UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Ülkü Gülü Forum Sitesine Hoşgeldiniz

Sitemize üye olarak sizlerde paylaşım yapabilir, sitemizin sosyal faaliyetlerinden haber alabilirsiniz.

Üye iseniz Lütfen Üye Adınızla giriş yapınız
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

UlkuGulu.Hareket-Forum.Net

ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz
 
BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Anasay11AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6
YazarMesaj
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:34

AYYAŞI ALIKOYMA
Mansur'un emriyle, Beytülmalın kasasını açmışlardı ve herkese oradan, bir miktar veriyorlardı. Şakrani de Beytülmaldan payını almak için gelenlerden biriydi. Fakat kimse onu tanıyamadığı için, kendisine bir pay almaya, vesilesi yoktu. Cedlerinden birinin köle olup Resul-i Ekrem (s.a.a)'in onu azat etmiş olması itibariyle bu azatlık unvanı ister istemez Şakrani'ye de, oradan miras kalmıştı ve onun için kendisine, 'Mevla Resulallah' yani Resulullah'ın azatlısı diyorlardı. Kendisine gelen bu unvan, Şakrani için, bir nevi intisab ve iftihar sayılıyordu. Bu yüzden o da kendisini, risalet hanedanına mensup sayıyordu.

Bu arada, Şakrani'nin meraklı ve endişeli gözleri, Beytülmaldan kendisi için payını alacak bir, vesile aramaktaydı ki, İmam Sadık (a.s) 'ı gördü. Yanına giderek hacetini söyledi. İmam gitti uzun sürmedi. Şakrani için bir pay alıp bizzat getirdi onu Şakrani'nin eline verdiği zaman yumuşak bir dille ona, şu cümleyi söyledi:
- İyi bir iş kimin tarafından yapılırsa yapılsın, iyidir fakat senin tarafından ve risalet hanedanına bağlı olduğun için daha iyi ve daha güzeldir. Kötü bir işe gelince, oda her kimse tarafından yapılırsa yapılsın, kötüdür fakat aynı intisabından dolayı, senin tarafından yapılırsa, daha çok kötü ve daha çok çirkindir.

İmam Sadık (a.s) bu cümleyi buyurunca, İmamdın onun sırrından yani, ayyaşlığından haberdar olduğunu anladı. İmam onun, ayyaş olduğunu bildiği halde, kendisine sevgi gösterdi ve sevgisinin arasında, kusurunu da söyledi. Şakrani bundan çok utandı ve kendisini kınadı.

El-Envarü'l- Behiyye


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:35

ASALET VE TERBİYE
Firavun'un kahinleri, saltanatı yıkacak çocuğun dünyaya geldiğini kendisine haber verdiler. Firavun ölmemek için öldürmek sevdasına kapıldı. O sene dünyaya gelen erkek çocuklarını, kılıçtan geçirtmeye başladı. Cellatlar; sokak sokak, ev ev dehşet ve ölüm saçıyorlardı.
Kadının biri, doğum sancıları başlayınca, mağaraya vardı ve çocuğunu orada dünyaya getirdi. Çocuğunun , gözünün önünde öldürülmesinden korktuğu için orada bırakarak evine döndü. Mukadderatı ile başbaşa kalan çocuğu, Cenab-ı Hakk'ın emriyle, Hz.Cebrail besleyip büyüttü.

İlk fırsatta mağaraya koşan kadın, çocuğunu hayatta bulunca sevindi, onu emzirip doyurdu ve tekrar evine döndü. Günler böylece geçerek küçük büyüdü ve sonunda Hz.Musa'nın kavmini, altından buzağıya taptıran kimse bu çocuk oldu. Adı Musa.

Samira kabilesine mensup bulunduğu için, kendisine Samiri lakabı verilmiştir. Asalet olmayınca, Cebrail aleyhiselamın verdiği gıdaya ihanet etti.

Diğer bir Musa da Allah'ın Kelimi, Peygamberi ve Firavun'un helakinin zahir planda sebebi oldu. Cenab-ı Hakk, onu Firavun'un sarayında ve kucağında büyüttürdü. Hz.Musa'nın annesi, kalbine gelen bir ilhamla oğlunu bir sandık içine koyarak Nil'in akıntısına bıraktı. Nil'in kıyısında yapılmış sarayının balkonunda, karısı Asiye ile birlikte oturmakta bulunan :Firavun, nehirden gelmekte olan sandığı yakalatıp açtırdı. Derhal, içinden çıkan küçük Hz. Musa'yı öldürtmek için emir verdiyse de Asiye buna mani olarak:
- Benim için de, senin içöin de bir göz bebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki, bize faidesi dokunur, yahut onu evlat ediniriz, dedi. Netice itibariyle Firavun'un büyüttüğü Musa; Peygamber oldu ve Firavun'un saltanatını yıktı. Bir Arab şairi, aslet olmayınca terbiyenin fayda vermeyeceğini dile getiriken:

Fe Musa'llezi rabbahü Cibrilü kafirün
Ve Musa'llezi rabbahü Fir'avnü mürselü


demiştir. Yani": (Asalet olmadığı için) Cebrail'in büyüttüğü Musa kafir oldu ve (asil bir soya sahip olduğu için) Firavun'un beslediği Musa ise Peygamberdir"



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:36

ALLAH DAN KORK MÜHRÜMÜ BOZMA
Geçmiş ümmetlerde gurbete çalışmaya giden üç arkadaş, bir ara yoğun bir yağmura mâruz kalınca yol kenarındaki bir mağaraya sığınırlar. Ne var ki, karşı dağdan, düşen yıldırım sebebiyle kopup yuvarlanan bir taş gelir, içinde bulundukları mağaranın kapısına sıkışıp kalır.
İçeride bulunan üç arkadaş korkup düşünmeye başlarlar. Nasıl çıkacaklar kapanmış olan mağaradan? Biri der ki: Bu belâdan kurtulmamızın bir çâresi olabilir. O da, Rabbimizin rızâsı için yapmış olduğumuz iyilikler. Gelin bunları şefaatçı yapıp buradan kurtulmayı Rabbimizden dileyelim.

Bu sebeple biri der ki:

– Ey Rabbim! Ben yanında işçi çalıştıran biriydim. Bir gün, çalışan işçim akşam yevmiyesini almaya gelmedi. Ben de onun parasını onun adına ayırıp çalıştırdım. Seneler sonra gelince parasını kazancıyla birlikte verdim. Şaşırdı, almak istemedi. Sonra ciddi olduğumu anlayınca yevmiyesini kazancıyla alıp sevinerek gitti. Bunu sadece senin rızân için yaptım. Eğer senin yanında makbul oldu ise, bunun hürmetine şu kayayı, çıkacağımız yerden uzaklaştır!

Bu dua üzerine kaya yerinden kımıldar, ama çıkılacak kadar yer açılmaz.

İkincisi de şöyle der

– Ey Rabbim! Ben annesine çok hizmet eden biriyim. Bir gece annem su istemiş, ben de koşup dışarıdan su getirmiştim, baktım annem uyumaktadır. Karşısında uyanıncaya kadar bekledim. Gece yarısı uyandığında beni karşısında bekler halde görünce çok memnun olup duâ etmişti. Bunun hürmetine bu belâdan bizi kurtar.

Kaya biraz daha kımıldar, ama yine kurtulmaya yeterli değildir.

Üçüncü olarak da son arkadaşları şöyle duâ eder:

– Ey Rabbim! Memleketimizde kıtlık olmuş, bir çok âile açlık belâsına mâruz kalmıştı. Benim durumum ise iyi idi. Bir gün komşum kızı yanıma gelip açlıktan ölüm tehlikesi geçirmekte olan âilesi için benden yiyecek birşeyler istemiş, ben de ona kendisini bana teslim etmesi halinde istediğini verebileceğimi söylemiştim. Başka çâresinin kalmadığını anlayan kızcağız, nihayet isteğime râzı olmuş, birlikte tenha yere gittiğimizde birden şu ikazda bulunmuştu:

– Ey elinde imkân olan adam! Allah’dan kork, benim iffet mührümü nikâhsız bozmaktan hicap duy! Bu mühür, ancak nikâhla bozulur, başka değil!

Bu beklenmedik ikazdan korkup titremeye başladım. Kendimi mâsum bir kızın namus mührünü bozan iffetsiz durumuna düşürmekten utandım ve dedim ki:

– Haydi gel, istediğin kadar yiyecek al, mührünü muhafaza ederek iffetinle yaşa.

Böylece ona istediğini verdim ve mührünü bozmadım. Bunu senin rızân için yaptım. Eğer kabul edildi ise, şu kayayı kapımızdan uzaklaştır da çıkıp kurtulalım.

Bir de baktılar ki, sıkışmış kaya paldır küldür yuvarlanıp gitti, kurtulup dışarı çıktılar.

Evet, işte iffetsizlerin yersizliğini söylemek istedikleri kızlık işaretinin hadisteki adı mühürdür.

Kaynak: Yeni aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:36

AMEŞ VE KARISI
İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a.'in arkadaşlarından, o dönemin hadis ve kıraat âlimlerinden Süleyman A'meş, bir gece evinde eşiyle tartışmış ve hanımını biraz incitmişti. Buna rağmen tartışmadan hemen sonra hanımıyla tekrar konuşmak istemiş, ama hanımı kocasına kırgın olduğu için, adamın sözlerini cevapsız bırakmıştı.
Adam öfkeyle:
-Niçin bana cevap vermi yorsun? diye hanımını bağırıp, azarladı. Fakat bir cevap alamadı.
A'meş'in kızı babasına:
-Bu gece olmasa da, yarın sabah konuşur seninle, dediyse de adamın öfkesi dinmedi:
-Eğer bu gece benimle konuşmazsa, benden kesin boş olsun, dedi.
Kızcağız da annesini konuşması için ikna etmeye çalıştı. Ama annesi inat etti, konuşmamakta direndi.Karısının konuşmamakta kararlı olduğunu gören A'meş'in ise az önce öfkeyle ettiği yeminin ciddiyeti aklına geldi, söylediğine pişman oldu. Eşiyle boş olmaktan kurtulmak için care düşünmeye başladı. Gecenin bir yarısında giyinip evden cıktı. Doğru Ebu Hanife Hazretlerinin evine gitti. Ebu Hanife onu içeri alıp derdini sordu. A'meş karısıyla olan hadiseyi anlattı, dert yandı:
-Bu kadın bu tavrıyla benden kurtulup kaçmak istiyor. Beni sıkıntıya sokmasından korkuyorum. Kendisi çocukların annesidir. Onu boş olmaktan kurtarıp beni rahatlatacak bir care var mı? diye sordu.
Ebu Hanife:
-Üzme kendini. Allah'ın izniyle bir care bulunur, dedi.
Ebu Hanife, A'meş'in oturduğu yerdeki mescidin müezzinine haber gönderip yanına çağırdı. Bu gece sabah ezanını henüz vakti girmeden okumasını tenbihledi. A'meş de evine dönüp, ezanı beklemeye başladı. Daha sabah olmadan okunan ezanı duyan A'meş'in hanımı, sabah oldu da boşanması gerçekleşti zannederek konuştu:
-Oh be! dedi. Senden kurtuldum, kötü huylu herif!
A'meş ise kıs kıs gülerek cevap verdi:
-Henüz sabah olmadı. Sen de konuşup yeminimi bozdun. Bize çare gösterenden Allah razı olsun.

Yusuf Yavuz
Semerkand dergisinden alınmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:37

ARADAKİ FARK
Hazret-i Ömer 'r.a.' anlatıyor:
- Bir gün Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' bize, askeri donatmak için, sadaka getirin diye, emr etdiler. Benim malımın çok olduğu bir zemân idi. Gönlümden geçdi ki, her zemânda, kardeşim Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' sadaka husûsunda hepimizden fazla sadaka verirdi. Ammâ bu def'a ben ondan fazla vereyim diye, malımın yarısını götürdüm.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki,
- Yâ Ömer! Ev halkına ne alıkoydun.
Dedim ki,
- Yâ Resûlallah! Yarısını alıkoydum. Bu sırada Ebû Bekr 'radıyallahü anh' cümle malını getirip, koydu. Hazret-i Fahr-i Enbiyâ buyurdu ki,
- Yâ Ebâ Bekr!Ev halkına ne alıkoydun?
Ebû Bekr,
- Yâ Resûlallah! Ehlime Allahü teâlâyı ve Resûlünü alıkoydum, deyince,
- İkinizin arasındaki fark, cevâbınız arasında olan fark gibidir, buyurdular.
Ondan sonra, Ebû Bekr-i Sıddîkın her bir işde, önüne geçme ümmidimi kesdim.

Kaynak:
Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:37

AHSEN-ÜL KASAS
Başlıkta okuduğumuz terkip, 'Kıssaların en güzeli' demektir. Bu tâbir, Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Yûsuf aleyhisselâmın kıssası için kullanılmıştır. Bu kıssayı, ya bir tefsirden, veya onunla alâkalı bir kitaptan okumanızı tavsiye ederiz.

Bildiğimiz sebeplerle Kenan diyarından Mısır'a getirilen Hz. Yûsuf, Yâkup aleyhisselâmın oğludur. Dedesi Hz. İshak, büyük dedesi de Hz. İbrâhim'dir. Hepsi de şirke karşı tevhîdi, küfre karşı îmânı tebliğ etmiş, Allâh'ın nûrunu kalplere nakşetmek için mücâdele etmişlerdir.

Böylesine muazzez, mukaddes ve müberrâ bir nesilden gelen Hz. Yûsuf, aristokrat bir hayat içinde yüzen Mısır saraylarında; hayâ, edep ve terbiye âbidesi olarak insanlara örnek olmuş, aslâ gayr-i meşrû tekliflere iltifat etmemişti. Hatta ahlâksızca yapılan îmâ ve baskılara karşı Cenâb-ı Hakka, bunlardan kurtarması için yalvarıp, 'Zindan, bunların beni dâvet ettiği şeyden iyidir Rabbim, dedi.' (S. Yûsuf, 33)

Sonra, Aziz ve arkadaşları, Hz. Yûsuf (a.s.)'un mâsûmiyetini isbat eden bütün o kat'î delilleri görmelerine rağmen, halkın dedi-kodusunu kesmek için onu zindana attılar. Hatta onunla beraber, biri hükümdârın sâkîsi, diğeri de ekmekçisi olmak üzere iki delikanlı daha hapse atıldı. Onlar, hükamdarı zehirlemeye teşebbüs etmek suçuyla itham olunuyorlardı.

Bunlardan biri,

' Ben rüyamda kendimi şarap için üzüm sıkıyor gördüm, dedi.

Öbürü ise;

' Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek götürüyor, kuşlar da gagalayıp yiyor gördüm, dedi. Bize bunların tâbirini haber ver; çünkü biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz, dediler.

Dahhak rahımehullah hazretlerine;

' Yûsuf aleyhisselâmın iyiliği ne idi? diye sorulduğunda, şöyle cevap verdi:

' O, dâima iyiliği tercih eder, bütün hâl ve hareketlerinde güzel ahlâkını gösterirdi: Zindandaki hastaları ziyaret eder, mahzunlara dost ve arkadaş olup onları tesellî eder, yeri dar olanlara genişlik sağlar, muhtaç olanlara yardım toplayıp verirdi. (Devamı yarın)

Yûsuf aleyhisselâm delikanlılara dedi ki:

' Size rüyanızda rızık olarak yiyecek bir şey gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduğunu, daha size gelmezden evvel rüyanızı tâbir eder, haber veririm.

Dikkat edilirse, Yûsuf aleyhisselâm onları, kendisine sorulanlara cevap vermezden evvel, tevhîde dâvet ve doğru yola irşad etmek istiyor. Bu dâvet ve tâbirinde doğruluğuna delâlet etmek üzere de, gaybden haber verme mûcizesini anlatıyor. Zira bütün peygamberlerin, peygamber olduklarını isbat için mûcize göstermeleri gerekir.

Yûsuf aleyhisselâm konuşmasına devam ederek şöyle diyor:

' Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben, Allâh'a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dînini terk ettim. Atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub'un dînine uydum. Allâh'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bizim için doğru olmaz. Bu tevhid, bize ve bütün insanlara Allâh'ın bir lûtfudur; fakat, insanların çoğu buna mukabil şükretmezler.

Ey Benim zindan arkadaşlarım, düşünün bir kere; darma dağınık birçok rabler mi iyi, yoksa her şeyi hükmü altında tutan ve kahredici olan bir tek Allah mı?

Sizin onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru, mânâsız ve boş isimlerden başkası değildir. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir delil indirmemiş, onlara hiçbir güç vermemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Ey zindan arkadaşlarım, rüyalarınıza gelince; biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetvâ istemekte olduğunuz mes'ele, böylece olup bitmiştir.

Bundan sonra Yûsuf aleyhisselâm, bu iki delikanlıdan, kurtulacağını bildiği kimseye yani sâkîye dedi ki:

' Beni efendinin yanında an, benden bahset.

Fakat şeytan, efendisine onu anlatmayı unutturdu. Bu yüzden Yûsuf aleyhisselâm, daha nice yıllar zindanda kaldı. (S. Yûsuf, 35-42)

Yani Hz. Yûsuf, Allah'tan başkasından yardım istediği için, beş yıllık mahpusluktan sonra, yedi yıl daha hapiste kaldı. Zira böyle bir istek ümmetten herhangi bir fert için gayet normal olmakla birlikte, bir peygamber için münasip değildi.

Onun zindanda kaldığı 12 sene âyet-i kerimedeki 'üzkürnî ınde rabbik' kavl-i keriminin harflerinin miktarına müsâvidir. Bu 12 adedinde daha başka acâib sırlar da vardır:

Burçlar, aylar on ikidir. 'Lâ ilâhe illallah' ve 'Muhammedün Resûlüllah'ın asılları da on ikişer harftir.

Kezâ Yâkup aleyhisselâmın oğulları da 12 idi. (Rûhu'l-Beyan)

Yûsuf aleyhisselâm, Mısır'ın iktisadî bakımdan en kritik bir devresinde yani yedi sene süren kıtlık yıllarında hazînenin başına geçmiş ve önceden aldığı tedbirlerle ülkeyi bir bâdireden kurtarmıştır.

Hz. Yûsuf, bu güzel hizmeti yapmayı, bizzat kendisi tercih etmiştir. İlk bakışta, peygamberlik makamında bulunan bir zâtın Mısır Hükümdârı'nın emrinde (bugünkü tâbirle) Mâliye Bakanlığı yapması garip karşılanabilir; fakat, insanlığa iktisadî yönden bir hizmet verirken, kazandığı sevgi-saygı ve hüsn-i zanla en müessir bir şekilde İslâm'ı tebliğ, telkin ve tâlim etmesi, kısacası o milleti maddî-mânevî tehlikelerden beraberce kurtarması, ibret ve ders alınacak bir husustur.

Onun içindir ki, Kur'ân-ı Hakîm'de Yûsuf aleyhisselâmın kıssasına, kıssaların en güzeli mânâsında, 'Ahsenü'l-Kasas' tâbir edilmiştir.


Alıntı: Fazilet Takvimi, 2000, Haziran
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:38

ADALET VE TEVAZU
Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.

Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:

- Ona de ki, elma yerini bulmuştur.

Fakat görevli itiraz edecek oldu:

- Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır.

Halife cevap verdi:

- Evet ama, Rasulullah s.a.v.'e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.

Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:

- Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.

Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:

- Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.

- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.

- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.

- Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.

Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:

- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer'im.

İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:39

JAPONYADA ŞEHİTLEİRN YAĞDIRDIĞI YAĞMUR

Bu olay bir bayanın başından geciyor ve bu olayı daha önce internette yayınlanmıştır.

KADININ ANLATIMI !

Birkac yil önce Temmuz ayinda Japonya’ya gittim.
Benim icin hazirlanan programa, 1890 yilinda Ertugrul faciasının Firkateyni yasandıgı ve 587 Osmanli askerinin sehit oldugu Kusimoto sehrini ziyaretde
dahil edilmisti. Japonya’da yasayan gazeteci bir arkadasim Kusimoto’ya ne zaman bir Turk gitse (yilin hangi mevsimi ya da hangi ayi olursa olsun)
yagmur yagdigini söyledi. Ona göre bu yagmur, orada yatan askerlerin
bir Turk gördugu icin aglamasindan kaynaklaniyordu. Buna bizzat kendisi de sahit olmus.Bu olayin tek istisnasi, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutani Guven Erkaya’nin ziyareti sirasinda yasanmis.Bunun nedenini de, “Asker komutaninin önunde aglamaz”diye aciklamisti. Acikcasi anlattiklarina gulup gecmistim. Ta ki asiri sicak ve gunesli bir gunde,sehitler icin dikilen anita cicek birakirken aniden
bastiran yagmurun altinda sırılsıklam olana kadar.Dusundukce hala tuylerim diken diken oluyor ve gözlerim doluyor.

...::: Alıntıdır :::...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:39

ETME BULMA DÜNYASI
Bir adam, karısı ve yaşlı babası. Kadın kayınpederini istememekte, huysuzluk etmekte, evin huzurunu boznaktadır.
Bir gün kocasına:
- Bey... bey.. Bezdim bezdim. Bir gün göremedim. Gençliğim gidiyor. Ya ayrılalım, babanla kal., ya da al babanı al da nereye getirirsen getir beraber kalalım. Yoksa ben gidiyorum.
Adamcağız şaşkınbiraz da sitemli bir vaziyette:
-Ne diyorsun hanım, o babam babam; öldüreyim mi, atayım mı? Kimi var bizden başka bakacak, dese de karısı ısrarda ısdrar ediyordu.
Adam baktı olacak gibi değil babasını dağa bırakmaya karar verdi. Yanına oğlunu da alarak yola koyulurlar. Babasına da:
- Baba, torununla beraber dağa oduna gidiyoruz, istersen sen de gel" der. Baba gelinin dırdırını dinlemektense onlarla beraber ağın yolunu tutar..
yola koyulu dağlara, ormanların içlerine girip bir müddet gittikten sonra, babasına:
- Baba sen burada biraz dinlen. Bizde odun toplayalım, der ve oradan ayrılırlar.
Odun toplamadan, babasını orada bırakarak dönerler.
Yolda oğlu:
- Dedemi almadık baba.
- Dedeni oraya bıraktık. Artıki htiyarladı orada kalacak.
Torun ısrar eder:
- Dedemi isterim... . En sonunda babasına ne dese desin fayda etmeyceğini anlayan çocuk:
- Baba, sen ihtiyarladığında ben de senin gibi seni getirip dağa mı bırakacağım? der demez adamın aklı başına gelir. Babasını almaya karar verir İhtiyar, kendisini almak için yoldan geri dönen oğluna:
- Evlâdım, sen beni bırakıp gidemezsin. Çünkü ben babamı bırakmadım. Ölünceye kadar hizmet ettim.
Adam babasını alıp eve getirir.
«Bu dünya etme-bulma dünyası» diye... Sen ne yaparsan sana da onun aynısının yapılacak.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:40

Musa'nın Asası


İsrail Oğulları - Bunlar, Yusuf Peygamber'in akrabalarıdır. Yusuf (A.S.), Mısır'da vezir olduktan sonra Mısır'a gelmişler ve onun yanında toplanmışlardı. - Zaman geçtikçe çoğaldılar, sayıları yüz binleri aştı. Mısır'da adı sanı anılır, geniş arazi sahibi kimseler oldular. Bunların bu derece çoğalıp servet sahibi olmaları o zamanki Mısır'ın hükümdarını ve onları düşman biliyordu. Nihayet bir gün İsrail oğullarının sahip oldukları bütün arazinin ellerinden alınmasına ve kendilerinin çiftliklerde karın tokluğuna çalıştırılmasını emir verdi.

Mısır Firavunu bununla da iktifa etmedi. Bunların nüfus artışını önleyebilmek için yeni bir emirle, İsrail oğullarından kız çocukları hariç, doğacak olan her erkek çocuğun öldürülmesini emretti. Firavunun hanımı imanlı, çok iyi kalpli, merhametli bir hanımdı. Çocukların öldürülmesini istemezdi. Fakat ne yapsın ki kocasının İsrail oğullarına olan öfkesi, kızgınlığı bir türlü sönmüyordu. Onların nesillerini kurutmak ve bu suretle onlardan intikam alıp kurtulmak istiyordu.

O sırada İsrail oğullarından Musa adında bir çocuk dünyaya geldi. Annesi, Firavunun adamlarını duyar da çocuğu elimden alırlar ve öldürürler diye çok korktu ve onu saklamak istedi, fakat nereye ve nasıl saklayabilirdi? Bu adamlar, yeni doğan çocukları araştırırlar, İsrail oğullarından olan hiç bir oğlan çocuğunu bırakmazlar, mutlaka alıp öldürürlerdi.

Kadıncağız, ne yapayım da çocuğumu ölümden kurtarayım diye düşünürken Allah kendisine tahtadan bir sandık yapmasını ve çocuğunu içine koyarak Nil nehrine bırakmasını ilham etti. Belki Cenab-ı Hak bu yavrunun da hayatını bağışlar, o da yaşayabilirdi.

Musa'nın annesi bu sandığı hazırladı, bir de yatak yaparak Musa'yı içine koydu. Ve sandığın ağzını kapadı.

Musa'nın kardeşi olan büyük kızına :
— Al, bu sandığı suya bırak ve geriden gözetle, akıntı onu nereye götürürse takip et, dedi.

Kız da annesinin dediklerini, dediği gibi yaptı.

Firavunun Nil nehri kenarında bir köşkü vardı. Kız. sandığı suya bıraktıktan sonra uzaktan gözetlemeğe başladı. Akıntının onu Saraya doğru sürükleyip götürdüğünü gördü. Daha önceden de kendisi bu sarayda hizmetçi olarak çalışıyordu, hemen annesine koştu ve ona durumu haber verdi.

Annesi ona :
— Sen zaten Sarayda çalışıyorsun. Git bak, Sarayda ne oluyor, sandığı ne yaptılar, öğren gel ve bana haber ver, dedi.

Sandık, Sarayın sahiline yanaşınca hizmetçilerden biri gördü, koştu. Hemen onu yakaladı, içini, açtığı zaman içinde ufak bir bebek buldu, kucağına alarak Sarayın hanımına koştu. Hanımın hiç çocuğu olmadığı için çocuğu görünce çok sevindi. Kocası Firavuna:
— Bizim çocuğumuz olmadı, bu çocuğu evlât edinelim, hayatımız onunla daha neşeli geçer, dedi. Firavun da onun fikrine iştirak etti. O da onun kadar memnun oldu.

Kraliçe çocuğa süt verecek bir anne bulunmasını emretti. Fakat nedense çocuk, getirdikleri süt annelerinin hiç birini beğenmiyor, memesini almıyordu. Bundan dolayı Kraliçe bu çocuk böyle gıda almamakta ısrar ederse ölür, diye endişe etmeğe başladı.

O zaman Musa'nın kız kardeşi atıldı. - Onun kız kardeşi olduğunu bilmiyorlardı - Size onu emzirecek birini bulayım dedi.

— Çabuk ol, o kadın kimse söyle, çünkü çocuk nerede ise ölecek, dediler. Kız koştu, annesini aldı, Saraya getirdi. Annesi oğlunu görünce benzi sarardı, kalbi çarpmağa başladı, fakat kimsenin farkına varmaması için kendisini tuttu, kucağına alıp da memesini ona uzatınca derhal çocuk emdi. Saraydakiler hep sevindiler, annesi de sevincini belli etmemekle beraber çok sevinmişti.

Musa büyüdü; sağlam yapılı, olgun, akıllı, gürbüz bir delikanlı oldu. Okudu birçok şeyler öğrendi. Herkes ona sanki Kralın oğlu imiş gibi muamele yapıyordu. Fakat o, kendisinin İsrail oğullarından olduğunu bilir, milletinin haline acır, içten içe canı sıkılırdı.

Günlerden bir gün Saraydan dışarı çıktı, şehre doğru yürüdü, yolda giderken iki kişinin kavga ettiklerini gördü, bunlardan biri İsrail oğullarından, diğeri Mısırlılardan idi. İsrail oğullarından olan, Musa'nın kendisine yardım etmesini istedi. Musa hemşehrisinin yardımına koşup da Mısırlının karnına bir tekme atmasıyla adam cansız yere yuvarlandı ve derhal öldü.

O anda Musa, bu yaptığına pek çok pişman oldu. Allah'tan kendisini affetmesini niyaz etti. Ey Rabbim dedi.
"Senin bana lütfün büyüktür. Ben sağ kaldıkça kötü kişilere hiç bir suretle yardımda bulunmayacağım."

Fakat o ölen adamı, kendisinin öldürdüğü halk tarafından bilinir de bu suçunu Firavuna haber verirler diye bütün gün korktu, şehirde saklandı ve o gün Saraya dönmedi. Endişeli bir halde iken bir gün önce gördüğü İsrail oğullarından olan aynı adamı yine gördü. Bu defa da başka bir Mısırlı ile kavga ediyordu. Mısırlıya mağlûp olmuştu. Yine Musa'nın yardımını istedi. Musa kendisine sahip olamadı. Mısırlıya vurmak üzere iken Mısırlı ona: Ey Musa, dün birisini öldürdüğün gibi bugün beni de mi öldürmek istiyorsun? dedi.

O vakit işlediği suçun başkaları tarafından da bilindiğini anladı. Daha fazla korkmağa başladı. O sırada bir adam kendisine doğru gelerek ona: Ey Musa dedi. Senin katil hâdisesini Mısırlılar öğrenmişler, seni öldürmek için şimdi söz birliği ediyorlar. Çabuk ol, kaç bu memleketten, benim sözümü dinle, bugünden sonra katiyen burada kalma.

Musa, Mısır'dan Doğuya doğru çöle açıldı... Kaçıyordu. Bir memleketten diğer bir memlekete intikal ederken "Medyen" topraklarına vardı. İyice yorulmuş ve acıkmıştı, dinlenmek üzere olduğu yerde oturdu.

Burası, insanların su içtiği ve koyunlarını suladıkları bir kuyu kenarı idi. Yorgun argın otururken koyun otlatan iki genç kız gördü... Koyunlarıyla uzakta durmuşlar suya doğru akın etmek isteyen koyunlara mani olmağa çalışıyorlardı. Beri tarafta ise bir hayli insan, koyunlarıyla beraber kuyunun başına sokulabilmek için birbirlerini itip kakıyorlardı. Musa o iki kıza:
— Siz neden koyunlarınızı sulamıyorsunuz? diye sordu.

— Biz iki genç kızız, erkekler arasına sokulmak istemeyiz. Onun için, onların koyunlarını sulayıp gitmelerini bekliyoruz, biz koyunlarımızı daha sonra sularız dediler.

Musa onlara:
— Siz iki genç kızsınız. Niçin koyun güdüyorsunuz? dedi.

— Babamız ihtiyardır. Koyunlarımızı güdemez haldedir. Onun için koyunları biz güdüyoruz, dediler.

Bunun üzerine Musa onlara:
— Siz şurada bekleyin, dedi. Kalktı onların koyunlarını sulayıverdi. Bu insanî alâkasından dolayı kendisine teşekkür ettiler. Koyunlarını alıp oradan ayrıldılar. Musa da gölgeye çekildi, kendisine yiyecek göndermesi ve kendisini kurtarması için Allah'a dua etti.

Musa bu halde otururken o iki kızdan biri utangaçlığından önüne bakarak Musa'nın yanına geldi ve ona:
— Koyunlarımızı suladığınızdan dolayı size mukabelede bulunmak için, babam sizi çağırıyor, dedi.

Musa yerinden kalktı, kızla beraber kızın babasının yanına gitti.

Kızın babası, Musa'ya kim olduğunu, ne sebeple buralara kadar geldiğini sordu. Musa başından geçenleri bir bir anlattı kızın babası sen hiç üzülme, dedi. Sen artık Firavunun şerrinden ve Mısır topraklarından uzaktasın, Firavun seni buralarda bulup da yakalayamaz.

Musa ile görüşen bu zat, Şuayp Peygamber (A.S.) idi.

Kızlardan biri babasına:
— Babacığım, bu kimse, güçlü, kuvvetli dürüst bir genç, senin işine yarar, koyunlarımızı otlatır. Çok da dürüst bir kimse, bundan daha iyisi bulunamaz, bunu ücretle tut, dedi.

Şuayp Peygamber Musa'ya:
— Bu iki kızdan biri ile seni evlendirmek isterim, şu şartla ki, sen de koyunlarımızı sekiz sene müddetle güdersin, bize çobanlık edersin. Eğer sen bu müddeti on seneye tamamlarsan o da senin lütfün olur, fazla iş gösterip de ben seni yormam, hiç merak etme evladım, inşallah sen beni iyi bir insan bulacaksın, dedi.

Musa:
— Ben bu teklifi uygun buldum, kabul ediyorum. Allah şahidimdir, dedi.

On sene sonra Musa, serbest hayata kavuştu. Eşini de beraber alıp başka bir tarafa gitmek arzusunda olduğunu Şuayp Peygambere söyledi. Şuayp (A.S.) de onun bu arzusuna muvafakat etti. Onlara beş-on koyun ve biraz yiyecek verdi, dualar etti ve onları uğurladı.

Musa Mısır'a doğru yola çıktı. Gide gide "Tur" dağına vardı. Soğuk bir gece idi. Eşi ile birlikte geceyi çadırda geçireceklerdi, uzakta bir ateş gördü, eşine:

— Sen burada bekle, ben şu ateşin olduğu yere gideyim. Oradan ateş getirebilirsem ateş yakarız burada ısınırız, dedi.

Uzaktan ateş zannettiği yere varınca ne ateş ne de ateşe benzer bir şey bulamadı. Yalnız kendisine seslenen bir ses işitti, şöyle diyordu:
"Ey Musa: Ben senin Rabbinim, çıkar ayaklarını, çünkü sen kutsal "Tuva" vadisinde bulunuyorsun. Ben seni peygamber seçtim. Sana "vahy" olunanı dinle. Hiç şüphen olmasın ki benim Allah, benden başka Tanrı yok... Bana ibadet edesin. Beni anmak için namaz kılasın."

Musa (A.S.) bu sesi işitti, vücudu sarsıldı, kalbi yerinden oynadı, sessiz ve hareketsiz olduğu yerde kalakaldı. Aynı ses tekrar ona elindeki asayı sordu: Musa sağ elindeki nedir? dedi.

Musa: O benim asamdır. Ona dayanırım ve onunla koyunlarıma yaprak silkerim, daha birçok işlerime yarar o benim, dedi.

Allah buyurdu ki: "Bırak onu ey Musa" Asasını bırakınca hemen yılan olup yürümeğe başladı.

Musa, asasının kıvrıla kıvrıla giden bir yılan gibi hareket ettiğini görünce şaş-kına döndü, çok korktu. Bıraktı, kaçtı. Yine aynı ses ona seslendi:
— Al onu. korkma, katiyen sana zarar vermez o, bunun üzerine döndü eliyle onu tuttu. Birde baktı ki eski halini aldı, yine asa oldu.

Musa, dehşet ve hayretler içinde kalmıştı.

Aynı ses ona tekrar seslendi: "Elini cebine sok, bembeyaz illetsiz olarak çıkacak.

Hazret-i Musa bunu da yaptı, bir de ne görsün: Eli karanlıkta, süt gibi bembeyaz parlıyor, elinin alaca benli, abraş illetine tutulduğunu zannetti.

Yine o ses ona: Korkma eline bir hastalık filân gelmiş değil. Lâkin bu ve yılan gibi hareket eden asa, senin mucizendir. Git Firavuna, ona yumuşak söz söyle, aşağıdan al, olabilir ki Allah'ı hatırlar, zulüm ve fesadı bırakır, senin doğruluğunu kabul eder ve sana inanır, dedi.

Firavun kendisini yakalar da bir kaza neticesinde öldürdüğü adamın yerine öldürür diye Musa (A.S.) Mısır'a dönmekten korkmuştu. Dilinde pelteklik olduğundan zor konuşabiliyordu. Firavunun karşısına çıkar da dilindeki bu tutukluk Tanrının kendisine verdiği vazifeyi yerine getirmeğe mani olur mu diye endişe ediyordu. Mısır'da Harun adında bir kardeşi vardı ki çok iyi bir insandı. Musa Allah'a dua etti. "Rabbim! Firavun ve adamları beni yalancılıkla itham ederler diye korkarım, içim daralır, dilim söylemez olur, kardeşim Harun'u bana yardımcı gönder, sonra onlara karşı evvelce işlemiş olduğum bir suçum da var, beni öldürürler diye korkuyorum." dedi.

Allah Musa'ya:
— Korkma ey Musa! buyurdu, sen küçük bir yavru idin, seni ben kurtardım. Hatırla bunu, sana verdiğim bu mucizemle git Firavuna, ben seninle beraberim seni yalnız bırakmam. Sen ve kardeşin Harun da beraber Firavuna gidin ve ona:
— Biz âlemlerin Rabbi olan Allah'ın elçisiyiz deyin. İsrail oğullarını serbest bırakmasını, onları ezmemesini ve esir gibi kullanmamasını ondan isteyin.

Hazret-i Musa'ya hitap eden ses sustu. Musa etrafına bakındı, kimseyi göremedi, ürperdi, tüyleri diken diken oldu; vücudu titremeye, kalbi atmaya başladı, koşa koşa çadıra döndü, gördüklerini ve işittiklerini eşine bir bir anlattı ve ona:
— Haydi kalk bakalım. Kardeşim Harun'la görüşmek ve onunla beraber Firavuna gitmek için Mısır'a gidiyoruz. Ben ve o, Firavuna gideceğiz, Allah'ın emrini ona bildireceğiz, dedi.

Böylece geceli gündüzlü yol yürüdüler, nihayet Mısır'a vardılar.

Musa doğruca kardeşi Harun'un evine gitti. Ve ona Tur dağında gördüklerini ve işittiklerini haber verdi. Harun (A.S.) bana da Allah seninle beraber Firavuna gitmemi bildirdi. Allah tarafından madem ki böyle bir emir aldık haydi hemen gidelim, dedi.

Musa ile Harun (A.S.) Firavunun yanına girince Musa (A.S.) düzgün ve açık bir dil ile söze başladı.
— Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberiyim, İsrail oğullarını benimle serbest bırakman için Allah beni sana gönderdi, dedi.

Firavun ona:
— Küçük iken terbiye edip büyüttüğümüz o çocuk sen değil misin? dedi. Daha sonra da bir adam öldürüp kaçmıştın.

Hazret-i Musa, evet dedi. O adamı kaza neticesi ben öldürmüştüm. Fakat Allah tövbemi kabul etti. Beni bağışladı ve bana hakikati öğretti ve beni bir peygamber olarak gönderdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:41

Firavun:
— Şu senin bahsettiğin ve beni peygamber olarak gönderdi dediğin Allah nedir ki?

Musa (A.S.) :
— Allah, âlemlerin ve bütün varlığın Rabbidir. O sizlerin de ve sizlerden önce geçen atalarınızın da Rabbidir.

Firavun:
— Söylediğin bu sözlerin doğruluğuna delilin varsa haydi göster, evet bir mucize göster de görelim, dedi.

Musa asasını yere attı apaçık ve kocaman bir yılan oldu. Elini cebinden çıkarmasıyla de bakanların hepsi onu bembeyaz gördüler.

Firavunun etrafında toplanan Valiler ve Devlet adamları:
— Bu çok usta bir sihirbazdır, dediler.

Firavun:
— Ey Musa: Senin gibi sihir yapan bizde de çok sihirbazlar var. Bir gün kararlaştıralım da onları da çağıralım, o gün hep toplanırız, bakalım kim kime galip gelecek: Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Peygamberim iddiasında bulunan sen sihirbaz mı daha üstünsün yoksa onlar mı? Görelim, dedi.

Kararlaştırılan günde Firavun, hükümet erkânı ve birçok halk topluluğu, Sarayın önündeki geniş meydanda toplandılar. Memleketin her tarafından toplanan sihirbazlar da oraya getirilmişlerdi. Musa da kardeşi Harun'la beraber orada hazır bulunuyordu.

Sihirbazlar Firavuna:
— Biz galip gelirsek bize büyük ikramiye ve mükâfatlar vereceksin değil mi? dediler.

Firavun:
— Elbette vereceğim, hem de benim yanımda sizin büyük rütbe ve mevkiiniz olacak, dedi.

Sihirbaz, Hazret'i Musa'ya:
— Sen mi evvel başlarsın? Yoksa biz mi başlayalım, dediler.

Musa (A.S.) onlara:
— Siz başlayın dedi,

Sihirbazlar, asalarını ve iplerini yere attılar, bunlar derhal küçüklü büyüklü bir takım yılanlar gibi hareket etmeğe, açılıp kıvrılmağa başladılar. Musa o büyük meydanı küçüklü büyüklü birçok yılanın kapladığım görünce içten içe-korkmağa başlamıştı. Fakat Allah ona ilham etti. Korkusunu giderdi: "Korkma ey Musa buyurdu: Hiç şüphen olmasın mutlaka sen üstün geleceksin. Elindeki asanı bırak onların bütün o yaptıklarını toplayıp yutsun. Onların yaptıkları hep sihirbaz hileleridir. Sihirbaz ne yaparsa yapsın hiç bir zaman netice elde edemez."

Bunun üzerine Musa asasını yere bıraktı. O 'anda asa başını oraya buraya sallayan koskoca bir ejderha oldu. Koca man ağzını açtı meydanı dolduran o yılanları yutmağa başladı. Kaçanların arkasına düştü hepsini tutup yuttu. Ortada sihirbazların yaptıklarından hiç bir şey kalmadı. Seyirciler dehşetli bir heyecan ve korku içinde kaldılar. O zaman Musa (A.S ) ilerledi ve koskoca yılanı tuttu. Eline alır almaz derhal asa halini aldı.

O anda sihirbazlar Musa (A.S.) in kendileri gibi bir sihirbaz olmadığını anladılar, o mutlaka beni Allah gönderdi sözünde doğrudur. Muhakkak ona Allah yardım ediyor, biz de bütün varlıkların Rabbi, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik, dediler ve yere baş koyup Allah için secdeye vardılar. Bu hali gören Firavun küplere bindi, sihirbazlara fena halde öfkelendi, çünkü onlar gözleri önünde Musa ve Harun'un Tannsına iman etmişlerdi.

Onlara :
— Göreceksiniz size neler edeceğim. Çok acı. azaplar ve ızdıraplar vereceğim, dedi. Sihirbaz, Musa'ya teslim olduklarının cezası olarak ellerini ayaklarını keseceğini ve onları hurma dallarına asacağını söyledi. Firavun hâlâ Musa (A.S.)'yı sihirbaz zannediyor ve onun peygamber olduğuna inanmıyordu. Sihirbazlar Firavuna çekinmeden cevap verdiler: Biz artık senin azabından korkmuyoruz. Sen bize dünyada azap edebilirsin fakat Allah öbür âlemde bizi Cennete koyacaktır. Cennet ise bu dünyadan çok hayırlıdır. İstediğini yap, biz bir daha eski dinimize dönemeyiz artık, dediler.

Firavun daha önce söylediği gibi Musa peygambere iman eden o sihirbazlara çeşitli ızdıraplar vermeğe ve nihayet onları öldürmeğe karar vermişti. Bu kararını tatbik mevkiine koymak üzere iken Mısır'ın büyük Nil nehri taştı dehşetli feyezan oldu, nehrin suları yükseldikçe yükseldi, birçok köyler ve şehirler sular altında kaldı.

Bazı insanlar: Musa ve Harun'a sihirbazlara ve İsrail oğullarına yapılan işkence ve ızdırapların bu felâkete sebep olduğunu ileri sürdüler. Eğer Firavun bunları da işkencelerle öldürecek olursa feyezan devam edecek, bütün memleket sular altında kalacak, dediler. Daha bir çok insanlar da bu sözleri doğruladılar. Kalabalık bir halk topluluğu, Firavunun huzuruna çıktılar. Halk arasında dolaşan bu sözleri ona anlattılar. Sihirbazların öldürülmemesini ve İsrail oğullarına yapılmakta olan işkencelerin azaltılmasını ondan rica ettiler. Bunun üzerine Firavun, Musa (A.S.)'ya haber yolladı, Eğer bu feyezanı durdurabilirsen İsrail oğullarını sana terk edeceğim, dedi.

Hazret-i Musa, Cenab-ı Haktan bu feyezanı durdurmasını niyaz etti. Allah da onun duasını kabul etti. Coşkun ve taşkın sular köprülerin altına düştü ve Nil nehri eski halini aldı.

Fakat gene de Firavun, İsrail oğullarına işkence etmekte devam etti. Aradan birkaç gün geçti. Kırları, tarlaları, bağları ve bahçeleri sürüler halinde çekirge istilâ etti. Ve her yeri kapladı. O güzelim yemyeşil tarlaları mahvettiler. Evlere, insanlara varıncaya kadar saldırdılar. Bazı aklı erenler başımıza gelen bu belâ, Musa'ya Harun'a ve sihirbazlara yapılan işkencelerin neticesidir. Eğer Firavun bunları azad etmeyecek olursa hiç şüpheniz olmasın bu çekirge sürüleri, ekinleri ve meyvaları bitirdikten sonra bizleri de yiyecek, dediler.

Ve Firavun'un huzuruna çıktılar. Bu sözleri ona da söylediler ve İsrail oğullarını salıvermesini istediler. Yine Firavun Musa (A.S.)'ya haber gönderdi. Bu uzak çekirge sürülerini bu topraklardan eğer uzaklaştırabilirse derhal İsrail oğullarını sana bağışlayacağım, dedi. Musa (A.S.): Bu çekirge belâsını başımızdan defet Yarabbi diye Tanrıya dua etti. Allah duasını hemen kabul etti. Ve çekirge sürüleri Mısır topraklarından uzaklaşıp gitti.

Lâkin yine de Firavun İsrail oğullarına azap etmekten vaz geçmedi. Aradan birkaç gün geçer geçmez, bu defa insanlar Nil nehrinden ırmak ve havuzlardan milyonlarca kurbağanın dışarı fırlamakta olduğunu gördüler. Sokaklarda oradan oraya sekiyorlar, evlere giriyorlar, ahalinin üstüne başına sıçrıyorlar, yedikleri yemeğe, içtikleri suya atlıyorlardı.

Bazı iyi görüşlü insanlar:
— Başka değil, bu Musa'ya ve cemaatine yapılan eziyetin cezasıdır. Eğer Firavun merhamete gelip de bunları serbest bırakmazsa bu kurbağalar ne evlerinizi terkedecek ne de yiyecek ve içeceklerimizi bize bırakacak, dediler.

Firavunun yanına gittiler. Bunları anlattılar ve İsrail oğullarını serbest bırakmasını rica ettiler. Yine Firavun Musa (A.S.)'ya haber gönderdi ve kendisine Memleketimizden bu kurbağaları uzaklaştırabilir-sen İsrail oğullarını serbest bırakacağım, dedi.

Hazret-i Musa. bu kurbağa felâketinden insanları kurtarması için Tanrıya dua etti. Allah da duasını kabul buyurdu, bütün kurbağalar tekrar suların içine döndüler.

Lâkin Firavun yine sözünde durmadı, İsrail oğullarına zulüm ve işkence etmekte devam etti. Kurbağa felâketinden yeni kurtulmuşlardı. Bir gün sonra insanlar elbise ve vücutlarının bit ve haşerat içinde kaldığını hissettiler. Kıyasıya vücutlarını ısırıyorlardı, kaşıya kaşıya derilerini kopardılar, durmadan bit çoğalıyor, kaşıntı da o nispette artıyordu, âdeta tırnaklarıyla derilerini parçaladılar.

Ahali:
— Bu da, Musa'ya ve Harun ve cemaatlerine karşı işlenmiş olan günahların cezasıdır. Eğer Firavun bunlar üzerindeki baskı ve işkenceyi kaldırmazsa kurtuluş yok, bu bit haşeratı kanlarımızı kurutacaktır, dediler.

Firavuna gittiler ve ona bunları anlattılar. Artık İsrail oğullarının azabına son vermesini rica ettiler.

Firavun, Musa (A.S.)'yı huzuruna çağırdı. Ve ona
— Bu bit haşeresinden insanları kurtarabilir misin? Eğer bunu yaparsan İsrail oğullarını salıvereceğim, dedi.

— Musa (A.S.) yine Allah'a dua etti. Bu belâdan insanları kurtar Yarabbi dedi. Allah duasını kabul etti. Hep bitler ortadan kayboldu. Fakat yine de Firavun, Hazret-i Musa'ya İsrail oğullarını teslim etmedi. Onların yakasını bırakmadı.

Bir sabah Firavunun hizmetçileri kendisine sabah kahvaltısı için süt getirmişlerdi. Bir de baktı ki süt bardağının içerisi kan dolu. Fena halde öfkelendi. Hizmetçilerine bağırdı:
— Siz velinimetinize böyle mi hizmet edersiniz? Ona içsin diye kan mı getiriyorsunuz? Ey serseri köleler koyunlar gibi boğazlanmak sizin cezanızdır. Kanınızı köpekler içsin.

Hizmetçiler, and içtiler, yeminler ettiler. İçinde bir damla bile kan yoktu, ineklerin sütünü sağdık da getirdik dediler, lâkin Firavun onlara asla inanmadı.

Öfkesinden tükrüğü ağzında kurumuştu. Bir bardak su istedi. Bardağın da kanla dolu olduğunu gördü. Alabildiğine bağır mağa başladı. Ey köpekler, kellelerinizi uçuracağım hepinizi boğazlayacağım, dedi.

O anda kulağına sarayın önünde toplanan halkın gürültüleri ve sesleri geldi. Ey kudretli hükümdarımız, kurtar bizi bu azaptan, kurtar bizi, İsrail oğullarının yüzünden mahvolup gitmekten kurtar bizi diye feryat ediyorlardı. Firavun, öfkeli öfkeli başını balkondan uzattı. Ey ahmaklar, ne oldu size, delirdiniz mi? Ne istiyorsunuz? dedi.

Halk hep bir ağızdan :
— Ey Sultanımız, bize merhamet et. Akıcı-mayi olan her şey kan oldu. Su, süt bal diye bir şey bulamaz olduk. Her şey kana inkılâp etti. Bize acı da şu İsrail oğullarını serbest bırak dediler.

O zaman Firavun, hizmetçi ve kölelerinin suçsuz olduğunu anladı. Musa'ya, Harun'a, sihirbazlara ve İsrail oğullarına yapılan işkence ve zulmün bu belâ ve musibete sebep olduğunu idrak etti. Firavun Musa ve Harun (A.S.)'a haber gönderdi, ve onlara:
— Artık sondur. Memleketin başından bu belâ ve musibet de giderse bu defa İsrail oğullarını size bağışlayacağım ve hepinizi serbest bırakacağım, dedi.

Bunun üzerine Musa ve Harun peygamberler bu belâyı insanlar üzerinden kaldır Yarabbi diye Allah'a dua ettiler. Derhal, su, su oldu; süt, süt oldu. Bal, bal oldu ve her şey eski halini aldı.

Firavun da İsrail oğullarının serbest bırakılmasını emretti. Hazret-i Musa ve Harun'a:
— Sizler bugünden itibaren hürriyetinize sahipsiniz, size yapılan işkencelere artık son verilmiştir, dedi.

İsrail oğulları hürriyete kavuşunca çok sevindiler, şenlikler ettiler, kendilerini yıllarca inleten bu azaptan kurtardığı için Tanrıya şükür ve dualar ettiler. Hazret-i Musa ve Harun'a da döndüler:
— Hepimizin Mısır'ı terk etmemiz lâzımdır. Bundan böyle biz artık burada kalamayız. Mutlaka burayı terk etmeliyiz. Aksi takdirde Firavunun yeniden bize işkence ve eziyet etmesinden korkulur, dediler.

İçlerinden zeki ve tecrübe sahibi olanlar: Bu meseleyi gizli tutunuz. Kimseye haber vermeyiniz. Çünkü Firavun bizim Mısır'dan göç edeceğimizi öğrenirse muhakkak bize öfkelenecektir, azap ve işkence vermekten belki daha da ileri gidecektir, dediler.

Gizliden gizliye eşyalarını toplamağa, bağlamağa ve kimseye hissettirmeden yol hazırlığı yapmağa başladılar.

İsrail oğulları gecenin gelmesini ve ayın doğmasını bekliyorlardı, yanlarına götürebilecekleri kadar ev eşyası, ziynet ve altın aldılar, sonra da sessizce yola çıktılar. Kimsenin farkına varmaması için çok da süratli olarak Doğuya, Kızıl denize ve timsah gölüne doğru yol almağa devam ettiler ve hayli gittiler. Sabaha karşı Mısırlılar uykudan uyanıp da İsrail oğullarını göremeyince koşup Firavun'a haber verdiler.

Firavun hemen askerini alarak süratle arkalarına düştü.

İsrail oğulları, Firavun ve askerinin kendilerini takip etmekte olduğunu gördüler. Telâşlandılar ve çok korktular. Musa Peygambere:
— Bizi mahvettin, ölümümüze sebep oldun. İşte Firavun arkamızdan geliyor, hepimizi öldürecek. Seninle bize ne olmuştu.

— Düşünmeden bu tehlikeli yola neden atıldık? Ne kadar iş ve işkence olsa da yine memleketimizde yaşıyorduk. O hayat, bu ölümden daha iyi idi. Vay başımıza gelenlere, pek yazık oldu bizlere, ey Musa nereden getirdin bu işi bizim başımıza, dediler.

— Korkmayınız dedi. sizi Firavunun azabından kurtaran Allah elbette ölümden de kurtaracaktır.

Bağrıştılar, ağlaştılar, Ey Musa; Nerede senin bize bahsettiğin Allah, dediler. Firavun ve askerinin tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyoruz. Şimdi arkamızdan yetişecek ve hepimizi öldürecek, sen bizim aklımıza güldün, kabahat bizde çünkü biz senin sözünü dinledik. Vay başımıza gelenlere, yazıklar oldu bizlere, ey Musa: Nereden getirdin bu işi başımıza!

Tehlikenin bütün şiddetiyle üzerine geldiği bir sırada Allah, Musa (A.S)'ya vahy gönderdi ve ona, asasını denize vurmasını emretti. Musa asasını denize vurdu. Denizin suyu ikiye ayrıldı, ortasından kupkuru bir yol açıldı ki bu yolun iki tarafında biriken sular dağlar gibi yükseldi.

İsrail oğulları, denizin ortasında açılan bu yolu görünce hemen içine daldılar, korkan bir adam nasıl süratle koşarsa öyle koştular. Koşa koşa karşı sahile çıktılar.

Tam o esnada Firavun ve askeri denizin kenarına ulaşmışlardı, onlar da İsrail oğullarının ardı sıra denize daldılar. Henüz denizin ortasına varmamışlardı bir de baktılar ki o dağlar gibi dalgalar kavuşmağa başladı. Bir anda hepsi sular altında can verdiler ortada kimse kalmadı.

Firavuna gelince, batacağını hisseder etmez bağırmağa başladı:
«Şimdi ben de İsrail oğullarının iman etmiş oldukları Tanrıdan başka Tanrı olmadığına iman ettim. Ben de Müslüman oldum» dedi. Fakat bu inanışın hiç bir faydasını göremedi. O da sular altında kaldı boğularak öldü.

Firavunun cesedinden başka askerlerinden hiç birinin izine rastlanmadı. yalnız Firavunun ölüsü suyun üstüne çıkmıştı. Musa (A.S.) ve beraberindekiler kurtuldular "Tur" dağına doğru yollarına devam ettiler.



Bu hikayenin Kur'ân-ı Kerim'deki yerleri:
Kasas 87-38), A'raf (104-126), Yunus (75-86), Tâhâ (37-76), Şuarâ (29-52
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:42

Doğruluk Örneği Yusuf


Yusuf, efendisinin hanımının din ve ahlâk dışı teklifini reddetmiş, sözünü dinlememişti. Çünkü Allah'a isyan etmekten korkuyordu, kendisini büyüten, besleyen efendisine hıyanet etmek istemiyordu Bunun üzerine sarayın hanımı Yusuf'u efendisinin yanında kötülemek ve onu itibardan düşürmek için bazı hile ve tahriklere başvurdu ve ona dedi ki: Her yerde kadınlar, Yusuf'la benim aleyhimde şeref ve hasiyetimizi zedeleyici kötü şeyler konuşuyorlar. Bu dedikoduyu önlemek ve benim suçsuz olduğumu ispat etmek için bir müddet Yusuf'un cezaevinde kalması uygun olacak. Bu suretle Yusuf'un bana taarruz etmek istediğini ve bundan dolayı da zindana atıldığını her kese anlatmış oluruz.

Buna karar verdiler, daha sonra da Yusuf'u hapse attılar. O gün Yusuf'la beraber iki genç adam da cezaevine atılmışlardı. Yusuf'la tanıştılar, hep beraber arkadaş oldular.

Bir gece, bu gençlerden her biri yorumlayamadıkları birer rüya gördüler, merak etmişlerdi. Sabah olunca Yusuf'a anlattılar, rüyalarını yorumlamasını (tâbir etmesini) kendisinden rica, ettiler.

Bunlardan birisi:
— Rüyamda kendimi üzüm sıkıyor ve ondan şarap yapıyor. Krala içki takdim ediyor gördüm, dedi.

Diğer:
— Ben de rüyamda başımda bir ekmek var. Kuşlar ondan yiyorlar gördüm. Dedi, her ikisi de:
— Biz seni iyi kalpli, doğru bir insan bulduk. Bu rüyaların yorumunu bize haber ver ricasında bulundular.

Yusuf onlara:
— Nasıl bir rüya görürseniz görünüz. Gördüğünüz rüyanın vukuundan önce ben size onları tâbir ederim. Ben nasıl tâbir etmiş isem öylece dediğim gibi çıkar. Bu Allah'ın bana öğrettiği bir ilimdir. Çünkü ben Allah'a inanmış, onu bir bilmiş, Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup Peygamberlerin dinine tâbi olmuş bir insanım, her ne olursa olsun bizler için hiç bir şey Allah'a (şirk koşmak) eş tutmak olamaz dedi.

Ey benim hapishane arkadaşlarım. Sorarım size, siz söyleyin, hangisi daha iyi ve daha doğrudur?

Hiç bir şeye kudreti olmayan bir takım yalancı Tanrılar mı, yoksa her şeye kadir olan tek bir Tanrı mı? Bu sizin ibadet ettiğiniz Tanrılar, bâtıl ve yalancı Tanrılardır. Allah ibadeti yalnız ve yalnız kendisine yapmamızı emretmiştir. Çünkü bizi yaratan ve bize rızık - yiyecek ve içecek - veren Odur ibadete lâyık olan da odur. Fakat ne yazık ki insanların bir çoğu bu hakikati bilmiyorlar.

Ey benim zindan arkadaşlarım: Görmüş olduğunuz rüyaların (tâbirine) yorumuna gelince, bakın ben size onları tâbir ederim:
— Sizin biriniz Krala şarap sunacak - ona sakilik edecek - diğer biriniz de asılacak, kuşlar kafasına konacak başından yiyecek, dedi.

Yusuf, Krala sakilik edecek olanın hapisten kurtulacağını anlayınca ona:
— Krala benim durumumu, günahsız hapiste kaldığımı söyle de bu haksızlığa bir son versin, dedi.

Kralın sakisi hapisten çıktı. Kralın yakını oldu. Diğer arkadaşı da asıldı. Yusuf'un onlar için söylediği şeyler olduğu gibi çıktı. Krala şakilik eden arkadaşı Yusuf'un halinden Krala bahsetmeyi tamamen unutmuştu. Böylece Yusuf'u soran olmadı, birkaç sene hapiste kaldı.

Her zaman olduğu gibi yine bir gece Kral uykuya varmıştı. Rüyasında kendisini bir nehir kenarında oturmuş, önceden yedi semiz, sonra yedi tane de cılız ineğin arka arkaya nehirden çıktıklarını gördü, daha sonra da cılız olan ineklerin semiz inekleri yiyip tükettiklerini hayretle seyretti. Bir korku ile uykudan uyandı. Korkusu dağılınca tekrar uyudu. Bu defa da rüyasında yedi tane yeşil başak, yedi tane de kuru başak, kuru başakların yeşil başakları yediklerini gördü... Daha sonra heyecanlandı, korkarak uyandı.

Sabah olunca adamlarını etrafına topladı, o gece rüyasında gördüklerini onlara anlattı. Hiç biri bu rüyayı nasıl tâbir edeceklerini bilemediler. O anda Kralın sakisi, Yusuf'un rüya yorumlamaktaki - tâbir etmekteki - maharet ve bilgisini hatırladı. Krala:
— Bana müsaade ederseniz, gideyim cezaevindeki arkadaşım Yusuf'u göreyim, bu rüyayı ona tâbir ettireyim, ondan sonra gelir size bunun açıklamasını yaparım, dedi.

Kral merak etmişti. Derhal onu Yusuf'a gönderdi. Saki, Yusuf'un yanına vardı. Ey özü sözü doğru Yusuf dedi: Yedi semiz ineği yedi tane cılız inek, yine yedi yeşil başağı yedi tane kuru başak yese, bunu böylece rüyada görmek neye delâlet eder, sen bu rüyayı nasıl tâbir edersin? Bunu bana haber ver ki merakla öğrenmek isteyenlere gidip de haber vereyim.

Yusuf bu rüyayı şöyle tâbir etti:
— Yedi sene pek çok ekin ve mahsul olacak memleket bolluk içinde refaha kavuşacak. Bunun arkasını yedi sene takip edecek ki, bu senelerde de ekin ve mahsul az olacak memleket kıtlık içinde kalacak. İlk yedi senede çok çalışınız, çok ekiniz, bu senelerin mahsulünü toplarken yemek ihtiyacınız olan buğday hariç geriye kalan buğdayları başkalarında bırakınız, böylece bolluk senelerinde depo etmiş olduğunuz buğdayları kıtlık senelerinde yersiniz. Bunlardan sonra bir bolluk senesi daha gelir ki, insanlar bol bol üzüm, kamış, susam mahsulü idrak ederler, suyunu, yağını çıkarırlar; doya doya bunlardan faydalanırlar. Rahat ve huzur içinde yaşarlar.

Kralın sakisi dönüp de Yusuf'un bu söylediklerini Kral'a haber verince Kral çok memnun oldu. Rüyasını bu şekilde yorumlayan Yusuf'u çok takdir etti. Sakisini tekrar Yusuf'a gönderdi. Has bendelerinden olması için Yusuf'u huzuruna hemen getirmesini ona emretti. Fakat Yusuf daha önceden kendisine zulüm edildiğini, haksız olarak hapse atıldığını Kralın bilmesini istiyordu, onun için bu daveti hemen kabul etmedi. Sakiye:
— Gidiniz Krala söyleyiniz: Ellerini kesen o kadınları huzuruna çağırsın. Bana isnat olunan iftiradan benim tamamen uzak olduğuma kanaat getirmesi için olup bitenlerin hakikatini onlardan sorsun, dedi.

Kral bu kadınlara haber gönderdi. Yusuf hakkındaki bildiklerini onlardan sordu. Onlar da:
— Yusuf çok terbiyeli bir gençtir. Onun herhangi kötü hareketi görülmemiştir, dediler.

Vezirin hanımı da hakikatin meydana çıktığını görünce:
— Ben, Yusuf'a teklifte bulundum fakat o kabul etmedi, o suçsuzdur. O haksız olarak hapsedilmiştir, dedi.
Kral bunları öğrenince Yusuf'un çok doğru ve zeki bir adam olduğuna hükmetti. Onun bilgisinden ve doğruluğundan istifade etmeyi düşündü.

— Bu adamı benim huzuruma getiriniz, dedi. Yusuf geldi. Kral ile görüştü ve konuştu. Kral, Yusuf hakkındaki görüşlerini doğruluğuna, onun çok dürüst, zeki ve samimi bir insan olduğuna şahit oldu ve ona:
— Bundan böyle sen bizim yakınımız, kıymetli ve muhterem bir bendemizsin, dedi.

Yusuf düşüncelerini Krala şöylece arz etti:
— Memleket evvelâ bir bolluk sonrada şiddetli bir kıtlık görecektir. Devlet hazinelerinin idaresini bana havale ediniz. Beni çok dürüst ve havale edilen vazifenin ehli bulacaksınız, çok dikkatli olacağım ve hazineyi iyi idare edeceğim. Çetin ve zor günlerin hesabını yaparak artan erzakı muhafaza etmesini bileceğim, dedi.

Yusuf, Kralın veziri olmuştu. Devletin hazineleri onun emrine verilmişti. Her şey onun eliyle idare ediliyordu.

Bolluk seneleri geçmiş, kıtlık seneleri başlamıştı. Yusuf bolluk senelerinde depo ettiği buğdayları halka dağıtmağa başladı. Memleket çok sıkıntılı günler geçiriyordu. Mısır'a yakın çevrelerde ihtiyaç içinde olanlar erzak temini için kafileler halinde Mısır'a akın ettiler. Bir gün Yusuf'un kardeşleri de ihtiyaçlarını gidermek için Mısır'a gelmişler, Yusuf'un huzuruna çıkmışlardı. Yusuf kardeşlerini görünce tanıdı, fakat onlar, onu tanıyamamışlardı. Gün gelip de Yusuf'un Mısır'a vezir olacağını hayallerinden bile geçirmemişlerdi.




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Empty
MesajKonu: Geri: BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)   BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK) - Sayfa 6 Icon_minitimeÇarş. 6 Mayıs 2009 - 9:42

Yusuf onlara:
— Kaç kardeş olduklarını sordu.

— Biz on iki kardeşiz birimiz kayboldu. En küçük kardeşimiz de babamızın yanında kaldı, dediler.

Yusuf onlara ikram etti. Yemek yedirdi, daha sonra da: Bundan böyle istediğinizi size verebilmem için küçük kardeşinizi de buraya getirmeniz lâzım. Haydi gidin onu da getirin o zaman istediğinizi vereyim. Eğer onu getirmezseniz size bir daha hiç bir şey veremem, dedi.

— Onu da beraber getirmeye uğraşırız dediler ve memleketlerine dönmek için hazırlığa başladılar. Yusuf adamlarına kardeşlerinin buğdayla değişmek için getirdikleri malları da yüklerine koymalarını emretti.

Kardeşler hep birlikte babalarının yanına döndüler ve ona:
— Mısır'a tekrar gittiğimizde eğer kardeşimiz Bünyamin'i de bizimle beraber göndermezseniz bize bir daha hiç bir şey vermeyecekler, dediler.

— Ben onu kimseye emanet edemem. Korkarım. Vaktiyle Yusuf'a yaptığınızı ona da yaparsınız.

— Ey babamız, söylediklerimiz doğrudur inanınız. Buğdayla değişmek için buradan götürdüklerimize bakınız. Vezir hepsini geri çevirmiş, almamış dediler.

Babaları :
— Koruyacağınıza ve onu iyi himaye edeceğinize bana katî söz vermedikçe imkânı yok onu sizinle gönderemem, dedi. Onlar da kardeşlerini iyi koruyacaklarına dair katî söz verdiler, yemin ettiler. Buğday getirmek için tekrar Mısır'a gitmek hazırlığına başladılar.

Babaları onlara şu yolda öğüt verdi:
— Şehre girerken hepiniz bir kapıdan girmeyiniz, ayrı ayrı kapılardan giriniz, dedi. Onlara bunu söyledi çünkü endişeli idi. Başlarına gelebilecek herhangi bir felâketin hepsine birden gelmesine mâni olmak istemişti.

Kardeşleri Bünyamin de beraber yola düştüler. Mısır'a vardılar yine Yusuf'un huzuruna çıktılar.

Yusuf kardeşi Bünyamin'i bir kenara çekti ve ona:
— Ben senin öz kardeşin Yusuf'um. Bunu kardeşlerine söyleme, dedi. Bünyamin kardeşine kavuşmakla çok sevinmişti.

Yusuf, Bünyamin'i kardeşlerinden ayırıp yanında bırakmak istiyordu, adamlarına:
— Kralın su içtiği su kabını Bünyaminin eşyası içine saklayınız, dedi. Dediği gibi yaptılar. Herkesin yükü devesine yüklenmiş ve sımsıkı bağlanmıştı, kafile hareket etmek üzere iken muhafızlardan biri haykırdı. Siz hırsızsınız, durun bakalım sizi arayacaklar.

Hep birden, haykıran sese dönerek neniz kayboldu, diye sordular. Muhafız :
— Kralın su içtiği bardağı çalmışsınız, dedi.

— Biz buraya hırsızlık etmeğe gelmedik, gelin arayın, dediler.

— Kimde bulunursa cezası nedir? dedi.

— Cezası esir olarak onu alıkorsunuz, dediler.

Yusuf geldi kardeşi Bünyamin'in eşyasından önce diğerlerinin eşyasını aradı. Daha sonra da Bünyamin'in eşyasına baktı. Kralın su kabını onun eşyası arasından çekip çıkardı. Bunun üzerine Yusuf, cezalı görülen kardeşini esir aldı ve yanında alıkoydu.

Kardeşleri:
— Çalmış ise ne diyelim onun kardeşi de daha önce hırsızlık etmişti, dediler. Yusuf bu sözlerden kendisinin kasdedildiğini anlamıştı. Fakat kardeşini yanında alıkoymak için yaptığı bu işin meydana çıkmaması için onlara bir şey diyemedi. Yalnız içinden siz ondan daha kötü durumdasınız, bu söylediklerinizin yalan olduğunu Allah biliyor, dedi.

Kardeşleri Bünyamin'i iyi muhafaza edeceklerine dair babalarına verdikleri sözü ve ettikleri yeminleri hatırladılar ve Yusuf'a :
— Ey muhterem Vezir, onun ihtiyar bir babası vardır, ona çok düşkündür. Ne olursun onun yerine bizden birimizi alıkoy. Biz seni iyilik etmeyi sever kimselerden görüyoruz.

— Allah saklasın, biz malımızı kimin yanında bulmuş isek ancak onu alıkoyarız, aksi takdirde zulüm etmiş oluruz, dedi. Kardeşlerini de alıp götürmekten ümitleri kesilince toplandılar düşünmeğe vardılar.

En büyükleri:
— Bünyamin'i iyi muhafaza edeceğiz diye yemin ettik, onu da beraber götürmedikçe ben babamın karşısına çıkamam dedi.

— Peki ne yapacaksın?

— Kardeşimi beraberimde almadıkça veya babam dönmeme müsaade etmedikçe burada kalacağım.

— O halde biz ne yapacağız?

— Siz dönün babanızın yanına gidin. Ey babamız: Oğlun hırsızlık etmiştir deyin.

Babalarının yanına döndüler, babaları, Bünyamin nerededir? diye onlardan sorunca olup bitenleri bir bir anlattılar, fakat babaları onlara inanmadı.
— Hayır hayır, bu olamaz. Benim oğlum hırsızlık etmez, dedi.

— Orada bizimle beraber olan insanlar da vardı. Bu olan şey onlar arasında da duyuldu, onlardan sorunuz, dediler.

— Bu muhakkak bir tuzaktır. Vaktiyle Yusuf'a yaptığınız gibi şimdi ona da yaptınız. Fakat ben Allah'tan hepinizi bir araya toplamasını niyaz edeceğim. Ona yalvaracağım, dedi.

Yakup Peygamber, oğlu Bünyamin'e çok üzüldü. Yusuf'a olan üzüntüsü de tazelendi. Günler ve haftalarca ağladı. Ağlaya ağlaya gözlerini kaybetti.

Onun devamlı ağlaması üzerine çocukları ona:
— Durmadan Yusuf'u hatırlıyor ve ağlıyorsunuz, korkuyoruz hastalanıp öleceksiniz. Yeter artık bırakın şu ağlamayı dediler.

Babaları onlara:
— Bırakın beni, ne size ve ne de herhangi bir insana benim bir şikayetim yok. Ben halimi Allah'a arz ediyorum. Allah'ın bana merhamet edeceğine ve içinde bulunduğum bu üzüntüden beni kurtaracağına inanıyorum. Ey benim evlâtlarım, bunca üzüntü ve sıkıntıdan sonra bir ferahlık geleceğinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah'a inanmayanlardır ki ancak, Allah'ın rahmetinden ümidini keserler. Gidiniz. Yusuf'u ve kardeşini araştırınız, dedi.

Yusuf'un kardeşleri. Bünyamin'i affetmesini ve onu kendilerine bağışlamasını Vezirden rica etmek üzere tekrar Mısıra döndüler. Vezirin huzuruna girdikleri zaman ona:
— Ey muhterem Vezir, çok sıkıntı ve üzüntü içindeyiz, beraberimizde pek de kıymeti olmayan biraz maldan başka bir şeyimiz de yok. Sizden yardım rica etmeğe geldik, kardeşimizi bize bağışlamak suretiyle bize ihsanda bulunun, dediler.

Yusuf onlara:
— Nasıl! Yusuf'a ve kardeşine neler ettiğinizi artık öğrendiniz mi? dedi.

Dikkatli dikkatli yüzüne baktılar sonra da; Aaa Yusuf sen misin yoksa! Evet evet hakikaten Yusuf'un ta kendisi dediler.

— Evet dedi, Yusuf benim... Bu da kardeşimdir. Bu bize Allah'ın büyük bir lütfü olmuştur. Her kim kendisini kötülüklerden korur ve sabretmesini bilirse Allah onu mükâfatsız bırakmaz.

— Ey bizim kardeşimiz. Vallahi Allah seni bizden üstün kılmıştır, sen bizi affet. Sana ettiklerimizden dolayı bize ceza verme, dediler.

Yusuf :
— Korkmayınız. Bugün size ceza verecek değilim. Allah da sizi affedecek... O, merhametli olanların en merhametlisidir. dedi.

Onlara babasından haber sordu.
— Sana ağlamaktan gözlerini kaybetti, dediler.

Yusuf gömleğini çıkardı, kardeşlerinden vaktiyle Yusuf'u öldürmeyin, onu kuyuya atın diyen kardeşine verdi: Al bu gömleği babama götürün yüzüne sürsün. Allah onu tekrar görür hale getirir ve hem bütün aile toplansın buraya gelsin ve burada bolluk içinde Mısır'da yaşasınlar, dedi.

Yakup (A.S.) evlâtlarının Mısır'dan dönmesini bekliyordu. Yol yaklaştıkça Yusuf'un kokusunu almağa başladı, kendisine kuvvetli bir seziş geldi. Çevresindekilere :
— Ben Yusuf'un kokusunu duyar oldum. dedi.

Etrafındakiler birbirlerine baktılar :
— Eski şaşkınlığına yine dönüyorsun, dediler. Yusuf çoktan öldü. Yıllar önce onu kurt yedi.

Yakup peygamberin evlâtları Mısır'dan döndüler. Yusuf'un gömleğini yüzüne sürdüler, gözü açıldı, üzüntüsü dağıldı ve evlâtlarına döndü dedi ki:
— Ben size dememiş miydim: Ben sizin bilmediklerinizi bilirim. Allah beni tekrar Yusuf'la buluşturacaktır.

— Ey bizim muhterem, babamız: Bizim için Allah'tan af dile, dediler. O da onlara:

— Sizin için Allah'tan af dileyeceğim. O, kusurları bağışlar, kullarına lütuf ile muamele eder. Bundan şüpheniz olmasın, dedi.

Yakup bütün cemaatini topladı. Mısır'a gitti. Onlar Mısır'a girmezden evvel Yusuf yola çıktı, onları şehrin dışında karşıladı. Babası ve annesini kucakladı, onlara engin bir saygı gösterdi; hep beraber Mısır'a girdiler.

Yusuf onlara:
— Allah'ın dilediği kadar Mısır'da huzur ve emniyet içinde yaşayın, dedi.

Yusuf sarayına girdi, saltanat sandalyesine oturdu. Kardeşleri, annesi babası onun etrafında toplandılar ve ona saygı, duruşunda bulundular.

Yusuf babasına döndü:
— Ey babacığım, dedi: Daha önce görmüş olduğum rüyanın tâbiri işte budur. Rabbim o rüyayı hakikat kıldı. Beni hapisten çıkardıktan sonra Hükümdar eyledi. Şeytan, kardeşlerimle benim aramı açtı, böylece aradan yıllar geçti. Lütuf ve keremi hudutsuz olan Allah'ımız, bugün de sizi çölden kurtarıp buraya getirdi. Şu muhakkaktır ki: "Rabbim bir şeyin olmasını dilerse bütün sebeplerini de hazırlar ve o şeyi gerçekleştirir."



Bu hikayenin Kur'ân-ı Kerim'deki yerleri:
Yûsuf Suresi (23-35, 36-42, 43-57, 58-104)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
BAZI İSLAMİ HİKAYE VE OLAYLAR (İBRETLİK)
Sayfa başına dön 
6 sayfadaki 6 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6
 Similar topics
-
» İbretlik Hikaye
» Kozmetik Olaylar....
» yahudi kızın ibretlik dersi
» Ali İmran 100.Ayetten Alacağımız İbretlik Dersler.
» Evlilikte bazı tüyolar

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
UlkuGulu.Hareket-Forum.Net :: Dinimiz İslamiyet :: İslamiyet, Dini Konular-
Buraya geçin: