UlkuGulu.Hareket-Forum.Net ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz |
|
| GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:11 | |
| ÖNSÖZ
İnsanların ve toplumların yaşayışında gerekli başarının sağlanması için plânlı çalışma şarttır. Plân demek; maddî kaynak ve gayret ve emeğin ve zamanın savurganlığa gidilmeksizin meydana getirilecek eser yetecek ölçüde, yerli yerinde rasyonel bir şekilde kullanılmasını sağlamak üzere gerekli inceleme ve hazırlıkların yapılması demektir. Milletlerin kalkınmasında ve yaşayışlanyla ilgili her türlü faaliyetlerde ilmi esaslara dayalı plânlamaya ihtiyaç vardır.
Kalkınma yolunda olan devletlerin; uzun vadeli milli kalkınma plânlan hazırlamaları gereklidir. Günü gün etme politikasıyla hareket etmek, çöllerde ya şayan deve kuşları gibi başını kuma sokmaya benzer. Devletler, gelecek yüzyılları kapsayan uzun vadeli millî plânlara dayanmak mecburiyetindedirler. Geçmişi, hesaba katmaksızın, geleceği düşünmek sizin yaşamak ancak tırtılların ve böceklerin hayatını benimsemek olur. Milletimizin dünya üzerinde haklarını saydırarak, insanca yaşayabilmesi için gelecek yüzyılları kapsamına alan Millî Kalkınma Plânlarına sahip olması ve bu plânlan gerçekleştirmesi gerekmektedir. Plân yapabilmek için iki önemli unsurun gözönünde bulundurulması lâzımdır. Bunlardan birisi varılmak istenen hedef ve gayedir. Diğer unsur ise, elde edilecek hedef ve gaye için kullanılması gerekli imkanlardır. Vanlacak hedef ve gaye ilmi bir şekilde ve eksiksiz olarak teshil edilmedikçe millî bir plânın meydana getirilmesi mümkün değildir. Gaye ve hedefler nasıl tesbit edilebilir?..
Son iki yüzyıldan beri milletimizi yönetmiş olan iktidarlar ne gelecek yüzyılları kapsayan şümullü Millî Kalkınma Plânlan yapabilmişler ne de bazı zamanlar yapılabilmiş olan kısa hedefleri plânlan aksatmadan uygulayabilmişlerdir. Millî kalkınma plânlan hazırlamayı düşünürken bazı yetkililer el deki imkânları esas kabul ederek buna göre plân ve hedeflerini tesbit yoluna gitmişlerdir. Bu şekilde hareket ise devletimizin kısır döngüler içinde kalmasına sebep olmuştur. Önümüzdeki mesele; makul bir zaman ölçüsü içinde Türkiye'yi ilimde, teknikte en ileriye gitmiş, kalkınmış ülkeler seviyesine çıkarabilmektir. Bu maksatla hazırlanacak millî kalkınma plânlarını, eldeki imkânların durumuna göre hedef tayin ederek yapmak Türkiye için yeterli olamaz. Bu sebepten devletimizin kısa zamanda, kısa yoldan kalkınmış ileri bir ülke haline gelebilmesi için gerekli hedefler tesbit olunmalı ve bu hedefler gözönünde bulundurularak bunlan gerçekleştirmeye yetecek imkânlar araştınlmalı ve sağlanmalıdır.
Unutulmamalıdır ki; Türkiye'nin hızla kalkınması ve ileri bir ülke durumuna gelmesi, herkesten önce millet olarak bize yani kendi toplumumuza düşen bir görevdir. Memleketimizin kalkınmasını yabancı devletlerden bekleyemeyiz. Millî kalkınmamızı savsaklamaksızm başarabilmek için; toplum olarak kendimiz buna karar vermeliyiz. Millî kalkınmanın başanlabihnesi için ödenmesi gereken bir BEDEL vardır. O bedeli ödemeye, millet olarak karar vermeli ve hazır olmalıyız.
O BEDEL; MİLLÎ GAYEYE, HEDEFE VARMAK İÇİN GEREKEN HER ÇEŞİT FERAGAT VE FEDAKÂRLIĞI GÖSTERMEK VE GEREKEN HUMMALI ÇALIŞMAYI VE ZAHMETLERİ GÖZE ALMAKTIR.
BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:12 | |
| Tuna
Bu bir isim değil, bir su değil kalbimizde çağlayan bir tarihtir.
Türk'süz Tuna öksüz, Tuna'sız Türk yaslıdır.
Binlerce yıl evvel bu su ıssız ve garip akıyordu. Kenarlarında ölgün, medeniyetsiz insanlar sürünüyordu, iki tarafına yayılan topraklarda vahşetle harabiyet kucaklaşmıştı. Semasında güneş yoktu. Yıldızları fersiz, mehtabı sönüktü. Kuşları nağmesiz, çiçekleri solgundu.
Bu durgun hava içinde, bu donmuş varlığın ortasında Tuna hırslanıyor, ve hırsından toprakların bağrını tırmalıyordu. Önüne gelen dağları yarıyor, kayaları eritip dağıtıyordu. İnsanları sürükleyip boğuyordu.
Bir gün ansızın Tunanın bitmeyen geceleri sabaha erdi. Toprakta bir sarsıntı başladı. Havada bir toz ve duman bulutu yükseldi. Yaklaşan bulutun içinden dağ gibi atlarda, dağ gibi kahramanlar belirdi. Yüzlerinden nur ve hareket taşıyordu. Gözleri ışık ve enerji doluydu. İsimleri mertlik ve sertlik taşıyan ahenkli, tok bir heceden ibaretti.
Türk...!
Suları kuruyan yurtlarından başka diyarlara akıyorlardı. Bu akışta güneşi de atların kuyruklarına bağlamışlar, arkalarından sürüklüyorlardı. İşte Tunaya güneş, onların orada göründüğü andan itibaren doğdu... Azgın tuna uslandı.
Toprak alt üst edildi. Ovalar yeşerdi. Sulara dizgin vuruldu. Her tarafta abideler, saraylar, mamureler yükseldi. Tunada neş'e Tunada düğün başladı. Cahil, mütereddi yerliler bu medenî insanlara, bu yiğit adamlara saldırmaya yeltendi. Fakat doğuştan eşek, ayı yaratılmış olanlar kurda ne yapabilirler? Cüceler kahramanları yere serebilir mi? Hayır... Asla.
Medeniyeti adalet ve biati yenmek olan Türk, önüne çıkan melez sürülerin, uyuşuk insan kafilelerini değil, dağları, nehirleri bile çiğnedi, ezdi, aştı geçti. Hepsinin basma kantarması adaletten, halkları medeniyetten, dizginleri kuvvetten yapılma bir ular taktı. Asırlarca medeniyetin koruyucusu ve yayıcısı olarak döğüşdü, döğüşdü.
Savaşın ardı gelmiyordu. Fakat Türkün aradığı da buydu. Savaştılar, savaştılar... Her savaşda muzaffer, her yerde hakim oludular. Kızıl kanlarından Tunanın ufuklarına renk, seslerine ahenk verdiler. Böylece Tuna şenlendi, hayat ve hareketle doldu. Eskiden Tuna ölüydü. Onlara kavuşunca dirildi. Türk gelmeden Tuna yoktu... Tunayı Türk yaratdı...
Bir çok cenklerimiz Tuna boyunda oldu. Türk akıncıları Tunaya karşı aktılar. Tunaya çağlayanlar gibi Türk kanı katıldı. Tuna onun için gönüllerin en coşkun ve suların en kudretlisidir ve Tuna bunun için bizimdir.
O eski çağlarda Tuna'nın düğününü yapıyorduk. Tuna gelindi. Ve biz Tuna ile evlenmiştik.
Neşeyle, zaferle dolu o uzun yüz yıllar ne çabuk geçti? Nasıl bitti? Tunamı kollarımdan kim kopardı?.. Kim aldı?..
Tuna'm! Asırlarca koynumda taşıyıp doyamadığım sevgilim!..
Sen bu gün çağlamıyor, hıçkırıyorsun.
Sen bir nehir değil içimi yakan bir tahassürsün...
Tunam! gönlümde yatan Arşlarım susuzluğunu sen giderirsin.
Bana su vermez misin Tuna'm? |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:12 | |
| CELÂDET
Celâdet, sıhhatli ruhlardan doğan bir yıldırımdır. Düştüğü yerleri yakar ve hız aldığı ruhlann rüyala rım hakikat kılar.
Celâdet,iman ve ideâl ile beraber yaşar. Yağmurlu kış gecelerinin zifiri karanlığı ile örtülü, felâketli durumlarda dahi çakar ve en büyük tehlikelerin gözlerini kör edecek şekilde ortalığı aydınlatır. Celâdet, haktan kuvvet alır ve hakka dayanır. O, hiçbir zaman, maddî hesaplar ve kuru mantık tekerlemeleri ile atbaşı beraber yürüyemez.
O, daima korkaklık ve pısırıklığın düşmanıdır. O, asla sinsi emellerin hasis menfaat duygularının barındığı yerlerde yasayamaz. Celâdet, yüksek tepelerde yuva kuran kartallar gibi ancak eğilmez başlarda kanat çırpar. Kosova savaşında yüıdınm gibi düşman üzerine atılan, Nlğbolu'da düşman hatlarını tek başına ge çerek, kale duvarlarının altına gelip, kale komutanı Doğan beğe "Bire Doğan, bire Doğan, dayan, biz geldik," diye gürleyen Yıldırım Bayazıd, tam bir celâdet örneğidir.
Cengiz orduları önünde baş eğmeyerek sonuna kadar döğüşen Harzemşahlı büyük Celâdeddtn de celâdet ve kahramanlığın ta tendisi idi. Eflak voy vodasının elçisine "Ne hakla kendi topraklarını istilâ ettiği" yolundaki soruya cevap olarak kılıcını gösteren, yüce padişah Fatih Sultan Mehmet de büyük bir cesaret ve kahramanlık abidesidir.
Çaldıran seferine giderken geri dönmek isteyen yeniçerilere "Er olan benimle gelsin, dönmek iste yenler kanlarının yanma gitsin. Ben tek başıma da giderini." diye haykıran Yavuz Sultan Selim eşsiz bir celâdet güneşi idi.Pilevne'nin toprak siperleri içinde.yüz binlere karşı kırk bin kişi ile aylarca yoksulluk ve açlıkla pençeleşerek direnen, Müşir Gazi Osman Paşa her şeyden önce canlık bir celâdetti.İstiklâl Savaşında, modern silahlarla donatılmış bir Fransız kolordusuna ve onlarla işbirliği yapan Ermenilere karşı, Gaziantep'!, yosulluk içinde ay larca savunun kahraman Antep halkı, kadını, erkeği, çocuğu ve kahraman şehirleri ile birlikte tam bir celâdet meşheridir.
Sanlık Gaziantep'in yanında şüphesiz Maraş, Urfa, Adana, Erzurum... Fakat, niye uzun, uzun saymalı?... Türkün gezdiği ve yaşadığı her yerde, bir değil, binlerce celâdet abidesi vardır. Bütün bunlar, açık, tarihî birer hakikat olduğu halde, ne dense bugün bizim birçok sorumlu makam sahiplerimizde, ölçülemeyecek derecede bir korkaklık ve pısırıklık göze çarpmaktadır. Bunları tenkit ederek harekete davet ettiğimiz zaman, size bin dereden su getirip kendilerini veya müdafaa etmek istedikleri şahısları mazur görmeye çalışırlar. Hattâ daha da ileri giderek, korkaklıklarının bir siyaset olduğunu bile ifade ederler. Hele dış meseleler ve Türklüğün dış meselelerle ilgili işleri üzerinde sınırsız derecede çekingen ve pasif hareket etmek, siyasetimizin ana vasfı haline gelmiştir. Burnumuzun dibinde bulu nan ve Batı Trablus Savaşı sırasında, elimizden haksız olarak alınmış olan Oniki Ada, 2 Dünya Savaşı sonlarında tarafımızdan, takalar ve kayıklarla bile, ele geçirilmesi mümkün iken, gözümüzün
önünde çatır çatır başkalarına verildi. Bizim devlet adamlarımız da. buna seyirci gibi bakarak ağızlarını açıp bir tek kelime bile söylemediler. İki sene önce, Bulgar sınırlarında vazife görürken, bir subayımız, Bulgarlar tarafından pusuya düşürülerek kaçırıldı ve bugüne kadar da geri verilmedi. Biz buna karşı da, kuru protesto ve notalar göndermekten başka bir şey yapmadık. Yabancı devlet elinde kalmış olan Türklerin haklan insanca muamele görmeleri için, hiçbir ilgi ve gayret harcamadık ve har camamaktayız. Zaman, zaman yabancı milletlere yardım kucağımızı açtık da, kendi kardeşlerimize karşı daima sağır ve vurdumduymaz bir durum aldık.
Ne kadar acıdır ki, bunların böyle yapılmasını yüksek bir siyaset olarak vasıflandırmayı ve Türk halkına bunları büyük bir dehâ ve basan gibi sat mayı kendine vazife edinen yazar ve mütefekkirler yıllarca bu uğurda kağıt ve mürekkep harcadılar.
Devlet adamlarımız, celâdet bakımından çok fakir bir durumda bulunuyorlar. Bunlar bilhassa iktidar makamına çıktıktan sonra, nedense uyuşuk:luğa ve kayıtsızlığa kapılıyorlar. Hele Türk tarihinden hız alarak devlet işlerini celâdetle yürüt mek hususunda hiçbir basan göstermiyorlar. Halbulki, devlet idaresinde yüksekbir siyasetle bera ber, gerektiği zaman büyük bir celâdet de göstermek icabeder. Korkaklık ve pısırıklık yüzünden çok fırsatlar kaçtı ve çok şeyler kaybedildi. Bu gün de, karşımıza dikilen tehdit ve tehlikeler bu yüzden cesaret bulmakta ve ufuklanmızı sarmakta dır. Bunları önlemek ve sindirmek için, yalnız ve mutlaka kuvvet ve para lazım değildir. Bunların başını sadece celâdet göstererek de ezmek mümkün dür.
Onun için, millet olarak ve fert olarak, sınırdaki tek erden, Genelkurmay Başkanına kadar, ve bir dairenin kapıcısından Cumhurbaşkanına kadar, her er ve her subay, her memur ve her devlet adamı celâdet sahibi olmalı ve celâdet göstermelidir. Yabancılar, bilhassa bize karşı düşmanlıkları açıkça belirmiş olanlara karşı nezaket ve saygı göstermek hem lüzumsuz ve hem de manasızdır. Çünkü gösterilen nezaket, onlarca, bizim için acizlik ve zaaf olarak mânalandmlmakta ve küstahlıklanm artırmaya sebebiyet vermektedir.
Bunun için celadet gösterelim efendiler, celâdet... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:13 | |
| SON VATAN PARÇASI
Türk tarihini okuyarak, on sekizinci yüzyıldan, yirminci yüzyıla doğru yaklaştıkça, gönlümü büyükbir yas ve sızı kaplar. Ruhumu, teskin edilemez bir kızgınlık ve hareket ihtiyacı sarar.
Her gün, saldıran düşmanların önünde, gerileyen ordular... Her gün devrilen kale burçlan üzerinden, yere düşen bayraklar... Bırakılan ülkeler... Ve iki yüz yıldanberi durmadan devam eden göçler... Açlıktan, soğuktan, bakımsızlıktan perişan olup giden göçmenler... Her bozgundan sonra bir müddet yas ve onun uyandırdığı tesirle bazı hareketler... Fakat çok geçmeden yine derin bir uyku ve vurdumduymazlık...
Devir dönmüş, nihayet yirminci yüzyıla giriliyor. Batıda müthiş bir hareket ve yarış var. Bizde yine durgunluk..1911 Batı Trablus Savaşı... Roma elçimiz, Türk - İtalyan dostluğu hakkında hükümete güvenlik verici kapı gibi raporlar gönderiyor... italyanlar ise hummalı hummalı, hazırlıkta!.. Anlanışıldı anlaşıldı, koca devleti koca milletle beraber, elçiler de uykuda.
Batı Trablus derken, On İki Ada da işgal edildi. Tam o sırada Balkan Savaşı koptu. Balkanlar sevaşa hazırlanırken bizimkiler orduyu terhis ettiler. Dedik ya... Devlet de, elçiler de uykuda.Balkan Savaşı denilen yüz karası, bütün Rumeliyi sildi, süpürdü. Nerede ise Avrupadan bütün bütün, ayağımız kesiliyor... Tekrar bir canlanma ve saldırış... Neyse, tarihî Türk şehri güzel Edirne'yi tekrar kazandık. Hele şükür Avrupa'da milyon kilometre karelik ülkelerden sonra, elimizde avuç içi kadar da olsa, yine bir toprak parçası alıkoyabildik.
Bu felaketin yarattığı heyecan ve hareket neticesi, bir çalışma yapılırken, Birinci Dünya Savaşı da başladı. Kahramanlıkla, şerefle, dört yıldan fazla bir doğuş... Öyle bir doğuş ki kahramanlık ve fedakârlıklara yoksulluk ve gerilik mezar oldu.
Öyle bir doğuş ki, zaferlere ve mucizelere bilgisizlik ve hıyanetler cellât oldu. Ve neticede koca bir devlet yıkıldı. Suriye, Filistin, Irak gittiği gibi Anadolu da, parçalanmak tehdidi altına düştü. Nihayet müthiş bir şahlanış ve İstiklâl Savaşı... İmanını kaybetmiş kimselerin akıllarına sığdıramadığı mucizelerden sonra, işte Büyük Zafer ve Kurtuluş. Bundan sonra da hür ve bağımsız Türkiye.
Kenar ve uçlarından Midilli, Sisam, Sakız, On İki Ada, Kıbrıs, Hatay ve Kuzey Suriye, Musul, Azerbaycan ve Batum kesilmiş ve kırpılmış olarak bir Anadolu ile, Batı Trakya, Doğu Rumeli ile kopmuş durumda avuç içi kadar Trakya'dan ibaret bir Vatan parçası... Sınırların ötesinde de milyonlarca gözü yaşlı Türk.
Kurtuluş yıllarından sonra, tekrar bir millî heyecan ve kalkınma hareketleri. Bir müddet sonra tekrar eski durgunluk, unutkanlık ve uyku...Etrafta ve kapımızın önünde büyük tehlikeler ve belâlar eşinip duruyor. İfritler ve canavarlar ıslık çalıp soluyor...
Davran ey Türk Oğlu!... Davran artık... Elde ne harcanacak Rumeli, ne Macar ülkeleri, ne Suriye ve Irak, ne Filistin ve Mısır, ne Trablus, ne Tunus ve Cezayir, ne de Kırını ve Kafkas kaldi. Elde kalan son vatan parçasıdır!.. Son vatan parçası...
Bir Bozkurt gibi davran. Gayrete gel... Çalışmaya koyul. Eski günler yeniden doğsun... Zafer ve Şan Bayrakları ufuklara doğru yeniden açılsın... Her şeyin üstünde Büyük Türkiye... Bizim Bahtiyar Türkiyemiz yükselsin!... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:14 | |
| TÜRKÇÜLÜK VE TÜRK BİRLİĞİ
Üzerinde İftiralarla, yalan ve yanlışlarla dolu münakaşalar yaparak, fikir yürütmek, bilhassa 1944 ve daha sonraki yıllarda kötü bir adet haline getirilmiş olan Türkçülük ve Türk Birliği ülküsü hakkında, bir inceleme yapmanın zamanı çoktan gelmiştir.
Türkçülüğün ve Türk Birliği ülküsünün, bir cürüm olarak kabul edilmesinden ve bu yolda büyük propagandalara girişilmesinden sonra, Türkiye'de Türk olmak ve Türçülükten bahsetmek bile korkulacak hâl olmuştu. Tanrıya şükürler olsun ki, 14 Mayıs 1950'de Türk Milletinin vermiş olduğu şanlı bir kararla, meş'um tek parti zihniyeti yıkılmış ve Türkçülüğün ufku yeniden aydınlanmıştır.
Türçülük ne demektir diye bir soru sorduğumuz zaman, hatırımıza gelmesi gerekli olan şeyler bugün herkese göre değişmektedir. Çok muhtemeldir ki böyle bir soru karşısında bazı kimseler koyu bir gafletin ve âdi bir menfaat taassubunun tahrikleri ile yaraülan propagandaların tesiri altında Faşizmi düşünecek, diğer bazı kimseler de bunun ifade ettiği manadan büsbütün habersiz görünecektir.Hele gençlerin çoğunun, buna ait esaslı hiçbirşey bilmediği hakikati önemle ele alınacak bir olaydır. Bununla ilgili acı bir misali burada söylemeden gecemeyeceğim.
1948 yılında Amerikada iken genç bir arkadaşım birgün okul kütüphanesinde "ENSİCLOPEDY BRİTANICA"yı karıştırırken "Türk" kelimesinin karşısındaki izahı da okumuş ve orada "Türkçülük denilen şovenizm ile Türklerin, yurtlarında eskidenberi yaşamakta olan Türk olmayan unsurları gücendirerek kendilerine düşman ettiğinin, bu yüzden bu yabancı unsurlarda da millîi duyguların uyanarak geliştiğinin" yazılı bulunduğunu görmüş. Bu hususa ait hiçbir bilgisi olmayan bu bu genç Türk çocuğu yukarıda bahsi geçen ifadelere inanmaktan da kendini alamamıştı. "Nasıl olur" diyordu. "İlim yetkisi, dünyaca tanınmış bir ansiklopedinin yazdığı şeyler yanlış olur mu?" Bu sebepten benimle bir hayli münakaşalara da girişti. Fakat neticede, Türkçülüğün, Hristiyan ve müslüman bütün yabancı unsurların Türklere karşı gösterdikleri sistemli ve nankörce bir düşmanlıktan ve hıyanetten dolayı, Türklerin kendi varlıklarını korumak kaygusundan doğduğunu anlayarak kanaatini değiştirmiştir.
İşte yukarıdaki sebeplerden ötürü Türkçülüğün ne gibi bir mana ifade ettiğini ve doğuş sebeplerini kısaca izaha çalışmak faydalı olacaktır, sanıyorum. Osmanlı tarihine şöyle üstünkörü bir göz atildığt takdirde dahi görülürki, hiçbir zaman devletin siyasetinde ve Türk sosyal hayatında şovenizme varan bir milliyetçilik hâkim olmamıştır. Değil yalnız küçük memuriyetlere Sadrazamlık gibi en yüksek makamlara bile her soydan insanler getirilmiştir.
Tanzimat'a kadar yurt içerisinde diğer dinlere ve milliyetlere karşı, o devirlerde hiçbir memlekette bulunmayan ve aşırı sayılabilecek olan bir müsamaha ile malûl koyu bir islamcılık hakim olmuştur. Müslümanlığı benimsemekte o kadar ileri gidilmiş tirki, bu yüzden, Suriye ve Irak'ta, hatta Filistin ve Mısır'da sayısı milyonları aşan Türk halkı araplaşarak, yavaş yavaş eriyip kayboldu. Türkçe her tarafta ihmâl edilerek arapça ve farsça kelimeler kullanmak mukaddes bir moda ve zevk haline geldi. Tanzimat'tan sonra ise, İslamcılığın yanında ortaya resmen bir Osmancılık fikri çıktı. Bu fikir, çeşitli din ve milleyet taşıyan unsurların haritasından ortaya bir Osmanlı milleti çıkarmak hayali idi.
İşle bu hakikatlar karşısında, Türk milletinin şovenliğinden bahsetmek, ilmin gerektirdiği tarafsızlığa sırt çevirerek, adi bir garazkârlığın esiri olmaktan başka bir şey sayılamaz.Türkler ancak, gösterdikleri sonsuz müsamahalardan ve lûtuflardan sonra bir reaksiyon göstermek zorunda kalmışlardır. Türkçülük ve Türk milliyetçiliği, Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni, Arnavutluk, Arap ve diğer unsurların milliyetçilik ve ayrılık duygularının tesiri altında, bir nefis koruması gayesi ile meydana gelmiş ve hiç bir zaman haksız ve tecavüzkar olmamıştır.
Türkçülük, Türk milletinin, ilim, sanat, ziraat,iktisat, kültür ve diğer her alanda, millî gelenek ve millî bünyeye uygun bir şekilde kalkındırılması, içte ve dışta her çeşit saldırganlıklara karşı korunarak hür ve müstakil olarak yaşatılmasını hedef tutan bir ülküdür. Böyle bir ülkü, her milletin kendisi için mukaddes bir hak olduğu gibi Türk milleti için ve onu teşkil eden her fert için de en mukaddes ve en tabii bir haktır .Türkçülüğü, her ne sebeple olursa olsuri, şu veya bu şekilde iftira ve ithamlar altında bırakmaya kalkışmak ise, bunu yapanların en hafif bir tabirle iyi niyetinden ve Türk milletine olan sevgisinden şüphe etmeyi gerektirir. Türkçülük hakkındaki düşüncelerimizi burada özet olarak belirttikten sonra şimdi birkaç satırla "Türk birliği" ülküsünden de bahsetmek gerekir.
Türk birliği ülküsü, yer yüzündeki bütün Türklerin bir millet ve bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanması ülküsüdür. Bunun tahakkuku, bazı kimselere ilk bakışta imkânsız gibi görünebilir.Bir çok kimseler bunu zararlı bir hayâl (ütopi) olarak da vasıflandırabilir. Fakat unutmamak lazımdır ki, her hakikat önce bir hayâl ile başlar. Yine hatırlamak geretir ki, 1919 yılında hür ve müstakil bir Türkiye kurmak için Anadoluda dünyanın galiplerine karşı savaşa girişmek de çılgınlık ve hayâl diye vasıflandırılmıştı. Fakat inanmış kendilerini bir ülküye vermiş olanlar, yurdu kurtarmaya ve müstakil bir Türkiye meydana getirmeye muvaffak oldular.
Türk birliği de sistemli çalışmak, fırsat kollamak ve her şeyden önce Türkiye'yi korumak ve yükselmeye çalışmak suretiyle bir gün elbet hakikat olacaktır.Zaman zaman, hasis ve sinsi emellerin esiri bulunan bazı kimseler, bunu Türkiye'yi hemen Rusya'ya ve Türklerin yaşamakta oldukları diğer memleketlere taarruza harbe sürükleyecek bir macera fikri olarak göstermeye yeltendiler. Türk birliği fikrini güdenleri, Türkiye'yi kudreti dışında işlere sokarak felâkete yuvarlamak ve "memleketi yıkmak için birebir çareyi" bulmuş olmakla itbam ederek haklarında her çeşit iftira, hakaret, ve işkenceyi reva gördüler. Halbuki Türk birliği ülküsünü taşıyan, îman sahibi insanlar, Türk milletinin sahip olduğu kudret ve imkânları, gayet iyi hesaplayabilen kimselerdi. Sahip oldukları millî şuur, fikir ve ilim kabiliyetleri, Türk milletini her türlü maceralardan korumak gerektiğini bilmelerine imkân sağlayacak durumda idi. Bunların hiç birisi memleketin harbe sürüklenmesini ve bugünkü sınırlar dışında mevsimsiz olarak gayretler sarfedilmesini istemek şöyle dursun, hatırından bile geçilmiyordu..
Türk birliği fikrini güdenlerin ülküsü:
1 - önce her türlü insanlık haklarından mahrum edilmiş bulunan ve işkence ile imhasına çalışan esir Türklerin neşriyat ve propaganda yolu lle- haklarını korumak.
2 - Diplomasi yolları ile bunlara her çeşit yardımı sağlamaya çalışmak.
3 - Arada, imkân nisbetinde kültür birliği kurmaya çalışmak ve bunu kuvvetlendirmek.
4 - Esir bulunan Türk yurtlannın ayn ayn istiklâl kazanarak, hür milletler topluluğu içinde lâyık oldukları yerleri almalarını sağlamaya çalışmak.
5 - Esir bulundukları ülkelerden, mülteci ve muhacir olarak gelenleri sıcak bir ilgi ile karşılayıp her çeşit yardımda bulunmak gibi günün realitesi ile telifi kabil olan yakın hedeflere ulaşmaya çalışmaktan ibaretti. Bundanbaşka uzak bir hedef olarak da bağımsızlıklarını alacak Türk ülkelerinin ilerde aralarında sağlam bir kültür birliği kurduktan sonra beraberce verecekten bir kararla, büyük bir Türk birliği meydana getirmekleri dileği gelmekte idi.
Şimdi bu düşüncelerde, Türk Millleti için acaba ne gibi zarar bulunabilir? Kanaatimizce hiç bir zarar bulunmaz. Aksine' olarak çok büyük faydalar vardır. Böyle bir ülkü, halkın ve bilhassa gençliğin heyecan ve hız kaynağı olur ve Türkiye'nin kalkındırılması için daha çok çalışmayı sağlar. Sonra, Ruslar "Panslavizm" (İslav birliği), Araplar, Arap Birliği, Yahudiler; Yahudi Birliği, Yunanlılar; "Enosis," diye Kıbnsı isteyerek Yunan Birliği peşinde koşarlarken, Bulgarlar, Bulgar Birliği diye Makedonya ve Trakya üzerinde boş iddialarda bulunurken Türklerin 60 milyonluk kendi Öz kardeşleri arasında bir birlik kurmak istemelerı neden günah sayılıyor?.
Her millet için, millî birlik kurmak mukaddes bir hak kabul edildiği hâlde, bu hak neden Türkler için tanınmasın?, Hele bu mukaddes hak ve dilek neden Türkiye'de, suç ve cürüm olarak karşılanıyor?... Ve neden bu fikrin sahipleri 1944 yılında en ağır hakaretelere ve işkencelere uğratıldı? İnsaniyetçilik ve insan haklanna hürmettte kendilerini ön safta göstermeye yeltenmiş olan o meşhur... Türkçülük düşmanları için her çeşit insan haklarından mahrum yaşayan miyonlarca Türk'e insan gibi yaşamak hakkı sağlamayı dilemek, neden cürüm sayılıyor?.
Türklerin yaşadığı ve Türk bayrağının şerefle dalgalandığı bu topraklarda kalpleri Türklük için çarpan kimseleri, birtakım bedbahtlar, türlü iftira ve hakaretler tertipleyerek, Moskovaya Jurnal eder mahiyette ve kendilerini buna muhalif göstererek Moskoflann hayrını dileyen kimseler olarak belirten ithamlarla nasıl oluyor da fesat tertip edebiliyorlar?.
Fakat bunların hepsi boşuna gayret oldu efendiler; boşuna gayret! Moskoflara yaranmak mümkün değildir. Ne Türkçüleri ezmeye kalkmakla, ne yüzlerce Türk mültecisini insanlık duygularına ve devletler hukuku kaidelerine aykırı olarak, öldüreceklerini bile bile Moskoflara geri vermekle yaranmak kabil olmadı.
Biz Türk birliği ülküsünü yine şanlı bir bayrak gibi göklere yükselterek taşıyoruz. Bu ülkü her zamandan ziyade, bugün Türk milleti tarafından daha önemle anlışılrnaktadır. Moskoflarla çarpışmamız kaçınılmaz bir kaderdir. Onların doymak bilmez hırslan, kendi başlanın yiyecektir. Girişeceğimiz savaşta onları mutlak yeneceğiz. Çünkü biz hakkı ve insanlığı müdafaa edeceğiz. Çünkü biz Türklüğün ezelî ve ebedî haklan için döğüşeceğiz. Çünkü biz "YA İSTİKLÂL, YA ÖLÜM" parolası ile çarpışacağız... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:15 | |
| KIRK KAHRAMANLAR VE KÜRŞAD
Bir kahramanlık, kendini bekleyen tehlikelerin
büyüklüğü ve çokluğu nispetinde kıymet kazanır. Kurtuluş ihtimallerinin sıfır veya sıfıra çok yakın olduğunu btlerek, millet yolunda, kutsal bir dâva uğrunda, mücadeleden yılmayanlar, insanlığın üstüne yükselirler ve âdeta ilâhlaşırîar.Fâni bir hayatın esiri olarak günün birinde sönmeye mahkûm bulunan insanoğlu, yeryüzüne, daima ebedileşmek imkânlarıyla birlikte doğar. Maddî sevkıtabiilerden ruhunu biraz kurtababilmiş olanlar, her zaman tarihte yer almak ve gönüllerde taht kurmak ihtimallerine sahiptirler. Cemiyete hizmet ve tabiata hükmetmek ihtirasları, insanları, şahikalara doğru yükselten, en emin yollardır.
Böyle çetin fakat asîl bir yolu seçmiş olan kahramanlar, yaşadıkları devirler içinde bir meşgale gibi parlar ve milletlerine ışık ve ruh verirler. Üzerinden ne kadar çok zaman geçmiş olursa olsun, insanlığın üstüne yükselen böyle varlıklar, tazeliklerini ve hayatiyetlerini daima muhafaza ederler. Tarih sayfaları karıştırılarak, mazinin derinliğine doğru bakıldığı zaman, bunlar önümüzde âbide gibi yükselirler ve millete ışık saçarak yol gösterirler. Tarihimizden değil, uzak Türk tarihinden, büyük bir kahramanlık olayından bahsedeceğim. Bu olay geçmişin unutma örtüsü altında kalmış çok parlak, parlak olduğu kadar da çok hâzin bir harekettir ve İsa'dan sonra 600'ncü yılda meydana gelmiştir.
O sıralarda Japon denizinden, Hazar denizine kadar uzanan ve Çin'i, İran'ı, Bizans'ı titreten Gök türk İmparatorluğu, entrikalar yüzünden Doğu ve Batı olmak üzerer ikiye ayrılmıştır. Doğudaki devletle Batıdaki devletin arası, saraya ve orduya sokulmaya muvaffak olan, Çinliler vediğer yabancılar yüzünden iyice açılıyor. Doğu Göktürk devletinin başında bulunan Kara Kağan kendinden önce hakan olan ağabesini zehirleyen Çinli yengesiyle evlenmekte mahzur görmüyor ve bu katil kadının fettanlığının esiri olarak Çinlilere alet oluyor. Bu yüzden Göktürk devieti, birçok parlak muharebelere rağmen yıkılıyor ve o bölgede bulunan Türkler Çinlilere esir düşüyor. Çinliler Türkleri Çin'e hicret ettirerek şehirlere dağıtılıyorlar.
Bu arada Kara Kağan'la kardeşinin iki oğlunu ve diğer Türk ileri gelenlerini Çin'in merkezi bulunan SİYANGFÜ şehrine götürerek orada ikamete memur ediyorlar. Çok geçmeden Kara Kağan orada tutsak olarak ölüyor. Bunun üzerine Çinliler rehine olarak Kara Kağan'ın kardeş çocuklarından Tung Yabgu'yu Çin sarayına hapsediyorlar Serbest bulunan Kara Kağan'ın dieğr yeğeni KÜRŞAD ise hergün Türleri kurtarmak için çareler arıyor. Tam bu sırada diğer Türk beyleri de gizli toplantılar yaparak, Çinlilere isyan edip Çin imparatorunu öldürmeye ve böylece, yere düşen gök bayrağı yeniden yükseltmeye karar veriyorlar. Bunun için çok yiğit olan ve herkes tarafından çok sevilen Kürsad ı kendilerine Hakan seçiyorlar. Fakat bunu duyan Kürsad ihtilâle baş olmayı, saldıranların en önünde dövüşmeye! kabul etmekle be raber, Hakanlığı reddediyor, "Millet için dövüşmek ve bu uğurda gerekirse ölmek bana yeter. Hakanlık sarayda hapis bulunan amcamın oğlunun hakkıdır," diyor. Birçok yalvarmalara rağmen Hakanlığı
kabul etmiyor. Böylece herkes, uzun tartışmalardan sonra Kürsad in feragat örneği olan ısrarı karşısında onun teklifinin kabul etmek zorunda kalıyor. Ertesi akşam saraydan dışarıya gezmeye çıkacak olan Çin Hükümdarını öldürmeye ve hep beraber Çin sarayını basarak Tungu Yabgu'yu kurtarıp Hakan ilân etmeye ve yeni bir Türk devleti kurmaya karar veriyorlar. Baskın gecesi sözleşilen zamanda, Çin sarayının etrafında toplandıkları vakit, aksi bir talih eseri olarak bardaktan boşanır gibi bir yağmur yağmaya başlıyor. Yağmurun altında biraz bekledikten sonra, Çin Hükümdarının bu akşam dışarı çıkmaktan vazgeçtiğini öğreniyorlar. Bunun üzerine, Çinlilerin bu teşebbüsten herhangi bir şekilde haberdar olmalı ihtimaline karşı, baskının başka bir akşama bırakılmasını doğru bulmuyorlar. Bu ihtimâli önlemek, için baskının geciktirilmeden hemen o gece yapılmasını uygun görüyorlar.
Kürsad arkadaşlarının adlannı bir, bir okuyarak hepsini yoklama ediyor. Türk milletinin en ileri gelenlerinden 40 Bey'in orada hazır olduklarını görüyor. Artık daha fazla beklemeden Çin İmparatorunun sarayına saldırıyorlar. En önde yalnız Kürsad yürüyor... Sarayı binlerce Çin askeri muhafaza etmektedir. Saldıranlar ise yalnız kırk kişi... Yıldırım gibi düşdüğü yeri yakan, kasırga gibi düştüğü yeri yıkan, kasırga gibi önüne geleni süpüren 40 kişi... Birkaç dakikada dış kapıdaki muhafızları tepelediler, sarayın bahçesine doldular ve oradan iç kapıya yüklendiler. Orayı da geçtiler... Şimdi İmparatorun dairesine doğru yürüyorlar. Fakat bu Çinli askerler ne kadar da çok... İlerden, geriden sürü, sürü saldırıyorlar. 4O kahramandan ikişer, üçer yaralanıp düşenler ver. İşte nihayet İmparatorun dairesine ulaşabildirler. Fakat odalar bomboş. Hiç kimseler yok. Acaba İmparator bu kadar çabuk nasıl da kaçabilmiş?
Ne ise uzunboylu düşünmeye meydan yok. Geri dönmek lâzım. Kürşad, ""ahırlara doğru çekileceğiz" diye buyruk veriyor ve ahırlara doğru yol alıyorlar. Fakat her adımda karşılarında yüzlerce Çinli peyda oluyor, dövüşe dövüşe yürüyorlar. Beş on Çinli yıkılıyor ve bir kahraman devriliyor. Nihayet kırklardan ancak ondördü ahırlara ulaşıyor. Kendileri yürüyüp gidinceye kadar vakit kazanmak için, üç kişi ahır kapılarında artçı olarak bırakılıyor. Diğer onbir kişi atlara binerek Vey ırmağına doğru dörtnal koşuyorlar. Fakat geriden düşmanın süvari alayları geliyor. Yorgun ve yaralı onbir kişi, ırmağın kenarına vardıkları zaman, akşamdanberi yağan yağmurlar yüzünden kabaran suların köprüleri söküp götürdüğünü görüyorlar. Sekiz saat önce, geçit veren sular, şimdi geçilmez olmuşutr. Düşman durmadan yaklaşıyor, saldıranlar sürüler halinde binlerle geliyorlar. Karşılarında yalnız onbir kişi var... Yağmur durmadan yağıyor. Arasıra çakan şimşekler gerilmiş yüzlerini, büyümüş gözlerrini aydınlatıyor. Ellerinde kılıçları, Türk'e yaraşan bir fütursuzlukla atlarının üstünde dimdik duruyorlar ve ölünceye kadar çapışmak üzere düşmanını yaklaşmasını bekliyorlar.
Artık düşman yaklaşmışür. Göğüs göğüse atılıyorlar ve çarpışmaya başlıyorlar. Onbir kahramandan herbiri birer birer devriliyor. En son da Kürşad gün doğarken 4O yarasından kanlar sızarak can veriyor ve gözleri açık olarak cesedi atının üstünde dimdik kalıyor. Bu esnada Vey ırmağının suları deli deli akıyor ve yağmur yağmaya devam ediyordu.
Bu kahramanlık menkıbesi birkaç gün içinde Çin'de bulunan bütün Türklere yayılıyor ve onlar arasında bir kurtuluş ruhu ve bir ihtilâl havası yaratıyor. Çok geçmeden de hepsi birden isyan ederek Kürşad m yolundan hürriyet istiklâle kavuşuyorlar. Türk tarihi, uzak ve yakın böyle kahramanlık olaylariyle doludur. Kahramanlık Türklüğün başlıca vasıflarından biridir. Şairlerimizden birinin dediği gibi Türk milleti için :
"Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir.
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir.
Kahramanlık: Saldırıp bir daha dönmemektir." |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:15 | |
| KAHRAMAN TÜRK KADINI: TOMRİS
Bu yazımda sizlere, başı tarihin bulutları içinde efsanelere karışan kahraman bir kadını, bir Türk kadınını tanıtacağım. Bu büyük kadının, bu kahraman insanın adı, Tomris'tir.
Yüce Hakan Tomris Hâtûn, Hz. İsa'nın doğumundan önce, Altıyüzüncü Yılda Türkistan'da devlet kurmuş olan Saka ve Peçenek Türklarinin hükümdan idi. Bu sıralarda iran'da da Ahamenid Sülâlesi hakim bulunuyordu. Bu sülâle zamanında İran orduları birkaç defa Doğuya doğru saldırarak Türklerle savaşmışlardı.
Tomris in hükümdarlığı zamanında, İranlıların başında Kirus adında bir hükümdar bulunuyordu. Bu hükümdar önceleri Saka Türkleri ile çarpışarak onları yenmiş ve Batı Türkeli'nin güney kısımlarım ele geçirmişti. Bu savaşlardan on yıl kadar sonra Kirus, Peçeneklere de saldırdı. Harbin sebebi, Kirus'un Tomris'le evlenmek istemesi ve Peçeneklerin kadın başbuğunun bu isteği reddetmesi idi. Tabiî bu sebep, o çağlardaki usullere göre çok önemli idi. Çünkü, Tomris, İran hükümdar! ile evlendiği takdirde, hükümdarı bulunduğu ülkeler de, Kirus'un eline ve dolayısiyfe İranlılara geçmiş olacaktı.
İşte, teklifi, Türklerin kadın Hakanı tarafından geri çevrilince, esasen kandökücü bir insan olan Kirus, çılgına döndü ve kendisiyle evlenmeyi kabul etmeyen bu kadın hükümdarın cezasını vermeye karar verdi. Kirus önce, Tomrisin oğlunun emri altındaki Türk öncü kuvvetiyle karşılaştı ve onları bozguna uğrattı. Tomrİs'in oğlu düşmana yenilmenin verdiği yasla kendi kendini Öldürdü. Bu savaşı kazanan ve gözleri dönmüş olan Kirus, Türk Hakanı Tomris Hâtûnun da üzerine yürüdü. Türklerle, İranlıları bir kere daha karşı karşıya getiren bu savaş, pek kanlı oldu.
Önce her iki taraf biribirlerine ok atmaya başladılar. Bu oklaşmalar öyle şiddetli oldu ki, iki taraftan yaralanmayan hemen hiç kimse kalmadı. Böylece gayet kanlı bir başlangıçtan sonra, ordular mızrak ve kılıçlarla göğüs göğüse geldiler. Türklerin kadın başbuğu ile İranlıların erkek hükümdarının idare ettiği bu müthiş savaşın sonu çabuk geldi. Her vuruşmada olduğu gibi, bunda da zafer kartalı, kahramanlık, askerlik kabiliyeti ve zevâda üstün olan tarafın esiri oldu. Savaşı Türkler kazanmıştı. Yüce Türk Hakanı Tomris Hatun hem milletinin ve yurdunun mukaddes sevgisiyle oğlunun, gönlüne saldığı büyük acı ile dövüşmüştü ve başardığı bu kahramanca dövüşle, İran ordusunun büyük kısmını cansız olarak yer sermiş olmakla beraber, Ahamenid sülâseninin azgın hükümdarı Kirus'u da telef etmişti.
Kirus hayatında çok kan akıtmış bir hükümdardı. Bunun için, kahraman Türk kadını Tomris, bu kan akıtıcı adama, dünyaya ibret teşkil edecek bir muamelede bulundu ve Kirus'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak, "hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi doya doya iç!" dedi. Bu hadise yüz yıllarca dünya milletlerinin dillerinde söylendi durdu ve bugüne kadar ulaştı. İşte Tomris hakkında tarihin verdiği mevsuk (kaynak) bilgiler bundan ibarettir.
Geri kalan birçok hususlar efsanelerle karışmaktadır. Bu zaferin kazanılması büyük bir Hadisedir. Çünkü Tomrîs, o sırada sadece Türklerin bir kısmının yani yalnız Peçeneklerln hükümdarı bulunuyordu ve kumanda ettiği kuvvetler, bu balamdan mahduttu. Diğer taraftan Ahamenid hükümdarı ise, bütün İran'ın hükümdarı idi ve ordusu nispet kabul etmeyecek kadar büyüktü. Üstelik bu hükümdar bir erkek ve karşısındaki ise, bir kadındı. Fakat bu kadın, sadece bir kadın değil, bir Türk kadını idi ve bu kadın, kendisiyle izdivaç ederek, milletinin ve vatanının hürriyetine, istiklâline kasdeden kan dökücü bir adama karşı yılmadan döğüşmüştü. Kahraman Tomrîs, mazimizin göklerini süsleyen şanlı bir yıldızdır.Bu şanlı kadın, bütün Türk kadınlarına örnektir... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:16 | |
| KAHRAMAN TÜRK DENİZCİSİ: BURAK REİS
Yüzyıllar boyunca kıtalara hükmeden Türk orduları ve Türk milleti,denizcilere çıkınca da yeni deniz destanları yaratmakta gecikmemiştir.
Uzun Orta Çağ ve Yeni Çağ süresince, Akdeniz, Atlas Okyanusu, Hind Okyanusu ve Karadeniz. kendilerine ölmez şan ve şeref hatıraları kazandıran Türk zaferleri ve Türk saldırışları ile doludur.Türk deniz kahramanlarının en çok boy gösterdikleri ve en umulmaz işleri mümkün hale getirerek, bugün bile dünyanın en ileri denizcileri sayılan milletlere örnek olacak işler ve eserler yaptıkları ve kahramanlıklar yarattıkları deniz; Ak denizdir.
Burada sizlere Türk denizcilğinden; ve onların denizcilik tarihine armağan ettikleri büyük bir deniz kahramanlığından bahsedeceğim:
Bu hâdise, Türkün karada olduğu gibi, suların üstünde, dalgaların oynak göğüslerinde de, hiç birşeye asla boyun eğmediklerine, hiç bir kurtuluş ümidi kalmadığı durumlarda dahi teslim olmaktansa sonuna kadar döğüşerek şerefle ölmeyi ve denizin mavi koynuna gömülmeyi, her şeye üstün tuttuklarını göstermektedir.
Orta Asyana'nın, denizlerlerden uzak kucağından göç ederek deniz kıyılarına ulaşmış olan Atalarımız denizin ne büyük bir zenginlik ve hâkimiyet sağlayan varlık olduğunu hemen kavramışlardı. Bunun için karadaki şanlı akın ve savaşların yanısıra, onlardan geri kalmayan büyük deniz zaferleri ve ünlü deniz akınları, deniz seferleri tertiplemişler ve başarmışlardır.
Akdeniz bugüne kadar onbinleri asan Türk deniz kahramanını göğsü üstünde taşımış ve bunların mübarek cesedleriyle dalgalanmış bir denizdir. Hem bizim tarihimize, hem de dünya tarihlerine ulu bir kahramanlık âbidesi olarak geçen Türk denizcilerinden birisi de KAHRAMAN BURAK REİS'tir.
Burak, rüzgarlar kadar coşkun, dalgalar kadar serazat ve baş eğmez bir Türk denizcisidir. Denizlerde büyümüş, fırtınalarla, girdaplarla boğuşa boğuşa kendini yetiştirmiş ve Akdenizde korsanlık, akıncıhk ederek bir reis olmuştur.
1499 yılında Türklerle Venedikliler arasında yeniden savaş başlamıştı. Türk orduları, başlarında ikinci Bayazıt olmak üzere Mora'da Venedikliler elinde bulunan kaleleri ele geçirerek bu yarımadayı Türk buyruğu altına sokmaya ve böylece büyük Fatih'in zamanında başlamış olan fütuhatı tamamlamaya girişmişti. Türk oldusu karadan hareket ederken, Türk donanması da denizden orduyu desteklemeye memur edilmişti. Donanma; Kaptanı Derya Davut Paşanın buyruğunda idi. İkinci Bayazıt çağının bütün ünlü denizcileri de donanma ile birlikte idiler Bunlar arasında Akdeniz'deki Türk düşmanlarına dehşet salan kaptanlarımızdan Kemal Reis ile bu deniz eserinde en büyük şanı kazancak olan BURAK REİS'de vardı.
Türk donanması ters yeller yüzünden bir müddet aşağı sularda kaldı. Venedikliler, tabiatın bu lûtfundan faydalanarak İnebahtı limanını ve kalesini, denizden esaslı şekilde emniyet altına aldılar. Zamanın meşhur İtalyan Amirali Antonio Grimani 160, parça gemiden mürekkep bir donanma ile körfezin ağzım Türk Deniz Kuvvetlerine kapadı. O sıralarda Avrupalıların meşhur bir kaptan saydıkları Loredano, büyük toplarla donatılmış 15 gemi ile gelerek Amiral Antonio Grimani'nin yanında yer aldı.
Türk Deniz Kuvvetlerinin Kumandanı Davut Paşa, donanma ile İnebahtı önlerine geldiği zaman, düşman donanmasının körfezi kapattığını görerek savaş için hazırlanmaya başladı. Türk denizcileri arasında keyifli bir faaliyet başladı. Bir taraftan toplar siliniyor, yatağanlar ve palalar bileniyor, diğer tarafın kumandanları da o devrin en usta amiralleri sayılmaktaydı. Türkler kumandayı, Kaptan Davut Paşa ile Kemal ve Burak Reisler arasında bölmüşlardı.
Venediklilerrde ise öncüyü teşkil eden filoya Alban Armenio, asıl kuvvetlere de LOREDANO ve Grimani kumanda ediyorlarda. Hazırlık tamamlandıktan sonra donanmalar Sapyenza adası yakınlarında karşılatılan Türkün bulunduğu her savaşta mertlik ve yiğitlik de bulunur. Türk leventlerinin korkusuzca saldırmalanyla dövüşün kazıştığı bir sırada, Burak Reisin gemisi ile ileri alılması bu savaşın en büyük yiğitliğinin ilk adımı oldu. Burak ilerlerken Venedik öncüleri başı olan Albay Armenio bu Türk gemisini yok etmek kararını verdi. Diğer iki Venedik gemisi ile birlikte Burak Reisin teknesini karşıladı. Burak, üç düşman gemisi ile savaşa tutuşurken, Amiral Loredano da öncü kumandanına yardım etmek için hızla yetişti. Dört düşman gemisi bir Türk gemisiyle vuruşmaya başladılar.
Akdenizin nice savaşlar görmüş olan dalgalı sulan, bugün de en sert ve en kıyasıya vuruşmalardan birini seyretmekte idi. Venedikliler, öteki Türk kuvvetlerini beklemeksizin pervasızca ileri atılmış bulunan bu Türk gemisini diğer Türk kuvvetleri yardıma gelmeden, tek olarak yok etmek istiyorlarda. Burak Reisi ortalarına almak için ustaca manevralar yapıyorlardı. Kahraman Burak da gemisinin kumanda yerinde arslan heybetiyle dikilerek leventlerine buyruklar veriyor, sancağının ve milletinin şerefini bir kat daha yüceltmeye çalışıyordu. Naralar atılıyor, toplar gürlüyordu...
Dört düşman gemisine karşı bir Türk gemisinin kahramanca saldırması ve karşı durması, Türke hâs pervasızlıkları ve kahramanlıkları sayesinde bir müddet orada muvazene teşkil etti. Fakat her yönden yapılan düşman manevra ve saldırışları, o sırada rüzgârın da Türkler aleyhinde esmekte bulunması nihayet kahramanlığın meydana getirdiği muvazeneyi bozdu. Düşman Burak Reisin gemisini her taraftan sararak ortaya almaya muvaffak oldu ve kancalarını Türk gemisine takarak yanaştı. Dört Venedik gemisinden Türk teknesine düşman erleri rampa ederek atlamaya başladılar. Burak Reis'in gemisinin güvertesinde birbirine giren düşmanla levetler arasında amansızcabir boğuşma aldı yürüdü. Burak Reis elinde, üstünden kanlar sızan eğri uçlu palası ile bir tarftan bir tarafa koşuyor, buyruklar veriyor, naralar atarak paJasını şimşek gibi savuruyor ve her dakika yer bir kaç düşman kellesi yuvar lanıyordu.
Bu boğuşma çabuk bilmedi. Burak gemisini, düşmandan kurtarmak için leventleriyle beraber arslanlar gibi savaştı, fakat talih ters gidiyordu. Bunu yapamıyor, sayıca çok üstün olan düşmanın her geçen anla, daha hâkim birhale geçtiğini görüyordu. Sonunda biran geldi ki Burak Reis kurtuluşa imkân olmadığını anladı. Gemisi ve sancağı düşmanını eline geçecek, belki kendisi de tutsak olacaktı. Kartallar gibi hür yaşamaya alışmış bir ruh, böyle bir düşkünlüğü kabul edemezdi. Denizlerin, dalgaların, fırtınaların baş eğmez korsanı Burak da kabul etmedi. Yıldırım gibi bir kararla gemileri ateşe verdirdi, alevler bir anda her tarafı sardı. Başta kendisi olmak üzere yüzlerce yiğit ateşler içinde can verdiler. Fakat düşman da bu ateş ve ölüm ziyafetinden uzak kalamadı. Kumandan Loredano ve Armanio da gemileri ve askerleriyle birlikte yok oldular.
28 Temmuz 1499... Bu tarih Burak Reisin, ölümü tutsaklığa ve şerefsizliğe üşütün sayıp kendisini alevlerin kucağana atmaktan çekinmediği gündür. Verdiği bu asfl... Bu müthiş kararla, ölüme bu derece göz kırpmadan atılmalıdır ki, kahraman Burak, şerefini lekeden kurtarmış, sancağını ve gemisini düşmana vermemiş ve kendini en yüksek kahramanlar sırasına geçirmiştir.
Burak Reis ve gemisi Akdenizin sularına gömüleli yüzyılllar oluyor... Geminin alevden kurtulan parçalarını çabuk kemiren zaman, Burak Reisin kazandığı şan ve şerefe dokunamamıştır. Burak yüzyıllardan beri uyuduğu Akdenizin derinliklerinde bundan sonra da yüzyıllarca uyuyacaktır ve Akdenizin kucağında Burak Reis ve binlerce Burak Reisler yattıkça da Türk'ün gözü ve gönlü o sulardan ayrılmayacak ve onsuz çarpmayacaktır. Kahraman BURAK REİS'in eşsiz hâtirası, Türk denizcilerine yol gösteren bir meşaledir... Bu meşale geçmişteki ve bugünkü denizcilerimizin göğüslerinde tutuşup yanmaktadır.. Gelecekteki denizcilerimizin ruhlarında da tutuşup yanacaktır |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:17 | |
| 3O AĞUSTOS ZAFERİNİN DOĞUŞU
Celâdet ve kahramanlıkla şahlanmayan milletler, ebedî bir karanlığa mahkûmdurlar.
Milletleri yaşatan ve yükseltenler, kahramanlardır. Milletlere yol gösterenler, zafer kapılarım açanlar, tarihlere şan verenler, yine kahramanlardır. İnsanlığın kaderine hükmedenler.medeniyet ufuklarına ışık tutanlar ise yine, kahramanlardır. Türk tarihi, yüce bir kahramanlık menkıbesi olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti de, baştanbaşa, eşsiz kahramanlar tarafından meydana getirilen bir eserdir. Bu eserin talih güneşi, 30 Ağustos 1922'de, Dumlupinar'da kan ve ateşler içinden yükselerek doğmuştur.
30 Ağustos, devletimiz için, hiç şüphesiz her şeydir.
30 Ağustos, hiç şüphesiz eşsiz bir kahramanlık abidesidir. Kahraman bir milletin, kahraman evlâtlarının, asil gayeler uğrunda hayatlarını feda ederek inşa ettikleri bu âbide, haynn şerre, faziletin alçaklığa üstün bulunduğunun... Türküğün yenilmez olduğunun, parlak bir ispatı ve ifadesidir. Bugün bu büyük zaferin hâtırasını, gurur ve saygı ile selâmlarken, uzak tarihimizde cereyan etmiş olan, tıpkı bunun gibi, başka bir kahramanlık vakası da, günümüzün önünde canlanmaktadır:680 yılındayız... Çinliler bütün Göktürk devletini istilâ etmişler. Türk yurdunun üzerine koyu bir karanık çökmüş. Ordu dağılmış, istiklâl güneşi gurub etmiş. Her yerden zincir sesleri geliyor. Artık Türk milletinin sonu gelmiş gibi görünüyor.
İşte bu sırada, daima dünyaya büyük kahramanlar yetiştirmiş olan Türklüğün bağrından, yeni bir kahraman doğdu. İLTERİŞ KUTLUK adındaki bir Türk oğlu, bütün ümitlerin söndüğü bir anda, kurtuluş bayrağını açarak ortaya atılıyor. Etrafında kendisi ile beraber onyedi kişi, koca Çin İmparatorluğuna karşı baş kaldırıyorlar. Milyonluk Çin devletine karşı, onyedi Türk, savaşa koyuluyor, önlerine çıkan düşman kuvvetleriyle yılmadan döğüşüyorlar. 17 kişi bir müddet sonra 70 ve daha sonra 700 oluyor ve gittikçe çoğalıyorlar. Bir yıl kadar devam eden, kahramanca savaşlar sonunda nihayet Türk milleti, yeniden hürriyetine kavuşuyor ve İLTERİŞ KUTLUK, Türk devletine KAĞAN oluyor.
Burada, birkaç sözle özetlediğim şu büyük olay, diğer milletlerin tarihlerinde eşine ender, rastlanabilen, şanlı bir destandır.Bu şanlı destanın meydana geldiği tarihten 1240 yıl kadar sonra Türk milleti, aynı şekilde bir felâketle karşılaştı.1919 yılında, yâni bundan yıllarca önce, verilen sözü namus sayarak, silâhı elden bıraktığımız bir sırada, yeniden taarruza uğradık."Anadoluya medeniyet gtürüyoruz" gibi inanılmayacak İddialar öne sürülerek köylerimiz yakılıyor, şehirlerimiz yakılıyor, kadınlarımız en şeni tecavüzlere uğruyordu.Erkeklerimize hakaret yağdırılıyor ve hamile gelinlerimiz karınlan deşilerek öldürülüyordu. Böylece medeniyet namı altında, insanlık için yüz karası teşkil eden cinayetler irtikâp ediliyordu.
Bütün bunların bir tek hedefi vardı: Türk milletini yok etmek ve esaret altına almak... Fakat tarihi şanlar, zaferler, parlak günlerle dolu, büyük Türk milleti, kanayan yaralarına bakmaksızın, başını Bozkurtlar gibi yeniden göklere dikti ve şahlandı... Atalarından kendine miras kalmış olan ebedî ve şanlı parolayı, ufuklardan ufuklara doğru haykırdı: Ya istikâl ya Ölüm...Yurdumuzun her tarafında, kadınlarımız ve çocuklarımıza, taşımızla, toprağımızla birlikte, düşmanlara karşı savaşlar başladı. İstilâcılar her gün yeni bir darbe ile kayıplara uğratıldı. Yıllarca süren mücadelelerden sonra, nihayet "düşmanı Anadolunun hârimi ismetinde boğmak zamanı" geldi. 26 Ağustos sabahı, büyük Türk taarruzu başladı. Türk ordusu, eski cağlarda olduğu gibi yine zafer kartlarının peşinden koşuyordu. Bütün millet, vatan sevgisiyle, hürriyet ve istiklâl aşkıyla, düğüne gider gibi savaşa gidiyordu....
"Savaşmaktan kaçınır kim varsa alnı kara; Savaşmayı bilenler, hükmeder topraklara..."
Türk milleti hiç bir zaman savaştan çekinmemişti. Şimdi de bütün yokluklara rağmen, düşmana doğru ileri atılıyordu. "Maziye sor, ecdadımı söyler sana kimdi; Bir bitmez ufuktum, kürre vaktiye benimdi. Tufanlar, alevler beni bir kal'a sanırdı. Taçlar uçuşur, dalgalanır, parçalanırdı. Kahhar atımın kanlı, kıvılcımlı izinde. Bir başka denizdim, ebediyet denizinde... Çarpardı göğün kalbi, hilalin avucunda; Titrerdi yerin tali, merminin ucunda... Günler elimin çizdiği yerlerden akardı; Üç kıtada korkunç atımın izleri vardı... Üstünde uçarken o neşibin, bu firazın, En şanlı şehametli hükümdarına arzın. Tek bir bakışım, sanki inayetti, keremdi: İklîli hediyemdi. arazisi hibemdi... Hançerdi hayalim, bütün akvam ona kındı... Baştanbaşa dünya bir esiıimdi, kadındı... Asabına nabzımdaki ahengi verirdim. Kasteylediğim şekli verir, rengi verirdim. Cihan bilir iclâlimi, ben böyle değildim..." diye dağdan dağa, fırtına gibi güdüyordu. "Nice şanlar alınır, nice canlar verilir."
Mısralarındaki ifadeye uygun olarak, Türk çocukları kahramanca döğüşüyorlardı. İstiklâl ve hürriyet için, millet için, Al Bayrak için, göz kırpmadan, yılmadan saldırıyorlar ve bu uğurda can veriyorlar, şan alıyorlardı. Erler, subaylar, astsubaylar, kumandanlar, kadınlar, ihtiyarlar ve çocukar, hepsi yanyana, omuz omuza, birbirleriyle kahramanlık ve fedakârlık yansında bulunuyorlardı. Fakat, aynı soydan, aynı kandan, aynı milletin çocukları olan bu insanlar, doludizgin yarışıyorlar ve yine de atbaşı beraber gidiyorlardı. Hepsi birbirlerinden üstün, hepsi birbirinden fedakâr, bu şehitler ve gaziler ordusunun, sayılan yüzbinleri aşan kahramanlarını ve başardıkları büyük işleri, ayrı ayrı saymaya imkân yoktur. Tarihin koynunda yatmakta olan bu kahramanların künye defterini rastgele açarak, önüme çıkan bir iki ismi okuyacağım:
İşte Baybutlu Ziver oğlu Yzb. Agâh. 36. alay, 6'ncı bölük kumandanı... 26 Ağustosta, bölüğü ile taarruza katıldı ve en şiddetli ateşler altında, bölüğünü yıldırım gibi düşman siperlerine ulaştırdı. Bölük vazifesini akşama kadar mükemmelen yaptı. Gece olunca, Yzb. Agâh'ın bölüğünü istirahat için geriye almak istemişerdi. Bunu duyar duymaz Yzb. Agâh, bir solukta alay kumandanının çadırına girdi. Yalvardı yakardı, bölüğünün ve kendisinin taarruzdan geıi bırakılmamasını diledi ve nihayet dileğini kabul ettirdi. Sabaha karşı, Yzb. Agâh, bölüğünü tekrar hücum hattına soktu.
Bu esnada kalçasından bir kurşunla vuruldu. Fakat hiç sesini çıkarmadan taarruza katıldı. Güzel bir sevk-i idare ile, kısa zamanda KURTKAYA tepesini zaptetti. Düşmandan ele geçirdiği bir bomba tüfeği ile, bu zaferini hemen geriye haber verdi. Kalcasındaki yara acıyor ve kanıyordu. Fakat bunun ne ehemmiyeti vardı. O şevk ile savaşarak düşmanın derinliğine ilerlemekte devam ediyordu. Tam bu sırada, hâin bir kurşun gelerek Agâh'ın asil ve şerefli başını buldu, onu yere serdi. Yzb. Agâh, başçavuşundan bir yudum su istedikten sonra, ona hitaben: "Başçavuş ben gidiyorum... Allaha ısmarladık. Bölüğe selâm ve intikam..." diye rek Tanrıya ulaştı.
İşte sizlere, 30 Ağustosu yaratan kahramanların künye defterinden bir başka yaprak daha. Vezir- köprünün SARIALAN köyünden Kara İsmail, bölüğü ile birçok muharebelere girmiş ve kahramanca dövüşmüş bir asker... 29 Ağustos muharebelerinde, bölüğünün kumandanı ve bölüğün diğer subayları şehit olmuştu. Bölük muharebe meydanında, kaptansız gemi gibi başsız kalmış ve duraklamıştır. İsmail Çavuş birdenbire illeriye atıldı ve tunç sesi ile "Arkadaşlar, analarımız bizi bugün için doğurdu... Haydin kardeşlerim ileri..." diye gürledi ve böylece bölüğünü fırtına gibi, düşmanın üzerine hücuma kaldırdı. 29 Ağustos günü akşama doğru, birçok başarılar elde ettikten sonra, bu kahraman çavuş da, düşmanla göğüs göğüse dövüşürken şehit oldu.Bunlar gibi daha pek çok misaller sıralanabilir. Fakat her biri, ayrı bir kahraman olan bir milletin her ferdini teker teker anlatmaya imkân yok...İman ve kahramanlıkla yapılan birçok savaşlardan sonra, nihayet büyük gün geldi. 30 Ağustos
günü, düşmanın artık tutunacak hiçbir yeri ve hiçbir istinatgahı kalmamıştı. Her tarafı çember içine alınmıştı. Güneş batıp karanlık indiği zaman, büyük kısmı ile imha edilmiş bulunuyordu. Böylece birkaç yıldanberi yere düşer gibi olan Al Bayrağımız yeniden şanla ye zaferle göklere yükselmişti ve bir daha inmemek üzere... ebediyen vatan ufuklalnnda dalgalanmak üzere, yükselmişti. Bu şanlı, bu şeref li Al Bayrak, o gündenberi başımızın üstünde, yüzyılların tersine bakarak dalgalanmaktadır ve ebediyete kadar da dalgalanacaktır. Çünkü onu 30 Ağustos 1922'de göklere yükselten şehit ve gazi, milyonlarca Türk, kıymetli bir şâirimizin, şu güzel mısralarla ifadelendirdiği şekilde, millî bir and iç mişlerdi: "Düşmez yere hâşa, o bizim bayrağımızdır, Bir fecr olarak doğmadadır her dağımızdan... Ayyıldız, o mazideki bir süstür emin ol. Âtide güneşler doğacak bayrağımızdan... Altında yatarken de bizimdir yerin üstü. Bir kal'a olur toprağımız vecde gelir de... Dağlar, kayalar göğsümüz üstünde tepinse, Düşmanları, biz râmederiz kan kesilir de. Deryaları kan, taşları bitmez kemik olsa... Bin son nefesin aynı olup, bitse nesimi Ölmez bu vatan... Farzımuhal ölse de hâttâ Çekmez kürrenin sırtı, o tabut-ı cesîmi... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:18 | |
| GAYEMİZ ve HEDEFİMİZ
Geçmiş yıllar, aylar içinde eyleşmeden bugünden ve yarından bahsetmek istiyorum. Çünkü, hâl geçmişin toplamı, geleceğin tohumudur.Bugün Türkiye'nin genel görünüşü kısa çizgilerle şöyledir :Dudaklar çailak, mideler boş, köyler karanlık, dağlar tepeler çıplak, halk yoksul, millet düne küskün, gelecekten ümitsizdir. Bugüne kadar tatbikatına şahit olduğumuz siyasetin hîle, iftira, yalan ve tertip gibi basit ve çirkin silâhlan imanlı Türk halkının siyasî hareketlerini zayıflatmakta, inancını sarsmaktadır.
Bir tarafta güzel vatanımızın toprağını süren, tohum saçan yabancı teknisyenler, köylerimizde inek sağan misyoner genç kızlar; öte yanda günün modasına takılıp giden ve kulüpleri tıklım tıklım dolduran memleket çocukları... Bir tarafta altı yaşından itibaren sorumluluk yüklenen ve fabrikalarda motorun gürültüsünün, tarlalarda güneşin hararetini bölüşerek sosyal adaletin tatbikatını veren vatan çocukları; öte yanda yüksek apartmanların gölgesinde ve sıcak odalarında sosyal adalet nutukları hazırlayan adaletsiz, şuursuz, ruhsuz bir topluluk...
Bir tarafta yılda bir milyarları bulan içki masalarından yükselen kahkahalar, öte yanda, bir damla su için sabahtan akşama kadar nibet bekleyen susuzluktan çoraklaşmış köyler...Bütün bu çizgiler üç-beş yılın, üç-beş kişinin eseri değildir. Yüzyılların yüzyıllara taşıdığı yüktür.Türkiye'nin jeopolitik güç, istihsal değeri olan; Türk halkının moral ve fizikî güç olarak tam anlaşılamamasınt. tanınmamasını asıl sebep olarak görmekteyiz.
Ben Türk Milletini;
Sokaklarda ıspanak fiaüna satılan demokrasiye, rüşvetle, hîle ile, çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, Ahlâk'tan mahrum bir hürriyete,Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük şuur ve gururuna, İslâm ahlâk ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, hakikat yolu, ALLAH yoluna çağlıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilân ediyorum :
Yeniden maneviyâta dönüş... Hedefimiz Türkiy'yi aç hürler, tok esirler ülkesi yapmamaktır. Bu yolda bizi tâvizkâr politikacı olarak itham edenler, Türk'ün yüce varlığını anlamayanlardır. Unutmamalıdır ki, bir çiftçinin toprağa tohum saçması, tarlaya tâviz vermesi demek değildir. Toprağı değerendirmesi ve verimli kılması demektir. Bizim hareketimizin de mânâ ve ruhu budur. Yine unutulmamalıdır ki, medeniyetler, devletler para ile değil, inançla kurulurlar; parasızlıktan değil, inançsızlıktan çekerler.
Türk Aydınlan, Türk Gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye'dir. Buluşma noktamız imanlı Türk ferdinin kafası, kalbi ve cevher-i aslîsidir. Bugüne kadar olduğu gibi Türk halkını yalnız kendi yazdığınız kitabı okumaya, yalnız kendi söylediklerinizi dinlemeye çağırmayınız. Siz de onun söylediklerini dinlemeye, onun okuduğu Kitâb'ı okumaya, onu tanımaya, anlamaya koşunuz. O zaman buluşma yeri ve noktasında asgarî müştereklerde değil, azamî müştereklerde birleşeceğiz.
Türk Milletini iktidarları için bir basamak, demokrasiyi de sadece bir rey düzeni olarak kabul eden görüş, bizim görüşümüz değildir.Saflarımız, Türk Milletinin ve Devletinin ebedî hayâtını düşünen milliyetçilerin, vatanseverlerin meydana getirdiği bir saftır.Anadolu'nun dağlarında, ovalarında bir Eyüb Peygamber sabn ile dolaşan, çaışan, kahırkeş, çilekeş çiftçi, isçi topyekûn yurt çocuklarını bu manevî dâvamıza davet ediyoruz. Vazifemiz; "ALLAH, taşıyacağımızdan daha fazla yük yüklemez" inancı içinde çalışan, yürüyen bu insanların inançları ile istihza ve istiskal değildir. Onların yükünü omuzlamaktır, onların haklarını çalanlarla, rızıklanna, emeklerine el uzatanlarla mücadeledir.
Bu mücadelemiz içte ve dışta yılmadan devam edecek ve bu yolda Allah'ın izni ile mutlaka muvaffak olacağız. Çünkü yolumuz hak ve hakikat yoludur. Bu ükede teknik üniversitelerin, fen fakültelerinin lâboratuvarları ile Yüksek İlahiyat Akademilerinin koridorları birleştirilmelidir. Bugün "madde" ve "mânâ" felsefesi insanlığı bir çıkmaza doğru sürüklemektedir. Oysa madde ve mânâ ne birbirinin aynı, ne de birbirlerinden gayridir. İnsanlığı ve milletleri gerçek mutluluğa götürecek yol, mutlaka ilmin ve ahlâkın basamaklarından geçmelidir.
Türk Milleti bu yolda bir çok örnekler vermiş, insanlığa önderlik etmiştir. Bugün yine Milletimizin ve aynı zamanda insanlığın mutluluk tohumlan bu topraklarda gizlidir.Türkiye ve Türk Milletinin karakteri içerden ve dışardan çok iyi değerlendirilmelidir. Kore yaylasından kopan bir fırtına, kendi sahillerinde söner. Vietnam'dan kopan bir fırtına, ancak kendi sahillerini yalar; Himalâyalar'dan kopan bir fırtına dahi Hint Okyanusu'nda kırılabilir. Fakat, Anadolu Yaylasından kopan bir fırtına bütün dünya'yı tesir altına alabilir. Bunun böyle bilinmesi ve değerlendirilmesi gerek. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:19 | |
| TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ İDEOLOJİSİ
Muhterem Basın Mensupları, Aziz Misafirler ve Muhterem Ülküdaşlanm;
Partimizin Büyük Kongresi, Türk Tarihinin önemli bir dönemine rastlamaktadır. Son Kongremizden bugüne kadar geçen zaman zarfında Millet ve Devletimizin önemli hiç bir meselesi halledilmemiş, problemler yüz üstü bırakılmıştır. Yabancı fikir ve ideolojilere karşı, millî bir ideoloji tesbit edilmemiş siyasî ve iktisadî anarşi yuvalan yıkılamamıştır.
Hemen belirtelim ki, yabancı ideolojilerle savaşacak tek güçlü ideoloji, Türk Milliyetçiliği idolojisidir. Türk Milliyetçiliği ideolojisi, iktidar olmadıkça, meselelerin görülüp, çözümlenmesi mümkün değildir. Millet ve ülkemizi bölüp yıkmak isteyen her türlü yabancı ideoloji zehirlerinin panzehiri, Türk Milliyetçiliği ideolojisidir. Bu ideoloji bugün bir dernek veya grup çalışması olmaktan çıkmış, Partimizin. Milliyetçi Hareketin temel program ve felsefesi olmuştur.
* 9 Haziran 1973 günü toplanan Milliyetçi Hareket Partisi'nın XI inci Kurultayında Genel Başkan Alparslan Türkeş'İn yapmış olduğu açık konuşmasıdır.
Aziz Arkadaşlarım;
Milliyetçi Hareket, insan sevgisine, tam demokrasiye inanır. İnsanlığa düşman, insanlığı bölücü her, sistem ve ideolojiye karşıyız. Amacımız, millî sınırlanınız içinde yaşayan bütün yurttaşlarımızı hiç bir ayırım yapmaksızın, din, mezhep ve ırk farkı gözetmeksizin kucaklamak, sevmek, insanca yaşama şartlarına kavuşturmaktır. Millet ve ülke bütünlüğümüzü bölücü, her türlü sınıfçı, mezhepçi ve ırkçı sistemlerin amansız düşmanıyız. Sınıfçı sosyalizme, kapitalizme, bunların birer sapması olan komünizme, faşizme ve nasyonal sosyalizme karsıyız. Başka milletlerin bir kültür ve tarih ürünü olan bu yabancı ideolojilerin Türk Devlet felsefesinde yeri yoktur.
MİLLETLER ARASI POLİTİKA
Sayın Delegeler;
Milletlerarası Politika günümüzde büyük gelişmelerin eşiğindedir. Dünya kuvvet dengesi değişmekte, yeni süper devletler ortaya çıkmaktadır. Eskiden Dünya kuvvet dengesi, Amerika Birleşik devletleri ve Sovyet Rusya arasındaki dengeye dayanmaktaydı. Bugün bu İki süper devlet yanında Birleşik Avrupa, Japonya ve Komünist Çin gibi yeni üç süper varlık ortaya çıkmıştır. Dünya kuvvet dengesi, bu beş süper devletin ilişkilerine göre yeniden kurulmaktadır. Bu süper devletler arasında Türk Devletinin, durumunu yeniden gözden geçirip, millî menfaatlerimize en uygun olan tercihi yapmak gerekir.
Avrupa, Birleşik Avrupa idealine doğru hızla ilerlemektedir. Bu amaçla DOKUZLAR diye bilinen Avrupanın kalkınmış ülkeleri, kendi aralarında Ortak Pazan kurmuşlardır. Dünyanın değişen şartlan içinde, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, NATO devletleri tarafından, içinde Japonya'nın da yer alacağı yeni bir NATO ittifakının kurulmasından da söz edilmektedir. Milliyetçi Hareket partisi, Türkiye'nin eski ittifak ve taahhütlerini, millî menfaatlerimizin ışığında yeniden düzenliyerek, bütün Dünya milletleri ile barışa, adalete ve dostluğa dayanan münasebetler kurulmasına taraftardır, ittifak bağlan ile bağlı bulunduğumuz, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa Devletleri ile daha samimi ve yakın ilişkiler kurmayı yararlı görmekteyiz.
Özellikle, son yıllarda 2 milyona yaklaşan Türk isçisinin çalışmakta olduğu Batı Almanya ile, eski tarihî dostluğumuzdan da kuvvet alarak, daha sıkı ve geniş münasebetler kurulmasını isteriz. Orada çalışan işçilerimizin, durumlarının düzeltilmesi ve haklarının süratle teminat altına alınması için, bu eski dostumuzun desteği sağlanmalıdır. Aynca, Sovyet Rusya ve diğer komşulanmız ile de iyi komşuluk ilişkilerinde fayda görmekteyiz. Bağımsızlığa ve toprak bütünlüğüne saygı, iç işlerine kanşmama, bir arada barış içinde yaşama esaslarına dayalı olarak, Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri uyguladığımız dostluk ve barış politikasını gerekli saymaktayız. Din, tarih ve kültür bağları ile derin bir şekilde sevgi ve saygıyla bağlı bulunduğumuz Arap memleketleri ve İran ile ilişkilerimizi iktisadî, siyasî ve kültürel alanda hızla, çok samimi bir işbirliği haline sokmayı gerekli görmekteyiz. Orta Doğu'da sürekli bir bansın .kurulması için İsrail ile Araplar arasında süratle, adalete dayanan bir barış andlaşmasının kurulmasını zorunlu saymaktayız.
DIŞ EKONOMİK İLİŞKİLER
Muhterem Üküdaşlarım;
- Dış ekonomik ilişkilerde Içü millî yarardır.
- Milliyetçi Hareket Partisi yabancı sermayeye karşı değildir.
- Millî menfaatleri gereğince savunabilen millî bir iktidarın elinde yabancı sermaye millî ülkülerin gerçekleştirilmesinde bir araç olarak kullanılabilir.
- Dış ilişkiler, zayıf ünitelerin aleyhine sonuç doğurmaya müsait ve müstaittir. Bu bakımdan bu istidada galebe çalacak tarzda ve özel bir itina ile düzenlenmesi esastır.
- Milliyetçi Hareket Partisi mücerret olarak ekonomik organizasyonlara karşı değildir.
- Millî ülkülere ters düşmeyen tek alternatifin, kısa dönemde uygulama kabiliyeti olmadığı için Milliyetçi Hareket Partisi bölgesel ekonomik organizasyonların ekonomiyi aşarak sosyal, kültüre ve siyasî bütünleşme aracı olarak kullanılmasına karşı açıkça vaziyet almayı milî bir görev sayar.
- Yabancıların ülkenin istediği yerinde, istediği ölçüde arazi ve imkân edinmelerine fırsat vererek Sevr Antlaşmasının dolaylı uygulamasına sebep olacağı, kültürel ve sosyal deformasyona yol açacağı ve millî sanayiinin gelişmesini engeleyeceği için, Milliyetçi Hareket Partisi Ortak Pazarın açıkça ve kesinlikle karşısındadır.
- Milliyetçi Hareket Partisi Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Anlaşmasının millî yararlar açısından geliştirilip genişletilmesinden yarar umar.
- Milliyetçi Hareket partisi 3. Dünya Ülkeleri, özellikle Ortadoğu ve Afrika'nın müslüman ülkeleri ve Kıta Çin'iyle ticari ilişkileri geliştirmenin büyük yararlar sağlıyacağına inanır.
10 - Milliyetçi Hareket Partisi Dışişleri teşkilâtında köklü bir anlayış ve kadro değişikliğini, dış ekonomik ilişkileri geliştirmekle sağlanacak yararların ilk şartı sayar.
YABANCILAŞMA VE TÜRK DEVLET FELSEFESİ
Aziz Arkadaşlar;
Türk Milleti, milletler ailesinin şerefli bir üyesidir. Türk Milleti büyük, öğürnneye değer zengin bir tarih ve devlet felsefesine sahiptir.
Türk Milletinin yüksek medeni vasıflan, kültür üstünlükleri vardır. Türk Milleti tarihi boyunca üç kıta üzerinde yayılan cihan imparatorlukları kurmuştur.
Türk milleti bu imparatorlukları kurarken daima kendi devlet felsefesinden, kendi öz kültüründen ilham almıştır.
Ancak, 200 yıldanberi Milletimiz, devet felsefemiz bazı zaaflara uğramıştır. Bunun sebebi, kendi millî kültür ve devlet felsefemizden uzaklaşmamız. yabancı kültür ve akımların istilâsına uğramamızdır.
Devlet felsefesi ve kültürde görülen bu yabancılaşma müesseseleri millî ülküden uzaklaştırmış, Türk Milleti, bugün millî sınırları içinde azgelişmiş bir ülke haline gelmiştir.
Millî ülküsünden uzaklaşmış, millî kültürüne yabancılaşmış bir milletin, azgelişmiş, geri kalmış olması tabiidir.
Son on yıl içinde ülkemizde görülen, anarşist komünizmin, bölücülüğün, mezhepçiliğin ve azınlık ırkçılığının, millî serveti imhaya kalkışan sabotajların, kundakçılığın sebepleri, millî ülkü ve kültüre yabancı nesiller yetiştirilmiş olmasıdır.
Vatan ve millet bütünlüğünü parçalayıp, bağımsız son Türk Devletini yıkmak, komünist emperyalizme bağlamak isteyen zihniyet, 200 yıldanberi yerleştirilmek istenen, köksüz, ruhsuz felsefenin bir sonucudur. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:19 | |
| MİLLÎ BÜTÜNLEŞME - MİLLÎ DEMOKRASİ
Aziz Arkadaşlarım;
Türk Milletinin büyük, güçlü ve kalkınmış devletini yeniden kurabilmesi, onun kendi kültür ve devlet felsefesine yeniden dönmesine bağlıdır.
Türk Milleti yabancı akımların tasallutundan kurtulup kendi öz devlet felsefesine yeniden döndüğü gün, büyük devlet vasfını tekrar kazanacak, dünya milletleri arasındaki üstün yerini alacaktır.
Şunu gururla belirtmek isterim ki, Türk millî kültür ve devlet felsefesini savunan, bunu kendi anlayış ve programının temeli yapan tek siyasî kuruluş, Milliyetçi Hareket Partisiyle Türk Milliyetçiliği akımı, tarihte ilk defa siyasî bir partinin program ve dünya görüşü olmuştur.
Kıymetli Delegeler;
Türk Milletinin kültür ve devlet felsefei, Türk Milliyetçiliği Dünya görüşü için, MİLLÎ BÜTÜNLEŞME ve MİLLÎ DEMOKRASİ üllküsüdür. Türk Milletinin tarih ve töresinde bölünme, parçalanma, zümre veya sınıflara ayrılma yoktur. Devletin başı, barışta ve savaşta, tasada ve kıvançta yönettiği milletle aynı kaderi paylaşmıştır. Milleti sınıf veya zümrelere bölen, bir sınıfı diğer sı nıfa ezdiren yöneticileri milletten ayınp ona tepeden bakmayı öğreten sistem ve ideolojiler, yabancı ve bölücü ideolojilerdir. Her türlü yabancı ve bölücü ideolojiyi, yozlaşmış, köhne marksist, kapitalist bölücü ve faşist sistemleri ezip, parçalayacağız. Milliyetçi Hareket olarak Türk Milletine vereceğimiz söz budur.
İKTİDAR ALTERNATİFİ : MİLLİYETÇİLİK
Aziz Arkadaşlarım;
Türkiye'de iktidarın tek alternatifi Milliyetçi Hareket Partisi ve Türk Milliyetçiliği ideoloj isidir. Bugüne kadar diğer bütün alternatifler denenmiş, bunların hiçbiri ülkemizi kalkındıramaniıştır. İçeride güçlü ve kalkınmış, dışarıda milletler ailesine sözünü dinletecek bir Türkiye kuracağız. Yozlaşmış, yabancı sistemlerle bunun kurulabilmesi 1 mümkün değildir.
Muhterem Arkadaşlarım;
Her vesile ile tekrarladığımız bir hususa yine temas etmek istiyorum. Bugün milletlerarası mücadelenin esasını, millî kültür ve ideolojiler teşkil etmektedir. Milletler mücadelesinden ibaret gördüğümüz tarih, göstermiştir ki, güçlü ve büyük olan her millet diğerleri üzerinde hakimiyet kurmak istemektedir. Millî sınırlan aşan her taşma hareketi kendisine beynelmilel bir ideoloji arar. Bundan dolayı da, bugün beynelmilel ideolojiler, emperyalizme aracılık etmektedir. Milletler ailesi şeklindeki dünya düzenini, insanlığı mutlu edecek tabii bir kompozisyon kabul ettiğimiz için, daima millî varlıklara saygılı olma esasına dayanan münasebetler kurulmasını savunuyor ve beynelmilel ideolojilere bu gerekçeyle karşı çıkıyoruz.
Aziz Arkadaşlarını;
Türkiye'de görülen ideolojileri iki ana grupta toplamak mümkündür. Bunlar, yabancı kaynaklı ideolojiler ve yerli, millî ideolojilerdir Yabancı kaynaklı ideolojiler bizden hiçbir zaman iltifat görmemişerdir, göremezler. Çünkü, bu guruptaki ideolojiler, beynelmilelci karakterlerinden dolayı, emperyalizmin aracıdırlar. Yabancı kaynaklı olup da beynelmilel karaktere sahip olmayan ideolojilere gelince; bunlar da, Türk düşünce hayatını dışarıya bağlı, güdümlü hale getirdikleri ve Türk milleti'nin tarih~i gerçekleriyle ve iddialarıyla ilişkili bulunmadıkları için, millet ve devlet hayatımızda yer almaları gayet tehlikelidir.
Bu kısa açıklama karşısında, ister kapitalist, ister marksist, ister nazist-faşist menşeli olsun bütün bu ideolojiler yabancı kaynaklı olduklarından Türk Milletine ve Devletine zararlı görüşlerdir. Birinciler emperyalizme aracılık eder, ikinciler Türk insanını kendi halinde düşünemez duruma sokar, millî tarihten ve toplumdan koparır ve bölücü, parçalayıcı maceracı bir istikamete sürükler. Milliyetçi Market Türk tarihinden, Türk Milleti'nin binlerce yıllık mazisinden sürükleyip getirdiği kıymet hükümlerinden kuvvet alır; ideolojisinin temeji bu kutsal kaynaktır. Onun için Milliyetçi Hareket partisi, yerli ve yüzde yüz millî görüşün partisidir. Diğer partiler yabancı kaynaktan beslenen, siyasî hareketler olarak karşımıza çıkarılmıştır.
Kıymetli Delegeler;
Milliyetçi Hareket olarak, iktidarı almak, iktidar ohnak zorundayız. İktidarımızın kaynağı Türk Devlet Felsefesi olacaktır. Türk Devlet Felsefesi, millî ideloji içinde, MİLLÎ BÜTÜNLEŞME VE MİLLİ DEMOKRASİ ülküsüne dayanır. Demokrasi en dar anlamda millet egemenliği demektir. Demokrasi milletin, siyasî, kültürel ve iktisadî yönetime katılması siyasî, kültürel ve iktisadî egemenliğin millete ait olmasıdır.
Burada önemle belirtelim ki, millet kavramı, mücerret bir kavram değildir. Millet, ne kapitalistlerin savundukları gibi, fertlerin maddî toplamlarından, ne de komünizmde oduğu gibi, komünist partisi üyelerinden ibarettir. Millet; geçmişi, hali ve istikbali kapsayan maddî ve manevî bir varlıktır. Milletin haldeki bölümü altı sosyal dilimden: yani, KÖYLÜDEN, İŞÇİDEN, ESNAFTAN. MEMURDAN, İŞVERENDEN ve SERBEST ÇALIŞANLARDAN ibarettir. Bu itibarla egemenliğin [hakimiyetin sadece işverene veya işçiye ait olduğu ülke ve sistem demokratik değildir. Bir ülkenin demokratik olabilmesi için, siyasî, kültürel ve iktisadî kararların alınmasına bütün milletin; köylünün, işçinin, esnafın memurun, işverenin ve serbest çalışan-' lann katılması lâzımdır.
Muhterem Ülküdaşlanm;
Demokrasiyle hürriyet kavramı arasında çok yakın bir münasebet vardır. Demokrasi, genel anlamda hürriyet demektir. Hürriyet bir şahsın başkasından emir almadan kendi iradesine göre karar verilebilmesi, hareket edebilmesidir. Başkasının baskı ve etkisi altında olan insan hür değildir. Demokrasi ve hürriyet ikiye ayrılır. Bunlar, siyasî hürriyet, siyasî demokrasi; iktisadî hürriyet, iktisadî demorasidir.Siyasî demokrasi, siyasî hürriyetler rejimidir.
SİYASİ DEMOKRASİ, milletin bütün fertlerinin, siyasi kararların alınmasına eşit bir şekilde kattlabilmesidir. Vatandaş siyasî kararların alınmasına, siyasî organlara seçme ve seçilme şeklinde katılır. Siyasî organların başında parlâmento geir. Parlâmento, siyasi temsil organı olduğundan, gerçek siyasî demokrasiden bahsedebilmemiz için, parlementoda milleti meydana getiren bütün sosyal dilimlerin; köylünün, isçinin, esnafın, memurun, işverenin ve serbest çalışanların temsil edilmesi gerekir Milliyetçi Hareket Partisi, gerçek siyasî demokrasiye inanır. Bu amaçla, milletin siyasî yönden tam temsil edilebilmesi için, parlamentoda köylü milletvekilleri, işçi milletvekilleri, esnaf milletvekilleri, memur miletvekilleri ve serbest meslek mensupları milletvekillerinin bulunmasını savunur. Böylece siyasî demokrasi, sınıf demokrasilerinden ayıklanmış, hâkim sınıfların yönetim ve sömürüsünden uzaklaştırılmış olur. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:20 | |
| İKTİSADÎ DEMOKRASİ
Aziz Arkadaşlarım;
Siyasî demokrasinin varlığı, gerçek demokrasinin mevcudiyeti için kafi değildir. Bir ülkede gerçek demokrasiden bahsedebilmemiz için o ülkede siyasî demokrasiyi tamamlayan iktisadî demokrasinin de kurulmuş olması gerekir. İKTİSADİ DEMOKRASİ bir milletin iktisadi meselelerde serbestçe oy sahibi olabilmesi, memleketin İktisadî kararlarına eşit bir şekilde kaülabilmesidir. Eğer bir ülkede fertler ve sosyal dilimler, iktisadî kararların alınmasına eşit ve serbestçe katılamıyor, oy vermiyorsa, o ülkede iktisadî demokrasi yoktur. İktisadî demokrasinin varlığı, milleti meydana getiren sosyal dilimlerin, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmasına, kâra, zarara ve yönetime katılmasına bağlıdır. Bu bakımdan iktisadî hürriyet ve demokrasi kavramlarıyla mülkiyet ve yönetim arasında yakın bir münasebet vardır.
MÜLKİYET - DEMOKRASİ MÜNASEBETİ
Sayın Delegeler;
Mülkiyet dediğimiz zaman, birinci plânda üretim araçlarının mülkiyetini kastediyoruz. En basit anlamıyla üretim aracı demek, fabrika, makina, toprak ve işyeri demektir. Bugün Dünya toplumlarına baktığımızda, üretim araçlarının mülkiyetinin belirli sınıfların elinde olduğunu görürüz. Böylece SINIF MÜLKİYETİ denilen yeni bir mülkiyet tipiyle karşılaşmaktayız. Kapitalist sınıf toplumunda fabrikaların sahibi bir avuç patrondur, patronların dışında kalan fert ve sosyal dilimlerin üretim araçlarının mülkiyeti ile alâkası yoktur. Kapitalist sınıf toplumu karşısında marksist-sosyalist veya komünist sınıf toplumu yer almaktadır, sosyalist toplumda, mülkiyetin sahibi teorik bakımdan işçi sınıfıdır, ancak bu sözdedir.
Bizzat sosyalist ülkelerin anayasalarına göre, mülkiyetin sahibi devlettir, işçinin, üretim araçlarının mülkiyeti ile hiçbir alâkası yoktur. İşçi çalışır, üretir.Sosyalist devlet onu sömürür. Durumu basit bir misalle ele alırsak, bugün Sovyet Rusya'da ortalama işçi ücreti ayda bin liradır. Her işçinin ekonomiye aylık ortalama üretim katkısı ise 7000. - liradır. Komünist partisi, yedibin liranın sadece bin lirasını işçiye vermekte, kalan altı bin lirasını ise gaspetmektedir. Bu misâl bize, sosyalist sömürünün en tipik örneğini vermektedir. [Yukarıdaki rakamlar Örnektir)
Muhterem Ülküdaşlanm;
Milliyetçi Hareket, sınıflar toplumu yerine bizzat MİLLET'!, sınıf mülkiyeti yerine de MİLLET MÜLKİYETİ fikrini savunur. Sınıf inükiyeti kaldırıldığı gün sınıf toplumları yerine millet geçer. O halde yapılacak iş, SINIF MÜLKİYETİ YERİNE MİLLET MÜLKİYETİNİ koymaktır.Millet, mülkiyete sahip olduğu zaman, iktisadî kararların alınmasına eşit bir şekilde katılma imkânını bulur. Böylece iktisadî demokrasi tam manasıyla gerçekleşir.
ALTI SOSYAL DİLİM
Aziz Arkadaşlarım;
Türk Miletine, sosyal iş bölümü veya sosyal statü yönünden bakıldığı zaman, Türk Milletinin ALTI SOSYAL DİLİM'DEN meydana geldiği görülür. Türk Milletinin siyasî ve iktisadî çarkını yürüten bu altı sosyal dilimdir. Bunlar KÖYLÜLER, İŞÇİLER, ESNAF, MEMUR, İŞVEREN ve SERBEST MESLEK MENSUPLARIDIR. Türkiye'de gerçek siyasî ve iktisadî demokrasi, bu altı sosyal dilime dayanıldığı zaman kurulabilir. Bunun için Türk Milletinin bu altı sosyal dilime göre teşkilâtlandırılması lâzımdır. Şimdi sizlere bu teşkilâtlanmanın hukukî; siyasî, iktisadî ve sosyal şeklini anlatacağım :
MİLLETİN HUKUKÎ TEŞKİLÂNMASI
Sayın Delegeler;
Marksist ve kapitalist hukuk teorisi, toplumu iki sınıfa ayınr. Bunlar, sermaye sınıfı ile emek (işçi) sınıfıdır. Kapitalist hukuk teorisi sermayeyi esas aldığından, sermaye mensupları için tek ve mecburi teşkilatlanmayı, işçi sınıfı için çokçu (plüralist) ve gönüllü teşkilâtlanmayı öngörür. Gerçekten bu sistemde işverenler, bulundukları yerde kurulmuş olan meslek teşekkülüne üye olmak zorundadırlar. Bu üyelik, teklik ve mecburilik ilkesine dayanır.
Böylece kapitalistlerin aynı yerde ikinci bir meslekî kuruluş kurmaları mümkün olmadığı gibi, mevcut kuruluşa üye olmayan da meslek ve san'atını icra edemez. Tek ve mecburi kuruluş, birlikten kuvvet doğar ilkesine dayanır. Kapitalizmin istediği de esasen budur. Buna karşılık kapitalist sistem işçiler için tekçi kuruluş ilkesini kabul etmez. Çünkü tek bir kuruluşta birleşen işçiler, kuvvetli olacaklanndan, sömürü imkanı azalır veya ortadan kalkabilir. Bu ise kapitalizmin felsefesine uygun düşmez.Marksist hukuk teorisi ise, işçi sınıfının dışındaki sınıflan yok ettiğinden, bu düzende sözde sadece isçi sınıfı teşkilâtlandırılır. Ancak, işçi sınıfının teşkilâtlanması, hürriyet ilkesine göre olmaz. İşçi, komünist partisinin emir ve baskısı, dolayısıyla sömürüsü altında tutulmak için teşkilâtlandırılır.
Bu iki teori Türk millî menfaatlerine aykırı düşen, milleti sınıflara bölüp bunlan birbirine düşman eden yabancı teorilerdir. Kaldı ki, bu teoriler modern bilim ve sosyal gerçeklere de uymamaktadır. Milliyetçi Hareket, bölücülük yerine MİLLÎ BÜTÜNLEŞME ÜLKÜSÜNE dayandığından, canlı bir varlık olan toplumu, sosyal gerçeklere göre ele alır.
Her varlığın belirli organları, kolları vardır. Nasıl ki, insanın beyni, eli, kolu ve ayaklan varsa; sosyal bir varlık olan MÎLLETin de parçalan, dilimleri, vardır. Bunlar, millet denilen canlı varlığın SOSYAL PARÇALARIDIR. Türk Milletinin sosyal uzuv ye parçalan onu meydana geüren ALTI SOSYAL DİLİMDİR: KÖYLÜLER, İŞÇİLER, MEMUR, ESNAF, İŞVEREN ve SERBEST ÇALIŞANLARDDî. O halde Milliyetçi Hareketin MİLLİYETÇİ HUKUK TEOİSİNE GÖRE, BU ALTI SOSYAL DİLİMİN TEŞKİLÂTANMASI LÂZIMDIR. Bu teoride, her sosyal dilim, millî uzuv olduğu için, birbirinden üstün tutulamaz. Burada ne işçi işverene, ne köylü esnafa, ne de işveren memura üstün tutulabilir. Bunların hepsi Türk Milletinin uzuvlarıdır ve birbirine eşittir.
Altı sosyal dilimimizin hukuken teşkilâtlandırılması sonucu TÜRK KÖYLÜ TEŞKİLÂTI, TÜRK İŞÇİ TEŞKİLÂTI (SENDİKASI), TÜRK ESNAF TEŞKİLÂTI, TÜRK MEMUR TEŞKİLÂTI, TÜRK İŞVEREN TEŞKİLÂTI ve TÜRK SERBEST MESLEK MENSUBU TEŞKİLÂTI kurul muş olacaktır. Böylece her sosyal dilim hukukî teşkilâtı içinde organize edilecektir. Bugün üzülerk belirtrnek isterim ki, bu teşkilâtların birçoğu kurulmuş değildir. MİLLETİN SİYASÎ TEŞKİLÂTLANMASI
Muhterem Üllküdaşlanm;
Marksist ve kapitalist siyaset teorisine göre, yine millet denilen toplum, birbirine hasım iki sınıfa bölünmüştür. Bunlar sözde bir işçi sınıfı ile kapitalist sınıftır, kapitalist siyaset teorisinde, siyasî kararların alınmasına sadece veya çoğunlukla kapitalist sınıf katılır. Bu teoride milleti parlamentoda kapitalist sınıfla onun bürokrattan temsil eder.
Kapitalizme göre, millet, burjuva sınıfından ibaret tir. Halbuki yukarıda milletin, burjuva (kapitaist) sınıfı dışında beş sosyal dilimi de kapsadığını açıklamış bulunuyoruz. Bu itibarla, kapitalist siyaset teorisine göre, siyasî demokrasi, MİLLÎ DEMOKRASİ değil, sadece kapitalist sınıf demokrasisidir. Marksist siyaset teorisi de yalnız sözde bir isçi sınıfına dayandığından bu sistemde de parlâmento, sadece komünist partisi üyelerinden teşekkül eder. Binaenaleyh burada da millî demokrasi yerine komünist partisi diktatörlüğü söz konusudur.
Milliyetçi siyaset teorisi, milleti altı sosyal dilimden oluşan bir bütün olarak görür. Bu itibarla MİLLÎ TEMSİL de, parlâmentoda atı sosyal dilimin temsil edilmesini öngörür. Burada parlâmento ne sadece kapitalist smıfnı, ne de sadece sözde işçi sınıfının organıdır. Pârlemento bütün milletin organıdır.
Bu sebeple siyasî demokrasi ve bütünleşmeyi gerçekleştirmek için, MİLİYETÇİ HAREKET, belirli sayıda KÖYLÜ MİLLETVEKİLİNİN. İŞÇİ MİLLETVEKİLİNİN, ESNAF MİLLETVEKİLİNİN, MEMUR MİLLETVEKİLİNİN, İŞVEREN MİLLETVEKİLİNİN, SERBEST ÇALIŞANLAR MİLLETVEKİLİNİN GELMEŞİNİ SAVUNUR. Alü sosyal dilimin milletvekili meclise geldiği zaman, TÜRK MİLLETİ BİR BÜTÜN OLARAK SİYASÎ KARARLARIN ALINMASINA KATILMIŞ VE SİYASÎ DEMOKRASİ GERÇEKEŞMİŞ OLUR.
TEK BAŞKAN - TEK MECLİS SİSTEMİ
Kıymetli Ülkücü Arkadaşlarım;
Milliyetçi Hareket, TEK BAŞKAN, TEK MECLİS sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, âdil ve hızlı icra çağıdır. Türk Milleti, dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde, KUVVETLİ, ÂDİL ve HIZLI İCRA sistemini uygulamıştır. Kuvvetti ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için Tarih ve Töre'mize uygun olarak, BAŞKANLIK SİSTEMİNİ savunuyoruz. İcrayı Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konud bütünleşmeci olduğumuza göre, icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız. Türk tarih felsefesi ve tarihinde İCRA ORGANI, hiçbir zaman bölünmemiş yani, TEK BİR BAŞKAN tarafından yürütülmüştür. Miliyetçi Türkiye'de de Demokratik Millî Cumhuriyet ilkesi içinde BAŞKAN, Türk Milletinin yürütme organının tek başı olacaktır. Tek Başkan sistemine uygun olarak, yasama organı yönünden de TEK MECLİS SİSTEMİNİ savunuyoruz. Avrupa kırallık veya federal devlet rejimlerinin bir mirası olan senatonun, millet meclisi yanında yasa ma işlerini geciktirici bir hüviyet taşıması dolayısiy-le kaldırılmasını istiyoruz.*
MİLLETİN İKTİSADÎ TEŞKİLÂTLANMASI
Aziz Arkadaşlarım;
Türk Milletinin iktisadî teşkilâtlanması; iktisadî demokrasi ve iktisadî bütünleşme prensibine uy gün olarak gerçeklleştirilecektir. Kapitalist ve marksist iktisat sistemleri, iktisadî gelir kaynaklarına göre toplumu, kapitalist ve işçi sınıfı olarak ikiye böler. Bu sistemler bugün ilmen hatalı oldukları gibi, eskimiş, zararh ve bölücü sistemlerdir
Modem sosyoloji, hukuk ve iktisat ilmi, toplumları fertlerin sosyal statülerine göre analiz etmektedir. Bu analize göre millet denilen en geniş anlamdaki toplum, köylü, işçi, esnaf, memur, işveren, ve serbest meslek mensuplarından meydana gelmektedir. Modern toplum bilimlerde iki sınıf, yerini ALTI SOSYAL DİLİME TERK ETMİŞTİR,
İktisadî demokrasi, milleti meydana getiren sosyal dilimlerin iktisadî kararlara katılmasıdır. Eğer bir ülkede altı sosyal dilim, üretim ve gelir dağılımı sürecine kanlamıyorsa, o ülkede iktisadî demokrasi yoktur. Altı sosyal dilimin üretim ve gelir dağılımına katılabilmesi, onların üretim araçlarının mülkiyetine ortak olmasına bağlıdır. Bugün ülkemizde Türk Milletini meydana getiren bu altı sosyal dilim, üre 1 tim araçlarının mülkiyetine sahip olmadığı için, Türkiye'de iktisadî demokrasi yoktur. Millî ve iktisadî bütünleşmeyi kurmak için altı sosyal dilimimizi, köylümüzü, işçimizi, esnafımızı, memurumuzu, işverenimizi ve serbest meslek mensuplarımızı, üretim araçlannın sahibi, ortağı yapacağız. Bunun için takip edeceğimiz iktisat politikamızın esasları şunlardır: |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:21 | |
| İKTİSADÎ KALKINMA - İKTİSADÎ DEMOKRASİ :
Sayın Delegeler;
İktisadî demokrasiyle kalkınma ve sosyal adalet arasında yakın bir münasebet vardır. Kalkınacak Türkiye'de binlerce üretim aracı, fabrika yapılacaktır. Bu fabrikaların ürettikleri ürünler satılacak ve bundan meydana gelen gelir milletin fertleri arasında âdil bir şekilde dağıtılacaktır, kalkınma TASARRUF ve YATDMM adını verdiğimiz iki unsurdan ibarettir. Tasarruf, gelirin bir kısmının tüketilmeyerek artırılmasıdır. Artırılan bu gelir fabrikalara yatırıldığı takdirde, sermaye birikimi ve kalkınma gerçekleşmiş olur. Milliyetçi Hareketin tasarruf ve yatırım politikası, altı sosyal dilimin katılmasıyla başarılacaktır.
Bunun için hukuken teşkilatlandı rılmış olan köylü, isçi, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek mensuplarının gelirlerinin bir kısmı tasarrufa ayrılacaktır. Durumu bir misâlle anatalım: Meselâ İsçi Sendikalarımız içinde teskilâtlandınmış iki milyon işçimizin her birinden ayda 50 lira tasarruf edilecek, her işçinin yıllık tasarrufu 600 lirayı buacaktır. İki milyon işçiden yapılacak bu tasarruf bir yılda BİR MİLYAR İKİ YÜZ MİLYON lira edecektir. Bu kalkınmanın tasarruf tarafıdır. Yatınm politikamızın esası ise, FABRİKA YAPAN FABRİKALAR KURMAKTIR. Fabrika ya pan fabrika, bize makina ve fabrika üretir. Bugün Türkiye'mizin ihtiyacı budur. Halbuki ülkemizde henüz fabrika yapan fabrika yoktur. Çeşitli iktidarların tatbik ettiği iktisat politikasıyla daha uzun yıllar bunun olabilmesi de mümkün değildir.
Aziz Ülküdaşlanm;
Bir fabrika yapan fabrikanın maliyeti asgari altı milyar lira olur, bunun yapılması yine en azından beş yıl sürer. Şimdi işçilerimizden yılda bir milyar iki yüz milyon lira tasarruf ettiğimize göre, bu para beş yılda 6 milyar lira yapar. Demekki işçi tasarruflarımızla beş yılda fabrika yapan fabrika kurabiliriz. Aynı tasarruf ve yatının işlerini, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslekte çalışanlarımızdan da yaptığımız taktirde, ülkemiz dev sanayi kuruluşlarına kavuşacak ve iktisadî bakımdan kalkınmış olacaktır.
Bu fabrikaların sahibi kim olacaktır? Kapitalist ve marksist ekonomilerde aynı tasarruflar çalışanlara yatırılır, fakat fabrikaların sahibi, bir avuç patron veya komünist devlet olur. Bu, insanın insan veya devlet tarafından sömürülmesi, sosyal adaletsizliğin en tipik örneğidir. Türk Millî Demokrasisin de devlet veya fert ya da sınıf sömürüsü, ortadan kalkacağına göre, BU FABRİKALARIN SAHİBİ, TÜRK MİLLETİNİN BÜTÜN FERTLERİ; KÖYLÜ LER, İŞÇİLER, ESNAF, MEMUR, İŞVEREN ve SERBEST ÇALIŞANLAR olacaktır. Meselâ yukarıdaki misâlde her işçimiz beş yılda ortalama üç bin liralık bir tasarrufta bulunacağından, her işçi fabrikanın mülkiyetine bu oranda ortak olacak, böylece Türk ekonomisi millileştirilecektir. Milliyetçi düzende herkese hakkı, kanun hâkimiyeti altında verilecek, temin edilecektir
SOSYAL ADALETİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ
Muhterem Arkadaşlarım;
Altı sosyal dilimimiz fabrikanın sahibi olunca, üretim araçlarının mülkiyetine, kâra ve işyerinin yönetimine de katılmış, ortak olmuş olacaktır. Bunun sonunda tam manasıyla SOSYAL ADALET de sağlanıp, gerçekleştirilecektir. Tekrar yukarıdaki misâle dönecek ollursak, her işçimiz her yıl sonu fabrikanın karından hisse senedi nispetinde gelir elde edecektir. Böylece her işçi, işyerinin hem sahi bi, hem işçisi olacak, aylık ücreti dışında fabrika kârından hissesini alarak ek bir gelir kazanacaktır. Böyle bir iktisadî düzende, gelir dağılımı da âdil olacaktır. Türk Milletini meydana getiren altı sosyal dilim fabrikaların mülkiyet ve kânna ortak olma yanında ayrıca yönetime de eşit bir tarzda katılacaktır.
Bu sistem, Türk Milletinin iktisadî bütünleşmesini sağlayacaktır. Edirne'deki işçi veya köylümüz, Hakkari veya Kars'taki fabrikanın ortağı olacak, Hakkari'deki bir köylü veya esnafımız Edirne'deki bir fabrikanın ortağı olacaktır. Böylece bütün vatandaşlarımız, aziz Yurdumuzun her köşesine iktisadî alâka ile bakacak, millî servet bütün vatandaşlarımız tarafından korunacaktır. Millî serveti imhaya kalkışacak gözü dönmüş bir hain, bütün Türk Milletini karşısında bulacaktır.
YENİ SEKTÖR : MİLLET SEKTÖRÜ
Sayın Delegeler;
Altı sosyal dilimin üretim araçlarına sahip olmasıyla ekonomimizde yeni bir sektör ortaya çıkacaktır. Bu MİLLET SEKTÖRÜDÜR. Milliyetçi düzendeTürk Ekonomisi, UÇLU SEKTÖRE DAYANAN YENİ BİR KARMA EKONOMİ DÜZENİ OLACAKTIR. Bu sektörler, DEVLET SEKTÖRÜ, ÖZEL SEKTÖR ve MİLLET SEKTÖRÜDÜR. Bu vesileyle şurasını önemle belirteim ki, Milliyetçi Düzen özel sektöre düşman değildir. Yalnız, özel sektör, bugünkü başıboş halinden çıkarılıp millî menfaat ve plân hedefleri açısından daha verimli hale sokulacaktır.
Devlet sektörü de yeniden düzenlenecektir. Çağı geçmiş, eskimiş, ekonomiye ve millî kalkınmaya yük olan devletçilik yerine, çağdaş, modern millî strateji hedeflerine yönelmiş bir devlet sektörü kurulacaktır. Bu düzende, devlet ağır harp sanayii, alt yapı hizmetleri, maden sanayii gibi ekonomik hizmetleri görecektir. Basit bir deyimle haâ gaz, tuz ve bez satan, ayakkabı satan bir devlet, modern ve çağdaş ekonomide yer alamaz. Bankacılık, sigortacılık, iç ve dış ticaret hizmetleri, üçlü sektör yani, devlet sektörü, millet sektörü ve özel sektör tarafından koordineli bir tarzda yeniden ele alınıp düzenlenecektir.
TARIM KENTLERİ
İktisadî demokrasinin kurulmasında, en önemli meselelerden birisi de köy ve köylü meselesidir. Bugün nüfusumuzun üçte ikisi köylerde yaşamakta- dır.Köy sayısı 40 bin civarındadır. Köylümüz, Türk insanı olduğuna göre, insan haysiyetine yaraşır bir hayat seviyesine kavuşması gerekir. Oysa köylerimizin pek çoğunda en iptidai hizmetler dahi mevcut değildir. Her köye yol, su, elektrik, hastahane okul, kütüphane açmak, doktor, ebe, öğretmen bulmak imkânı yoktur. Bu ise köylümüzün ilkel bir şekilde yaşaması sonucunu doğurmaktadır. Buna, bu ülkede hiç kisenin, hiç bir iktidarın hakkı yoktur'. Köylerimizi, cazibe merkezleri etrafında hizmetler yönünden toplayıp, tanm kentlerini kurmak zorundayız.
Yıllardır savunduğumuz bu görüş 3. Beş Yıl lık Plâna alınmış olmakla birlikte, mevcut siyasi iktidarların bu projeyi geçekleştirebileceğine inanmıyoruz. Bunlar, uyutma ve savsaklama politikalarıdır. Tanm kentleriyle köylerimizin sosyal ve ekonomik yapısı değişecektir. Her tanm kentinde fabrikalar, atölyeler, küçük imalâthaneler, modem okul ve hastahaneler kurulacaktır. Tanm kentlerinin kuruluşunda köylülerimizin tasarruflarından istifade edilebileceği gibi, devlet de teşvik ve kredi tedbirleriyle bu kuruluşlara öncelik tanıyacaktır. Unutmamamız gerekir ki, Türk Osmanlı İmparatorluğu en yüksek siyasî ve iktisadî seviyesine ulaşmış olduğu 16. yüzyılda köy sayısı 8 ile 10 bin arasında değişmekteydi. Kalkınmış toplum ve ülkelerde küçük ve parçalanmış köy yapısı yerine, büyük, kalkınmış köy yapısı bulunmaktadır. Tanm kentleriyle köylülerimiz, büyük iktisadî, sosyal ve kültürel merkezler haline gelecektir.
MÎLLETİN SOSYAL TEŞKİLÂTLANMASI
Muhterem Ülküdaşlanm;
Türk Milletinin sosyal teşkilâtlanması, altı sosyal dilimin TOPLUM GÜVENLİĞİ KURUMU içinde birleştirilmesiyle gerçekleştirilecektir. Bugün kısmen işçilerimiz, kısmen de esnafımız bazı sosyal risklere karşı sigorta edilmiş bulunmaktadır, ancak, bu teşkilâtlanma eksik ve yetersizdir. Bu sebeple Milliyetçi Düzende, altı sosyal dilimin sigorta ve güvenlikleri teminat altına alınacak, böylece İşçi Sigortaları gibi Köylü Sigortalan, Esnaf Sigortalan, Memur Sigortalan, İşveren Sigortaları ve Serbest Meslek Mensupları Sigortalan kurulacaktır. Bu sigortalar, sosyal riskleri meslekî riskleri karşılayacak, her vatandaş sağlık sigortası, hastalık sigortası, ihtiyarlık sigortası, analık sigortası, işsizlik sigortası, maluliyet sigortasına kavuşmuş olacaktır. Bu sistem, her Türk vatandaşını kara gününde dayanışma ve bütünleşme içinde yannmdan emin hale getirecektir. Altı sosyal dilimin sosyal sigorta ve güvenlik teşkilâtlarının kurulmasıyla ülkemizde yeni kurumsal tasarruf müesseseleri de doğmuş olacaktır. Sigortalıların bu teşkilâta ödeyecekleri primler her yıl milyarlan bulacaktır.
Bu tasarruflarla da yeni yatırımlar yapmak mümkün olacaktır. Ancak, bu teşkilâtlara ödenecek prim ve paralar, bugünkünden farklı bir kaynak anlayışına dayanacak, teşkilâtların malî kaynağı, sigortalı üyelerin ödeyecekleri prim yanında büyük oranda devletin malî katkıda bulunmasını gerektirecektir, sosyal güvenlik, en önemli bir sosyal politika tedbiri olduğu için, devletin buraya yardım etmemesi, onun millî sosyal devlet niteliğine aykırı düşer. Kuvvetli mali kaynaklara sahip olacak bu teşkilâtlar, yurdun her köşesinde dev hastahane ve sağlık tesisleri kuracak, buralarda bütün vatandaşlanmız parasız olarak tedavi göreceklerdir. Bu, sağlık hizmetlerinin millileştirilmesi sonucunu doğuracak, yediden yetmişe, erkek, kadın çoluk, çocuk, her Türk vatandaşı sigortalı oacaktır. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:21 | |
| MİLLİYETÇİ HAREKET VE DİĞER SİYASÎ PARTİLER
Aziz Arkadaşlarım;
Milliyetçi Hareket, yukarıda açıklanan felsefesiyle her sahada, özellikle hukuk, iküsat, siyaset ve sosyal politika sahasında MİLLÎ BÜTÜNLEŞMEYİ sağlayıp, çağın en büyük demokrasi modeli olan MÎLLÎ DEMOKRASİYİ kuracaktır. Bunun sonunda Türk Milleti bütün fertleri ve sosyal dilimleriyle gerçekten EGEMEN, HÜR VE KARAR SAHİBİ OLA CAKTIR. Milliyetçi Hareket, çok partili siyasî düze ne candan inanır. Farklı siyasî ve iktisadî düşünce lerin savunulamadığı bir ülkede totaliter bir rejim, özellikle komünist veya faşist, nazist bir rejim söz konusudur.
Bize göre, kapitalist ve sosyalist sistemler de Anayasamızın özüne aykırı sistemlerdir. Zira bu sistemler, siyasî ve iktisadî yönlerden, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki hâkimiyetine dayanır. Anayasamız, sınıf hâkimiyetlerini kesin olarak reddetmiştir. Esas niteliği DEMOKRATİK MİLLÎ CUMHURİYET olan devletimizin İLHAM VE HIZ KAYNAĞI TÜRK MİLLİYETÇİLİK ÜLKÜSÜ oldu ğuna göre, siyasî ve iktisadi hâkimiyetinin kullanılmasını sadece sözde bir işçi sınıfının veya bir avuç patronun inhisarına bırakan kapitalist ve sosyalist sistemler anayasa dışı, antidemokratik sistemerdir.
Ülkemizde kurulu partilere bu açıdan bakıldığı taktirde, bunların bir çoğunun yukarıdaki ölçülere uymadığı görülür. Milliyetçi Hareket dışındaki partileri iki ana grupta analiz etmek mümkündür. Bunlar, sosyalist sistemi esas alan partiler ve kapitalist sistemi esas alan partilerdir. Cumhuriyet Halk Partisi sosyalist bir partidir. Esasen bu partinin başkanı ve yetkili organları, bu görüşlerini yazı ve sözleriyle her yerde açıkça söylemektedirler. Sosyalist partiler, sınıfçı, yani bölücü partiler oldukları için, millî bütünleşme ve milliyetçilik ideolojisine karşıdırlar. Bu partilerde esas alınan sosyal sınıf, işçi sınıfıdır.
Aynca bunlarda millî barış, uzlaşma ve denge yerine, sınıf mücadelesi esastır. Toprak işgallerini, fabrika işgallerini, sınıf mücadelesi silâhı olarak kullanırlar. Bütün bu söylenenler. C.H.P.'nin davranış, eylem ve düşüncelerinin yıllardır hâkîm fikri olmuştur. Kapitalist sınıf toplumu eğiliminde olan partiler, Adalet Partisi. Cumhuriyetçi güven partisidir. * Bunların siyasî iktidarları hiçbir zaman milletin bütün sosyal dilimlerini kucaklamamış, daima mahdut bir azınlığın tesiri altında kalmışlardır.
Bu güne kadar ülkemizde iktidar olan partiler ve onların siyasî felsefeleri, kapitalist eğilimli olduğundan, Türkiye'miz kalkınmamış, az gelişmiş bir ülke olarak kalmıştır. Bu partiler iktidar oldukları sürece de ülkemizin kalkınması mümkün değildir. Kapitalist eğilimli partiler, bilhassa ekonomik ve sosyal yönden eksik ve yetersiz olduklarından ve halk yığınlarının ihtiyaçlarını sağlayamadıklarından iktidarları zayıf ve âciz olmaktadır. Bu yüzden de milletin destek ve yardımlarından mahrum kalmaktadırlar. Bunun sonucu olarak, parlâmento dışı muhalefet belirmekte, sokaklar, eğitim yuvaları anarşi kaynağı haline gelmektedir. Bu partiler, böyle durumlarda zaaflarını kapatmat için "Her demokraside biraz anarşi vardır", "yürümekle sokaklar aşınmaz 1 ' gibi gayri ciddi beyanlarda bulunmaktadırlar. Oysa gerçek sebep, millî bütünleşmeci ve milliyetçi olmayışları, milleti bütün olarak temsil edemeyişleridir
Muhterem Ülküdüşlanm;
Türk siyasî hayatına baktığımız zaman parti enflasyonuyla karşılaşmaktayız. Sosyalist ve kapitalist felsefelere göre ortaya çıkan bu partilerin birbirlerinden farkları nedir? Niçin birden çok parti olarak Türk milletinin önüne çıkmaktadırlar? Bunu hiçbir zaman tzah etmemişler ve suni kavgalar ve şekil meseleleriyle Türk Milletini bugünlere kadar oyalarmşlardır. Kapitalist anlayışa göre, devlet büyük anonim şirketlerden ibarettir. Bunun tabii neticesi olarak da, fertleri harekete geçiren tek unsur, kârdır. Yani maddî menfaattir. Bu noktada, kapitalist felsefeyle marksist felsefe aynı temele oturmaktadır.
Maddenin esas oluşu; maddenin üstünlüğü. Aradaki tek fark, üstün olan, esas olan, maddeye tek tek fertler mi sahip olsun, devlet mi sahip olsun tartışmasından ibarettir. Esasta aynı köke bağlı, metodda aynlan ve batı cemiyetinin şartlarından doğmuş, bize yabancı, bize aykın bir felsefe. Karşımızda bulunan ve birbirleriyle zıtlaşıyor gibi görünen partilerin aynı tabana oturdukları, aynı Dünya görüşünden doğuklan açıkça görülmektedir.
Türk Milletinin sahibi olduğu Türk Milliyetçiliği ideolojisi, maddeyi esas ve gaye kabul etmez. Onu mutlu ve müreffeh olmak için vazgeçilmez bir araç olarak görür. Çünkü, kutlu olan; insan şahsiyeti, insan düşüncesi, insan inancıdır. Milleti besleyen yegâne kutsal kaynak ise. milli kültürlerdir. Aynı milletin evlâdı durumunda bulunan, insanlar, millî kültürden beslendikleri için düşüncede, inançta, duyguda, şahsiyet yapısında; milletten koparılmış, onun bütün özelliklerini taşıyan bir parçadırlar. Bu parçalar ne kadar millet özelliğini bünyelerinde bulundururlarsa, millet o kadar güçlüdür, sağlamdır. Hedefi, milleti kudretli ve müreffeh yapmak olan Milliyetçi Hareket partisi için ana mesele böylece ortaya konmuş olmaktadır.
Aziz Arkadaşlarım;
Burada karşımıza milleti üstün yapan kaynak çıkmaktadır. Bizim anlayışımıza göre, parası çok olan millet üstün millet değildir. Medeniyetler sadece para çokluğu ile yaratılamaz. Bugün Suudi Arabistan'da, Kuveyt'te insan başına düşen milli gelir, en ileri toplumlardaki seviyelere ulaşmaktadır. ama, bu böyledir diye, bu milletler, üstün ve medeniyet yaratacak millet olamamaktadırlar. O halde medeniyetleri ve sürekli maddî zenginlikleri doğuran kaynak kültürdür. Bir milletin kültürü, kendi öz değerlerine bağlı bir şekilde işlenerek güçlendirildiği, teklifçi ve atılımcı bir seviyeye getirildiği zaman; medeniyet yaratmak üzere sıçrama safhasını yaşar ve medeniyeti yaratır.
Bildiğimiz gibi, medeniyet, manevî ve maddî kompozisyonun en ideâl ölçüler içinde zirveye ulaşması hadisesidir. Medeniyet yaratan kültürler içindeki insanlar, karşılıkılı olarak; birbirini sevmeyi ve saymayı; fedekârlıkta, gayrette, yaratıcılıkta yarış yapmayı, bayraklarını göklere yükseltmeyi bir görev, bir mutluluk vesilesi sayacaklardır. İşte gerçek tekamül budur. Gerçek kalkınma budur. Sadece maddî menfaate dayanan kalkınma hodbinlik, egoizm, insan sevgisinden ve millete hizmet duygusundan mahrumiyet gibi fertlerde zararlı bir anlayışın yerleşmesine meydan verir ki, bu, millet ve devlet hayatı için büyük mahzurlar taşımaktadır. Toplumu huzursuz ve tedirgin kılan, fertlerin tatmin olmadığı bir kalkınma modelini reddederiz.
Muhterem Arkadaşlarım;
Sözün burasında Türk gençliğinin durumuna ve millî eğitim hayatımıza temas etmek istiyorum. Bizim gözümüzde gençlik, milletin en kıymetli varlığıdır. Mukaddes emaneti teslim almaya hazırlanan gençliğin eğitimi, yetiştirilmesi milletimizin geleceği bakımından hayali önem taşımaktadır.
12 Mart ve 12 Eylül öncesi beliren ve Türk Gençliğinin bir kesimini kendi öz devletine isyana sürükleyen gerçek sebepleri ortaya koymak, buna göre gerekli güçlü ve muhtevalı tedbirleri almak lâzımdır. Yoksa, sathi, sun'i ve problemi daha da karışık hale getirici palyatif tedbirlerle bu millî ve hayati mesele geçiştirilemez. Türk gençliğinin bir kesimi kendi devletine açıkça ihanet ederken, öbür kesimi atalarına layık bir asalet ve kahramanlıkla devletini nasıl ve niçin savunmuştur? Aynı memlekette yaşayan, aynı tahsili görmüş, aynı milletin evlâtları; niçin ihanetle, vatanseverlik gibi sert ve tehlikeli zıtlaşma içine düşürülmüşlerdir?
Memnuniyetle ifade ederim ki, vatanını savunan gençler, Türk Milliyetçiliği üküsüne bağlı oldukları için, ne emperyalizme alet omuşlar, ne de Türklüğün son bağımsız biricik devletine baş kaldırmışlardır.Milliyetçi Türk gençliğinin yabancı emperyalizmin öncüsü yabancı ideolojilere karşı geçmiş yıllarda gösterdiği yüksek uyanıklık ve yaptığı feragatli mücadele her türlü takdirin üstündedir. Onların fedakâr çalışmaları sayesindedir ki, 12 Mart Müdahalesinin yapılması imkânı doğmuş ve bu suretle Türkiye uçurumun kenarından kurtarılmıştır. Türk Milletine hizmet yolunda Milliyetçi Türk Gençliği, emperyalizmin uşakları olan komünist çeteleri tarafından haince suikastlere uğramışlar ve şehitler vermişlerdir. Ömürlerinin baharında gözlerini dünyaya kapayan bu genç kahramanların aziz hatıralarını rahmetle anarak, kendilerine minnet ve şükranlarımızı sunanın.
Milliyetçi gençliğin uğradıkları büyük bir talihsizlik vardır ki, o da komünist propoganda ve tesiri altında kalan kendi hükümetlerimiz tarafından da anlayışsızlıkla karşılaşmış olmalarıdır. Bu yüzden gençler devamlı haksızlıklara, zulüm ve baskılara maruz kalmışlar ve kalmakta bulunmaktadırlar. Fakat gerçeklerin er-geç tamamıyla anlaşılarak takdir olunacağından ümidimizi kesmeyeceğiz.Milliyetçi Türk Gençlerini yakından tanımış olmanın verdiği bir güvenle söyleyebilirim ki onlar milletimizin her çeşit güvencine ve teveccühüne lâyıktırlar. Onlardaki uyanıklığı, yüksek vazife duygusunu, yüksek ahlâkı gördükçe, milletimizin yarınına derin bir inançla bakmaktayız.Gençlerimizin üzücü olaylara meydan vermemek için, kışkırtmalara, tahriklere, şimdiye kadar olduğu gibi, asla kapılmamalarını tavsiye ederim. Bu vesile ile Milliyetçi Türk Gençlerine en derin sevgi, saygı ve güvencimizi belirtmekten şeref duyarım.
Aziz Arkadaşlarım;
Amacımız, DEMOKRATİK MİLLİYETÇİ TÜRKİYE'Yİ KURMAKTIR. Bu yol çetin, bu dava kutsal, bu ülkü BÜYÜK TÜRKLÜK ÜLKÜSÜDÜR. Bu büyük ülkünün fedakar evlâtları, Bozkurtlar! Ülkümüzün bayrağı açılmış, meş'alesi yakılmıştır. Onu bu kutsal Vatanın her yanına götürüp dalgalandırınız. Büyük iktidarımızın zaier günü yakındır. Bu iktidar, Türk Millet ve Devletinin güçlü iktidarı olacak; Bu iktidar, marksist, faşist, kapitalist, bölücü her türlü yabancı ideolojileri ezip geçecektir.
Yaşasın Türk Milliyetçilik Ülküsü!
Yaşasın Kudretli Büyük Türkiye Cumhuriyeti! |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:22 | |
| TÜRKLÜK ŞUURU
Sayın Delegeler; Büyük kongremizi yapmış bulunuyoruz. Bu kongreden daha kuvvetli, daha bilinçli, daha dayanışmalı çıkıyoruz, partimiz Türk Milliyetçilik Ülküsünden ilham alarak, Genel seçimlerde büyük basanlar elde edecektir. Bundan asla şüphem yoktur. Hedefimiz, Türk Milletinin sevgi ve güvenini kazanmaktar. Milliyetçilik Ülküsü, Büyük Milletimizle bütünleşmek, Türk Milletinin güçlü büyük iktidarını kurmak ülküsüdür. Hepimiz bu kutsal ülkünün dönmez savunucusu, bu büyük iktidarın yılmaz kurucusu olacağız. Ülkümüz, Partimiz yurt sathında bütün vatandaşanmızı kucaklamak zorundadır.
Milliyetçi Hareket, Dünya üzerinde yaşayan her Türk'ün partisidir, her Türk Vatandaşına açıktır. Türkçülük, Milliyetçilik anlayışımız; manevî şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak "Ben Türk'üm" diyen herkes Türktür. Türkçülük ve Türk'ün tâyininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuar ırkçılığına inanmıyorum. Başka milletleri küçük gören, Dünya barşını tehlikeye koyan antropolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik Ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Nazist Hitler ırkçılığının, komünist ırkçılığının, her türlü antidemokratik, insan sevgisine dayanmayan emperyalist ırkçılığın karşısındayız. Emperyalist ırkçılık, millî devlet fikrini tanımaz. Milliyetçi Hareket, millî devlet fikrine inanır, bütün devletlerin eşitlik ve bağımsızlığını savunur, her millî devletin ülke ve millet bütünlüğüne saygı duyar.
MİLLÎ BÜTÜNLEŞME ÜLKÜSÜ
Muhterem Ülküdaşlanm; Milliyetçi Hareket, bütün davranışlarında, hep, tek sosyal değeri esas alır. Bu değer, TÜRK MİLLETİ'dir. Bu anlamda partimiz, mutlak fertçi ve sınıfçı sistemlere her zaman karşıdır.Temel felsefemiz olan millet egemenliğinin gerçekleşebilmesi, milleti meydana getiren fertlerin, sosyal dilimlerin bütünleşmesine ve kendilerini ilgilendiren kararlara katılmalarına bağlıdır. Bir cümle ile özetlemek gerekirse, ülkümüz, millî bütünleşme ülküsüdür.
Millî bütünleşme, bir ülke üzerinde yaşayan insanların aynı millete mensup olma şuuru içinde siyasî, ekonomik ve kültürel yönden birbirleriyle birleşip kaynaşmalarıdır. Millî bütünleşme hareketinde, bölünme yerine birleşme, farklılaşma yerine kaynaşma fikri hâkimdir. ATATÜRK, "Sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir millet" cümlesiyle millî bütünleşmeyi anlatmak istemiştir. Millî bütünleşme, belirli bir millete mensup olma inancının, millî şuurun doğmasıyla gerçekleşir. Milleti meydana getiren fertlerin, sosyal dilimlerin siyasî, ekonomik ve kültürel yönden büyük ölçüde farklılaştığı toplumlarda millî bütünleşmeden söz edilemez.
SOSYAL DİLİMLER GERÇEĞİ
MİLLET, soyut bir kavram değil, sosyolojik bir bütündür. Bu açıdan bakıldığı zaman, MİLLETİ meydana getiren çeşitli sosyal dilimler vardır. Bu dillimleri, sosyo-ekonomik yönden, işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest çalışanlar diye ayırmak mümkündür. MİLLÎ BÜTÜNLEŞMENİN VE MİLLET EGEMENLİĞİNİN gerçekleşebilmesi, bütün bu sosyal dilimlerin kendi kaderlerini ilgilendiren siyasî, ekonomik ve kültürel kararların alınmasına katılmasına, bu konularda söz sahibi olabilmesine bağlıdır.
Her sosyal dilimin kendisini ilgilendiren kararlara katılma imkânının bulunmadığı bir düzende, millî bütünleşme ve millî egemenlik olamaz. Böyle bir düzende sadece belirli bir sınıf veya tabaka egemen olur. Kapitalist ve marksist sitstemler, sınıfçı sistemlerdir. Bu sistemlerde siyasî, ekonomik ve kültürle kararların alınmasına ya bir avuç işveren ya da komünist Partisi diktatörleri katılır. Bütünleşmenin gerçekleşebilmesi, kararlara katılabilmekle olur. Katılma, sosyal dilimlerin kendi bağımsız teşkilâtlarını kurmalarını gerektirir. Her sosyal dilim kendi teşkilâtı içinde ve bunun aracılığıyla alınacak kararlara etkili bir biçimde katılma imkânını bulur. Teşkilâtsız sosyal dilimler kendi çıkarlarını savunamazlar. Bu ise, kendilerini ilgilendiren kararlara katılamamaları ve dolayısıyla başka bir sınıf veya tabakanın diktasına tâbi olmaları sonucunu doğurur. Artık burada bütünleşmeden de¬ğil, ancak bölünmeden söz edilebilir.
DEMOKRATİK MİLLİYETÇİ DEVLET
Sayın Delegeler; Demokratik Milliyetçi Devlet, aynı millete mensup insanları, siyasî ve hukukî yönden teşkilâtlanıp, içeride kendi kendilerini yönetmesini (milli demokrasiyi), kendi ekonomik kaynaklarına sahip çıkmasını (millî ekonomiyi); dışarıda ise, diğer milletlerle eşit hakka sahip olmasını (millî bağımsızlığı) öngörür. Millî Devlet deyimi ile milliyetçilik hukukî bir nitelik kazanır. Demokratik Milliyetçi Devlette, milleti meydana getiren fert ve sosyal guruplar kendi kaderlerini kendileri çizer, devlet yönetimine etkili bir şekilde katılır. Bu iç olaya, devletin demokratik unsuru (millî demokrasi) adı verilir. Her fert, siyasî iktidarın, özellikle yasa ve yürütmenin oluşumuna katkıda bulunur. Milletler, iç yönetimlerinde bağımsız olmak, kendi gelfeceklerini serbestçe kararlaştırmak hakkına sahiptir. Bu, millet egemenliğinin iç şeklidir. Millî Devlette, egemenliğin dış şekli ise, devletin diğer devletlerle eşit olması, onların baskı ve teksi altında kalmamasıdır. Buna millî bağımsızık adı verilir. Dış egemenlik, milletlerarası topumda, devletlerin eşitliği ilkesine dayanır. Hiç bir devlet, eşit ve bağımsız olan diğer bir devlete müdahale edemez.
Muhterem Ülküdaşlanm; Demokratik Miliyetçi Devlet, milletlerin yalnız siyasî kaderlerini değil, iktisadî kaderlerini çizmek hakkına da dayanır. Millî Devlet, bu anlamda millî ekonomiye dayanan, ekonomisini millileştirmiş olan devlettir. Demokratik Milliyetçi Devlet olabilmek için, Devletin, millî toplumun kendi öz kaynak ve kuvvetlerine dayanması gerekir. Millî bağımsızlık ve millî demokrasi, ancak millî gücün, ekonomik millî kuvvetin gelişmesi ve sağlanmasıyla gerçekleşebilir. "Kendi millî kuvvetine dayanan devlet" deyimindeki "millî kuvvet" millî iktisat ve millî savunma gücüdür. Millî Devlet, dışarıya karşı, kendi varlığını korumak ve devam ettirebilmek için, millî güçlerini birleştirmiş, seferber etmiş bir devlet biçimidir.
Millî devletin en zorunlu şartı, kendi iktisadî kaynak ve. güçleriyle kendi varlığını muhafaza ve devam ettirebilmesidir. Millî güce dayanan Devlet, prensip itibariyle ekonomik yönden kendine yeten ve kendi varlığını koruyabilen bir ekonomiyi gerektirir. Yabancı ekonomilere muhtaç yaşayan bir devetin, millî olması mümkün değildir. Yabancı ekonomilere tam bağlı bir devletin, iç ve dış siyasetinde bağımsız olabilmesi mümkün değildir. İşte bu sebeple, millî devlet kendini yabancı güçlere sömürtmernek için, kendi iç kaynaklarıyla kalkınmasını tamamlamak, ekonomisini geliştirmek, zorundadır.
Demokratik Milliyetçi Devlet, milletin bütün fert ve sosyal dilimlerinin yükselmesi, ekonomik ve moral kalkınması amacını taşır. Devlet, faaliyetlerinde bu amacı gerçekleştirmek zorundadır. Bir avuç ferdin veya belirli bir sınıfın menfaatini ön plânda tutan, fert veya sınıf diktasına dayanan devlet, millî devlet olamaz. Millî Devlet, milleti esas alan bir hizmet ve refah devletidir, milletin bütün fertlerine hizmet etmek, onların refahını gerçekleştirmek zorundadır.
REFORMLAR VB MİLLÎ BÜTÜNLEŞME
Aziz Ülküdaşlanm; Türk Devlet Felsefesiyle anayasa ilkelerinin temel esprisi, millî bütünleşmedir. 12 Mart muhtırası da bu düşünceden hareketle millî bütünleşmeyi gerçekleştirecek reformların yapılmasını öngörmüştür. Ancak, hükümetlerin bu bütünleşmeyi sağlamak için kamu oyuna sunmuş oldukları reformlar, kanaatimizce eksiktir. Önce, Hükümet Prögramlarinda Anayasanın başlangıç kısmında yer alan "MİLLÎ ÜLKÜ" belirlenmemiş, bu ülküyü gerçekleştirecek ilke ve strateji gösterilmemiştir.
Millî bütün leşmenin moral ve sosyopsikolojik unsuru "MÎLLÎ ÜLKÜ" ve "MİLLÎ ŞUÛR"dur. Gerçi, Ordu'nun çok yerinde ısrar ve uyarmalanyla Anayasa değişikliğinde bir çok maddelere, "millet ve ülke bütünlüğü" eklenmiştir. Ancak bu sadece normatif bir değişikliktir. Dinamik bir özden yoksun norm değişiklikleri, istenilen amacı gerçekleştiremez. Kanatimizce, millî ülkü ve millî bilincin dinamik özü, millî kültür, başka bir deyimle KÜLTÜR BÜTÜNLEŞMESİDİR. Partimiz, bütün bildirilerinde millî kütüre değinmiş, buna önem vermiş, millî bütünleşmemizin en büyük engeli olan halk-bürokrat kültür ikileşmesini gidermek istemiştir.
Kültürel bütünleşme yönünden eğitime çok büyük görev düşmektedir. Eğitim reformları bu bakımdan önemlidir. Her seviyede eğitim, millî şuur ve ekonomik kalkınmanın tabii okuludur. Ancak, eğitim reformlarından kamu oyuna açıklananlardan anlaşıldığına göre, bu reformlara hâkim düşünce, daha çok ekonomik düşüncedir. Oysa eğitimin ekonomik yönü kadar, moral yönü, millî bilinçendirme yönü de önemlidir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:23 | |
| DİKEY EĞİTİM - MİLLÎ ELİT
Milliyetçi Hareket, eğitim politikasında'"dikey" ve "yatay eğitim"i savunur, dikey eğitimle seçkin elit yetiştirilir. Bu elit, devletin, Milliyetçi Ülkücü, araştırmacı ve bilimci kadrosudur. Kendi '.millî elitini, bilimci ve ülkücü aydın kadrosunu, teknisyenini yetiştirmemeiş bir milletin kalkınması, varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Avrupai ülkeleri, Amerika ve Hatta Rusya kalkınırken önce pnillî elitini yetiştirmiş ve halen de yetiştirmeye devam etmektedir. Ülkemizin az gelişmiş, kalkınmamış olmasının en önemli sebeplerinden birisi, iktidarların "millî elit" politikasına sahip olmayışıdır.; Milliyetçi Hareket, "dikey eğitim" yanında "yatay ektime" de önem verir. Bu eğitimle milletimizin bütüpü; köyümüz, işçimiz, esnafımız millî ülküyle bütünleşmiş olur.Ekonomik kalkınmamıza yönelen reformlar, yeterli değildir. Ekonomik kalkınmanın tertıeli, sınaî kalkınmadır. Sermaye birikimini sağlayamamış bir devletin, demokratik millî sosyal devlet nitjeligini taşıması mümkün değildir.
Bu açıdan bakılldığı takdirde reformlar arasında kalkınmanın iki temel unsuru olan tasarruf ve yatırımın sorunlarına yeterikadar yer verilmemiştir. Hükümet programlarında sosyal bütünleşmeyi gerçekleştirecek reformlara rastlanmamıştır. Üretim sürecinde, sermayenin emeğe hâkim olduğu bir toplumda, bütünleşme değil, sınıflaşma doğar. Emek sermaye arasında millî barış ve dengenin kurulabilmesi için, iktisadî demokrasi şarttır. Ekonomik kararlara katılamayan kimselere, siyasî katılma hakkının tanınması, şekilci bir demokrasiden başka bir şey değildir. Emeği sermayeye, sermayeyi emeğe sömürtmemek için, iş¬çinin işyerinin mülkiyet ve yönetimine kâr ve zararına katılmasını sağlayacak reformlara ihtiyaç vardır.
TOPRAK REFORMU MU, KOY REFORMU MU?
Sayın Delegeler; Millî bütünleşmemizin gerçekleşebilmesi, nüfusumuzun çok büyük bir kısmını içine alan KÖY TOPLUM YAPISININ düzeltilmesine bağlidır. Köy toplum yapısının düzeltilmesi, çok yönlü sosyal, ekonomik ve kültürel tedbirlerin alınmasını gerektirir. Köy kalkınması, dar kapsamlı bir toprak reformuyla gerçekleştirilemez. Bugünkü köy nüfusu ve bunun yıllık artış hızı ile dağıtılabilecek toprak miktarı karşılaştırılacak olursa, tek başına toprak reformu hareketinin yanıltıcı bir tedbirden başka bir şey olmadığı anlaşılır. O halde yapılacak iş, bir yandan dar anlamlı toprak reformunu gerçekleştirirken, diğer yandan da KÖY REFORMU'nu gerçekleştirmektir. Bugün ülkemize 40 bin civarında köy vardır.
Bu köylerde 30 milyon insan yasamaktadır. Köyde yaşayan insanı, insanca yaşamak imkânına kavuşturabilmek için, her köye alt ve üst yapı gibi ekonomik tesisleri; okul, hastahane gibi kültürel ve sosyal tesisleri götürmek şarttır. Ancak, 40 bin köye bu tesisleri götürmek mümkün değildir. Bu durum karşısında köyleri, sosyal, ekonomik ve kültürel hizmetler bakımından birleştirmek şarttır. Bunun için aynı bölgede kurulmuş köyler arasından en müsait olanı seçilir.
Buna "Merkez Köy" adı verilir. Bütün at yapı tesisleri, sosyal kültürel hizmet ve kurumlar bu köyde toplanır. Böylece hizmet bizzat köye götürülmüş ve köyler kentleşmiş, şehir haline gelmiş olur. Merkez köye, civar köyler çeşitli yönlerden bağlanır. Bu köy bir ekonomik ve kültür merkezi olacağından, buradaki tesis ve işletmelerde çalışacak, memur, işçi ve müstahdem, belirli bir oranda öncelikle civar köylerden alınır. Böylece köyde birikmiş açık ve gizli işsizlik ordusuna istihdam imkânı bulunmuş, köydeki fazla nüfus sanayi ve hizmet sektörüne aktarılmış olur.
TOPRAK REFORMU, TOPRAK DAĞITIMINDAN İBARET DEĞİLDİR.
Aziz Ülküdaşlanm; Toprak dağıtım, toprak reformunun yalnız bir unsurundan ibarettir. Toprak reformunun diğer iki önemli unsuru, UFAK TOPRAKLARIN TOPLULAŞ: TIKILMASI ve TOPRAĞIN BÖLÜNMESİNE MANI OLMAKTIR. Ülkemizde toprakların % 87'si 100 dönümden daha küçük parçalara bölünmüştür. 100 dönümden küçük tarım işletmesi, iktisadî olmaktan uzaktır. Bu itibarla yapılacak ilk reform, küçük parçalara'bölünmüş toprakların toplulaştırılmasıdır. Toprak toplulaştırılması zorunlu olmalıdır. Bugün Belçika gibi demokratik ülkelerde zorunlu toprak toplulaştırlması yapılmaktadır.
Gönüllü toplulaştınlmanın gerçekleştirebilmesi mümkün değildir. Aynca miras dolayısıyla toprakların bölünmesine mani olacak hükümlerin konulması da şarttır. Toprak dağıtımında özel mülk arazi yönünden üst snınn tayini çok önemli bir sorundur. Tarım ekonomisinde büyük işletme daha verimli olmaktadır. Ülkemiz şartlan yönünden dağıtilaca özel mülk arazi çeşitli bölgelerin ekolojik şartlan göz önüne alınarak, sulu toprakta 1250, kuru toprakta ise 2500 dönümden yukan araziyi kapsamalıdır. Mülk sahibine daha küçük arazinin bırakılması, toprak reformundan beklenen ekonomik faydayı ihlâl eder. Diğer taraftan toprak reformunda Güneydoğu ve Doğu bölgesine öncelik tanınmalıdır. Zira bu bölgelerde 700 köy; kişi veya aile mülkiyetinde olduğu için, feodal tanm tipine rastlanmaktadır. Bu durum ise milletimizin demokratik yasama biçimimine, insanlık haysiyetine aykın düşmektedir.
Kooperatifleşme, toprak reformunun tamamlayıcı bir unsurudur. Tanm işletmeciliği, teknoloji, sermaye ve pazarlama ister. Küçük çiftçilerin tek başlanna bunu başarmalan mümkün değildir. Bunlar yalnız birleşme ve dayanışma yoluyla gerçekleşebilir. Bu da ancak ekonomik bir kuruluş olan kooperatifler yoluyla sağlanabilir.
ANCAK DEMOKRATİK DÜZENDE HÜRRİYET ASİLEDİR. HÜRRİYETİN TEK GARANTİSİ İSE ÖZEL MÜLKİYETTİR. Bu sebeple KOOPERATİFE GİRECEK KÖYLÜ, TOPRAĞININ ÖZEL VE FERDÎ MÜLKİYETİNE SAHİP OLMALIDIR. Mülkiyet hakkının kooperatife tanınması, SOVYET MODELİNDE OLDUĞU GİBİ KOLHOZLARIN DOĞMASINA YOL AÇAR.
Muhterem Arkadaşlarım; Şimdi Aziz Vatan'ın dört bir köşesine dağılacaksınız; Ülkümüz, Millî Bütünleşme, Demokratik Milliyetçi Türkiye Ülküsüdür. "Ben Türküm" diyen, gönlünü bu Büyük Millet ve ülkeye sıcık bir tutku ile bağlamış herkesi sevin, kucaklayın. Birlik ve bütünlüğe, sevgi ve saygıya her zamandan daha çok muhtacız. Türk'ün ebedî, büyük zaferi, Millî devlet, millî iktidar zaferidir. Zafer Türk Milliyetçilerinin, Türk Ülkücülerinindir.
Yaşasın Millî Bütünleşme Ülküsü! Yaşasın bu ülkünün dönmez erleri! Yaşasın demokratik Milliyetçi kudretli Büyük Türkiye Cumhuriyeti. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:24 | |
| TÜRK YÜKSEK YARATILIŞINDIR
Arkadaşlar! Çok eski devirlerden beri insanlar milletler hâlinde yaşamaktadırlar. Hepinizin bildiği gibi, yeryüzünü çeşitli milletler kaplamıştır. Milletlerin arasında devamlı bir yarışma, devamlı bir mücadele vardır. Her millet, kendi milletini ileriye götürmek, yükseltmek, daha zengin etmek, daha refahlı yatmak, daha üst seviyeye çıkartmak için, diğer milletlerle yarışmaktadır. Diğer milletlerle mücadelededir. Her millet kendi milletini düşünmektedir. Kendi milletinin saadeti için kendi milletinin refahı için çalışmaktadır. Kendi milletinin saadetini, refahını temin etmek için gerekli gördüğü anda başka milletleri, başka insanları öldürmekten, yok etmekten, onların haklarına el atmaktan da çekinmemektedir.... Dünya üzerindeki gerçek budur. Realite budur! Bugün yaşadığımız çağda Birleşmiş Milletler Teşkilâtı vardır, insan Hakları Beyannamesi ilân edilmiştir.Bir çok devletlerin konuşan siyasetçileri, devlet başkanları, başbakanları, dışişleri bakanları zaman zaman hep barıştan söz ederler. İnsanlıktan, dostluktan söz ederler. Fakat, bunların hepsi dudaklaranda, sözden ibaret kalmaktadır. Bu sözlerin hepsinin arkasında; kendi milletlerinin menfaati, kendi milletlerinin en yüksek seviyeye çıkması gayesi saklanmaktadır.
HAK, HAKLININDIR
İşte, Türk Milleti olarak biz de böyle bir dünyada yaşamaktayız. Böyle bir dünyanın ortasındayız. Bu dünyada; milletlerin birbirleriyle münasebetlerinde, geçerli olan kanun "hak kuvvetindir" kanunudur... Biz Müslüman Türk Milleti olarak çok eski tarihî devirlerden beri, daima hakkı ve adaleti tutmuş olan bir milletiz. Biz, "hak kuvvetindir" sözünü tutmamış olan, beğenmemiş olan, doğru yol bulmamış olan bir milletiz. Biz kuvvetin de üstünde hakkın bulunması, her şeyinde üstünde; adaletin ve hakkın yer almasını isteyen; ele geçirdiği ülkelerde, yüzlerce, binlerce yıl idare ettiği ülkelerde kuvvetin ve herşeyin üstünde insanlığı, hakkı, adaleti, ahlâkı hâkim kılmış olan, hakim kumaya çalışmış olan bir milletiz.
Bu gün dünya üzerinde yürürlükte bulunan "Hak kuvvetindir" kanununu da beğenmiyoruz. Fakat, gelin görün ki; bu çirkin kanunu, bizim iyi niyetimiz değiştirmeye yetişmiyor. Biz, kuvvetin de üstünde hakkın bulunmasını istememize rağmen, dünya milletleri arasında, dünya devletleri arasında "Hak kuvvetlinindir" kanununu değişitirip, bunun yerine "HAK, HAKLINININDIR" usûlünü getirecek .imkâna ve güce sahip değiliz. İşte bunun içindir ki; dünya realitesini olduğu gibi bilmeye, bu realite içinde kendi haklarımızı korumak, kendi milletimizin varlığını yaşatmak için, biz de bu kanuna göre kendimizi hazırlamaya mecburuz. Yani kuvvetli olmaya mecburuz. Kuvvetli olmaya!.,.
KUVVETLİ MİLLET, KUVVETLİ DEVLET
Haklarımızı, şerefimizi, vatanımızı, Milletimizin Varlığını korumak, Devletimizi yaşatmak için kuvvetli olmaya mecburuz. Çünkü, diğer milletler ançak kuvvete hürmet etmektedirler! Kuvvetli olmayana, zayıf olana kimse aldırmamaktadır. Zayıf olana, elinden gelen bir tekme, bir tokat vurup, onun elinden kendine menfaat temin etmeye bakmaktadır... Felâketle karşılaşmamak için kuvvetli bir millet, kuvvetli bir devlet hâline gelmeye mecburuz. Biz bu gün kuvvetli değil miyiz? Değiliz!
Kuvvetli olmak için ne lâzımdır? Kuvvetli olmak için, herşeyden önce ahlâkta, maneviyatta çok yükselmiş, ilimde, teknikte çok ileriye gitmiş, sanayileşmiş; başkalarından yardım dilenmeyen, avuç açıp başkalarından yardım beklemeyen, kendi ihtiyacını kendisi yapabilen, kendisi karşılayan, insanlarını adalete kavuşturmuş, refaha kavuşturmuş, işsizliği ortadan kaldırmış, her vatandaşına iş temin etmiş, refahlı geçim temin etmiş bir millet, bir memleket olmak lâzımdır. Bu hâle gelirsek kuvvetli duruma gelebiliriz. Ancak bu şekildi kuvveti! millet, kuvvetli devlet haline gelebiliriz.Bu gün, memleketimizde 3 milyona varan işsiz, 7-8 milyonu aşan gizli işsiz vatandaşımız var. Sanayimizin yokluğundan modem araçları, uçakları, füzeleri yapamıyoruz. Yapanlardan almak için, kapılarında yalvanyoruz. Bakınız, müttefik bulunduğumuz Amerika, Yunanlıları kayırmak için, Yunanlıların hoşuna gitmek için, bize her yıl yaptığı askerî yardıma ambargo koymuştur. Parasını ödediğimiz, paramızla aldığımız silâhlara dahi ambargo koymuştur. Bunları bize göndermemiştir.
Bir millet başka milletlere sığınarak, başka milletlerden şefkat, merhamet bekleyerek, başka milletlerden lütuf bekleyerek yaşayamaz. Bir milletin kendine güvenmesi, kendi gücüyle ayakta durması lâzımdır. İşte, Türkiye olarak, Türk Milleti olarak önümüzdeki problem budur! Şimdi, Türk Milleti olarak neden ve nasıl bu duruma geldik?
TÜRKLÜĞÜN YAYILMASI
Hepimiz biliyoruz ki; Türk Milletinin yer yüzünde gördüğü ilk yer, Türk Milletinin ük vatanı Orta Asyadır. Türkler Orta Asya'da tarih sahnesine çıkmış bir millettir. 1000 yıl kadar, 1200 yıl kadar evvel, atalarımız Orta Asya'dan batıya doğru harekete geçmişler, evvelâ İran'a, Afganistan'a, sonra Kafkasya'ya ve Orta Doğu'ya, Irak'a, Suriye'ye girmişlerdir. Bu günkü Türkiye'nin topraklan üzerinde Milletimiz 900 seneden beri bağımsız Türkiye Devleti olarak yaşamaktaır.
Biz Türkler 900 sene evvelinden bu topaklara geldik. Fakat, bağımsız devlet olarak bu topraklarda devletimizin kuruluşu 924 seneyi doldurmuş bulunmaktadır.Türk Milleti, tarih sahnesine çıktığı Orta Asya'da; üç büyük kuvvetin, üç büyük medeniyetin ortasında yükselmiştir. Bu üç kuvvet, bu üç medeniyet: Çin Medeniyeti Çin Devleti, Hint Medeniyeti-Hint Devleti ve Bezans Medeniyeti-Bizans Devletidir. Bu üçünün ortasından milletimiz kendine özgü olarak Bizans'a doğru yayılmıştır. Bu yayılma asırlarca batıya doğru devam etmiştir. İşte, 900 sene evvel de Bizans'a kesin bir darbe vurarak, Anadoluya hâkim olmuş, Anadolu'ya Türklerin mühim bir kolu olan Oğuzlar, bizim mensup olduğumuz Oğuz Türkleri yerleşmiş ve Türktye Devletini meydana getirmiştir.
TÜRK YÜKSEK YARATILIŞLIDIR
Türk Milleti, hiç bir millete benzemeyen vasftadır. Türk Milleti Allah tarafından yüksek vasıflarla yaratılmış bir millettir. Büyük medenî kaabiliyetleri olan, zekâsı, dehâsı, üstün karakteri olan, yüksek yaratılışlı bir millettir. Türk, ağırbaşlıdır, vakarlıdır. İlme, kültüre, tekniğe kaabiliyeti sınırsızdır. Teşkilâtçılığı, devlet kurma kaabiliyeti sınırsızdır. Türk Milletinin askerliği hiç bir millet ile ölçülemeyecek derecede ileri ve yüksektir. Askerî kaabili-yetlerinin yüksekliği, tarihin kaydettiği 16 büyük imparatorluk kurması ile sabittir. Milletimiz 16 büyük imparatorluk kurmuş olan bir millettir. Bu Türk İmparatorlukları içinde Osmanlı İmparatorluğu en yüce, en muhteşem bir varlıktır. Dünyada Osmanlı İmparatorluğu kadar büyük, ihtişamlı ve insanlara saadet getirmiş, huzur getirmiş bir devlet kurulmamıştır. İşte, Türkiye, Türk Milleti bu güne bu yollardan gelmiştir! |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:25 | |
| TARİH ŞUURU
Şimdi, milletimizin bu yollardan bu güne gelişi, esnasında karşılaştığı olaylara bir göz atmamız lâzımdır... Tarihimizi bitmezsek, şuuruna sahip olmazsak; içinde bulunduğumuz tehlikeli, sıkıntılı, perişan durumdan silkinip kurtulmamız mümkün olamaz. Bu bakımdan, kısaca bu güne gelişimizi gözden geçirmede yarar vardır...
SELÇUKLU ve OSMANLI İHTİŞAMI
Oğuzların batıya doğru kurduğu ilk devlet, bildiğiniz gibi SELÇUK DEVLETİ'dir. Selçuk Devleti de muhteşem bir devlet idi. Büyük bir imparatorluktu ve Oğuz Türkleri tarafından kuruldu. Oğuzlar, biliyorsunuz 24 boydur. Bu boylardan, KINIK boyuna mensup olan Selçuklular bir avuç insan olarak, fakat; bir avuç inançlı, idealist, ülkücü insanlar olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Teşkilâtçı, disiplinli, vazifeyi namus bilen zihniyette, nemelâzımcılıktan uzak bu bir avuç insan SELÇUK Devleti'ni kurmuştur. Selçuk Devleti büyük kuvvetlere, büyük devletlere karşı kurulmuştur. Öyle ki; bir tarafında Karahanlılar, diğer tarafında Gazneliler gibi iki büyük devletin ortasından Selçuk Devleti doğmuştur.
Selçukluların yıpranıp, çökmeleri zamanında OSMANLI DEVLETİ'nin temeli atılmıştır... Osmanlılar da bir avuç insandı. O zamanki i Türkiye'nin batısının üzerinde ufacık bir beylikti. Az idiler fakat; yürekleri büyük, dâvaları büyük, ideâlleri büyük, inançları büyük, kararlı insanlardı. Selçuklular Orta Doğu'ya geldikleri zaman Orta Doğu'da şu milletlerle karşılaştılar ve çarpıştılar. Parslarla, İranlılarla, eski Roma kalıntısı Bizanslılarla, Yunanlılarla, eski bir millet olan Ermenilerle karşılaştılar. Türkiye Devletinin temelini sağlayan Malazgirt i meydan savaşıdır. Bildiğiniz gibi, 26 Ağustos 1071 i de Malazgirt'te, 200 bin kişilik Bizans ordusuyla, İ 50 bin kişilik Türk ordusunun savaşı sonunda; Bizans ordusunun imha edilmesi, Bizans İmparatorunün Türkler tarafından tutsak alınması üzerine Türkiye Devleti kurulmuştur.
Bu Bizans ordusu, Türklere karşı hareket ettiği zaman, Anadolu'yu geçerken; Ankara, Yozgat, Sivas, Kayseri gibi yerlere uğrayarak geçmiştir. Buraları yağma ederek geçmiştir. O zaman buralarda Ermeniler kalabalıktır. Bizans ordusu uğradığı yerde Ermenileri keserek, katliam ederek, mallarını yağma ederek geçmiştir.işte,.Malazgirt Meydan savaşından sonra Türkler Baıtıya doğru yerleşmişler, Yunanlılarla karşılaşmişlardır.
Orada Bulgarlarla, Sırplarla, daha sonra diğer Avrupa milletleriyle; Ruslarla, Polonyalılarla, .Almanlarla, Fransızlarla, İtalyanlarla karşılaşmışlardir... Bakınız, ne kadar milletin adını saydım, atalarimiz bunların hepsiyle savaşmış, Türk Milleti-millî irâdesini onlara kabul ettirmiş ve kendi hakimiyeti altına almış, Türk Medeniyetini Viyana kapılarına kadar götürmüştür. Sadece Viyana kapılanna kadar değil; Afrika'ya, Büyük Sahra'ya, Atlas Okyanusuna kadar... Bildiğiniz gibi bütün kuzey Afrika, Fas dahil, Türklerin hakimiyetine girmiştir. Atalarımız Hint Okyanusuna hâkim olmuş, Endonezya'yı devletimiz kendi hâkimiyeti ve himayesi altına almıştır. Bütün Karadeniz'i göl haline getirmiştir.
ÇÖKÜNTÜLER
Ama, zamanla çöküntü ile karşılaşmışız... İşte, o çöküntünün neticesi bu güne gelmişizdir. Bu çöküntü neden meydana gelmiş? Yüksek vazife duygusunun, "vazife namustur" anlayışının çökmesi... Millî ülkünün terkedilmesi, ilimde, teknikte menfaatinin her şeyin üstünde tutulması görüşünün çökmesi... Millî ülkünün terkedilmesi, ilimde teknikte geri kalmış olmamız... İşte, esas çöküntüyü bunlar meydana getirmiştir. Çünkü, çarpıştığımız milletlerden ilk zamanlarda, ilimde, teknikte üstündük. Onları hem savaş alanında, hem .ilim alanında yenip hâkimiyetimiz altına alıyorduk. Sonra, ilimde bizde bir duraklama oldu. Fakat onlar ilerlediler. Onlar ilmin yardımcıyla; güçlü, modern araçlar geliştirmeye, yapmaya muvaffak oldular. Onların yapmış oldukları modem araçların karşısına bir araçsz olarak, sadece insan gücüyle, insan göğsüyle, insan koluyla çıktık ve yenildik!
Diğer taraftan, çarpıştığımız ve yendiğimiz milletler bize karşı sınırsız bir kin beslenmişlerdir. Bu gün de kinleri devam etmektedir... Yunanlı bizleri hiçbir zaman affetmemiştir. Affetmez. Çünkü Bizans İmparatorluğunu kendisinin bir devleti olarak kabul etmektedir. Bizans İmparatorluğunu yıkan, onun yerine geçen Türk Devletini hiçbir zaman affetmez! Türk milletini yok etmek, Türk Devletini yıkmak Yunanlıların değişmez hedefi, değişmez gayesidir... Ermeni de aynı kin ve garezin içindedir.Bulgar da aynı tutumun içindedir. Bunları millet olarak bilmek zorundayız. Buna göre kendimizi güçlü yapmanın, kuvvetli yapmanın çalışmasına koyulmak mecburiyetindeyiz.
BALKAN FACİASI
Gerilemeler, mağlûbiyetler taa... İkinci Viyana'dan başlar. Balkan Savaşında en haysiyet kinci, en yüz kızartıcı durumla karşılaşmış, yüzyüze gelmişizdir. Şöyle ki: 1912 yılında Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Romenler, aralarında bir ittifak yaparak bize karşı savaş açtılar... O günkü hâlimizle dahi, bu ufacık devetleri, bu nasipsiz milletleri; bir fiskeyle, şöyle elimizin tersiyle yıkmamız, yenmemiz mümkün idi. Fakat; içeride millî birliğimizi kaybetmemiz; birbirimize düşmemiz, particilik, partizanlık yüzünden Yunan'ın önünde, Sırpların önünde, Bulgarların önünde ordularımız mağlûp olarak kaçtılar!... Büyük felâketler oldu. Balkanların her yerinde Türkler hakarete uğradılar. En adî," en ahlâksızca zulümlere mâruz kaldılar; öldürüldüler!... Balkan savaşı kadar, Balkan felâketi kadar, tarihimizde bu derece yüz kızartıcı, bir olay yoktur.
Balkan faciasının arkasından Birinci Dünya Harbi geldi... Birinci Dünya Harbinde 4.5 sene dokuz cephede; Sırplara, Yunanılara, Romenlere ve daha bir çok milletlere karşı savaştık. Zaferler kazandık... Demek ki milletimizin büyüklüğü devam ediyor. Fakat; bütün mesele LİDER'lik, bütün mesele idare. Bir yıl evvel Balkan harbinde, savaşamıyor, yenigiden yenilgiye uğruyoruz. Felâketten felakete gidiyoruz. Fakat, bir yıl sonra başlayan Birinci Dünya savaşında, dünyanın en büyük milletleri, en büyük devefleriyle 4,5 yıl dokuz cephede savaşıyoruz ve zaferler kazanıyoruz, ama neticede; yine politikacı akılsızlığı, ihtiraslan milleti ve devleti büyük felâketlere uğratıyor, mağlubiyetler kapımızı çatşor ve memleketi felâkete sürükleyenler, memleketi terketip, kaçıp gidiyorlar!
Osmanlı İmparatorluğu battığı anda dahi bugünkü Türkiye Cumhuriyetinden çok büyük, çok geniş ve muhteşemdi. Bugün Irak, Kuveyt, Bahreyn, umman, Katar, G. Yemen, K. Yemen, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail, Suriye, Lübnan dediğimiz bütün bu devletler; petrolleriyle beraber, Osmanlı İmparatorluğu battığı anda İmparatorluğun topraklarıydı. Buralar ki dünyanın en zengin petrol kaynaklan bulunan topraklardır... Bütün bu topraklan kaybettik. Dedelerimiz büyük fedakârlıklarla yalnız Anadolu'yu kurtardılar, kurtarabildiler... Bugünkü Türkiye topraklarını, bugünkü Türkiye Cumhuriyetini saydığım felâketlerden binbir zorlukla kurtarabildik.
LİYAKÂT YOKLUĞU
Cumhuriyet kurulalı 72 sene oldu 72 sene bir milletin, bir memleketin kalkınması için yeter uzunlukta, yeter genişlikte bir zaman ölçüsüdür. Türkiye'yi idare edenler, eğer Türk Milletinin ihtiyaçlarını bilen ve millet menfaatini kişi menfaatinin üstünde gözeten liyakatli kimseler olsalardı; bu 72 sene içinde Türkiye geri kalmışlıktan kurtulup, fakirlikten, yoksulluktan srynlır, bu gün en ileri devletlerin seviyesine çıkmış olurdu. Cumhuriyet kurulduğu günden bu güne kadar 72 sene geçtiği hâlde Türkiye, eskiden beri bizi yemiş, bitirmiş olan dertlerden kurtulamamıştır. Yine bu dertlerin sıkıntısını çekmektedir.
MİLLÎ ŞUUR YOKLUĞU
Bu günkü durumumuz nedir? Buna kısaca bir göz atarsak, şunları görürüz: Türk Milleti geri kalmış bir millet durumunda olmaya devam ediyor. Milletimiz hâlâ geri kalmış milletler arasında... Üretim, eski doğulu üretim sistemi. Fakat, yaşantı ve tüketim; batının israf ekonomisini esas alan, batinin gösterişe ve safahata dayanan yaşantısını esas alan tüketim ekonomisi. Yani, tüketimde; batılı memleketler gibi yaşayarak onların yaptığı tüketimi yapıyoruz. Üretimde onlar gibi üretemiyoruz; eski, ilkel usûllerle doğulu üretimi sürdürüyoruz. Bu durum şuna benziyor: Bir adam günde 50000 lira kazanıyor, fakat 100000 lira masraf ediyor. Tabiî bu da o adamın yıkılıp gitmesine sebeb oluyor... Millet için de böyledir. İşte bütün bunlar, nemelâzımciık, millî şuur yokluğu, bilgisizlik, ahlâk buhranı sonucudur.
ÇOK ÇALIŞMAK LÂZIM
1 Şimdi geçen yıllarda bir iktidar kuruldu, Sayın Ecevit'in başkanlığında... Sanki Türkiye'de yapacak başka iş kalmamış gibi, hemen hafta tatilini iki güne çıkardı. Pazar günü tam, Cumartesi günü de öğleden sonra tatil vardı. Cumartesi sabahı da tatil yaptı, hafta tatili iki gün oldu. Peki Türkiye nasıl kalkınacak? Türkiye'nin kalkınması için. ileri milletlere yetişmesi için çok çalışması lâzım. Çalışmayan bir millet kalkınamaz. Çalışmayan bir öğrenci sınıf geçemez. Çalışmayan bir insan hayatını kazanamaz.
Japonlar İkinci Dünya savaşından yorgun, mağlûp çıtilar. Fakat, Japon ekonomisi kısa zamanda kalkındı. Yorgun, mağlûp Japonlar içinde bulundukları durumdan kurtulmak için çalışma seferberliği yapmak lâzım geldiğine inandılar ve çalışma seferberliği yaptılar. İşçisi, memuru, her vatandaşı haftada altı gün, 12'şer saat çalıştılar. Yaptikan fazla çalışma için ücret talep etmediler. Japon işçisi sekiz saatin üstündeki çalışması için ücret istemedi. Geri kalmış bir milletin ileri milletlere yetişmesi ancak bu şekilde olur.
Türk Milletinin bu günkü durumda sıkıntısını çektiği hastalıklardan birisi de taklitçiliktir. Bir kısım insanımız, kendi kafasını işleterek, kendi heyecanlarını harekete geçirerek yaratıcı olmak; yeni buluşlar ortaya koymak yoluna gitmeyip; Avrupa'da ne var? Fransa'da ne var? Almanya'da ne var? Oralarda gördüğünü taklit etmeye çalışıyor... O milletlerin yapısı Türk Milletinin yapısından farklıdır. Başka bir milletin kendi şartlarına göre ortaya koyduğu usûlleri, sistemi kopya etmek, taklit etmek Türk Milletine fayda sağlamaz, sağlamamıştır. İşte, Türkiye'nin bugün hâlâ geri kalmış bir ülke durumunda bulunmasının mühim bir sebebi de budur. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:25 | |
| ÜLKÜSÜZLÜK
Olküsüzlük... "Nemelâzım, ben'surdan çıkayım, şu fakülteyi bitireyim, surda bir iş kurayım, veyahut şurada bir memur olayım, şu dairenin başına geceyim, paramı alayım, keyfime bakayım; başka düşünecek şeyim yok." Denmemelidir. Böyle olmaz! Bu milletin evlâtları kendi milleti için millî ülkü sahibi olacaktır. Bütün hayatını kendi milletinin kalkınması, kendi milletinin ileri gitmesi yönüne çevirecek ve yaşantısını buna göre ayarlayacaktır.Daima ülküsünün peşinde koşacaktır... Ülküsüz insan ruhsuz ceset gibidir, ülküsüz insan çamurdan farksızdır.İnsanları insan yapan; fikirleri, idealleri, ülküsü ve heyecanlandır. Asil duygulandır. Asil inançtandır!
İSRAF VE YARDIM DİLENMEK
Memleketimizde bir de israf var... Her alanda korkunç derecede bir israf var. Memleketimizde israf ekonomisi hüküm sürmektedir. Bunun yanında yabancılardan borç amak, yabancılardan yardım dilenmek, yabancılardan merhamet dilenmek; bizi tiksindirmiyor! Amerika bize versin... Almanya bize versin... Rusya bize versin... Niye versin? Sende niye yok? Nasıl ki kişilerin birbirleriyle münasebetlerinde: Bir adam başka bir adama muhtaç olur, devamlı ondan para ister, yardım ister, yardım alırsa; izzet-i nefsi yaralanır ve o yardım edenin mihneti altında kalır... İnsanın insan olması için her şeyden evvel kendi alın teriyle, kendi kuvvetiyle, kendi emeğiyle yaşaması gerekir. Milletlerin de böyle olması lâzımdır!
KOMÜNİZM ve BÖLÜCÜLÜK
Memeketimiz çok ciddî tehlikelerle karşı karşıyadır. Bu tehlikelerin başında; milletimizin birliğini bozucu, Türk'ü Türk'e düşman edici, Türk'ü Türk'e kırdıncı; bölücülük kışkırtmaları ve komünizm gelmektedir, komünizm ve bölücülüğün yanında milletimizi tehdit eden başka yabancı ideolojiler de var...
TÜRK'ÜZ ve MÜSLÜMANIZ
Biz Türk Milleti olarak bir bütünüz. Hangi mezhepten olursa, olsun insanlanmızm hepsi aynı milletin çocuktandır. Aynı dinin mensuplarıdır. Aynı Kitap'ın sahipleridir. Aynı Peygamberin ümmetidir, milletimiz temelde böylesine sağlam bir bütünlük gösterdiği halde; düşmanlarımız boş durmuyor. Sen Sünnîsin, sen Şafiîsin, sen Alevisin diye, aynı milletin çocuklarını birbirine düşman edip, .birbirine boğazlatmaya çalışmaktadır. Uyanık olmak mecburiyetindeyiz.
Tarihte böyle kanlı devirler yaşadık. Hepinizin bildiği gibi, bundan 470 yıl önce, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında, daha sonra diğer hükümdarların devirlerinde, iki taraf da Türk olduğu halde; Türkler birbirlerini kırmışlardır... İki ordu karşılaşıyor, ikisi de Türk. İki ordu da Türkmen. İkisi de Müslüman. Fakat mezhep ayrılığı yüzünden birbirlerini boğazlamışlardır. Dere gibi kan akmıştır. İki taraftan da Türk'ün kanı heba olmuştur...
Hangi mezhepten olursa olsun; iki taraf da hür ve serbesttir. Niçin biz onu mesele yapalım? Niçin bu yüzden birbirimize düşman olalım? Aynı milletin evlâdı, aynı dinin mensubuyuz. Ama, düşman bunları kışkırtıyor. Bugün; Alevîyi Sünni'ye karşı, Sünni'yi Alevî'ye, Şafiî'yi Sünni'ye karşı devamlı kışkırtıyor. Bu durum, memleketimiz için büyük tehlikedir. İşte bunları anlatıp, birbirimizin kardeşi olduğumuzu kafalara, gönüllere yerleştirmek "birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için" ruhuyla, bölünmez çelik bir kitle hâlinde bulunmak mecburiyetindeyiz. Bir milletin zayıflığı herşeyden evvel milli birliğinin bozulmasıyla meydana gelir.
DIŞ TEHLİKELER
Dış tehlikeler yok mudur? Dış tehlikeler de vardır. İşte Yunan meselesi... Önümüzde Yunanlılarla savaş ihtimâli var... Kıbrıs meselesi. Ege Denizi meselesi... Kıbrıs adası, bizim Akdeniz kıyılarından 60 km. mesafede bir adadır. Esas yapısı itibariyle, Toros Dağlarının Akdenize uzantısından meydana gelmiş bir adadır. 350 yıl Türklerin idaresinde yaşamıştır. Yunanistan'a uzaklığı 1000 Km. dir. Türkiye'nin Akdeniz kıyılarına uzaklığı ise 60 Km. dir.,. Şimdi, 1000 Km. den Yunanlı: "O ada Yunandır, benimdir. O adayı ben alacağım" diyor. Yunanistan Türkiye'nin bati kıyısındaki bütün adaları almış. Şimdi Kıbrıs'ı da alırsa, güneyden de Türkiye'yi sarmış olacak Ege denizi aynı şekilde, Yunanistan Ege Denizi adalarını biraz önce konuştuğumuz Balkan savaşı, Balkan felâketi sonunda işgal etti.
12 Adalar Türkiye'nin batı kıyılarına çok yakın mesafededir. Batı Anadolu'ya, Ege'ye gidenler görmüşlerdir. Bizim kıyılardan denize baktığımızda bu adalar karşımızdadır. Kıyılarımızın içine sokulmuşlardır. Şimdi, O adaar benimdir diyen Yunanlı, "Ege Denizi de Yunan denizidir. Ege Denizinde Türklerin hakkı yoktur. Ben istersem, Türk gemilerini de bu denizden geçirtmem, Türk uçaklarını da bu denizin üzerinde uçurtmam; Ege denizinin altındaki petrol de benimdir." diyor.
DOKUZ IŞIK ve KALKINMA
Arkadaşlar! Yurdumuzun, Vatanımızın, Türkiyemizin kalkınmaya ihtiyacı var. Kakınmayı sağlayıcı yatırımlar yapmak, sermaye birikimini sağamak zaruridir. İşte, memleketimizin ihtiyacı olan kalkınmayı dışarıdan ithal edilen sistemlerin gerçekleştireceğine inanmıyoruz. Taklitçiliği bir tarafa bırakarak, Türk Milletinin tarihinden, Türk Milleti'nin mânevi değerinden gelen, Türkiye'nin bugünkü şartlarını da , modem ilmî ve modern tekniği önder yapan yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî bir doktrin ile Türkiye'nin kalkınmasının mümkün olacağını iddia ediyoruz.
Bunun içinder ki böyle bir doktrin ile milletin hizmetine koşmaya karar verdik. Bu doktrinin adı: DOKUZ IŞIK DOKTRİNİDİR. Doktrinimizin temeli, Türklük şuur ve gururu ile İslâm imanı, islâm ahlâk ve faziletidir. Türk Milleti 1200 yıldan beri Müslümanlıkla meşerref olmuş ve bütün ahlâki, mânevi değerlerini İslâm imânı, İslâm inancı temeline oturtmuştur. Türk'ü Müslümanlıktan ayn düşünmek mümkün değildir. Müslümanlık Türk Milletinin ruhu, Türklük de bedenidir. Dokuz Işık'ın temeli budur. Türklük gurur ve şuuru, İsâm imanı, İslâm ahlâk ve fazileti DOKUZ IŞIK temeldir. Yine Dokuz Işık'ın temeliki bu söylediklerimin içinde bu da vardır - insan sevgisi, insan haysiyetine sonsuz hürmet zihniyeti... Memleketimiz bugün istikrarsızlıktan, gevşeklikten, huzur yokluğundan, asayiş yokluğundan, vurgunculuktan, karaborsacılıktan, hırsızlıktan, tefecilikten, haksızlıklardan, adaletsizliklerden bunalmış bir vaziyettedir.
İnsanlar sıkıntıya katlanabilirler, yorgunluğa, meşekkâte katlanabilirler. Fakat, haksızlığa katlanamazlar! İnsanları mutsuz eden en mühim durum: Haksızlığa uğraması, haksızlık görmesi, haksızlık ve adeletsizliklerle karşılaşmasıdır. İşte, toplumumuzun sıkıntısını çektiği mühim durumlardan birisi de, haksızlık ve adaletsizliklerin toplumumuzda yer almış olmasıdır, devlet otoritesine, kuvvetli bir devlet otoritesine ihtiyaç vardır. Devlette devamlılık, adalet, tarafsızlık, istikrar ve sür'at gerek. Bizim devlet idaremizde çok ağır bir işleyiş vardır. Çok ağır bir işleyiş! Memleketimizin hızla kalkınması için büyük yatırım sermayesine ihtiyaç vardır. DOKUZ IŞIK'A GÖRE BU YATIRIM SERMAYESİNİ NASIL SAĞLAYACAĞIZ?
GÖNÜL SEFERBERLİĞİ
Dokuz Işık'a göre herşeyden evvel tasarrufa riayet, israftan açınmak, bunun yanısıra iş seferberliği, insan emeğini değerlendirmek gerekir. Memleketimizde bol insan emeği vardır. Fakat insan emeğinin şöyle bir özelliği mevcuttur; insan emeği zamanında değerlendirilmezse, rezerv olarak saklanamaz, depo edilemez, insan emeğini, şuralara, şu depolara dolduralım, 5 sene sonra, ihtiyaç olunca çıkarıp da kulanınz, demek mümkün değildir. Zamanla beraber insan emeği de zayi-olur. İnsan emeğini rasyonel bir şekilde seferber edip, sermaye buhranını karşılamada kullanmak lâzımdır.
Bunun için de DOKUZ IŞIK'm düşündüğü başta gelen çare; herşeyden evvel insanlarımızı, milletimizi uyandırmak; millî ülkü, millî şuurla doldurarak GÖNÜL SEFERBERLİĞİ yapmaktır. GÖNÜL SEFERBERLİĞİ yapılmadıkça, Türkiye'nin bütün dâvalarının çözülmesi için büyük atılımlar sağlanması mümkün olamaz. Büyük fedakârlıklar yapılması mümkün olamaz. Büyük dinamizm meydana getirilmesi mümkün olamaz. Mutlaka, insanlarımızı millî ülkü ile ateşleyip, heyecanlandırıp, millî hedefleri gösterip, evvelâ gönüllerini seferber etmeliyiz. Ve o gönü seferberliği ile beraber emek seferberliğine geçilmesiyle, atılımlar meydana getirmekle ancak Türkiye'nin içinde bulunduğu durumdan silkinip çıkmasını sağlayabiliriz.
DOKUZ IŞİKın mühim esaslarından birisi de işte budur Biz san'atı, güzel san'atlan, GÖNÜL SEFERBERLİĞİ yapmak için bir araç olarak kullanmayı, DOKUZ IŞIK'm bir diğer ilkesi olarak kabul etmiş bulunuyoruz. Tiyatro, sinema, edebiyat... Bunların hepsi, yani bütün güzel sanatlar MİLLÎ ÜLKÜ'yü yaymak, millî heyecanlan harekete geçirmek, halkımızı teşkilâtlandırmak büyük atılımlara sevketmek için seferber edilecektir. İş seferberliği,emeği değerlendirme, küçük tasarrufları birleştirerek harekete geçirme, feragat ve çok çalışma, üretim ve gelir artırıcı teşebbüslere öncelik ve sıklet merkezi verme, ölü yatırımlardan sakınma, ölü yatırımlardan kaçınma ön plânda tutulacaktır.
GERÇEKLER
Şimdi acı bir gerçeğin üzerinde durmamız lâzım. Bu acı gerçek, Türk Milleti ile, ileri milletlerin arasında bir geri kalmışlık mesafesinin olduğu gerçeğidir. Türkiye bugün bazı bögelerinde taş çağında yaşıyor, mağara kovuklarında yaşıyor. Bâzı bölgelerde demir çağına, bâzı bölgelerde buhar çağına girmiş, girmek üzeredir. Bâzı bölgelerinde elektrik çağına girmektedir... Halbuki Dünya, ileri milletler; atom çağına, uzay çağına, füze çağına, elektronik çağına girmiş bulunuyor. Elektronik, bugün illeri milletlerin yararlandıkları, ilmin bir mucize olarak insanlara kazandırdığı gelişmelerin neticesidir. Bunlardan Türkiye'de hangisi vardır? Hiçbirisi yok! Türk Milletinin ileri milletlerle arasında olan geri kalmışlık mesafesi;'yüzlerce senedir küçülüp, kapatılıp, Türk Milletini de ileri milletlere yetiştirmek yerine Türkiye'yi idare edenler bu aralığı, bu geri kalmışlık mesafesini; akılsız idareleriyle, beceriksiz, liyakatsiz idareleriyle daha da büyütmüşlerdir. "İLERİ GÖTÜRDÜK" SAFSATASI
Bakayorusunuz, falan partinin genel başkanı falan zamanda Başbakan olmuş. "Biz şöyle yaptık, Türkiye'yi biz şöye ileri götürdük" diyor... Ötekisi çıkıyor ondan hiç geri kalmıyor ve diyor ki; "Biz daha ileri götürdük" Peki, hepiniz ileri götürdünüz. Hiçgeri götüreniniz yok, hep ileri götürdük diyorsunuz, ileri götürdük diyorsunuz da, bu ileri götürdük dediğiniz memleket; kendi uçağını yapamaz, kamyonunu, tankını yapamaz, elektronik, füze, atom... artık onları saymıyorum.
E peki, ileri milleter bu kadar mesafe alıyor, yıldızlara, ay'a adam gönderiyorlar, Dünya'nın bu kadar ileri gittiği, güçlendiği bir ortamda, fakir, teşkilâtlanmamış, bunlardan habersiz, zor durumda olan bir milletin göz yaşına kim bakar? Yani atom bombasının karşısına, atom füzesinin karşısına Mehmet'leri yumruklamı çıkaracağız?.. Memleketin büyük problemidir bu. Türk aydınlan bunu anlamıyor. Türk aydınlarının çoğu menfaatçı, çıkarcı, gününü gün ediyor. Gününü gün etti mi, tamam; gerisini düşünmüyor. Ama Türkiye ileri milletlerle arasındaki mesafeyi gittikçe büyütüyor, kapatmak şöyle dursun, bu mesafe büyüyor. Bunun birçok misâlini, birçok zamanlarda verdik. Seçim dolayısıyla radyo konuşmalarında da temas edildi. Burada da size tekrar edeyim:
Bugün Türkiye'de adam başına yılık millî gelir 600 Dolar civarındadır. Bugün Yunanistan'da adam başına yılık millî gelir 1250 Dolar, Bulgaristan'da 1000 Dolar, Yugoslavya'da 1000 Dolar'dır. Türkiye de yıllık elektrik üretimi 245 KW. Yunanistan'da 1400 KW. Bulgaristan'da 2160 KW. Yugoslavya'da 1700 KW. dır. Bunlar kişi başına yılık elektrik üretimidir. Şimdi Fransa'yı, Almanya'yı, Amerika'yı ele almadım. Önce saydığımız devletler bildiğimiz gibi bizim komşularımız, bizim idaremiz¬de yaşamış devletlerdir. (Yukarıdaki rakamlar 1975 yılına ait rakamlardır)
Bundan 30 sene evvel 1960 yılında Yunanistan ile Türkiye'nin millî geliri aynı idi, eşitti. 14 yıl sonr Yunanista'nın millî geliri Türkiye'nin üç katı oldu. E, peki bu durumda, Türkiye ileri gitmiştir, ileri milletlere doğru yetişmek üzere adım atmıştır, diyebilirmiyiz? Mümkün değil. O halde, ortada bulunan çeşitli siyasî partilerin, çeşitli siyasî liderlerin sözlerini, durumlarını bu gerçeklere göre değerlendirmek lâzımdır. Bunu iyi, çok iyi anlamamız lâzımdır. Bunu iyi arılamazsak içinde buunduğumuz bu müşkül durumdan kurtulmamız mümkün olamaz! |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:27 | |
| DOKUZ IŞIK'IN ETRAFINDA TOPLANMALIYIZ
Türkiyenin yasaması ve tehlikelerden kurtulması; güçlenmesine yani ileri, kalkınmış bir millet hâline gelmesine bağlıdır; İlimde, teknikte ileriye gitmiş, sanayileşmiş, atomunu, füzesini yapabilen bir memleket olmamıza bağlıdır. Bu sağlanmadıkça Türkiye başkalarına muhtaç ve zayıf durumda kalır. Türkiyenin kuvvetli olmasının süratle gerçekleşmesi îse, ülkücü, inançlı, muktedir, milliyetçi kimselerin aynı program etrafında, aynı prensipler etrafında, aynı teşkilât içinde toplanmasına, birleşmesine ve ekip teşkil etmesine bağlıdır. Böyle yapmazsak, kısa zamanda kolayca mevki elde etmek veyahut herhangi bir refahı, çıkarı elde etmek için; herhangi bir topluluğa kapağı atmak; hiç bir hizmet yapmadan murada ermek, demek olur...
Yani, Türk Milliyetçileri olarak, milletimizin bölünmesini önlemek, Türk Milletini yıkmak isteyen komünizm gibi yabancı ideolojilerin pençesinden kurtulmasını sağlamak ve Türk Milletini güçlendirmek, kısa zamanda kalkındırmak, sanayileştirmek, ilimde, teknikte, medeniyette ileri bir hâle getirmek; ülkücü, inanaçlı, muktedir, milliyetçi kadroları aynı program etrafında, DOKUZ IŞIK'm etrafında, aynı prensipler etrafında, aynı teşkilât içinde, toplanmasına, birleşmesine ve ekip teşkil etmesine bağlıdır. Bunun dışında kurtuluş yoktur! DOKUZ IŞIK KUDRETLEDİR
Dokuz Işık Doktrinimiz, millî doktrinimiz kenarından, köşesinden, başka partiler tarafından diklenmektedir. Bir çok fikirleri, bir çok görüşleri çalınmaktadır, alınmaktadır. Alsınlar, önemli değil fakat, onu hakkıyla değerlendirsinler, hakkıyla uygulasınlar. Hakkıyla uygulayamamışlardır. Tanm Kentlerini, Köy Kentleri diye Halk Partisi istismar etmiş, almıştır. İktidara gelmiş, kat'iyyen uygula-mamış, terketmiştir. Millet sektörünü, Halk Sektörü diye kopya etmiştir. Bu, Milli Doktrin DOKUZ IŞIK'ın nasıl kudretli bir doktrin, nasıl kudretli bir dâva olduğunu ortaya koymaktadır. En büyük basanlar dahi Onun prensiplerini, fikirlerini almaktan kendilerini alıkoymamaktadır.
SAHTE MİLLİYETÇİLER
Türk Milliyetçileri yenilmez insan olduklarını göstermişlerdir. Türk Milliyetçileri herkese baş eğdirmiştir. Bugün bakın herkes milliyetçi olduğunu söylemektedir. Bundan 10 yıl evvel, 15 yıl evvel kimse milliyetçilikten bahsetmezdi. Bu gün her lider asıl milliyetçinin kendisinin olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır.Milliyetçiliği reddetmek şöyle dursun, gerçek milliyetçilerin kendileri olduğunu söyleyerek halkı inandırmaya çalışmaktadır. Bu, milliyetçiliğin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Ama, Türk Milletinin kurtuluşu, gerçek Türk Milliyetçilerinin çalışmalarıyla mümkün olacaktır.
BİR SAHTEKÂRLIK HADİSESİ
Bu gün size şunu söyleyeyim ki; şu partide, bu partide milletvekili olmuş, bakan olmuş, adı büyüge çıkmış, şöhret yapmış, adı duyumuş, şundan, bundan, kimseden Türk Milletinin kurtuluşu için medet beklemek, ümit beklemek beyhudedir. Türk Milletinin kurtuluşu tabandan gelecektir. Türk Milletinin kurtuluşu gençlerden gelecektir. Türk MİLLİ Ülküsünü samimi olarak benimsemiş, içine sindirmiş, Türk Milliyetçiliği şuuruna ermiş gerçek milliyetçi taban, gerçek milliyetçi toplumdan gelecektir!
Kimse gözünü şu lidere, şu partideki şu milletvekiline, şu aday'a dikip de; işte bu da şuraya gelsin, bu da buraya toplanırsa şöyle olacak diye bekemesin. Bunların hemen hepsi; ya dalâlet içinde, gaflet içindedirler, gerçeği göremiyorlar, gerçeği görmekten âcizdirler, veyahut kendilerini, bu gün için kendi menfaatlerini sağlayan partilerde bulundurmaya tercih eden tutumdadırlar. Bunlarla Türklüğün büyük dâvasının başanya götürülmesi mümkün değildir. Türklüğün büyük dâvasının başanya götürülmesi, gerçek milliyetçi kitlenin bütün Türk halkını kucaklayarak ve bütün vatandaşlan uyandırarak, hepsine Türk Milliyetçiliği ışığını götürerek, hepsine Türk Milliyetçiiğini aşılayarak, Türk Milli Ülküsünü belleterek, kabul ettirerek, Büyük bir hareket, büyük bir atılım, büyük bir seferberlik yapmakla hakiki kurtuluşun gerçekleşmesi sağlanabilir. Siz Ükücüler olarak, siz gençler olarak bunu böyle böylece bilin!
KURTULUŞ MİLLİYETÇİ TABANDADIR
Şimdiye kadar geçirdiğimiz tecrübeler, çok aldatıldığımızı, çok ihanete uğradığımızı göstermiştir. En iyi zannettiğimiz adam bile, milletvekili, bakan olacağım diye aklını yitiriyor ve gidiyor diyor ki: Ben TÜRKEŞ Beğ'le görüştüm, anlaştım, o bana emir verdi, git AP'den aday ol, biz seni destekleriz dedi" diye gidip yalan söylüyor, sahtekârlık yapıyor. Böyle adamlar milliyetçi olur mu? Böyle adamlar Türk Milletinin dâvasını başanya ulaştırabilir mi? Adı şöyle çıkmış, böyle çıkmış, meşhur milliyetçiye çıkmış. Evet, adam gidiyor, bizim milliyetçi arkadaşlarımızı bu'sözlerle kandırıyor, sahtekârlık etmekten çekinmiyor, utanmıyor.
Şimdi arkadaşlar; Türk Milletini ileri milletlerin seviyesine en kısa zamanda ulaştırmak, Türk Milletini başkalarından yardım dilenir durumdan kısa zamanda çıkarmak, kendi gücüyle ayakta duran, ilimde, teknikte ileri gitmiş, sözünü dünyanın her yerinde saydıran, kendi içinde lekesiz, gölgesiz bir hak ve adalet nizâmı kurmuş, ahlâksızlığın kökünü kazımış vurgunculuğun, hırsızlığın, rüşvetin, iltimasın, karaborsacılığın, tefeciliğin kökünü kazımış, 'ahlâkta, maneviyatta en yüsek seviyeye yükselmiş Türkiye'yi kuracağımız temel fikirler şöyle Özetlenebilir.
İNSAN SEVGİSİ
Herşeyden evvel insanlarımıza hürmet ve insan sevgisi. En ıssız köydeki, çoban olsun, şehireki çöpçü olsun, fakir esnaf olsun, işçi olsun, veyahut zengin, yüksek mevkili vatandaş olsun; milletimizin, memleketimizin insanlarının herbirini, teker teker, Cenab-ı Allah'ın yarattığı mukaddes bir emânet olarak kucaklamak ve fakirliğine, elbisesinin kirine, yırtıklığına, pejmürdeliğine, düşkünlüğüne aldınş etmeksizin, sevgi ile, hürmet ile kucaklamak ve birbirimize sahip çıkmak.
KENDİMİZDEN UTANMAYALIM
Anadolumuzun bir köyünden fakir adam çocuğunu okutmuş. Çocuk liseyi bitirmiş, üniversiteyi bitirmiş. Babası Avrupa'ya göndereyim demiş, göndermiş Avrupa'ya, "çocuk Avrupa'da okuyor.. Özlemiş oğlumu bir gideyim, göreyim demiş. Trene binmis İstanbul'dan, tabu memleket işi heybesini almış, içine azığını, memleketten ufak - tefek hediyelerini doldurmuş, bir de sepet almış yanına. Yolda susadığında içmek için bir testi de su almış kompartımana... Paris'e gelmiş. Paris istasyonuna, babasını karşılamak için oğlu da gelmiş. Oğlu babasını şalvarlı, cepkeni! görünce heybeyi omuzünda, sepeti, testisi yanında görünce utanmış, saklanmış, kaçmış...
Arkadaşlar! kendimizden utanmak çok alçalmaktır. biz o ananın, o babanın çocuklarıyız. O şalvarlılardan, o heybelilerden geldik. O heybeye Batılı aklını oynatırdı. Onun üstündeki o Türkmen ruhunun asaletini gösteren ince işe, nakısa Batılıaklını oynatıyor. Bundan sıyrılmamız lâzım. Kendi insanımıza yalınayak olsa da, kir içinde olsa da, bit içinde olsa da sahip çıkmamız lâzımdır. O bizim insanımızdır. O maya aynı asil mayadır. Ona sahip çıkacağız. Kurtuluşumuzun başlangıcı burasıdır. İnsanlnmıza; insan sevgisi, insan haysiyetine hürmet zihniyetiyle sahip çıkmak gerekir. Memurumuz. Karşımıza gelir, dairemize gelir, üstü başı dökülür, belki kirlidir. Ama bizim insanımızdır. İnsandır. İnsan sevgisi ve insan haysiyetine hürmet zihniyeti, insanları horlamadan kucaklamak, insanlara kötülük etmemek, acı çektirmemek, zulümden uzak tutmak baş düşüncemizdir.
Aynca, millî birlik, bütünlük, vatan sevgisi, millet sevgisi, milliyetçilik şuuru, halka, gençlere ve aydınlara tarih şuuru vermek gerekir. Bir milletin gücü bunlardan gelir. İlim, teknik, kültür, medeniyet bunların sağladığı denge ve kuvvet; herşeyden önce milliyetçi, ahlâkı, Dünya çapında birinci sınıf ilim adamları, teknisyen yetiştirmekle olur. Biz bunları dikkate alarak ilimde, teknikte kısa zamanda ileri gideceğiz diyoruz!..İlim'de, teknikte kısa zamapda ileri gitmek nasıl olur? Bu ancak; milliyetçi; ahlâklı ve dünya çapında birinci sınûlıf ilim adamları kadrosu kurmakla olur... Böyle bir kadro meydana gelmedikçe ilimde, teknik olması mümkün olamaz. Modern sanayii kurmak, tarımı modernleştirmek, tarımda ve sanayide modern, kitlevi, standart, ucuz ve çok üretim yapmak şarttır.
Bu gün Türkiye'nin ekonomik alanda karşı karşıya bulunduğu en sıkıntı verici durum üretim yetersizliği, üretim azlığıdır. İthalâtımız, ihracatımızın dört kati olmuş durumdadır. Yani dışarıya sattığı¬mız mallar 100 milyonsa, aldığımız mallar 400 milyondur. Açık veriyoruz... İsraftan kaçınmak, tasarrufa riâyet etmek ve çağlar üzerinden sıçrama yaparak, uzay çağma, atom çağına, füze ve elektronik çağına yetişmek, girmek, bunun için çok çalışmak, olağanüstü atılımlar yapmak, olağanüstü usûller bulmak, ülkücülük, feragat ve fedakârlığı hâkim kılmak... Kurtuluşun sırlan bunlardır. Milliyetçi Hareketin mânâsı bunlardır.
M.H.P.
Milliyetçilerin, memeketin kalkınmasında üzerlerine düşen büyük görevleri vardır. Şimdiye kadar bu görevlerini yerine getirmemişlerdir, sebebi ise, bir çok zaman gaflete kapılmaları, bir kısmının da eyyamcı, istismarcı yola gitmeleridir. Bugün de önümüzde duran en büyük mesele budur. Türk Milletinin kurtuluşu, herşeyden önce, Türk Milletinin varlığını kişi varlığının üstünde tutan, herşeyden önce millet için çalışmayı zevk edinen, millî ülkü yönünden büyük atılımları peşinen kabul eden, ruhta gözüpek, ülkücü Kadroların elele verip çalışmasıyla ancak Türkiyemiz yükseltilebilir.
Türkiyemiz kurtulabilir. Türk Milleti bu karakterde, bu kişilikte insanlar yetiştirmiştir. Bu gün de bu kişilikte, bu karakterde insanlar vardır. Bu harakterde, bu kişilikte olan insanların bir yere toplanmaları, birbirlerini bulmaları, birbirlerine kenetlenmeleri, elele verip bütün milleti kucaklayarak çalışmaları lâzımdır. İşte, Milliyetçi Hareketin, İşte 9 Işıkçıların, İşte ülkücülerin çabası da budur! Bu çabada başarılıyız. Bugün başladığımız noktadan çok ileri bir mesafeye gelmiş bulunuyoruz. Fakat bu yeterli değildir. Daha çok hızlanmamız gereklidir. Daha çok yayılmamız gerekmektedir.
İşte Ülkücü Memurlar, Ülkücü İşçiler, Ülkücü Esnaflar, ülkücü Köylüler, Ülkücü Teknisyenler, ülkücü Öğretmenler, Ülkücü gençleri toplayan Ülkü Ocakları ve Büyük Ülkü Derneği, komünistlerin ve bütün vatan hainlerinin uykusunu kaçıracak, onları korkutacak sayıda ülkücüler çoğalıyor. Bunlara ek olarak Ülkücü Analar, Ülkücü Babalar yetişiyor. Ülkücülük bütün Türkiye'yi saracaktır. Hedef budur. Her şey Türk için, Türk tarafından, Türk'e göre parolasıyla hareket edilecektir. Mutlaka basan sağlayacağız. Bütün Türklüğün kurtuluşu; Türkiyenin güçlenmesine ve kurtulmasına bağlıdır.
Türkiyenin kurtuluşu da, Türk Milliyetçilerinin, Türk Ülkücüerinin siyâsi iktidar olmasına bağlıdır. Türk Miliyetçileri, Türk Ülkücüleri bu gün bir siyasi aksiyon meydana getirmişlerdir, nk defa Türk Milliyetçiliğini siyasî bir aksiyon haline Milliyetçi Hareket Partisi olarak koyduk, getirdik. TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ İKTİDAR TAPMANIN ÂLETİ, MAKİNASI, MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİDİR! Bu partiden gayrı hiçbir parti, Türk Milliyetçiliğini iktidar yapamaz, yapamamıştır. Bir insan, kendi kendini tatmin edebilir, milletvekili olur, bakan olur; menfaat, çıkar temin edebilir ama; milliyetçiliğe hizmet etmiş olamaz. Milliyetçiliğin iktidar olmasını sağlayacak teşkilât, âlet MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİDİR. Bunun yardımcı kollan da çeşitli kültürel faaliyetler yürüten çeşitli ülkücü teşekküllerdir. Hepsi elele vererek, hepsi birbiriyle dayanışma kurarak Türk Milliyetçiliğini iktidar yapacaklardır. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:28 | |
| HAYÂLE KAPILMAYIN
Türk Milletinin hayatında en çok tesir yapmış olan ve en çok hizmet yapmış olan demeklerden birisi Türk Ocağıdır. Fakat Türk Ocağı, Türk Milliyetçiliğini iktidar yapmaya yönelmediği için, günün birinde iktidarın oyuncağı olmuş, sönmüş, söndürülmüştür. Dumura uğramıştır. Hiçbir milliyetçi dernek hayâle kapılmamalıdır. Ben milliyetçiyim, faaliyetler içinde şöyle yaparım, böyle yapanm dememelidir. Milliyetçiliği iktidar yapma aksiyonuna el verip, o aksiyona iş birliği yaparak çalışmadıkça, tekbaşına günün birinde dumura uğramaya mahkûmdur. Onun için büyük hedef, Türk Milletini, ilimde, teknikte, medeniyette, en kısa zamanda, en yükseğe çıkartmaktır. Güçlendirmek, refaha, saadete kavuşturmak, Büyük Türkiyeyi kurmak; bu büyük hedefe varmada da araç, ana hedef iktidardır. Türk Milliyetçiliğinin iktidar olmasıdır. Türk Milliyetçiliği iktidar olmadıkça, Türk Milletinin hiçbir dâvası çözümlenemez, çözümlenememiştir.
MİLLİYETÇİLİĞİN İKTİDARI M.H.P. İLEDİR.
Zaman zaman birçok açıkgözler ortaya çıkar. Bakar, kuyruğu sıkışmıştır; milliyetçilikten medet umar, başlar "aman milliyetçiler elele verelim, birleşelim" demeye. Bu söze aldananlar, verdikleri bir tek oyla, Türk Milletini bir adım daha uçuruma itiyorlar. Bunu böyle bilmeliyiz, bunu böyle anlatmalıyız. Türk Milliyetçiliğinin iktidar olması birtek mekanizmayla mümkündür. O da MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİDİR. Gerçe milliyetçilerin toplandığı tek yer vardır. O da MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİDİR! Dâvayı iyi anlamak lâzım. Her ülkücüye Milliyetçiye büyük görevler düşüyor. Türkiye bu gün her zamankinden daha büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Tehlikenin içte olması, tehlikenin vehametini artırmaktadır. Türk Milleti bölünmek, parçalanmak istenmektedir.
MARKSİST ve BÖLÜCÜ MİHRAKLAR
Doğuda!... Doğudaki insanlarımız, Türk Milletinin öz insanları olan evlâtlarımız bizden koparılmak ve Doğuda ayn bir Kürt devleti kurulmak istenmekteri. Bir Komünist ihtilâl yapmak için hazırlıklar yapılmaktadır. Bu güne kadar gizli söy-lenebilen şeyler, bu gün kitapçı vitrinlerinde açıkça satılmakta, gazete sütunlarında açıkça yazılmakta, söylenmektedir. Türkiye böyle büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Altı tane marksist parti kurulmuştur. Mimar Odaları, İnşaat Mühendisleri Odaları marksist zihniyetlerin elindedir. Ziraat Mühendisleri Odaları, Kimya Mühendisleri Odaları, Barolar, Tabib Odaları, Geçmişte TÖB-DER dediğimiz 80 bin öğretmenin mensup olduğu dernek marksistlerin kontrolünde ve idaresindeydi. Bir çok memurların arasına, birçok adalet mensuplarının arasına marksistler karışmıştır. Siyasal Bilgiler Fakültesi aşın solcuların kontrolündedir.
Türkiyenin kaymakamlarını, valilerini, hariciyecilerini, maliyecilerini yetiştiren bu fakültede, bölücü, aşın sol zihniyeti! kimseler yetişmektedir.Geçmiş yıllarda T.C.'nin Başbakanı bu fakültenin kuruluş yıldönümünü kutlamak için gider ve birkaç kelime söylemek için kürsüye çıkar. Kürsüye çıktığı zaman "Aziz sevgili Türk Gençleri" der. O okulun öğrencileri büyük tepki gösterir. "Burada Kürt Gençleri vardır. Türk Gençleri yoktur. "Türkiye halkalarının gençleri de, yuuhh" diye hakaretlerle, Başbakanı konuşturmazlar, kürsüden indirirler...
Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, ağlayarak, gözyaşı dökerek salonu terkeder. Türkiye bu hâllere gelmiştir. Halbuki Türkiye'de Türkiye Halkları yoktur. Türk Milleti vardır. Bir tek halk vardır, o da Türk halkıdır... Bu tehlikeler esaslı tedbir isteyen tehlikelerdir. Böyle gevşeklikle, adamsendecilikle, nemelâzımcılıkla geçiştirilecek tehllikeler değildir. Her gün yayılmakta, her gün teşkilâtlanmakta, her gün cür'etini arttırmaktadır. Bunların cür'et ve cesaretini hiç ürkmeden üstlerine vararak kırmak ve bu tehlikeleri ortadan kaldırmak lâzımdır. Bunu ancak milliyetçiler yapabilir. Ülkücüler yapabilir.
Bunlan bütün ülkücüler iyi anlayarak canla başla işe sarılmalı ve bütün Türkiyeyi gezerek, bütün vatandaşlan uyandırmalıyız. .Milliyetçi Hareket Partisini Türk siyasî hayatında iktidar yapmalıyız. Bunu Ülkücüler olarak sizler yapacaksınız, yapabilirsiniz. Geçirdiğimiz tecrübelerden de yararlanarak, önümüzdeki gelecek günler için şimdiden faaliyete girişmek lâzımdır. Çeşitli marksist teşekküllerin karşısına, milliyetçi teşekküleri kurarak, onların altlarını boşaltarak ve bütün milliyetçi teşekküller birbirleriyle yardımlaşarak, birbirleriyle dayanışma kurarak, birbirleriyle koordineli olarak, birbirleriyle elele vererek, birlik ruhu içinde, beraber işbirliği yaparak hedefe varacağız. Başka türlü başarı kazanmak, başka türlü zafere ulaşmak mümkün değildir. Zafere ulaşmak, zafere ulaşma iradesini taşıyanlann elde edebileceği bir şeydir. O irade bizde vardır! |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:29 | |
| ÜLKÜCÜ TEKNİSYENLERE
Milletimizin tarih boyu geleneği, insanlığa hizmet, yeryüzünde insanlar arası adaletin lekesiz bir şekilde tecelli ettirilmesi, insanlar arasında kardeşçe münasebetlerin geliştirilmesi ve karşılıklı yardımların sağlanması esasına dayanmıştır. Bu Türk milletinin tarihi misyonunu da teşkil etmiş olan bir gelenektir. Türk milletinin tarih içerisinde meydana getirdiği büyük medeniyetler, kurmuş olduğu büyük, teşkilât ve devletler bu misyonu kendilerine nihai hedef yapmışlardır.
Türk milliyetçiliği ve Türk milletinin kendi millî davalarının çözümü bu sebepten dalma insanlık için yararlı olmuştur. Daima insanlık için büyük bir destek sağlamıştır ve yeryüzündeki bütün insanların ıstıraplarını giderici olmuştur. Bu sebeptendir ki, yeni çağların başında Avrupada protestanhğı yeni bir mezhep olarak getirmiş olan Luter, Türklerin adaletini methetmiş, Türklerin Almanya'ya da gelmesini, Almanya'ya da el atarak oradaki insanların baskılardan, manevî esaret zincirlerinden kurtarılarak hürriyete, adalete kavuşturulmasını temenni etmiştir. Bugün de milletimiz olumlu bir faaliyetin başlangıcı içindedir. Bu olumlu faaliyet, Ülkücü faaliyetler, gelişmelerdir.Milletimizin tarih boyu son 300 yıll içinde uğramış oduğu yenilgiler ve felâketler batı dünyasında teknik alanda meydana gelen gelişmelerin yolumuzda bulunmamasının neticesi olmuştur.
İNSANLARIN KÖLELİĞİNE KARŞITIZ
Muhterem Arkadaşlarım. İnsanları insanlıktan uzaklaştıran en tiksindirici tutum, insanların diğer insanlara köle olmasıdır. İnsanların köleliğe boyun eğdirilmesidir. İnsanları insanlıktan çıkaran en çirkin şey insanları köleliğe sürüklemektir. Milletimizin çok şerefli diğer bir geleneği de millet olarak köleliği hiç bir zaman kabul etmemiş olması ve başkalarının da köle edilmesine razı olmamış bulunmasıdır.insanları köleliğe götüren sebeplerin başında, insan topluluklarının yeterli gayreti, çalışmayı göstererek millî varlığa sahip olmaması gelir. İnsanların yoksulluğu bir nevi köleliktir. Köleliğe yol açan başlıca sebeptir. Yoksulluktan korunmanın çaresi insanların kendi ahnteriyle yaşar, kendi gücüyle ayakta durur bulunmasıdır. Türk milletinin yüzyıllarca uğradığı felâketlerin arkasındaki sebep de budur.
Teknikte geri kalmış olmasının yol açtığı yoksulluk, üretim azlığı, teknikte ileri gidenlerin kol gücüne karşı, canlı mahlûk gücüne karşı, teknik sayesinde meydana getirdikleri üstün makine gücünü kullanarak üstünlük sağlamaları ve bunun kendilerine verdiği üretim gücü ve bunun sonucunda elde ettikleri zenginlik ve varlıktır. Türk milletinin geri kalmışlığının ana sebebi de budur. İleri gitmiş Batı dünyasının görünüşüne aldanarak, onların dış görünüşünü taklit ederek aradaki farkı kapatacaklarını sanmışlardır.
İşte Ülkücülerdir ki, Türkiyedeki bu ana meseleleri tesbit etmişler ve millet hayatında bu güne kadar çıkmaz bir yol olarak kabul edilmiş olan taklitçiiği başkalarının kapısına sığıntı olmak, başkalarına yalvarmak, avuç açmak, merhamet ve şefkat dileyerek onlardan sürünme mahiyetinde hayat idamesi müsaadesini koparmayı öngören zihniyçyeti yere çalmak ve onun yerine Türk Milletinde çok eskiden beri var olan enerjiyi harekete geçirmek, kaabiliyetleri ve zekâyı harekete geçirmek, bunu modern ilimle, teknikle birleştirmek, kendi alnımızın teriyle, kendi el emeğimizle kendi kafamızın bilgisiyle modern ilme, modern tekniğe dayalı büyük Türkiyeyi kurmak ve bu güne kadar fakirleşmemizi, düşkün olmamızı, geri kalmamızı meydana getirmiş olan sebebi ortadan kaldırmak yani; otomasyona dayanan, modern teknik, standart, çok üretim yapan bir toplum haline gelmek davasını bir bayrak olarak Türk milletinin hayatında dalgalandırmış bulunuyorsunuz.
ÜLKÜCÜ TEKNİSYEN
Siz Ülkücü Teknisyenlersiniz... Türk milletinin modern dünyadaki mücadelesinin başarısı Ülkücü teknisyenlerin gayretiyle mümkün olacaktır. Ülküsüz teknisyenler Türkiyenin kalkınmasında bu güle kadar yararlı hiç bir şey yapamamışlardır, hatta yabancı ülkelere satılmış olan, yabancı ükülerin kölelik zincirini boynuna takmış olan teknisyenler, bugün Türkiyenin batması yolunda en yıkıcı faaliyetleri yürütmektedirer, bu yıkıcılığın içinde yer almışlardır. Ülkücü Teknisyenler! Türkiyenin fakirlikten, gerilikten, modem tekniğin meydana getirdiği üstün makine gücünün ezici baskısı altında, kol gücü hayvan gücüyle hareket eden ve bu güçle sağlanan, basit, eski, doğulu üretimin sebep olduğu güçsüzlüğü gidererek Millî Ülkünün önderliğinde millî tekniği geliştirerek, modern millî tekniğin kuracağı makine gücüne dayanan bir millî standart, otomasyona dayanan kitlevi büyük üretimi sağlayarak, iktisadî esaret zincirlerini parçalayıp Türkiyeyi başkalarının pazan olmaktan kurtarma hareketi sizinle başlamıştır, sizinle zafere ulaşacaktır.
SOSYALİST GERİ ZEKÂLIDIR
Bir takım kekemeler, bir takım mirasyediler, bir takım kendine güvenemeyen, ancak selâmeti 3. Sosyalist enternasyonele marş marşla katılmakta görenler, ülkücülüğün asaletini, Ülkücü Hareketin ;Türk milletine açtığı parlak ufukları hiç bir zaman anlayamayacaklardır. Ama ülkücüler, Türk milletinin bu güne kadar ıstırap, bu güne kadar fakirlik, bu güne kadar horlanmak, aşağı görülmek şeklinde tezahür eden kaderini bundan sonra kendi alınteriyle, dünya medeniyetine katkıda bulunarak, o medeniyete ortak olma hareketi halinde geliştirecekler, bütün dünyanın hayranlık duydukları, hayret ettikleri yeni bir Türk mucizesi meydana getireceklerdir.
KENDİNİZİ İYİ TANIMANIZI İSTİYORUM
Bu görevlerinizi derinden duyarak hareket eden genç Anadolu çocukları olduğunuzu, genç aydınlar olduğunuzu, gerçek ülkücüler olduğunuzu biliyorum. Sizin de kendinizi iyi tanımanızı, memleketlimizi iyi tanımanızı, dünyayı iyi tanımanızı çok yaprarlı sayıyorum. Dünya bir mücadele içindedir, her millet kendi görüşünü hakim kılma, başka memleketleri kendi maksadı için, kendi menfaati yönünde imkan olduğu nisbette azami şekilde, sömürme, l kullanma faaiyeti içindedir. Kendini bilen her millettin bu faaliyete karşı kendisini koruyarak kendi iradesini saydırır hale gelmesi lâzımdır. Türk milleti kendi iradesini bu mücadelede geçmiş tarihi asır¬larda olduğu gibi, mutlaka saydıracak hakim duruma getirecektir.
Türk milletinin iradesi yalnız Türk milletinin insan haysiyetiyle yaşatılması, yükseltilmesi gayesini güden bir irade değil, aynı zamanda Türk milletinin yükseltilmesi, yaşatılması iradesinin, Nizâm-ı Âlemi sağlama, diğer insanların ıstıraplarım giderme, diğer insanlara yardım sağlama ve bütün dünya üzerinde lekesiz, gölgesiz bir adalet meydana getirme yönünde geliştirmeye yönelmiş bir iradedir. Bundan sonra da Türk ülkücülüğünün yönü bu yöndedir. İftiralar ne olursa olsun, nasıl anlatmak isterlerse istesinler Türk milletinin gücü, enerjisi daima bu şekilde tezahür etmiştir, bu şekilde gelişecektir. Bu şekildeki harekete, Milletimizin kalbinde mutlaka büyük sevgi ve büyük destek bulacağımızdan eminim. Bunun üstünde Cenab-ı Allah'ın daima bizi destekleyeceğinden eminim |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:30 | |
| EN HAKLI DAVA BİZİMDİR
Fikir, ülkü ve dava bakımından en güçlüyüz. En asil fikirler bizim fikirlerimizdir. En meşru, en haklı dava bizim davamızdır. Biz dünyanın asil, şerefli, aynı zamanda mazlum bir milletinin davasını, onun haklarım çiğnetmeme davasının, onun boynuna esaret zincirini geçirmeme davasının, onun köleliğe sürüklenmesini önleme davasının sahibiyiz. Bu kadar yüksek, bu kadar asil hedefleri olan başka bir dava düşünülemez. Bir hareketin gücü, bir düşüncenin gücü böyle asil hedeflere dayanmasmdadır. Onun için davamız, ülkümüz, Türkiye'de olsun dünya üzerinde olsun en güçlü fikir, en güçlü davadır.
Bundan emin olarak, bunun heyecanıyla dolu olarak bunun bize yüklediği vazifeleri hakkıyla yapmaya gayret etmeliyiz. Onun şuuru içinde olmalıyız. Onun cesareti içinde olmalıyız. Her zaman söylediğim bir hususu sizlere tekrar etmeyi yararlı sayıyorum. Türkler olarak milletimiz cesurdur; millet için, vatan için, yüksek davalar için, idealler için gerektiğinde canını feda etmekten çekinmeyecek kadar cesurdur. Fakat bu kadarı yetmiyor. Yaşadığımız bu günlerde bu kadarı yetmez. Bundan daha ileri bir cesaret göstermek mümkün mü?... Mümkündür!
DEDİKODULARA KARŞI DA CESUR OLACAKSINIZ
Daha ilerisi şerefleriniz aleyhine; namusunuz aleyhine, haysiyetiniz aleyhine uydurulan iftiralara karşı, tertiplere, suikastlere karşı da cesur olacaksınız. Dedikodulara karşı da cesur olacaksınız. Çünkü Türk milletini esir etmek, Türk milletini parçalayıp tarih sahnesinden silmek isteyen meş'ûm fesat hareketleriyle, yıkıcı hareketlerle karşıyayız. Yıkıcılar Türk milletini yaşatmak isteyenlere karşı çok, amansız, çok zalimdirler. Her çeşit iftirayı, her çeşit alçaklığı reva görmektedirler. Bunlara karşı çelik sinirli olacaksınız. Sabırlı olacaksınız, soğukkanlı olacaksınız, ve ilmi önder yaparak ülkünüzü gönlünüzün güneşi yaparak, akıllı olarak, aklınızı kullanarak yolunuzda yürüyeceksiniz, her zaman olduğu gibi bu mücadelede akılı hareket etmeye muhtaç ve mecburuz. Bunu herkesten çok sizlerin anlamış olduğunuzdan eminim.
Fakat tekrarını yararlı sayıyorum. Davanızı her yerde anlatınız, öğretiniz. Türk milletinin karşılaştığı " tehlikelerden sıynlabilmesi, her şeyden önce teker teker bütün vatandaşlarımızın tehlikeleri öğrenmesine ve bu tehlikelere karşı nasıl hareket etmek icap ettiği, neler yapması icap ettiği hakkında bilgi sahibi olmasına bağlıdır, bundan hiçbirimiz yorulmamalıyız. Bunu, köyde, şehirde, sokakta, evde her vatandaşa anlatmaya çalışmalıyız. Türk milletinin kurtuluşu buna bağlıdır. Yeryüzünde bugün yaşayan 300 milyon Türk'ün biricik bağımsız devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içerisinde yaşayan vatandaş¬larımızın bunları öğrenmesine, bunlara karşı ne yapacağını anlamasına bağlıdır.
Bir göreviniz, bir görevimiz eğitimdir, öğretmektir, isterseniz buna propaganda da diyebilirsiniz. Gerçekleri anlatma da diyebilirsiniz. Fakat en önerrdi bir vazifedir. Türkiye'yi parçalamak istiyorlar. Bu gün özbe öz bizim kardeşimiz olan, bizim soyumuzdan kanımızdan olan insanların yaşadığı doğu bölgesinde, ayn bir devlet kurma kışkırtmaları görülmektedir. Bundan hepimiz, hepiniz haberdarsmızdır. Tarihimizin hiç bir devrinde bu derecede milletimizi parçalama harektleriyle karşılaşılmamıştır. Ve bu yıkıcı, bu parçalayıcı ihanet hareketlerine karşı bu derecede zayıf bir idare, bu derecede umursamaz bir aydın takımı görülmemiştir. Bunlara karşı hizmetimizin başarılı olması için bir an önce dikkatlerinize sunduğum gibi en tesirli tedbir vatandaşlarımızı eğitmektir, vatandaşlarımızı haberdar etmek ve çaresini de onlara anlatmaktır.
ÜLKÜCÜ, ÜLKÜCÜNÜN ÖZ KARDEŞİDİR
Muhterem Arkadaşlarım, Bütün bunların tesirli, başarılı olması için kendi içimizde birbirimize sımsıkı sarılmak, tam birlik beraberlik halinde, derin bir sevgi, saygı halinde birbirimize kenetlenerek, "ülkücü ülkücünün öz kardeşidir, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" parolasıyla hareket edeceğiz.Bu birliği yıkmak, parçalamak istiyorlar, bunun için içimize çeşitli geçimsizlikler sokmaya, dedikodular yaymaya, bizi bin parçaya ayınp birbirimize vurdurmaya, tozumuzu birbirimize savurtturmaya çalışıyorlar. Yüksek anlayışla, ülkücülüğümüzle bunlara fırsat vermedik, bundan sonra da vermeyeceğimizden eminim.
Muhterem Arkadaşlarım, Hedefi iyi bilmeliyiz. Davayı iyi kavramalıyız. Hedef, Türk milleti'nin birliğini koruyarak, toprak bütünlüğünü koruyarak, Türkiye Cumhuriyetini koruyarak, en kısa zamanda ilimde, teknikte en yüksek seviyeye çıkarmaktır. Ahlakta, maneviyatta en yükseğe çıkarmaktır. Sanayileştirmek, çok üretim yapar duruma getirmek ve kendi gücüyle ayakta duran, sözünü dünyanın her yerinde saydıran güçlü, Büyük Türkiye'yi meydana getirmektir. Bu hedefe varmada ele geçirilmesi icap eden ara hedef vardır, bu ara hedef ülkücülüğün iktidar olmasıdır. Türkiyenin iktidarının ülkücülerden oluşmasıdır. O halde bunu sağlayacak mekanizmayı, bunu sağlayacak makineyi, teşkilâtı tanımak, onu desteklemek, onu geliştirmek göz önünden uzak tutulmayacak olan bir meseledir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:31 | |
| DEVLETÎ MUKTEDİR KILACAĞIZ
Muhterem Vatandaşlarım.
Türkiye Cumhuriyeti kurulalı elli yıl olmuştur. Elli yıl, bir milletin hayatinda uzun bir devredir. Elli yılda, memleketin bütün dertleri çözümlenebilir ve yurdumuz en ileri, kalkınmış bir ülke durumuna gelebilirdi. Dünya üzerinde, değil elli, yıl, otuz, kırk yılda bütün mesellerini hallederek, ileri milletler safına geçmiş bir çok devletler vardır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ellinci yılını doldurduğu bu günlerde, elli yıl önceki dertleri azalmamış, aksine çoğalmış olarak devam etmektedir. Durumumuzu daha iyi anlatmak için komşumuz olan iki memeketle kısa bir kıyaslama yapacağım.
Bugün Türkiye'de yılda kişi başına düşen elektrik üretimi 230 kilovattır. Yunanistan'da ise 975 kilovattır. Türkiye'nin Yunanistan ve Bulgaristan'dan dahi geri kalmış olmasının sebebi, geçmiş iktidarların bilgisizliği, gayretsizliği ve kendi rahatlarını milletin varlığının üstünde tutmuş olmalarıdır.
Aziz Vatandaşlarım, İnsanlar ve milletler ülkü ve inançla yaşarlar. Ülküsüz insan çamurdan farksızdır. İdeâl ve imandan yoksun olan toplumlar, büyük hamleler yapamazlar ve büyük hedeflere yönelemezler. Türkiye'nin hıza kalkınabilmesi ve çağlar üzerinden atlayarak uzay ve atom çağına yetişmesi, ancak millî ülkülerin uyandınlması ve ruhlarda tutuşturulması ile mümkündür. Milliyetçi Hareket Partisi kalkınma çabalarında millî ülkülerin verdiği coşkunluk ve tatmine özel ve üstün bir yer vermeyi zorunlu sayar.
Sevgili Yurttaşlarım.
Türk Milleti her türlü refah ve mutluluğa en ziyade hakkı olan millettir. kakınmamızın temel amacı Türk Milletinin ve Türk Devletinin bekasını sürekli kılmaktır. Bu, Türk Devletini muktedir, Türkleri mutlu kılmakla ulaşılacak bir amaçtır. Ne kişilerin mutsuz olduğu Sovyet Rusya gibi muktedir, ne de söz gelimi İsviçre ve Danimarka gibi kişilerin müreffeh, fakat devletin güçsüz olduğu bir toplum, kalkınma modelimiz olamaz. Millet ve Devletin varlığını tehdit eden iç ve dış tehlikelerden korunmanın maddeten kuvvetli ve muktedir; manen birlik ve karşılıklı anlayış havası içinde olmak gibi iki temel şartı vardır. Bundan dolayı milli kalkınmayı maddi ve manevî iki ayağa oturtmak zaruridir. Milliyetçi Hareket Partisi temelinde fazilet ve değerlerini düşünme duygusunun yer almadiği her türlü ekonomik faaliyetin sosyal felâketle sonuçlanabileceğini belirtmeyi görev sayar.
Kalkınmada amaç ve gösterge sadece gayri safi millî hasılanın arttırılması değil sosyal tatminin yükseltilmesidir. Bu, üretim hacminin arttırılmasıyla birlikte gelir dağılımının iyileştirilmesini gerekli kılar. Gelir dağılımının iyileştirilmesi, hem ferdî yaratıcı güçlerin harekete getirilmesini sağladığı, hemde sosyal tatmini artırarak sosyal banşa ortam hazırladığı için kalkınma çabalarında daima gözönünde tutulması gereken önemli bir araç ve amaçtır. Devletin güçlü ve muktedir kılınması milî kaynakların, tüketim mallan üretiminden üretim mallan üretimine kaydırılmasını gerektirebilir ve neticede özel tüketimin azaltılması ve maddî tatminin sınırlanmasıyla sonuçlanabilir.Bu sınırlama ise millî ülkülerin gerçekleşme yolunda olmasının verdiği coşkunlukla giderilir. Millî kültürün hâkim olmadığı bir çevrede millî kalkınma çabalarının basanya ulaşması beklenemez. Millî ülküler sadece ulaşılması gereken kutsal hedef değil, aynı zamanda millî güç ve potansiyeli harekete getirmeye yarayan en büyük bir araçtır.
Milliyetçi Hareket partisi servet ve gelirleri çok farklı gurup ve bölgelerin varlığının, belirli bir noktadan sonra düşük geirli sınıflarda öbürleri aleyhine bir hased duygusu yaratabileceğini kabul eder. Millî bütünlük ve bekaya her şeyden üstün değer veren Milliyetçi Hareket Partisi her türlü nifak ve hased duygulannın kaynağını kurutmaya kararlı olduğu için sınıflar ve bölgeler arası farklılıklann vicdanını rencide eden bir düzeye ulaşmasını önleyecektir. Millî kalkınmada millî emek, teşebbüs ve sermayenin seferber edilmesi esastır. Millî sermaye ve teşebbüsün, millî emeğin daha büyük bir bölümünü harekete getirmesini sağlayan çözümler millî kalkınmada öncelik alır. Milliyetçi Hareket partisi ekonomik büyümeyi çabuklaştıran, gelir dağılımını iyileştiren bu çözümün gerçekleştirilmesinde kooperatifçilik hareketinin, küçük tasarruflan teminat altına alan halka açık şirketlerin özel bir yeri olacağına inanır. Milliyetçi Hareket Partisi vatandaşın ne üstünde, ne altında; fakat onun yanında bir idare kuracaktır.
Aziz Vatandaşlarım,
Kalkınmanın temeli sanayileşmektir. Bu "Türk Milleti ve Devletinin ebediyete kadar yaşatılması" temel ülküsünün zorunlu bir sonucudur.Milliyetçi Hareket Partisi sanayileşme ülküsünün muayyen guruplann yararına yöneltilmesini önleyen kesin tedbirlerin alınmasını zaruri görür.Sanayileşmede uçak, tank, füze ve nükleer silâhların hepsini kavrayan millî savunma sanayii ile ağır saniyie, aynca inşaat ve ziraat traktörlerini, her nevi fabrikalan ihtiva eden üretim mallan sanayiine özel ağırlık verilecek; bu yolda devlet her türlü fedakârlığa katlanacaktır. İmalât ve özellikle gıda sanayii alanı prensip olarak özel teşebbüse terkedilecek ve gerekli devlet desteği sağlanacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi bugünkü dağınıklığı içinde tanm kuruluşlannın Türk tanırımdan beklenen ve olağan olan gelişmeyi sağlayamayâcaklanna kesinlikle inanmaktadır.Tanm alanında gelişmenin ilk şartı tanm kuruluşlannı, kanunun gerektirdiği bütünlük içinde bir dinamizme kavuşturmaktır.Bugünkü yönetimiyle Türk tanmı, topraklanın kabiliyetlerine göre üretime tahsisi imkânından yoksun ve dış pazarların isteklerine mahkûmdur. Aynca pazar etüdleri gereğince yapılamadığı için tanmsa gelişme imkânlan peşinen sınırlıdır. Milliyetçi Hareket Partisi uzun dönemde Türk tanmını, pazar şartlannı olduğu gibi kabul etmek zaruretinden kurtararak, topraklann gerektirdiği üretim yapısına uygun pazara sahip olma imkânına kavuşturacaktır.Tanmsal kalınmada sulama ilk ve asgarî şarttır. Bugünkü yapısıyla sulamayla ilgili kuruluşlar ağır ve pahalı işlemekte, çiftçi imkânlanm harekete getirmede gereken başarıya ulaşamamaktadır. Milliyetçi Hareket partisi hayvancılık meselesinin temelinde mer'alardaki düzensizliğin yer aldığına ve bu sektörle ilgili bir politikanın yokluğuna inanır.
Milliyetçi Hareket Partisi orman servetlerimizin gereği gibi değrlendirilmediğini kabul eder ve ağaç¬landırma çalışmalarının hızlandırılarak erezyonun önlenmesine öncelik verecektir.Milliyetçi Hareket Partisi kalkınmanın mekanik bir usulle değil, büyük bir millî coşkunluk ve inançla gerçekleştirilecek bir kadro meselesi olduğuna; mevcut ve ülkeyi birkaç kere kurtarabilecek bir kadronun küstürüldüğüne ve diğer ülkelerin kalkınmalarında görev almaya itildikleri gerçeğine işaret eder.Bunu önleyici her türlü ve kesin tedbirleri alacağını her daldan bütün Türk teknisyen ve aydınlarına taahhüt eder.
Aziz Vatandaşlarım,
Milliyetçi Hareket partisi, ülkü, inanç, cesaret ve teşebbüsle, azimle hamleler çağını açacaktır. Türk Milletini, refahın, bolluğun, huzur ve mutluluğun kanat çırptığı yeni aydınlık ufuklara götüreceğiz. Bize destek olmanızı diler, saygılar sunarım.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN.
Not : 1975 - 1993 arası yani 1973ten 93'e kadar geçen 4O sene zarfında Türkiye'de pek birseyin değişmediği görülecektir. Aynı itibarsızlık, aynı güvensizlik aynı samimiyetsizlik iç ve dış politika, hatalarının faturası Türk milletine çıkmaktadır. Dolayısı ile Türkiyedeki bütün aksaklıkların bir an evvel kökten giderilmesi için tek alternatif milliyetçi hareketin iktidarıdır |
| | | | GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|