özür dilerim seni kırdığım için. Sonra Bülent yere diz çöktü. - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme. - Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı. - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi. Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:36 | |
| Yeşil Elbise
Yolda karşılastığımızda ezan okunuyordu. -”Gel seni camiye götureyim” dedim. “Bugün cuma biliyorsun” -”Sende benim camiye gitmedigimi biliyorsun” dedi. -”Biliyorum ama sebebini gerçekten merak ediyorum” -”Ne bileyim, olmuyor işte. Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri cıkar diye endişe ediyorum” dedi.
Gayri ihtiyari gülmeye başladım. -”Herhalde şaka yapıyorsun. Bunun icin cami terk edilir mi? -”Ciddi söylüyorum. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin.” dedi. Gerçekten de öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri; mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı. -”Peki” dedim. “Hayatında hiç camiye gitmedin mi?” -”Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim. Hem o yaşlarda dizlerimin aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.” Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmisti. Daha sonra tokalaşıp ayrıldık. Onunla konuşmamızdan iki ay sonra; kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim. Bahcedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve yine yeşiller vardı üzerinde . Yavasca yanına yaklaştım ve Kısık bir sesle: “Hani camiye gelmiyecektin ?” dedim Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:37 | |
| HRİSTİYAN VE ALİ (a.s)'NIN ZIRHI Ali (a.s)’ın, halifeliği zamanında, Kufe’de zırhı kayboldu. Bir müddet sonra bir Hrıstiyan’ın yanında ortaya çıktı. Ali onu hakimin huzuruna götürdü. “Bu zırh benim malımdır; onu ne sattım, ne de birine bağışladım; şimdi onu, bu adamın yanında buldum.” diye iddia etti. Hakim: “Halife iddiasını söyledi, sen ne dersin?” diye Hıristiyan’a sordu. O, bu zırhın, kendi malı olduğunu, aynı zamanda halifenin sözünü yalanlamadığını, söyledi. Hakim Ali’ye dönerek “Sen iddia ettin, bu şahıs ise inkar ediyor. Bu durumda iddian için şahit getirmen lazım” dedi. Ali güldü ve “Hakim doğru söylüyor, şimdi şahit getirmem gerek, fakat hiç bir şahidim yok” dedi. Hakim, iddia edenin şahidinin olmamasına dayanarak, ırıstiyan’ın lehine karar verdi. O da zırhı aldı ve gitti. Fakat, zırhın, kimin malı olduğunu daha iyi bilen Hristiyan’ ın, bir kaç adım yürüdükten sonra vicdanı uyandı ve geri dönerek “Böylesine bir hükümet ve davranış şekli alelade insanların keyfinden değil, peygamberlerin hükümet tarzıdır” dedi ve “Zırh Ali’nindir” diye itiraf etti. Kısa bir zaman sonra, onu, müslüman olarak Ali (a.s)’ın sancağı altında, Nehrivan harbinde, savaşırken gördüler. El- İmam Ali Savt-ül Adalet-ül İnsaniyet, S. 63 ve devamı Bihar C: 9 Tebriz basımı S. 598 |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:37 | |
| Resulullah Sevgisinin Önemi
Resulullah sevgisinin önemi Sual: Bir misyoner, Siz, peygamberinizi, tanrıdan çok seviyorsunuz. Tanrının ismi anılınca hiç umursamıyorsunuz da, peygamberinizin ismi geçince hemen salevat okuyorsunuz. Bir de Allah ismi ile peygamberin ismini ayırmaz, yan yana söylersiniz. Allah aşkına şunu yap dense, yapmıyorsunuz da, peygamber aşkına dense hemen yapıyorsunuz diyor. Buna ne demeliydim? CEVAP Misyonere, Biz Peygamberimizi çok sevdik de ne yaptık, sizin gibi tanrı mı dedik, tanrının oğlu mu dedik? Putunu yapıp boynumuzda mı taşıdık? Putunun önünde günah mı çıkarttık? Kendi gözünüzdeki merteği görmüyor, bizim gözümüzde saman çöpü arıyorsunuz demeliydiniz.
Müslüman, Resulullahı, Allahın emri olduğu için sever. Biz, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için, Resulünü seviyoruz. Müslüman, niye haramlardan kaçar? Niye namaz kılar, niye oruç tutar? Peygamberi sevdiği için mi, yoksa Allahı sevdiği için mi? Elbette Allahı sevdiği için. Allahü teâlâ, Resulü için habibim diyor, Onu çok seviyor, bizim de sevmemizi ve Ona uymamızı istiyor. Bir âyet meali şöyledir: (Resulüm de ki; Allahı seviyorsanız, bana uyun. Bana uyanları Allah sever!) [Âl-i İmran 31]
Allahın sevgisi ile Peygamberin sevgisi farklı olmadığı gibi, Allahın emri ile, Peygamberin emri de ayrı değildir. Bunu ayrı gösterenler kâfirdir. Bir âyet meali şöyledir: (Allahın emirleri ile, peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-151]
Salevat getirmemizi de emreden Allahü teâlâdır. Bir âyet meali şöyledir: (Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56]
Müslüman, sadece Allahın resulünü değil, diğer Müslümanları da sevmesi gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Müminleri Allah için seven ve kâfirleri Allah için düşman bilen, ancak o zaman Allahü teâlânın sevgisine kavuşur.) [Mektubat-ı Masum Faruki 3/58]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde Resulüne itaat etmenin kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kesin ve çok kuvvetli olduğunu bildirmek için de (Muhakkak böyledir) buyurdu. Bazı doğru düşünmeyenlerin bu iki itaati birbirinden ayrı göstermelerine meydan vermedi. (1/152)
Sultan Mahmud-i Gaznevi, birkaç adamını, Şeyh Ebül-Hasen-i Harkani hazretlerine gönderip onu yanına çağırmıştı. Eğer gelmek istemezse, (Allaha, Resulüne ve sizden [Müslümanlardan] olan âmirlere itaat edin) mealindeki âyeti okuyun demişti. Şeyh hazretleri de gelmek istemeyince, kendisine bu âyeti okudular. O ise, (Allahın itaatine o kadar çok dalmış bulunuyorum ki, Resule itaat etmekten haya ediyorum. Âmire itaate vakit nerede?) dedi. Şeyh hazretlerinin [sekr halindeki] bu sözü, Allahü teâlânın itaatini, Resulünün itaatinden ayrı bildiğini göstermektedir. Şeriatın, tarikatın ve hakikatin bütün basamaklarında, Resulullaha itaat, Allahü teâlâya itaattir. Resulullaha itaat ile olmayan Allaha itaat, dalalettir, sapıklıktır. Mehene şehrinin şeyhi, üstad Ebu Saîd-i Ebül Hayr ile otururken, Horasandaki seyyidlerin büyüklerinden Seyyid Ecel de yanlarında idi. Bir meczup içeri girdi. Şeyh hazretleri, onu, Seyyidin üst yanına oturttu. Sonra seyyide dönerek, (Size olan saygımız, Resulullahı sevdiğimiz içindir. Bu meczubu ise, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için yüksek tutuyoruz) dedi. Allahü teâlânın sevgisi ile, Resulullahın sevgisini ayıran böyle sözleri doğru yolun büyükleri uygun görmez. Allah sevgisinin, Resulullaha olan sevgiden çok olmasının, tarikat sarhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. Böyle sözlere izin vermezler. (1/153)
(Allah ismi ile peygamberin ismini ayırmaz, yan yana söylersiniz) demesi de yanlıştır. Çünkü Habibinin ismini kendi isminin yanından ayırmayan Allahü teâlâdır. İmanda da, itaatte de kendi isminin yanında bildirmiştir. Bu husustaki bazı âyet-i kerime mealleri şöyledir: (Allaha ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin ve uyun ki doğru yolu bulun.) [Araf 158]
(Allah ve Resulüne itaat edin.) [Enfal 1, 20, 46, Ahzab 33, Maide 92, Tegabün 12, Mücadele 13, Nur 54]
(Allaha itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed 33] (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (Resule itaat eden, Allaha itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(De ki, Allaha ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (Allaha ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]
(Allaha ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allahın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13] (Allaha ve Resulüne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.) [Al-i İmran 132] (Allaha ve resulüne itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez.) [Hucurat 14]
(Allaha ve Resulüne itaat edenler, Allahın kendilerine lütuflarda bulunduğu nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdir.) [Nisa 69] Ayrıca, Allah ve Resulüne itaat etmenin müslümanlık, karşı gelmenin sapıklık, kâfirlik olduğu, iman ve itaat edenlere Cennet nimetlerinin olduğu, inkâr ve karşı gelenlere Cehennem azaplarının olduğu, bunların Cehennemde (keşke Allaha ve Resulüne itaat etseydik) diyecekleri başka âyetlerde debildirilmiştir. [Ahzab 31, 36, 66, Nur 51,52, Feth 17, Tevbe 71]
Sadece Habibine uymayı da bildiriyor: (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54] (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7] (O, kendiliğinden konuşmaz. Onun [din ile ilgili] her sözü vahiy iledir.) [Necm 3-4]
(İhtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye bu kitabı sana indirdik.) [Nahl 64]
(Namaz kılın, zekat verin, Resule itaat edin ki size merhamet edilsin.) [Nur 56]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
Habibini övüyor: (Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107] (Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.) [Sebe 28]
(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmez, tükenmez, sonsuz mükafat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin.) [Kalem 2-4]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21] (Sen razı oldum diyene kadar Rabbin sana [çok nimet] verecek!) [Duha 5]
(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56]
(Senin şânını, şöhretini yücelttik.) [İnşirah 4] Bu âyetin tefsirinde deniyor ki: Ezan, ikamet, teşehhüd, hutbe gibi bir çok yerde benimle beraber adını andırmak suretiyle şanını yücelttik. (Celâleyn)
Senin ismini doğuda, batıda, yeryüzünün her yerinde yükselttim. (Savi tefsiri) [Batıya doğru, bir tul derecesi gidilince, namaz vakitleri 4 dakika gecikiyor. Her 28 km gidişte, aynı vaktin ezanı birer dakika sonra tekrar okunuyor. Böylece, yer yüzünün her yerinde, her an ezan okunmakta, Muhammed aleyhisselamın ismi, Allahü teâlânın ismi ile beraber her an, her yerde işitilmektedir.]
Öyle bir yükseltme, yüceltme ki kendi ismini Habibinin ismi ile birlikte andırdı, Ona itaati kendisine itaat olarak gösterdi, melekler Ona salât etti, müminlere de Ona salevât getirmeyi emretti, Onu ismiyle değil, hep Resulüm, Habibim gibi güzel sıfatlarla andı. (Beydavi)
Cenab-ı Hak Resulünün nâmını dünya ve ahirette de yükseltti. Hiçbir şehadet getiren, hiçbir namaz kılan yoktur ki şehadet kelimesini ve Resulullahın mübarek adını zikretmiş olmasın. (Katâde) (Allahü tealâ buyurdu ki: Ben anıldıkça habibim sen de benimle birlikte anılmak suretiyle şânını yükselttim.) [Ebu Ya'la, İbni Hibban |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:38 | |
| Medine'yi Ağlatan Ezan
ALLAH Resûlü hasta yatağında soğuk terler döküyor. Hazreti Aişe’nin gözü yaşlı, Hazreti Ebu Bekr’in başı yerde, Kainatın Efendisi ebedi yolculuğun eşiğinde son nefeslerini sayıyor. Medine soluk almadan bekliyor.
Buruk yürekler, endişeli bakışlar ve köşelerde sessiz sessiz akıtılan göz yaşları… Tek istenilen şey, bir haber. Habibin sıhhat haberi. Fakat Alemlerin Rabbi daha fazla uzatmayacaktır dünya gurbetini Habibinin. Ahmedi’nin yüreğini daha üzmeyecektir bu çöllerde.
İşte son an… son nefes… ve Habibin dudaklarından dökülen son söz: “Er’rafiku-l a’la! Er’rafiku-l a’la!” “ Yüce dost! Yüce dost!”
Kainatın Sevgilisi ulaşıyor dostuna Ezan vaktidir. Resûlullah’ın yokluğundaki ilk gecenin sabahı. Bilal elini kulağına g..ürmek için hazırlanıyor. Mukaddes daveti duyuracak. Lakin yüreği yanıyor. Yanık sesi, yanık yüreğiyle hepten hüzne bürünmüş başlıyor ezan-ı Muhammedi. Ve tam “Eşhedü enne Muhammederrasûlullah…” derken bir hıçkırık kopuveriyor Bilal’in ciğerlerinden. Bilal ağlıyor, sahabeler ağlıyor. Dalga dalga hüznüyle yayılıyor gülbang-ı Ahmedî. Peygamber müezzini ezanı güçlükle bitirebiliyor.
Medine… Peygamber şehri. Hiç böyle görmemişti bu şehri Bilal. Her bir taşından göz yaşı damlıyordu sanki. İşte bu sokaklardan yürümüştü ALLAH Resûlü. Bu mescitte oturmuştu. Şu kütüktü yaslanıp da hutbe okuduğu. Mübarek ayaklarının değdiği toprak bu topraktı. O’nun gül kokusu sinmişti bu yerlere. Medine O’nu bulduğu gün can bulmuştu. Ama şimdi o yoktu bu şehirde. Her zerresine hasretini nakşedip göçüp gitmişti işte. Bilal Medine’de duramazdı artık. Baktığı her yönde O’nun hatırasının canlandığı, yüreğine hicran ateşleri yağdıran bu şehirde kalamazdı. Hasretini bağrına basıp Şam’a gitti. Aradan seneler geçti. Medine peygambersiz, ezanlar Bilalsiz seneler geçti. Halife defalarca Bilal’i Medine’ye çağırdı. Tüm ısrarlara rağmen peygamber müezzini kabul etmedi bu davetleri.
Fakat bir gece Efendimiz (sav) rüyasına geldi Hazret-i Bilal’in. ALLAH Resûlü (sav) nurlar içinde ona bakıyor, sitemvâri bir tavırla: “Ne zamandır beldemize uğramaz oldun Ya Bilal!” diyordu. Ertesi sabah Bilal, emri alan asker gibi fırladı. Derhal Medine yollarına koyuldu. Bilal’in ne sıcakta pişen vücudu ne uzayan yollara bakan gözleri vardı. Hissettiği tek şey kalbindeki tarifsiz sızıydı. Özleten, ağlatan, yandıran bir sızı.
Günlerce süren yolculuğun ardından Bilal, sevgilisini gömdüğü hicran şehrine ayaklarını basıyordu işte. Ve o gün Medine bir zamanlar çok iyi tanıdığı bir sesle açıyordu gözlerini sabaha. Sesi duyan daha iyi işitebilmek için kapılara koşuyordu. Sokaklara dökülen insanlar heyecan içinde birbirlerine tek bir şeyi haber veriyordu. “Bilal gelmiş! Seneler sonra Bilal Medine’ye dönmüş.” Kalpler sanki yerinden çıkacaktı. Sokaklarda kadınlar, çocuklar… Medine böyle bir şey görmemişti. Bütün şehir mescide akıyordu. Onlar bu sesi hep peygamber hayattayken duymuşlardı. Bu sesi işitip de gittiklerinde mescide ALLAH Resûlü’nün o mübarek yüzünü görmüşlerdi yıllarca. Peki ya şimdi? İşte bu ses Bilal’in sesiydi. Yoksa Muhammed Mustafa (sav) , kainatın biricik sevgilisi şimdi de mescitte miydi? Birisi deseydi ki: “Evet, Peygamberimiz (sav) mescitte, müminleri namaza bekliyor.” Şüphesiz buna inanmayan kalmayacaktı. Bir anda çağlayan hisler o koskoca hakikati unutturuvermişti. ALLAH Resûlü artık aralarında yoktu ve dönmesi de mümkün değildi. İşte o dem herkes koyuverdi kendini. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk herkes herkes ağlıyordu. Her şey ortadaydı. Bu ses bu semalarda Muhammed Aleyhisselamsızdı.
Bilal de yüreğinin yangınlarına su serpiyordu gözyaşlarıyla. O da ağlıyordu. Hıçkırıklara karışan bu ezan bütün Medine’yi ağlatmıştı. Bu Hazret-i Bilal’in okuduğu son ezanı oldu. Şam’a döndükten bir süre sonra o da Hakk’ın rahmetine ulaştı. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:38 | |
| ŞEYTANIN EN TATLI 12 SÖZÜ
1 - BİR DEFAYLA BİR ŞEY OLMAZ
2 - DAHA GENCİZ.
3 - ALLAH (C.C) KALP TEMİZLİĞİNE BAKAR.
4 - ALLAH (C.C.) İLE KUL ARASINA GİRİLMEZ.
5 - EMEKLİ OLDUKTAN SONRA.
6 - ZAMAN SİZE DEĞİL SİZ ZAMANA UYUN.
7 - BİR ŞEY OLMAZ Allah(C.C) AFFEDER.
8 - BU KADAR GÜNAHTAN SONRA BİRAZ ZOR AFFEDİLİRSİN.
9 - FAZLA DÜŞÜNME KAFAYI YERSİN.
10 - CEHENDEMDE BİR SÜRE YANDIKTAN SONRA CENNNETE GİRMEYECEKMİYİZ. (Sanki kibrit çöpünün ateşine dayana biliyormuş gibi)
11 - BİZ BÜYÜKLERİMİZDEN BÖYLE GÖRDÜK.
12 - AMAN HA DİKKAT BEYNİNİZİ YIKAMASINLAR.
ŞEYTAN VE DOSTLARI
Bir gün Şeytan, dünya çapında konvansiyonel bir toplantı için tüm dostlarını çağırmış.
Açılış konuşmasında demiş ki:
Müslümanların Camilere gitmesini engelleyemiyoruz. Kur'an okumalarını ve gerçekleri öğrenmelerini de engelleyemiyoruz. Allah ve elçisi ile sağlam ilişkiler kurmalarını da engelleyemiyoruz.
Allah ile bir kere bağlantı kurduklarında üzerlerindeki gücümüz kırılıyor. Dostları demiş ki: Gerçekten zor bir durum, peki ne yapalım? Şeytan demiş ki: Bırakın Camilere gitsinler. Fakat zamanlarını çalın, böylece Allah ve elçisi ile bağlantı kuramasınlar..
Sizden isteğim budur. Şeytan devam etmiş: Dikkatlerini dağıtın, böylece gün boyunca Allah ile hayati öneme sahip bağlantıyı kuramasınlar. Dostları şaşırmış: Bunu nasıl başaracağız?
Şeytan: Hayatın önemsiz ayrıntılarıyla zihinlerini sürekli meşgul et! Müslümanların kulaklarına şunu fısılda: Harca, harca, harca.. Borç al, borç al, borç al..'
Kadınlarını işe girip uzun saatler boyunca çalışmaları için ikna et ! Erkeklerin haftada 6-7 gün, günde 10-12 saat çalışmalarını ve böylece hayatlarında boşluk kalmaması için planlar yap! Çocukları ile zaman geçirmelerini engelle!
Evleri ferahladıkları bir yer olmaktan çıkacaktır! Zihinlerini o kadar meşgul et ki kendi iç seslerini (oto kritik, nefis muhasebesi) dinleyemesinler! Böylece kafaları karışacak, Allah ve elçisi ile zihinsel beraberlikleri kopacaktır. Bravooo, mükemmel fikir, diye alkışlamış dostları. Durun, daha bitmedi, diye devam etmiş Şeytan:
Kahvehanelerde, doktor muayenehanelerinde, kafe'lerde masaları gazete ve dergilerle doldur! Zihinlerini 24 saat haber bombardımanına tut! Araba kullanma esnasında tefekkür etmelerini, İnternete girenlerinin mailboxlarını, junk maillerle, sipariş katalogları ile, bahislerle, çekilişlerle, promosyon ürünleri ile ve boş umutlarla doldur! Gazete ve TV'leri ince yapılı güzel modellerle doldur ki kocaları dış güzelliğin önemli olduğuna inansınlar ve hanımlarından hoşlanmasınlar! Kadınların, akşamları kocalarıyla ilgilenemeyecek kadar çok yorulmasını sağla! Eğer kadınlar, erkeklerin ihtiyacı olan sevgiyi veremezlerse, erkekler bu sevgiyi başka yerlerde arayacaklardır!
Çocuklarına namazın önemini anlatmalarını engellemek için hikaye kitaplarını tavsiye et!
Doğaya çıkıp Allahın yaratma sıfatını görmelerini engellemek için onları çok meşgul et, eğlence parklarına, fuarlara, spor karşılaşmalarına, oyunlara, konserlere, sinemalara vs götür! Oralarda kavga çıkarıp birbirlerini vurmaları sağla! Bizim işimiz fitne çıkarmaktır, bunu unutma! İslami dostluklar ve sohbetler yerine, taraftar dostluklarını ve dedikoduları teşvik et! İşte plan bu! Futbol, hayatlarının odağı olsun. Futbolcuların isimlerini çocuklarına ezberletmeyi marifet saysınlar! Ancak İslamın şartlarını merak bile etmesinler! Kurnazca plan için dostları şeytanı çılgınca alkışlamışlar ve ülkelere dağılırken Müslümanları daha fazla meşgul edeceklerine, telaş içinde oraya buraya koşuşturacaklarına, Allah'a, Elçisine ve ailelerine daha az zaman ayırtacaklarına söz vermişler |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:39 | |
| Bir Kelebeğin Hikayesi
Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında, küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.
Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.
Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.
Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah'ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacagı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabilecegimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:39 | |
| Anne; al şu kırmızı gülü sözlüme ver
Genç mücahidlerimizden biri cihada gitmek üzereyken annesiyle vedalasıp helallık dilemek istedi AnneSi: evladım eger senın ölüme gittiğini bilsem kesınlıkle senin gitmene izin vermicektım ama kuranda gecen bakara süresındeki ''ALLAH YOLUNDA ŞEHİD OLANLARA ÖLÜ DEMEYİN ONLAR DİRİDİRLER LAKİN SİZ SEZMESSINIZ'' ayeti hatırıma geldiği vakit senin memnuyetle gitmene izi veriyorum dedi.yolun acık olsun oğlum dedi ve son bişi daha sölicem dedi evladım sözlün; sözlün ne olcak onun haberi yok ki senın gideceginden genç: hiç birşey demeden göğsünü acıp henuz kurumamış kıpkırmızı bir gül cıkardı ve annesine uzattı al anne: bunu ona ilet yeter dedi ve ben sağ kaldıkça bu kırmızı gülde solmayacak dedi nasıl olur evladım dedi annesi olurmu hiç öle bişi en fazla suda kalsa bile en fazla bi ay dayanır. genç gene söze başladı ANNE: SEN BAKARA SÜRESİNDEKİ AYETİ NE CABUK UNUTTUN ŞEHİDLER ÖLMEZ DİYE DEMEK O GÜLDE SOLMAYACAK DEDİ annesi baŞındaki yaşlılık yazmasıyla göz yasını sildi oğlum git git evladım git RABBİM SENIN İÇİNDEKİ CEVHERİ EKSİK ETMESİN İNŞ RABBİM senınle ve arkadaşlarınla olsun inşş yolun acık olsun dedi. daha sonra annesi o gülü genç mucahidin sözlüsüne verdi ve o genc in sözlüsü ölünceye kadar evlenmedi ona sözlü kaldı neden mi cunkü gül SOLMADİKİ...... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:41 | |
| Mevlam bizi ne kadar çok seviyor göreceksiniz
Dedim: Çok yalnızım. Dedin: ... فَإِنِّي قَرِيبٌ Ben ki sana çok yakınım. Bakara-186
Dedim: Evet biliyorum sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim. Dedin: وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَ دُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Araf-205
Dedim: Buda senin yardımını ister Dedin: أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Nur-22
Dedim: Tabii ki, beni affetmeni çok isterim. Dedin: وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ(Öyleyse)Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir. Hud-90
Dedim: Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım? Dedin:أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini.. ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi? Tevbe-104.
Dedim: Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı. Dedin: اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ (2) غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِِ ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir. Ğafir-2/3.
Dedim: Bunca günahım var,hangisinin tövbesini yapayım?! Dedin: إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًاALLAH bütün günahları bağışlayandır. Zümer-53.
Dedim: Yani yine gelsem yine beni bağışlar mısın? Dedin: وَ مَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur. Ali İmran-135.
Dedim: Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum. Dedin: إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever. Birden 'İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var' dedim. Sen de أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ 'ALLAH kuluna yetmez mi?' (Zümer-36) dedin.
Dedim: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim? Dedin: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (41) وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42) هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا Ey inananlar! ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap-41/43.
Kendi kendime dedim: ALLAH'ım seni çok seviyorum.
---------------------------------------------------------------
Vefa, dost ikliminde yetisir ve bizim yamaclarimizin guludur..
* Eger '9' canli olsaydın bile
* En çok '8' kez kaçabilirdin ölümden
* Bilki '7' düvele sultan olsan dahi
* Yerin '6' mekan olacak sana
* En fazla '5' metre kumaş götürebileceksin
* Kapatacaksin '4' açsanda gözünü
* Bu dünya '3' günlük dünya
* Azrailin yaninda '2' kat olup yalvarsanda nafile
* Elbet '1' gün öleceksin
* Işte o zaman herşey '0' dan başlayacak
Çünkü ÖLÜM bir yok oluş degil YENiDEN DOGUSTUR... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:41 | |
| Kocasının çok hasta olduğunu,çalışamaz duruma düştüğünü ve yedi çocuğu ile birlikte aç kaldıklarını ve yiyeceğe ihtiyaçları olduğunu söyler.
Manav ona ters bir şekilde bakarak derhal dükkanını terk etmesini ister.Kadın ailesinin ihtiyaçlarını düşünerek: - 'Lütfen efendim' der. 'paramız olur olmaz getirip borcumu ödeyeceğim.'
Manav kendisine bir kredi açamayacağını çünkü onun eski müşterisi olmadığını,kendisinde bir hesabının bulunmadığını söyler. O sırada dükkanın dışında bekleyen bir müşteri ikisinin arasında devam eden bu konuşmayı dinlemektedir.İçeriye girerek manava yaklaşır ve: 'ben o kadının almak istediklerine kefilim' der. 'ailesinin ihtiyacı olan şeyleri ona ver.' Bunun üzerine manav çok isteksiz bir şekilde kadına döner ve 'bir alışveriş listen var mıydı? Diye sorar.Kadın 'evet efendim' der. 'tamam' der manav. 'şimdi onu terazinin şu kefesine koy,onun ağırlığınca diğer kefeye istediklerinden koyacağım' Kadın bir an duraklar,sonra başını önüne eğer ve çantasını açarak üzerine bir şeyler karalanmış bir kağıt parçasını çıkartır ve manavın kendisine gösterdiği kefeye özenle bırakırken başı hala öne eğiktir. Manavın ve diğer müşterinin gözleri terazinin kefesine dikilirken hayretle büyümüştür.Manav müşteriye dönerek,kısık bir sesle 'inanamıyorum' der.İnanılacak gibi değildir. Müşteri manava gülerken manav çoktan diğer kefeye eline geçeni doldurmaya başlamıştır ama nafile,diğer kefeyi yerinden bile kıpırdatamamıştır. Terazinin kefesi artık üzerindekileri alamayacak kadar doldurduğunda çaresiz hepsini bir torbaya doldurarak kadına verir.Şaşkınlıkla üzerinde bir şeyler çiziktirilmiş kağıdı eline alır ve okur.Bir de bakar ki orda bir alışveriş listesi yoktur.Sadece bir dua yazılıdır.
ALLAH'IM
'Neye ihtiyacım olduğunu ancak sen bilirsin Kendimi senin ellerine teslim ediyorum.' Manav taş gibi bir sessizliğe bürünmüştür.Kadın kendisine teşekkür ederek dükkandan ayrılır.Müşteri manavın eline bir miktar para tutuştururken 'her kuruşuna değdi' der.Daha sonra manav terazisinin kefelerinin kırılmış olduğunu görür. Bizim için hiçbir bedeli,masrafı ve karşılığı olmayan,güzel bir hediyedir.
DUA Dünyaca ünlü Türk cerrahı Dr Mehmet Öz; 'Dua etmek insani iyileştirir. Ben inançlı biriyim. Her ameliyatımda mutlaka dua ederim. Bence duanın meditasyon, şifa gibi, iyileştirici özelliği var. Ameliyat sonrası hastalarıma da mutlaka dua ettiriyorum. Bunun sağlıklarına çabuk kavuşmalarında müthiş bir etkisi var' diyor.
DUA Dindar insanların kalp hastalığı ve kanserden ölme ihtimali yüzde 40 daha az. Dindarlar daha seyrek depresyon yaşıyor, depresyona girince de daha çabuk düzeliyorlar. Güne dua etmekle başlamak, tansiyonun düşmesine yardımcı oluyor. ALLAHIM BİZLERİ SENİN KULLUĞUNDAN ALI KOYACAK HERŞEYDEN UZAK TUT...
DUA VE TESLİMİYETİ NASİP ET ...
AMİN.. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:42 | |
| YARADAN RABBİNİN ADIYLA OKU Hepimiz biliriz, ilk inen ayetler 'Alâk suresinin ilk beş ayeti, ve ilk emir de "iqra!", yani "oku!".
Ama ondan önce ilk vahyin indirilişinin bir adım evveline gözümüzü çevirsek. Allah Rasulu'nün hayatında belli dönemler gündelik telâşelerden, hayat gailesinden, başka insanlardan sıyrılıp, dik ve sarp bir dağda küçücük bir mağarada tefekküre dalmakla geçiyor. Daha sonraki dönemlerde "itikâf" olarak da bir pratiğe dönüştüğünü düşündüğümüz böyle yoğun tefekkür günleri, insanın yeniden kendine gelmesi, yaşam amacını yeniden bulması açısından hiç de boşuna olmasa gerek.
Ve ilk ayetler başlıyor: iqra bismi rabbikellezî halaq
Önce "oku." "Okumak"tan Allah'ın rahmetinin eserlerine bakarak yapılan bir kainat okuması da anlaşılabilir, Kur'an'ı okumak da.
Sonra "Rabbinin adıyla oku." Rab, mürebbiye, terbiye hep aynı kökten türetilmiş kelimeler. Rububiyet kavramında bir tedrîcen kemâle ulaştırma var. Allah Teâlâ'nın bu yaratılış alemindeki herşeyi muhafaza edip, onları sahip oldukları duruma getirmesi var.
Ve sonra "Yaratan Rabbinin adıyla oku." Burada hilkate atıf çok mânidar.
Çünkü müşrik zihniyetin -rububiyeti ve vahdaniyeti inkâr etse de- yaratılış karşısında gidebileceği en son sınır bilinemezci olmak olsa gerek. Çünkü yaratılış insanda inkâra mecal bırakmayacak kadar açık bir mucize. Ancak geriye dönük teoriler var bu konuda.
halaqal-insâne min 'alaq O insanı bir alaq'tan yarattı
Kâinat kitabını okuyacak, Yaratıcısına muhatap olacak derecede mühim olan o insan, aslında ilkin sadece bir tek hücrecikti. Evveli sadece bu idi. Allah insanı hemen aslını bilmeye çağırıyor. Tevazuyu hatırlatıyor. Tevazu sahibi olan kurtuluyor çünkü. Kibir ise insanı mahvediyor.
iqra verabbukel-ekrem Oku, Rabbin ekremdir
Ekrem, yani en büyük kerem sahibi. Verdiğinde karşılıksız veren. Karşılıksız ihsan edicilerin en yücesi.
Okumaya tergibden sonra Allah Teâlâ'nın ekrem olduğuna beyan buyurulması dikkatlerimizi daha çok açıyor.
Sure devam ediyor: ellezî 'alleme bil-qalem O ki, kalemle öğretti
İslam'daki ilim vurgusu bile başlıbaşına Kur'an'ın Allah sözü olduğuna delil. Çünkü o döneme kadar Arap toplumu içinde böyle bir anlayış hiç olmamış. Bütün ilimlerin zabtı, muhafazası ve aktarımı ise ancak yazıyla mümkün: "O ki, kalemle öğretti."
Rabbimizin en büyük ikram sahibi oluşunu öğrendikten hemen sonra insana kalemle öğretmesini okuyup da, ilim talibi olmamak ne mümkün.
Buradan farklı bir bakışla insan için en büyük ikramın hakikat bilgisi olduğunu da hissediyoruz. Yani itminane kavuşmuş bir kalp. Yaratılış amacına ulaşıp, O'nun cennetine, belki de Cemâline varan bir dizi manevî ikramlar silsilesine muhatap bir ruh.
Kalemle talimin nübüvvete işaret ettiğini de muhtelif müfessirler zikretmişler.
'allemel-insâne mâ lem ya'lem İnsana bilmediği şeyleri öğretmiştir
Hayatta kimi sorularımızın cevabını akıl ve beş duyu ile çözebiliyoruz. "Nasıl?" sorusu mesela. Ya da "Ne?". Ancak "Niçin?" sualinin cevabını bize ancak vahiy öğretiyor.
İlk beş ayet burada nihayet buluyor. Ve çok azametli iki ayet çıkıyor karşımıza: kellâ innel-insâne leyatgâ Hayır! Muhakkak insan azar en raâhustagnâ kendini müstağni gördükçe
Ve insan. Neye sahipse, ona onu Allah verdiği halde, kendinin aslını unutur ve Allah'ın nimetlerine ihtiyaçtan kendini beri görür. İsyan eder. Kibreder. Azar.
Halbuki: inne ilâ rabbiker-ruc'â Şüphesiz dönüş Rabbinedir.
Ayetler devam eder: eraeytellezî yenhâ 'abden izâ sallâ eraeyte in kâne 'alel-hudâ ev emera bit-taqvâ "Gördün mü, namaz kılarken bir kulu men edeni? Söyle bana! Ya o (namaz kılan kul) doğru yol üzerinde ise! Yahut takvayı emrediyorsa!"
Ve karşımıza çıkan yeni bir kavram: Takva. Takvayı kısaca Allah'ın emirlerine uygun yaşamak diye özetlesek, çok kısa mı olur?
Devam edelim: "Söyle bana! Ya o (diğeri de) hakkı yalan sayıyor ve (îmandan) yüz çeviriyorsa? Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu? Sakınsın o. Yok eğer vazgeçmezse, andolsun ki, onu perçem(in)den, o yalancı, günahkar perçemden yakalayıp (cehenneme) sürükleriz."
Kim ki kendi kavm-u kabilesine, ahbabına güvenirse boşunadır: "Artık o (kendisine yardım edecek) grubunu çağırsın. Biz de zebanîleri çağıracağız."
Kur'an'daki muhteşem secde ayetlerinden biriyle sure son bulur: "Sakın, (seni ibadet ve taattan men edene korkup) boyun eğme; (Allah'a) secde et ve (böylece O'na) yaklaş."
İnsana iki emir: Secde et ve yaklaş! İnsana iki lütuf: Secde et ve yaklaş!
İnsanın kavuşabileceği en büyük iki pâye __________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:43 | |
| Bir küp altın; iki güzel insan
Geçmiş zamanın birinde bir adam, bir çiftlik evi yapmaya karar verdi. Bunun için güzel bir yer aradı ve aradığı yeri sonunda buldu. Araziyi sahibinden satın aldı. Hemen işe koyuldu. Önce kendine güzel bir ev, daha sonra hayvanları için bir barınak yaptı. Geri kalan arazi üzerine ise meyve ağaçları dikmeye başladı. Bir gün arazide çalışırken kazmasının ucuna sert bir cisim takıldı. İçinden, “sert bir kaya parçası olmalı” diye düşündü. Ancak biraz daha kazdığında bir de ne görsün! Bir küp altın. Küpü bulunduğu yerden dikkatlice çıkardı. İçinden şunu geçirdi:
- Ben bu araziyi satın aldım; ama içindekileri satın almadım. Bu altınlar arazinin benden önceki sahibinin olmalı. En iyisi ben bu küpü ona teslim edeyim.
Adam hemen araziyi aldığı adamın yanına gittti ve durumu anlattı. Bu altın küpünü adama teslim etti. Adamı dikkatlice dinleyen arazinin eski sahibi şöyle dedi:
- Kardeşim, ben bu araziyi sana içindekileriyle beraber sattım. Bu altın küpü benim değil, senin. Çünkü arazi şu anda sana ait.
Karşı taraftaki adam ise altınları kendisinin alamayacağını söylüyordu. Aralarındaki bu anlaşmazlık uzayınca hakime gitmeye karar verdiler.
Mahkemeye vardıklarında durumu hakime arz ettiler. Hakim öncelikle toplumda böylesi insanların yaşadığı için Rabbine şükretti ve ardından her iki adama da bekâr çocuklarının olup olmadığını sordu. Adamlar şaşırmıştı. Konunun bekâr çocuklarla ne ilgisi olabilirdi ki?
Araziyi satın alan adam,
- Benim bir oğlum var, dedi.
Diğer adam ise,
- Benim de bir kızım var hakim bey dedi. Bunun üzerine hakim sözlerine şöyle devam etti:
- Efendiler! Sizin hakkınızda verdiğim hüküm şu: Çocuklarınızı birbiriyle evlendirin. Bu altınların bir kısmını da onlara düğün masrafları ve düğün hediyesi olarak harcayın. Bir kısmını kendi ihtiyaçlarınız için, geri kalan kısmını da ALLAH yolunda hizmette kullanın.
Her iki taraf da haklarında böyle bir kararın verileceğini akıllarının ucundan geçirmiyorlardı. Ancak bu karardan iki taraf da oldukça memnun kaldı. Çünkü bu sayede hem aralarındaki ihtilaf çözülmüş hem de akraba olmuşlardı. (Buhari, 3285; Müslim, 1721)
Hikâyeden çıkarılacak bazı dersler
1. İnsan, kul hakkı mevzuunda olabildiğine hassas olmalı. Meşru olmayan her türlü kazanç ancak hasâret getirir. Vücudunun her zerresi haramdan müteşekkil insanların meydana getirdiği toplum hiçbir zaman Cenab-ı Hakk’ın rahmetine liyakat kazanamaz. Bir toplum, kendini değiştirmedikçe de Cenab-ı Hakk onları değiştirmez. Durup dururken aziz bir cemaatı ALLAH zelil etmez, zelil ettiğini de aziz hale getirmez.
ALLAH Rasûlü, üzerinde kul hakkıyla musalla taşına yatırılmış bir insanın namazını kılmamıştır. Zira kul hakkıyla giden kendisine rahmetle dua edilme liyakatından mahrumdur. Kul hakkı hangi yol ve ne suretle geçerse geçsin insanın helakine sabep olur. Ahirete kul hakkıyla gidenlerin durumu çok zordur.
İslam, kul hakkına büyük önem vermiştir. Herkesin hesap endişesiyle titrediği kıyamet gününde, hiçbir suale tabi tutulmadan cennete girecek olan şehidin bile hesap vereceği tek husus, “kul hakkı”dır. Onun için her mü’min, üzerinde başkasına ait bir hak varken ölmekten şiddetle kaçınır. Böyle bir inanç, insana kendi kazancına başkalarını ortak etme hasletini de kazandırır. Zira içinde bir başkasının alın teri bulunmayan, hiçbir kazanç yok gibidir. İçinde bir başkasının hakkı olmayan kazanç, beraberinde vicdan huzurunu da getirir. Vicdanen huzurlu bir insan ise, çalışırken daha bir aşk ve şevkle çalışır.
2. İnsanlar bir konuda anlaşmazlığa vardıklarını kendi aralarını bulacak bir hakime gidebilirler. Hakim, her iki tarafı da dinlemeli ve her zaman haklının hakkını hak ettiği ölçüde vermelidir.
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:44 | |
| KALDIRAMAYACAĞIN YÜKÜN ALTINA GİRME Adamın birisi Musa aleyhisselam'a gelerek: - Ya Musa, ne olur dua et de hayvanların dilinden anlayayım. Bundan kendime dersler çıkarır, iyi insan olurum, dedi. Musa aleyhisselam: - Git işine bak, bu halin senin için daha hayırlıdır, kaldıramayacağın bir yükün altına girmeye çalışma, diye cevap verdi. Fakat adam dinlemedi ve ısrar etti. - Ya Musa, ne olur hiç değilse kapımdaki köpekle horozun dilinden anlayayım diyordu. Sonunda Musa aleyhisselam dua etti ve adam sevinerek evine gitti. Ertesi sabah, hizmetçisi sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz koşup hemen kaptı. Köpek: - Be horoz, yaptığın doğru mu? Sen buğday da, arpa da yiyebilirsin. Bense ekmekten başka bir şey yiyemiyorum. Ne için benim rızkımı kapıyorsun"diyerek horoza kızdı. Horoz: - Haklısın ama tasalanma, yarın bizim efendinin eşeği ölecek, sen de böylece bir güzel karnını doyurursun, dedi. Adam bunu duyunca hemen eşeğini sattı. Ertesi gün, ne konuşacaklar diye köpekle horozu dinlemeye koyuldu. Köpek horoza sitem ediyor: - Hani eşek ölecekti, ben de karnımı doyuracaktım. Horoz: - Eşek öldü ama başka yerde öldü. Fakat hiç merak etme yarın at ölecek, o zaman daha büyük bir ziyafete konacaksın, dedi. Adam hemen atını da sattı. Hayvanların dilini anlayabilmenin onun için çok karlı olduğunu düşünüyordu. Ertesi gün köpekle horozu dinlemeye gitti. Köpek horoza sitem ediyor, yalan söylemeye başladığından şüpheleniyordu. Horoz: - Ben yalan söylemedim. At ölecekti, sahibimiz sattı. Fakat sen merak etme yarın sahibimizin en çok değer verdiği kölesi ölecek, o zaman onun hayrına yemekler verilecek, hepimiz doyacağız dedi. Bunu duyan adam kölesini de sattı. Ertesi gün yine aynı konuşmalara kulak kabartmak için gitti. Bu sefer köpek çok kızgındı. Günlerdir yalanlarla avutulduğunu söylüyordu. Horoz: - Ben yalancı değilim ve yalan söylemem, diye itiraz etti. Köle de öldü, ama başka yerde. Çünkü sahibimiz onu da sattı. Fakat hiç iyi etmedi. Zira ilkin kaza eşeğe gelecekti, böylece sahibimiz kaza ve beladan kurtulacaktı. Onu sattı, ata geldi. Atı sattı, köleye geldi. Köleyi de sattı, şimdi bela kendisine gelecek. Sıra onda, yarın sahibimiz ölecek, böylece doyacağız dedi. Bunu duyan adam akılsız başını dövmeye başladı ama iş işten geçmişti.
İnsanlar başlarına gelen istemedikleri bir şeyi hayra yormalı, onun daha büyük bir belayı def ettiğini, belalara kalkan olduğunu düşünmelidirler. Evet, perdenin arkasında neler olduğu ve hadiselerin hikmeti her zaman bilinmeyebilir. İnsan sık sık sadaka vererek belaları def etmelidir. Her şeyin sadakası vardır. Servetin, ilmin, iyi niyetin, sıhhatin, kuvvetin, zamanın.
Allâh-ü Teâla bildiğimiz-bilmediğimiz bütün iyilikleri ihsan eylesin , bildiğimiz-bilmediğimiz bütün kötülüklerden de muhafaza eylesin inş.!(Amin) |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:44 | |
| GERÇEK SEVGİLİ
Birisi geldi;bir dostun,bir sevgilinin kapisini caldi,sevgilisi; ´´Kimsin,a güvenilir er´´dedi. Adam: ´´Benim,´´´deyince; ´´Git simdi zamani degil,böylesine sofrada olgunlasmamis kisinin yeri yoktur´´ Ham kisiyi ayrilik atesinden baska ne pisirebilir;iki yüzlülükten ne kurtarabilir? O yoksul gitti;tam bir yil yollara düstü;sevgilinin ayriligiyla kivilcimlar sacarak cayir cayir yandi. O yanmis yikilmis kisi pisti;olgunlasti.Geri geldi,gene sevgilinin evinin cevresine düstü. Yüzlerce korkuyla ,yüzlerce defa edebi gözeterek kapinin halkasini caldi;agzindan edebe aykiri bir söz cikacak diye de korkup duruyordu. Sevgilisi:´´Kapidaki kim?´´diye bagirdi. Adam:´´a gönülleri alan kapidaki sensin´´dedi Sevgilisi:´´Mademki bensin,gel,iceriye gir´´dedi.´´Bu ev dar,iki kisi sigmiyor´´
(Mevlana´dan Altin Öyküler) |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:45 | |
| MÜMİN BUĞDAĞ BAŞAĞI GİBİDİR Ebu Hureyre radiyu anh’den Rasulullah sallu aleyhi ve sellem'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Mü’min, rüzgarın yatırdığı başak gibidir. Bu sebeble mü’mine sürekli olarak musibet ve imtihanlar isabet eder. Münafık ise rüzgarın, isabet ettiği zaman kökten yıktığı çam ağacına benzeyen "erz" ağacı (Lübnan’da çok bulunan bir ağaç türü) gibidir." (Buhari, Müslim)
Ka’b b. Malik el Ensari radiyu anh’den Rasulullah sallu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Mü’min, başak gibidir. Rüzgar onu, ürün verinceye kadar kah yatırır kah düzeltir. Kafir ise rüzgarın eğmeyip kökten söktüğü çam ağacına benzeyen "erz" ağacı gibidir." (Buhari, Müslim)
Enes radiyu anh’den Rasulullah sallu aleyhi ve sellem'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Mü’min, bazen yatan bazen kalkan fakat, kökünden sökülmeyen başak gibidir." (Bezzar sahih senedle)
Rasulullah sallu aleyhi ve sellem mü’mini başağa, rüzgarı da musibete benzetmiştir. Mü’minin başına, yani bedenine, ailesine ve malına devamlı musibetler gelir. Şayet sabrederse, bu musibetler onun günahlarını affettirir ve derecesini yükseltir. Kafirlere ise çok az musibet isabet eder ve onların başına gelen musibetler, günahlarını silmez.
Hadiste rüzgar, Allah-u Teâlâ'nın emrine ve imtihanlara benzetilmiştir. Şayet mü’min, bu imtihanlar karşısında sabır gösterir ve musibet esnasında bile Allah-u Teâlâ'ya şükrederse, şüphesiz Allah-u Teâlâ ona yardım eder ve onu sıkıntılarından kurtarır. Mü’mine isabet eden musibetler işte bu şekilde, mü’min kul sağlamlaşıncaya dek sürer.
Hadiste münafıklar, çam ağacına benzeyen erz ağacına benzetilmiştir. Zira erz ağacı, zahiren çok gösterişli ve güzel bir ağaçtır. Fakat bir rüzgar isabet edince, onu kökünden söker ve yıkar. Münafıklar da böyledir. Zahiren iyi gibi görünürler, ama başlarına bir musibet gelince hemen kökünden sökülüp giden "erz" ağacı gibi gerçek yüzlerini ortaya koyarlar.
Allah-u Teâlâ münafıklar hakkında şöyle buyuruyor:
"Sen onları gördüğün zaman, cüsseli yapıları hoşuna gidiyor. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) onlar, (sütun gibi) dayandırılmış kütükler gibidirler." (Münafikun: 4)
Allah-u Teâlâ bir başka ayette şöyle buyuruyor:
"Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azablandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister." (Tevbe: 55)
Mü’minin başından musibet eksilmez. Fakat mü’min bu musibetlere karşı sabırlıdır. İşte bu sebeble Rasulullah, mü’mini başağa benzetmiştir. Zira mü’min, bedenen zayıf olsa bile imanen güçlü olduğu müddetçe hiç bir musibet onun imanını sarsamaz ve bozamaz.
İbni Mes’ud radiyu anh hakkında şöyle bir rivayet zikredilmiştir:
"İbn Mesud radiyu anh bir gün bir ağaçtan, misvak yapmak için bir dal parçası almak istedi. İbni Mes’ud radiyu anh bacakları çok ince olan birisiydi. Öyle ki, rüzgar onun bacaklarını hareket ettirirdi. Müslümanlar bu manzarayı görünce gülmeye başladılar. Rasulullah sallu aleyhi ve sellem onlara:
"Niye gülüyorsunuz?" diye sordu. Sahabeler:
"Ey Allah’ın Rasulü! İbni Mes’ud’un çok ince olan bacaklarına gülüyoruz."
Bunun üzerine Rasulullah şöyle dedi:
"Nefsim elinde olan Allah-u Teâlâ'ya yemin ederim ki, bu bacaklar Allah-u Teâlâ'nın mizanında Uhud dağından daha ağırdır."
(Ahmed rivayet etti, Ahmed Şakir bu hadis için senedi sahih dedi.)
Mü’min, kaba değil yumuşaktır. Tıpkı rüzgara karşı dayanıklı olan ince başak gibidir |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:46 | |
| ALLAH'IM BİZİ RAHMETİNDEN AYIRMA Anlatıldığına göre,İsrailoğulları içinde günahlara dalmış biri vardı.Günah işlemekten hiç geri durmuyordu.Yaşadığı şehirdeki halk onun günah işlemesine bir türlü engel olamıyordu.Nihayet ondan kurtulmak için ALLAH (cc) den niyazda bulunmaktan başka çıkar yol göremediler.Bunun üzerine CENAB-I HAK HZ. MUSA'ya (as) israiloğulları içinde çok günah işleyen bir gencin bulunduğunu,işlediği günahlar sebebiyle şehre zarar gelmemesi için o günahkarı şehirden çıkarmasını vahyetti.
HZ. MUSA (as) o şehre giderek o günahkar genci oradan çıkardı.Genç bir köye sığındı. CENAB-I HAK genci o köyden çıkarmayı HZ. MUSA (as) vahyetti. HZ. MUSA (as) genci oradan da sürdü
Bunun üzerine genç insanların,hayvanların hatta bitkilerin bile olmadığı ıssız bir yere gitti.Yanın da kendisine yardım edecek kimse yoktu.Toprağın üzerine uzandı ve başını yere koyup şöyle dedi:"Şimdi annem başucumda olsaydı bana merhamet eder,ziilet içindeki şu halime ağıt dökerdi.Şayet babam yanımda olsaydı,bana yardım eder ve bütün işlerimi yapardı.Hanımım yanımda olsaydı ölümüme ağlardı.Evlatlarım yanımda olsaydı,cenazemin arkasından ağlarlar ve,'ALLAHIM beldesinden yabancı bir köye sürülmüş orada barındırılmayarak ıssız bir sahraya kovulmuş ve orada her şeyden ümidini kesmiş günahkar ve asi babamızı bağışla' diye dua ederlerdi! ALLAHIM,beni annemden,babamdan,çocuklarımdan ve hanımımdam ayrı düşürdün,ancak rahmetinden ayırma.Onların ayrılık ateşleriyle kalbimi yaktın,ancak günahlarım sebebiyle beni ateşinde yakma!"
Bu hal üzerine CENAB- HAK annesi kılığında bir huri,hanımı kılğında başka bir huri,çocukları kılıgına girmiş genç melekler ve babası kılığına girmiş bir başka melek gönderdi.Gelenler hasta gencin başında oturup ağladılar.Ölmek üzere olan genç ise,"İşte anam,babam,karım ve çocuklarım benim yanıma gelmişler diyerek büyük sevinç yaşadı ve bu halde tertemiz affa uğramış olarak ALLAH'ın rahmaetine nail oldu. Bu hal üzerine ALLAHU TEALA HZ. HZ. MUSA (as) şöyle vahyetti:
-Ey MUSA,filan sahradaki filan mevkiye git,orada veli kullarımdan biri vefat etti,onun arkasından yapılması gerekli işerni yap ve defnet!
MUSA (as) emredilen yere gittiğinde,ALLAH'ın emri ile kendisini şehirden ve köyden sürgün ettiği gencin cenazesi olduğunu,etrafında hurilerin bulundugunu görür. Bu hal karşısın da HZ. MUSA (as) şöyle der:
-YA RABBİ, bu genç senin emrin ile benim şehirden ve köyden sürgün etmiş olduğum kişi değil mi?
CENAB- HAK şöyle cevap verir:
-Ey MUSA,ben onun yere uzanmış halde inleyerek yalvarmasına ve vatanından,ana babasından,evladından ve hanımından ayrı kalmasına acıyarak günahlarını bağışladım.Kendisine ana babası,çocukları ve hanımı kılığına girmiş melekler gönderdim.Onlar,onun gurbette zelil bir halde vefatını görüp o genç için merhamet dilediler.Hiç şüphesiz gurbette vefat eden bir kişi için göklerde ve yerde bulunanlar merhamet ederek ağlarlar.Ben ise merhemetlilerin en merhametlisi iken nasıl ona merhamet etmeyeyim? |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:46 | |
| HATA DÜZELTMENİN ÜSLUBU Bir adam halkın huzurunda İmam-ı Ali'ye (ra) şöyle seslendi:
- Ya Ali. Sen şu hususlarda hatalı hareket ettin. Senin bu hatalarını isbat
etmek benim için hiç de zor değildir. İstersen yanlışlarını bir bir şurada
halkın huzurunda göstereyim
-İmam-ı Ali ra bu adama şöyle cevap verdi:
-Bana nasihat edip eksiklerimi doğrultacak, hatalarımı düzelteceksen, bunu
ikimizin arasında kimsenin bulunmadığı bir yerde yap. Zira benim hatalarımı
düzeltirken ne ben kendi nefsimde, ne de sen kendi nefsinden halkın
huzurunda emin olamayız. Sen Ali'nin hatasını isbat ettim diye gururlanabilir,
ben de kusurlarım isbat edildi diye darılmış olabilirim. Bu hal ise ikimiz için
de hayırlı olmaz.
En iyisi bana yapacağın nasihati halkın huzurunda değil, HAKKIN huzurunda
yap Hata düzeltecekken bir hata da sen yapma ! |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:47 | |
| İBLİSİN ALLAH'A İSYANI Kuran'a göre şeytan, ilk insan olan Hz. Adem'den bu yana insan neslini Allah yolundan saptırmak için çaba harcayan ve kıyamete kadar da harcayacak olan varlıkların genel adıdır. Tüm şeytanların atası ve en büyüğü ise, Hz. Adem'in yaratılmasıyla birlikte Allah'a isyan eden İblis'tir. Kuran'dan öğrendiğimize göre Allah Hz. Adem'i yaratmış ve meleklerden ona secde etmelerini istemişti. Melekler Allah'ın emrini yerine getirirken, cinlerden olan İblis Hz. Adem'e secde etmedi. Kendisinin insandan daha üstün bir yaratık olduğunu öne sürdü. Bu itaatsizliği ve küstahlığı yüzünden Allah'ın huzurundan kovuldu.*
Allah'ın huzurundan ayrılmadan önce, bu duruma düşmesine neden olan insanları kendisi gibi saptırmak için Allah'tan süre istedi. Allah da ona kıyamet gününe kadar süre tanıdı. Böylece İblis'in insana karşı verdiği mücadele başladı. Allah İblis'i ve ona uyanları cehenneme dolduracağına hükmetti. Allah, Kuran'da bu olayı şöyle haber vermiştir:
Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Allah "Öyleyse oradan in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi. (Allah "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi. Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 11-18) İblis böylece Allah'ın huzurundan kovulduktan sonra, kıyamete kadar sürecek olan mücadelesine başladı. İnsanları aldatarak saptırmak için onlara sokuldu. İlk büyük tuzağı, cennette yaşamakta olan Hz. Adem'i ve eşini kandırarak onları Allah'ın emrine isyana sürüklemesiydi. İnsanlık tarihinin başlangıcındaki bu olay Kuran'da şöyle anlatılır: Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. Şeytan, kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini" açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" Dediler ki: "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız." (Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır." Dedi ki: "Orda yaşayacak, orda ölecek ve ordan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi, 19-25) İşte insanlığın dünyadaki yaşamının başlangıcı, Hz. Adem'in üstteki ayetlerde anlatılan hatasıydı. Ancak Hz. Adem Allah'a tevbe etti ve Allah onu bağışladı. Ancak İblis'in insanların aleyhine yürüttüğü mücadelesi son bulmadı. Kuran'ın Maide Suresi'nde bildirildiği gibi, Hz. Adem'in iki oğlundan birini ayarttı ve onu kardeşini öldürmeye sürükledi. (Maide Suresi, 27) O tarihten sonra da İblis insan neslinden pek çok kişiyi kandırdı ve kendi safına çekti. Öte yandan diğer cinlerden de pek çok yandaşı oldu. İblis'in yolunu izleyen bu cinler, aynı onun gibi insanları saptırmak için onlara sokulmaya, onların "kalplerine gizlice vesvese vermeye" (Nas Suresi, 4) başladılar. İblis'in yandaşı olan bu cinler ve insanlar da onun sahip olduğu "şeytan" sıfatını kazandılar. (Şeytan, "uzak olmak" kökünden gelen bir kelimedir ve Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklaştırılmış her azgın ve isyankar kulun sıfatıdır.)
Dolayısıyla insanoğlunun karşı karşıya olduğu en büyük tehlike olan şeytan, liderliğini İblis'in yaptığı bir grup cin ve insandır. Bu cin ve insanlar, İblis'in yolunu izlerler, kendileri saptıkları gibi diğer insanları da saptırmaya çalışırlar. "Cinni" (cinlerden olan) şeytanlar, insanlar tarafından görülmedikleri için onlara fark edilmeden yanaşır, zihinlerine saptırıcı düşünceler sokarlar. "İnsi" (insanlardan olan) şeytanlar ise diğer insanlara açıkça sokulur, onları Allah'ın yolundan alıkoymak için telkinde bulunurlar. Bu, insanın yakın dostu gibi görünen bir insan olabileceği gibi, bir zorba ya da bir "fikir adamı" da olabilir. Kuran'da, bu tehlikeye karşı müminlere şu dua öğretilmektedir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, İnsanların (gerçek) ilahına; "Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran" vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek cinlerden, gerekse insanlardan. (Nas Suresi, 1-6) Şeytan insana bu denli sinsice yaklaşabilen bir düşman olduğuna göre, ondan sakınmak için azami dikkat göstermek gerekir. Bunun en başta gelen şartı, şeytanı tanımaktır. Şeytanı tanımak için ona baktığımızda ise, oldukça garip, oldukça esrarengiz bir mantığa sahip olduğunu görürüz. Önce İblis tarafından kullanılan ve sonra da onun tüm takipçileri tarafından devralınan bu mantığın temelinde, kibir ve büyüklenme yatmaktadır. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:48 | |
| BESMELE Bişr-i Hafi. Evliyânın büyüklerinden. Genç. Günah çukuruna düşmüş yuvarlanıyor yuvarlandıkça batıyor...
Bir gün Gecesini içki masalarında sabahladığı bir gecenin günü. Sarrhoş. Evinin yolunu tutturmuş, gidiyor, gitmeye çalışıyor. Yürüyor. O da ne? Bir kağıt, üstünde Besmele yazılı bir kağıt. İçi cız ediyor. Eğiliyor. Çamurların içinden Besmele yazılı kağıdı alıyor. Hiç Allah'ın ismi yerde olur mu, çamurlar içinde olur mu, bin bir düşünce bin bir ah ediş. Kağıdı öpüyor, çamurlarını siliyor, temizliyor, evine götürüyor, güzel kokulare sürüyor ve eveinin en güzel yerine asıyor.
O gece âlim bir zât bir rüyâ görür. Rüyâda,'' Git, Bişr'e söyle! İsmimi temizlediği gibi onu temizlerim. İsmimi büyük tuttuğu gibi büyültürüm. İsmimi güzel kokulu yaptığı gibi, onu güzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, onun ismini dünyada ve âhirette temiz ve güzel eylerim'' denildi. Bu rüyâ, üç defa tekrar etti. Rüyâ gören kimse, sabah olunca, Bişr-i Hafi'yi arayıp meyhanede buldu. Mühim haberim var diye içeriden çağırdı. Bişr geldiğinde, gelen zâta dedi ki: -Kimden haber vereceksin? -Sana Allahü teâlâdan haber vereceğim. Bunu duyan Bişr, ağlamaya başladı ve sordu: -Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak? Rüyâyı sonuna kadar dinleyince arkadaşlarına dönüp şöyle söyledi: -Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremiyeceksiniz. O zâtın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara,''Söz verdiğim zaman yalınayaktım, şimdi giymeğe hayâ ederim'' derdi.
Ayakkabı giymediği için kendisine ''Hafi'' (yalınayak)denilmiştir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) Perş. 30 Nis. 2009 - 14:50 | |
| ADALET VE TEVAZU Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.
Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:
- Ona de ki, elma yerini bulmuştur.
Fakat görevli itiraz edecek oldu:
- Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır.
Halife cevap verdi:
- Evet ama, Rasulullah s.a.v.'e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.
Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:
- Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.
Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:
- Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.
- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.
- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.
- Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.
Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:
- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer'im.
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti. |
| | | | BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|