UlkuGulu.Hareket-Forum.Net ÜLKÜGÜLÜ | UlkuGulu.com | facebook.com/UlkuGuluyuz |
|
| GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:33 | |
| ÜLKÜCÜ KADROLAR
Aziz Yurttaşlarım. Milliyetçi Hareket partisi, 14 Ekim 1973 Genel seçimlerinden güçlenerek çıkmıştır. Mahallî seçimler dolayısıyla tekrar milletimizin huzuruna geliyoruz. Milliyetçi Hareket partisi, Türk Milliyetçiliğine dayanır. Hedefimiz Türklüğün yaşayan son kalesi olan Türkiye Cumhuriyetini, vatandaşlarımızın insan haysiyetine yaraşır bir hayat düzeyine sahip olduğu bir ülke ve milletlerarası camiada, tarihî kişiliğine yaraşır şerefli bir mevkiye sahip, güçlü ve büyük bir devlet haline getirmektir. Milliyetçiliğimiz birleştirici, bütünleştirici bir kültür ve iktisat milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği millî bütünleşme ve kardeşlik ilkesine dayanır.
Milliyetçilik, bütün toplumlar için olduğu gibi Türk toplumu için de kalkınmanın, güçlü ve büyük devlet olmanın dinamik, vazgeçilmez unsurudur. Bugün bizden ileri olan milletler, milliyetçilik üküsü ile kalkınmışlardır. Çünkü milliyetçilik, çalışmanın, ilerlemenin hareket unsurudur. Milliyetçilik bir ülküdür. Bu ülkü, bu şuur olmadan milletlerin başarılı olması mümkün değildir. Millî şuura sahip olmayan toplumlar, millî kalkınmayı gerçekleştire¬mezler; dağılmaya mahkûmdurlar.
Türk Kurtuluş Savaşı Türk Milliyetçiliğinin eseridir. Milliyetçiliğin emperyalizme karşı zaferidir. Partimizin hedefi, asırlarca ihmâl edilmiş olan ve bazen kasten öldürülmüş bulunan Türklük şuurunu, millî gururu ve vatan sevgisini tekrar canlandırarak millî kalkınmayı başarmaktır. İktisadî ve kültürel milliyetçilik yan yana olup, biri diğerini tamamlar. Milliyetçilik, millî şuuru, poitikada, devlet hayatında millî menfaatleri en ön plânda tutmayı gerektirir. Başta siyasî partiler olmak üzere, milletvekilleri, devlet adamları ve vatandaşlar bu anlayışa sahip değilse, zümre menfaatleri, şahsî çıkarlar birinci plânda tutuluyorsa, bundan devlet, vatandaş ve millet zarar görür.
Aziz Vatandaşlarım,
Seçim nutuklarında herşeyi vadeden, iktidara gelince herşeyi düzelteceklerini söyleyenler, şahsî hesaplan uğruna, Türk Milletini günlerdir hükümetsiz bırakmaktan çekinmemişlerdir. Köylüyü, dar gelirli vatandaşı inleten pahalılık, iktisadî hayatımızın içine girmekte olduğu dar boğazlar, Türk Mîlletini içte ve dışta tehdit eden tehlikeler, şahsî hesaplarını dalma ön plânda tutan sorumsuz politikacıları ve siyasî partileri, millî menfaatler için fedakârlıkta bulunmaya yeterli olmamıştır.
14 Ekim seçimlerinden sonra bir buçuk aydan fazla bir zaman geçmesine rağmen, TBMM'sinde gurubu bulunan siyasî partilerin bir hükümet kuramamış olmalarının sebebi şahsî hesaplardır. Meclis başkanını bile seçmeden, Türk Milletini hükümetsiz bırakarak, mahallî seçimler için tekrar seçim bölgelerine dağılmak, bunu yapan siyasî partilerin sorumluluk duygusundan uzak ve millî menfaatleri hiçe saydıklarının açık delilidir.
Hergün çığ gibi artan pahalılık karşısında, vatandaş kendi kaderine terkedilmiştir. Dar gelirli vatandaş, köylü, esnaf, memur, işçi zaruri gıdasını bile alamamaktadır. Fakir vatandaşın ekmeğine zam yapılmış, kuru fasulye ve zeytin bile vatandaşın sofrasına uğramaz olmuş; köylü için, işçi için don ! gömlek almak mesele haline gelmiştir.
Aziz Vatandaşlarım,
Milletin bağrından çıkan, onun dertlerini bilen ve onlara çare bulacak, millî menfaatleri herşeyin üstünde tutan ülkücü, milliyetçi kadrolar iş başına geldiği gün, ancak özlenen iktidara kavuşmak mümkün olur. Milliyetçi Hareket Partisi, ülkücü, milliyetçi vatandaşların partisidir. Senelerden beri Türkiye bir otorite bunalımı içindedir. Vatandaş devlete olan güvenini yitirmiştir. Bileği kuvvetli, parası çok olan veya arkası olan, haklıyı haksız çıkartmaktadır.
Görevini yapan memuru yerinden etmektedir. 12 Mart 1971 de kahraman ordumuzun yerinde müdahalesi ile sona eren fiilî anarşi, maalesef hukuken devam etmektedir. Devlet dairelerinde işleri yokuşa süren, vatandaşı "bugün git, yarın gel zihniyeti ile canından bıktıran, sorumsuz bürokra'si, anarşiden başka bir şey değildir. İktisadî hayat, İtam bir anarşi içindedir. Sürekli fiyat artışları birkaç açıkgözü zengin etmekte, dar gelirli vatandaşı Zarurete düşürmekte, devlet ve onu idare eden ve vatandaşın oylan ile işbaşına gelen hükümetler buna seyirci kalmaktadırlar.
Sevgili Vatandaşlarım,
Bugün hangi vatandaşımız belediyelerden memnündür? Bazı sorumsuz kişilerce, bazı belediyeler rüşvetsiz iş yapmayan, vatandaş için zulüm kaynağı olan müesseseler haline getirilmiştir. Belediyelerde çalışan ve bu müesseselerden maaş alan bazı açıkgözler inşaat müteahhitliği yapmakta, usulüne uygun olmayan, oturulması tehlikeli olan, çürük ve ruhsatsız yapılmış binalara, nüfuzlarını kullanarak ruhsat alıp vatandaşlarımızı zarara sokmaktadırlar.
İlgili makamlar, bu çeşit dolandırıcılık olaylarına seyirci kalmaktadırlar. Büyük şehirleriizde hüküm sürmekte olan pislik, plansızlık ve başıboşluğun giderilmesi için birazcık hizmet şuuru yetişir. Gıda maddelerinin insan sağlığına zararlı yabancı maddelerle karıştırılmasına ve açıkta satılmasına göz yumulmaktadır. Piyasada kontrol edilmek ve kafalarda kanun korkusundan eser yoktur. Görevleri hemşehrilerinin hizmetini yapmak olan belediyeleri devlet kapısını şahsî menfaat kapısı olarak kabul eden idareciler, gayelerinden uzaklaştırmışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi, demokratik, insan haklarına saygılı Türk Milliyetçiliğini savunur. Hedefimiz büyük Türkiye'yi kurmaktır. Bunun için önce iktisadî kalkınmayı gerçekleştireceğiz. Ülkemizin şartlarına ve millî tarihine uygun bir toprak reformu yapacağız. Başarılı bir toprak reformu ancak sanayileşme ile birlikte mümkündür.
Partimiz ağır sanayiye öncelik tanır. İktisadî kalkınmada, hedefimiz millî kalkınmadır. Tuk toplumu işçi, köylü esnaf, memur, serbest çalışanlar ve iş verenlerden meydana gelir. Millî kalkınma bütün bu sosyal dilimleri içine alır. İşçinin, köylünün, memurun ve esnafın iştiraki ile fabrikalar kuracağız; fabrikanın kârına iştirak edecek olan işçi, memur, esnaf aynı zamanda fabrikanın sahibi de olacaktır. Yani fabrikayı işçiler kurmuşsa, işçinin malı; esnaf kurmuşsa esnafın malı; memur kurmuşsa memurun malı olacaktır. Aynı şekilde, serbest çalışanlar da iktisadî teşebbüsler kuracaklardır. Amacımız, fabrika yapan fabrikalar kurmaktır. Bu şekilde teşekkül edecek millet sektörünün yanında özel sektör de, devlet sektörü de iktisadî hayatta yerini alacaktır.
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:34 | |
| Partimizin öncelikle ele alacağı meselelerden biri de köylü meselesidir. Tanm Kentleri projemiz, bütün siyasî partilerce benimsenmiştir. Köylerimizi mağara devri hayati yaşayan üniteler olmaktan kurtaracağız. Köyler arasında tesbit edilecek yerlere her türlü hizmetleri köylünün ayağına getirecek tarım kentleri kuracağız.
Köylü, Tarım Kentlerinde elektriği, okulu, hasta-haneyi, adliyeyi ve diğer her türlü devlet hizmetlerini ayağına gelmiş bulacaktır. Tanm Kentleri birer cazibe merkezleri olacak ve köylüleri kendine çekecektir. Bu ise köy sayısının kendiliğinden azalması ve köyünün cazibe merkezlerinde toplanması sonu¬cunu doğuracaktır. Köylünün ürününü gereği gibi değerlendirebilmesi için kooperatifçiliği teşvik edeceğiz. Köylüyü aracıdan tefeciden kurtaracağız. Böylece köylünün ürünü hem gerçek karşılığı ile değerlenecek ve hem de tüketiciye ucuza mal temin edilmiş olacaktır. Orman koyusunun acıklı duru¬mu, Milliyetçi Hareket Partisi iktidarının ilk önce ele alacağı meselelerden biri olacaktır.
Aziz Vatandaşlarım,
Türk Milletinin en büyük düşmanı komünizmdir. 12 Mart 1971 tarihine gelinceye kadar komünizmin Türkiye Cumhuriyetini yıkmak ve kızıl rejimi getirmek için giriştiği şiddet hareketleri hafızalarda henüz bütün tazeliği ile yaşamaktadır. Zamanın iktidarı, vatandaşın can, mal, ırz güvenliğini ortadan kaldıran ve vatanın bütünlüğüne, Türk Milletinin haysiyetine yönelmiş bu eylemler karşısında devlet otoritesini kullanmaktan acze düşmüştür. Bankalar soyulmuş, görevli yerli ve yabancı memurla öldürülmüş, fakülteler işgal edilmiş, devetin gemileri batırılmış ve milyonlara mal olan saraylar yakılmış...
Bütün bu cürümleri işleyen Türklük düşmanı, satmalınmış uşakların arzusu "düzen değişikliğidir". Amaç neydi bu düzen değişikliğinden? Onların cevabı kesin; Türkiye'nin parçalanmasını kabul eden, mülkiyeti ve insan haklarını reddeden bir rejim; yani komünizm ve Doğu Anadolu'da ayn bir devlet kurulması. Fiistin Gerilla Kamplarında özel eğitim gören ve Sıkı Yönetim Mahkemelerinde, nüfus kağıtlarındaki Türk ve Müslüman deyimlerini dahi kabul etmeyen marksist-leninist anarşistler, bazı siyasî partiler tarafından himaye edilmişlerdir. Cumhuriyet Halk Partisi, idam kararlarını tasdik eden Türkiye Büyük Millet Meclisi kararına karşı Anayasa mahkemelerine başvurmuştur.
Cumhuriyet Halk Partisinin bu tehlikeli ve sorumsuz teşebbüsünden cesaret alan anarşistler tekrar eyleme geçerek memleketimizde görevli yabancı teknisyenleri öldürtmüşlerdir. 12 Mart müdahalesinden önce milletlerarası komünst teşkilâtlarından büyük para ve silâh yardımı gören yerli anarşistler "düzen değişikliği" parolası ile Türk Milletinin varlığına kastetmişlerdir. Cumhuriyet Halk Partisi kendi amacı olan düzen değişikliğini getirecek olan bu eylemcileri daima teşvik ve tahrik etmiştir. Zamanın iktidarının, devletin yıkılışı karşısında devlet otoritesini kullanmakta acze düşmesi üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi, Ülkücü gençler hayatları pahasına Türk Milletini ve demokratik rejimi tarihî bir kahramanlık örneği vererek savunmuşladır.
Birçok ülkücü hayatlarının baharında komünist kurşunlanyla öldürülmüşlerdir. Partimizin yaratmaya çalıştığı millî şuur ve Türklük ruhu ile dolu ükücü gençlerimiz, en modm silahlarla mücehhez gerilla eğitimi görmüş anarşistlere karşı çelikten imanları ve cesur yumruklan ie mücadele etmişlerdir. Gençerimizin Türklük ve demokratik rejimi koruma azmi 12 Mart 1971'de kahraman ordumuzun müdahalesi ile gayesine ulaşmış ve son bağımsız Türk Devleti, kızıl emperyalizmin uydusu olmaktan şimdilik kurtarılmıştır. Fedakâr ve yurtsever ükücü gençler Cumhuriyet Hak Partisi Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit'in devamlı hücum hedefi olmuşlardır. Marksist eylem¬ci anarşistleri kınayan tek bir söz söylemeyen Sayın Ecevit, ülkücü gençlere karşı her çeşit iftirayı, suçlamayı reva görmüştür.
Aziz Vatandaşlarım,
Anarşist-komünist uşaklar, biner ve milyonlarla besenirken senin çocukların olan ülkücü milliyetçi gençler, ceplerinde yemek paralarından bile mahrum vaziyette senin hürriyetin, varlığın ve şerefin için şehit olmuşlardır. 12 Marttan önce komünizmle mücadelede Milliyetçi Hareket Partisinin oynadığı rol, tarihe geçmiştir. Anarşistlerin şiddet yoluyla ulaşamadıkları düzen değişikliğini bugün Cumhuriyet Halk Partisi vatandaşların oyunu istismar ederek gerçekleştirmek istiyor. Düzen değişikliği ile istenen şey, sosyalizmdir. Sosyalizm, mülkiyeti, insan haklarını ve millî birliği reddeden bir düzendir.
Türkiye'de uygulanmak istenen sosyalizm, Türk Milletini reddeden, bunun yerine Türkiye halkları fesat görüşünü ileri sürerek vatanımızı parçalamayı hedef alan bir sosyalizmdir. Demokratik rejim içinde meselelerimizi haledebilir, kalkınabiliriz. Türk Milleti kendi siyasî rejimini tayin etmiştir. Türkiye kendi kalkınmasını gerçekleştirecek her türlü potansiyele sahiptir. Yeter ki siyasî partiler,hükümetler, idareciler, millî menfaatleri her şeyin üstünde tutmak şuuruna sahip olsunlar. Yeter ki vatandaşlarımız şahsî hesaplan uğruna Türk Milletinin yüce menfaatlerini hiçe sayan, milletin dertleri ile adeta alay eden gayri ciddi sorumsuz politikacılara-ve onların partilerine oy vermesinler.
Aziz Vatandaşlarım,
Türk Milleti içinde bulunduğu geri kalmışlık, az gelişmişlik illetinden kurtulmak için sabırsızanıyor. Türk Milleti bu arzusuna ancak ülkücü kadroların iktirara gelmesi ile kavuşacaktır. Millî şuurdan uzak, millî tarihini inkâr eden, örf ve âdetlerine ve dinine saygısız, kökü dış kaynaklardan beslenen siyasî partilerden özlenen ülkücü nesli yetiştirmesi beklenemez, ilkokul sıralarından başlayarak üni¬versite öğreniminin sonuna kadar çocuklarımıza, gençlerimize, millî tarih ve Türklük şuuru verilmelidir. Yıllardanberi Türk Millî Eğitimi kendine düşen bu aslî görevi yerine getirememiş; ruhsuz ve Türklük şuuruna yabancı bir neslin yetişmesine sebep olmuştur. Türk Milletinin zaferle, şanla dolu büyük tarihî kişiliği unutulmuş veya kasten unutturul-muştur. Bu ise kendi millî değerlerini hiç nazara almadan yabancıları körü körüne taklit hastalığım doğurmuştur.
Kendine güveni olmayan, tarihini küçümseyen fertlerden oluşan toplumlar devamlı olamazlar. Sağlam karakterli, bilgili, kalbi Türklük ve vatan sevgisi ile çarpan milliyetçi gençlerin yetiştirilmesinde, başta ilkokul öğretmenleri olmak üzere bütün öğretmenlerimize çok büyük görevler düşmektedir, öğretmen gelecek nesillere, topluma yön veren kimsedir.
Gelmiş geçmiş bütün iktidarlarca dertlerine çare bulunmayan öğretmenler, Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında insan gibi yaşama imkânlarna kavuşacaklardır. Partimizin öncelikle ele almak istediği meselelerden biri de budur. Bugüne kadar iktidar olan siyasî partiler, öğretmenlik mesleğine gereken önemi vermemişler; öğretmeni, köyde kentte kendi dertleri ile başbaşa bırakmışlardır. Üniversiteye girmek isteyen gençlerimizin sayısı her geçen gün artmaktadır. Üniversitelerimizin sayısını arttınp daha çok gencimizin üniversite tahsili yapabilmesi imkânnı sağlayacağız. Kaliteli, bilgili ve vatansever öğretim üyesi yetiştirilmesini temin edeceğiz.
Aziz Vatandaşlarım,
Milletlerin uzayı fethetme yansına girdiği çağımızda, Türk evlâdı sen-ben kavgası ile zamanını harcayan, şahsî hesaplan uğruna millî menfaatleri hiçe sayan iktidarlarca yönetilmek bahtsızığı içindedir. Vatandaşın millet olarak yükselmek. Birlik ve kardeşlik ruhu içinde çalışmak alışkanlığı kazandığı ve millî menfaat şuurunu kafasına yerleştirdiği gün, Türkiye kalkınma ve büyük devlet olma çabasında çok önemli bir mesafe katetmiş olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi, millete hizmeti herşeyin üstünde tutan ülkücü gençliğin, aydının, vatandaşın partisidir. Sevgili vatandaşlarım, millete- insan gibi yaşama imkânını verecek, herkese sosyal güvenliğini sağlayacak, her yönden kalkınmış büyük ve güçlü Türkiye'yi kuracak milliyetçi, örf ve adetine bağlı ve dinine saygılı kadrolar Milliyetçi Hareket Partisindedir. Bugün Türkiye'de birbireriyle döğüşen iki cereyan vardır. Komünizm ve Türk Milliyetçiliği. Komünizm, dünyanın dörtte birini yutmuş olan korkunç ve kanlı bir sömürgeciliğin öncüsü ve sömürü aletidir: Türk Milliyetçiliği ise, Türk Milletinin yaşama ve yükselme ülküsüdür. Biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bu yüzden ülküyü zafere ulaştırma savaşını veriyoruz. Bu savaşta, doğruluk, bilgi ve iman önderimizdir. Halkımıza, milletimize ve vatanımıza karşı duyduğumuz sarsılmaz sevgi ve güven en büyük gücümüzdür. Aziz Vatandaşlarım, hepinizi saygıyla selâmlarım. Seçimlerin milletimiz için hayırlı olmasını dilerim. Cenabı ALLAH milletimizi şerirlerin şerrinden korusun |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:35 | |
| KOMÜNİZMİ VE SOSYALİZMİ BİZ EZERİZ
Muhterem Vatandaşlarım, Türk Milleti ikiyüz yildanberi, yıkıntı, gerileme ve bocalama içindedir. 1919-1923 yıllan arasında büyük ******'ün önderliği altında, bir mucize yaratarak Türkiye Cumhuriyetini kurabildik ve daha sonra onun idaresi altında büyük hamleler yaptık. Fakat ******'ten sonra eski hastalıklar geri tepti. Devlet yöneticilerinin bilgisizliği, inceleme, soruşturma ve istişareye önem vermemeleri, kendi rahat ve menfaatlannı millet varlığının üstünde tutmaları, Türkiyemizin kalkınmasını geciktirmiş ve önlemiştir. Cumhuriyet kurulalı elli yıl geçmiş oduğu halde, bugün yine geri kalmış millet durumundayz, yoksuluk, teşkilâtsızlık ve cehalet içindeyiz. Memleketimizi yönetenler, yeteneksiz, seçtikleri yollar, birer çıkmaz sokak, tayin ettikleri hedefler, kısır ve cüce bulunmaktadır.
Aziz Vatandaşlarım,
Milletlerin yükselişini, refah ve mutluluğunu sağlayan esaslar özet olarak şunlardır:
1 - Yüksek manevî inanç sahibi olmak, yüksek ahlâk duygusuna ve kuvvetli milliyetçilik şuuruna sahip bulunmak,
2 - İlim ve teknikte en yükseğe çıkmak ve sanayileşmek.
3 - Gerek tarımda, gerekse sanayide çağa uygun modern, kitlevî çok üretim yapabilmek;
İşte milletleri yükselten, refahlı yapan, bu ana esaslardır. Türkiye'yi bugüne kadar yönetmiş olan iktidarlar, bu temel gerçeklere göre davranamamışlardır. İleri milletlerle aramızdaki mesafe her geçen gün daha çoğalmakta ve büyümektedir. Yurdumuzun bazı yerleri halen taş çağında, mağara devrinde, bazı yerler ise demir devrinde bazı yerler tunç çağında bazı yerleri ancak buhar çağıma girme çabası içindedir. Dünyanın ileri ülkeleri ise, atom, füze ve uzay çağma girmiş bulunmaktadır.
Bu şartlar içinde bizi kimse kendi halimize bırakmaz. Kapılarımızı çeşitli tehlikeler zorlamaktadır. Bu durumda, Türkiye'nin ileri milletlerin izledikleri olağan ve normal gelişme yollarından yürümekle onlarla arasındaki farkı kapatması mümkün olamaz. Mutlaka olağanüstü gayretlere, çalışmalara girişmek zorunluğuna ve halkı şuurlan-dırarak halk enerjisini seferber etmeğe ihtiyaç vardır. Bunun için ülkülerin canlandırılması, güzel sanatlann ve millî eğitimin faaliyete geçirilmesi gerekmektedir. Bu işleri bugün Türkiye'de Milliyetçi Hareket Partisinden başka yapabilecek hiçbir siyasî parti yoktur. Yalnız Milliyetçi Hareket Partisi'dir ki, yüzbinleri bulan her meslekten ülkücü aydınlan ve sayılan yarım milyona varan ülkücü gençleri ile, memleketimizin susadığı ve yıllardır beklediği kalkınma hamlelerini başarma kudretine sahiptir.
Aziz Vatandaşlarım,
Bugün milletimizin çoğunluğu yoksulluk, bakımsızlık ve teşkilâtsızlık içindedir, memlekette bir gücü yeten yetene zihniyeti sürdürülmekte, daha zorba olanın hükmü yürümektedir. Karaborsacılık, tefecilik, vurgunculuk, çeşitli haksızlık ye adaletsizlikler halkımızı perişan etmektedir. Son zamanda kabul edilmiş olan paralı eğitim kanunu ile yoksul ailelerin cocuklannın yüksek öğretim yapma imkânı da kaldırılmıştır.
İşte Milliyetçi Hareket Partisi; bütün bu haksızlıklan ortadan kaldıracak ve halkın kanını emen tefeciliğin, karaborsacılığın, vurgunculuğun kökünü kazıyacaktır. Bütün vatandaşlarımızı içine alan bir sosyal adalet, sosyal yardımlaşma ve sosyal güvenlik teşkilâtını kuracak ve aksaksız işleyen bir fırsat eşitliği düzeni meydana getirecektir, her şeyden önce hukukun üstünlüğüne ve insan sevgisi ile insan haysiyetine hürmet zihniyetini hâkim kılacak ve ekonomik kamu düzenini kuracaktır. Hem de ' bunlan Milliyetçi Hareket Partisi; memleketi komünizme ve bölücülüğe götürmeden yapacaktır.
Aziz Vatandaşlarım,
Ülkemiz hayat pahalılığı ve vergi yönlerinden dünya ülkeleri arasında birinci sırayı işgal etmektedir. Hayat pahalılığı ve vergi mükellefiyetinden en çok zarar gören vatandaşlanmız, dar gelirli vatandaşlarımız, köylü, işçi, esnaf ve küçük memurlanmızdır. Bugün vergi gelirleri incelendiği takdirde, toplanan vergilerin çok büyük bir kısmının işçi, memur, köylü ve esnaftan alındığı derhal göze çarpmaktadır. Hayat pahalılığının da fakirin cebinden alınıp zenginin cebine aktarılan vurguncu bir piyasa vergisi olduğu göz önünde tutulursa, işçi, köylü ve küçük memurlarımızın nasıl ezildiği, nasıl üvey evlât muamelesi gördüğü daha iyi anlaşılacaktır.
Burada, milletimizin yükseltilmesinde en önemli görevi yüklenmiş olan öğretmenlerin, özellikle ilkokul öğretmenlerinin içinde bulunduktan ezici duruma işaret etmek isterim. Toplum hayatımızın her" safhasında, öğretmenlere ayrı haklar ve öncelikler tanınması gerektiği halde, bugün cemiyette en çok sıkıntı çeken, onlardır. Yeni Türkiye'nin gerçek kurucuları olan öğretmenleri, şerefli, refahlı ve toplum içinde söz sahibi yapacağız.
Aziz Milletim,
Bütün bu hayat pahalılığı ve vergi zulmüne karşılık, dar gelirli vatandaşlarımız devlet nimetlerinden yararlanamamaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu adaletsiz ve millî olmayan vatandaşlarımız arasında ayırma yapıp, fakiri daha fakir zengini millet sırtından daha zengin yapan çirkin sistemi yok edecektir. Milliyetçi Hareket Paüsi, zengin fakir ayrımı yapmaksızın, bütün milletin, Türk Milletinin âdil ve güçlü iktidarını kuracaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, dar gelirli vatandaşları, işçiyi, köylüyü, esnaf ve küçük memuru, Türk Milletinin bölünmez aslî unsurları olarak ele alacak, üvey evlât muamelesinden kurtaracaktır.
Büyük Milletim, Milliyetçi Hareket Partisi, Türk Milliyetçiliğine inanan, Türk Milliyetçiliğini savunan bir partidir. Milliyetçilik anlayışımızda bölücülük, sınıf ve mezhepçilik yoktur. Türküm diyen, Türklüğe inanan herkes bizim için aynı değere sahiptir. Milliyetçi Hareket insan sevgi ve saygısına dayanan bir partidir. Bu sebeple, milletimizi sınıf ve mezheplere bölen, bazı fertleri zengin olduğu için sevip, bazılarını fakir olduğu için küçük gören her zihniyet ve partiye karşıdır.
Milliyetçi Harekete göre, milliyetçilik ve kalkınma, köy ve köylüden başlar. Bu amaçla, iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmamızda ağırlık merkezini „ köylerimize vereceğiz. Kalkınmış, zengin, mutlu bir l köy toplumu kuracağız. Köye elektrik, su ve yol, köye fabrika ve atölye, köye teknik ve meslekî okul, köye hastahane götürülmedikçe, köylümüz, dolayı-siyle milletimiz kalkınamaz.
Aziz Vatandaşlarım,
Türk toplumunu meydana getiren sosyal tabakalar arasında en çok ihmal edileni, en fakiri köylü yurttaşlanmızdır. İstatistiklere göre bir köylü vatandaşımızın aylık ortalama geliri 55 liradır. Bir ayakkabının 300 lira, bir gömleğin 100 lira olduğu bir ülkede, bir vatandaşın ayda 55 lira ile nasıl yiyip içeceği, nerede yatıp kalkacağı namuslu vicdan¬ları rahatsız etmelidir. Bir tarafta, bir gecede binlerce lirayı lüks ve eğlencesi için har vurup harman savuran bir avuç azınlık, bir tarafta ortalama aylık geliri 55 lira olan 25 milyon insan. Gelirler arasındaki bu büyük dengesizlik, Türk Milliyetçilerini ciddî bir şekilde endişeye sürüklemektedir. Bu sebeple Milliyetçi Hareket Partisi, ısrarla ciddî bir köy kalkınmasına girişecektir.
Aziz Milletim,
Sosyal güvenlik yönünden, düzeltilmesi gereken bir husus da küçük memur ve esnafımızın güvenlik sistemidir. Bugün Emekli Sandığı ve Bağ-Kur gerekli ihtiyaçlara cevap verememektedir. Eski iktidarlar hiçbir tedbiri ciddî olarak düşünüp almadıkları için ülkemizin sosyal güvenlik sistemi de devekuşuna benzemektedir. Yapılacak iş, köylü, isçi, esnaf, memur ve serbest çalışanların tümünü içine alan, ciddî ve modern, sosyal politikaya uygun yeni bir Sosyal Güvenlik sistemi kurmaktır.
Hiçbir medenî ülkede, sosyal güvenlik; Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar ve Bağ^Kur gibi ayrı müesseseler içinde toplanmamıştır. Ülkemizde bu müesseseler müsteakil kuruluşlar olduğu için, işler hem pahalı olmakta, hem de gereği gibi yürümekte¬dir. Bürokrasi içinde boğulan bu müesseseler, Milliyetçi Hareketin iktidarında tek elde toplanacaktır. Her vatandaş bu yeni kurumun üyesi olacak, hastalık, ihtiyarlık, iş kazası ve işsizlik gibi tehlikeler, eşit ve hızlı bir şekilde giderilecektir.
Aziz Vatandaşlarım,
İnsanlığı alçaltan en iğrenç şey, köleliğe boyun eğmek, uşaklığı kabul etmektir. Bugün Türkiye bizi köleliğe, uşaklığı kabu etmektir. Bugün Türkiye bizi köleliğe, uşaklığa, parçalanmaya sürüklemek isti-yen ağır bir komünizm tehlikesi ile karşılaşmış bulunmaktadır. Eski Dev-Genç üyeleri, Türkiye'yi bölmek isteyen Doğu Kültür Derneği mensupları ve bütün komünistler, yeni Cumhuriyet Halk Partisi çevresinde toplanmışar onu desteklemektedirler. Karaoğlan adını taktıkları Sayın Bülent Ecevit'in kanatlan altında büyük hazırlık içindedirler.
Seçimlerden sonra 12 Mart öncesinden daha şiddeti yıkıcılıklarla memleketi karıştırmaya girişecekerdir. Bunların yardım ve desteğine kucak açmış bulunan Sayın Bülent Ecevit kaplan sırtına binmiş bir adam durumundadır. İstediği yere sevk edemez, durdurmak istese durduramaz, inmek istese üstünden inemez... Ecevit'e oy vermeyerek onu kurtarınız
Muhterem Vatandaşlarım, Vatanımızı bölmek, parçalamak, milletimizi köleliğe, uşaklığa götürmek isetyen komünizmi, faşizmi ve diğer yabancı ideolojileri ezeceğiz ve Türkiye sınırlan içinde bunların namı nisanını bırakmayacağız. Milletimizin, karşılaştığı bu tehlikelerden ancak Milliyetçi Hareket Partisi'nin iktidan kurtaracaktır. Milliyetçi Hareket Partisi bütün vatandaşlarımızı huzu, güven ve adalete, kardeşlik ve sevgiye dayanan gerçek demokrasiye ve hürriyete kavuşturacaktır.
Sevgili Yurttaşlarım,
Yıllardır kalbimizde özlemini çektiğimiz millî ülkülere ve mutluluğa en kısa zamanda sizleri ancak Milliyetçi Hareket Partisi götürecektir. Bizi destekleyiniz. Selâm ve saygılanmı sunanm.
TANRI TÜRKÜ KORUSUN |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:37 | |
| MİLLİYETÇİ HAREKET BAYRAĞI
Aziz Vatandaşlarım, Ülkemiz dünyanın tehlikelerle dolu, en stratejik bir bölgesinde bulunmaktadır. Bugün Ortadoğu ve Akdeniz birer barut fıçısı haline gelmiştir. Komünist emperyalizmle, kapitalist emperyalizm bu bölgede soğuk savaş halindedir. Beynelminel komünizm Ortadoğu ve Akdeniz'de hakimiyetini kurmak için ülkemizi bir uydu haline getirmek, parçalamk, yok etmek istemektedir.
Son on yıl içinde beynelmilel komünizm, anarşist çetelerini bu amaçla, üniversite, fakülte ve işyerlerine sokmuş, Türkiye'yi bir iç savaşa sürüklemek istemiştir. Ülkemizde fakülteleri işgal ettiren, bankaları soyduran, masum insanları kaçırtan, yabancı diplomatları öldürten, millî serveti dinamitlettiren, eski Jandarma Komutanı Sayın Orgeneral Kemalettln Eken'e silâhlı saldın düzenleyerek yaralayan ve erlerimizi şehit eden, hep beynelmilel komünizmdir. Komünizmin hedefi, bağımsız son Türk devletini parçalamak, yıkmaktır.
Büyük Türk Milleti, Beynelmilel komünizm, Türk Devetini yıkmak isterken, sahte sloganlar kullanmış, bunlarla cahil ve gafil .beyinleri yıkamıştır. Komünizmin bütün dünyada kullandığı, sosyal adalet, eşitlik, bağımsızlık ve demokrasi sözleri sahte sözlerdir. Komünist edebiyatta, eşitlik ve sosyal adalet, komünist en büyük devletin, diğer devlet ve milletle! sömürmesi, ezmesi demektir. Bağımsızlık, diğer devet ve milletlerin millî hakimiyetlerine son verip onları patron komünist devletin esaret atına alması demektir. Demokrasi ise, halkın komünist partisi üyelerinin esir ve kölesi haline getirilmsi demektir.
Komünist rejimin hâkim olduğu hiçbir ülkede, sosyal adalet, eşitlik, demokrasi ve hür seçim yoktur. Komünist rejimde halk bir hırka, bir lokmaya ömrü boyunca çalıştırılırken, komünist partisinin bir avuç üyesi, lüks hayat yaşamaktadır. Komünist ülkelerde, hür seçim, çok partili rejim yoktur, komünizm, muhalefete yaşama imkânı vermez. Rejimi en küçük bir şekilde tenkid eden ilim ve sanat adamları ya hapishaneye veya tımarhaneye atılır. Bunun tatbikatını her gün gazetelerde okumakta, radyolarımızda duymaktayız.
Muhterem Yurttaşlarım, Komünist rejim, ferdî mülkiyet düşmandır. Komünist rejimde vatandaşın malmülk sahibi olması yasaktır. Komünist dünya, insanın doğumundan ölümüne kadar bir lokma ekmeğe, bir hırkaya mahkûm edildiği, fikir hüriyetinin mevcut olmadığı ebedî bir cehennemdir.
Aziz Vatandaşlarını, Bugün memleketimizde, Türk Milletini komünizmin ebedî cehennemine sokmak isteyenler vardır.Bugün memleketimizde komünizm propagandası yapanlar, komünizmi bir fikir meselesi olarak gösterip, serbest bırakılıp yayılmasını isteyenler vardır. Türk devletini yıkmak için, beynelmilel komünizm emrinde çalışanları masum gösterip, af kanunlarının kapsamına sokmak isteyenler vardır. Komünizm suçunu fikir suçu olarak ilân edip, anarşist komünistleri affettirmek isteyenler vardır. Bugün memleketimizde komünizm mahkûm edildiği için, sosyalizm perdesi atında komünizmi geliştirmek isteyenler vardır.
Bunları isteyenlerin başında bugünkü Cumhuriyet Halk Partisi ve onun Genel Başkanı Sayın Ece-vit gelmektedir. 'Toprak işleyenin, su kullananın," "Bana sosyalist derseniz bundan ancak memnun olurum", "Doğa kanunu var, topraklan işgal ediniz" gibi kışkırtıcı sözler hep Sayın Ecevit'e aittir. Sayın Bülenk Ecevit daima komünistlere ve anarşistere arka çıkmış, onları kormuş ve onlarla beraber cephe tutuştur. Milliyetçilere karşı ise sürekli iftiralarda bulunarak hücumlar yapmış, düşmanlık göstermiştir.
Meselâ 12 Mart'tan önce, bir aksam Siyasal Bilgiler yurdunda ödürülen Devgenç üyesi komünist Mustafa Kuseyri için övücü demeçler vermiş ve fakülteye giderek yöneticilere üzüntülerini bildirmiş ve baş sağlığı dilemiştir. Bununla da yetinmeyerek, milliyetçiler aleyhine demeçler vermiştir. Ayrıca zaman zaman Milliyetçi Hareket Partisi'ne iftiralarda bulunmuştur.
Sayın Ecevit ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin diğer bazı yöneticileri özellikle son zamanlarda verdikleri demeçlerde şöyle diyor: "Üniversitelerde, iki kavgacı gurup vardı, bunlardan biri tarafa mensup oîanlar, yakalanarak içeriye tıkıldı, diğer gurup ise ellerini, kollarını sallıyarak dşarda serbest geziyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelir gelmez içerdekileri hürriyetlerine kavuşturacak ve aldatılmış olan diğer gurubu da irşat edecektir." Ana muhalefet partisinin liderinin şu sözlerin bakınız ve yurdumuzun ne büyük tehlikelele karşı karşıya olduğunu anlayınız.
Demek sıkı yönetim tarafından mahkemeye verilenler üniversitede kavga çıkardıkları için tutuklandılar... O halde Kültür Sarayı'm kimler yaktı? Marmara Vapuru'nu ve diğer Araba Vapuru'nu kimler batırdı? Bankaları kimler soydu? adam kaçıranlar, adam öldürenler kimlerdi? Orta Doğu Teknik Üniversitesinde Türk askerine ateş açarak, dokuz saat Jandarma Alayına karşı muharebe eden ve erlerimizi şehit edip subaylarımızı yaralayanlar kimlerdi? Bunlar Sayın Ecevit'in masum kavgacı gurubu, Dev-Genç üyesi azılı komünisterdir. Sevgili yurttaşlarım, kuzu postuna bürünerek sizden oy isteyenleri tanıyınız.
Büyük Milletim,
Şimdi de sosyalizm kelimesine dikkati çekmek istiyorum. Bazı yan aydınlar, sosyalizmi, ihtilâlci sosyalizm, demokratik sosyalizm şeklinde ikiye ayırıp, Türkiye'de demokratik sosyalizmin serbest olduğunu ileri sürüyorlar. Bu yanlış, hatalı ve son derece tehlikelidir. Sosyalizmle demokrasi bağdaşamaz. Bunu bizzat, ihtilâlci sosyalistler yani komünistler de beyan etmektedirler. Komünistlere göre, bir tek sosyalizm vardır, o da ihtilâlci sosyalizm, yani komünizmdir.
Bugün dünyanın hiçbir ülkesinde demokratik sosyalizm yoktur. Lenin, Mao, Kastro gibi komünist liderler, demokratik sosyalizmi daima reddetmişer, bu kavramla alay etmişlerdir. Muhalefet tanımayan, bütün üretim araçlarını, fabikayı, boyacı sandığını, dağdaki keçiyi bile devletleştiren, toprak ve araziyi köylünün elinden alıp devletin kollektif çiftliği haline getiren, bütün ekonomiyi merkezi totaliter bir plân dairesinin emrine vermek isteyen bir sosyalizmin demokratik olabilmesi mümkün değildir.
Aziz Vatandaşlarım.
Bazı yurttaşlarımız Avrupa'da sosyalizmin olduğunu, meselâ isveç'te sosyalist bir rejimin iş başında bulunduğunu söylüyorlar. Bu da yanlıştır. Avrupa'da, İsveç'te sosyalizm yoktur. Bu ülkelerde sosyal demokrasi adı altında sulandırılmış, yumuşatılmış bir özel sektörcülük, bir kapitalizm söz konusudur.
Muhterem Yurttaşlarım, Tarihi boyuncu hür ve bağımsız yaşamış, şeref ve haysiyeti için savaşmış, Büyük Türk Milletini, sosyalizm yaftası altında komünizme götürmek isteyen zihniyete oy verme. Gittikçe sosyalist bir hüviyete bürünen demokratik sol adı altında ülkemizi maceralara götürmek isteyen, 'Toprak işleyenin, su kullananın" diyenlere oy verme.
Aziz Milletim, Komünizmin istediği iktidarlar, âciz, korkak iktidarlardır. Komünizmin istediği iktidarlar, hayat pahalılığını yaratan, vurguncuya, karaborsacıya zemin hazırlayan iktidarlardır, komünizm mikrobunu büyütüp geliştirecek en iyi bataklık, siyasî iktidarların aczi, hırsızlık, enflasyon, hayat pahalılığı, yoksulluk, geçim sıkıntısı ve vurgunculuktur. Eğer son on yılda ülkemizde komünizm, bu kadar gelişmiş, adam kaçırıp, diplomat öldürmüş, banka soymuş, millî serveti imhaya kalkışmışsa, bunun sebebi, siyasî sorumluluğu taşıyanların aczi, korkaklığı ve iktisadî, sosyal konulardaki bigisizliği, becereksizliğidir.
Sevgili Vatandaşlarım, Komünizm ve hayat pahalılığı ile en iyi mücadele edebilecek parti, Türk Milliyetçiliğine inanan, cesur ve faziletli evlâtlarındır. Milliyetçi Hareket Partisi, komünizmi, hayat pahalılığını yok edecektir. Milliyetçi Hareket Partisi, hürriyet ve demokrasi içinde, ülkemizi kalkındıracak, çağdaş medeniyete ulaştıracak, âdil gelir dağılımını sağlayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, komünizme ve faşizme, insanı ve milletleri ezen emperyalizme, her türlü dikta rejimlerine karşı, hakka, hukuka dayanan, hürriyet ve demokrasiye inanan bir fazilet partisidir. Milliyetçi Hareket Partisi, vatan topraklarımız üzerinde yaşayan herkesi kucaklamak isteyen, mezhepçiliğe, sınıfçılığa, bölgeciliğe, her türlü bölücülüğe karşı, bütün yurttaşlarımızı bütünleştirici, birleştirici bir partidir.
Sevgili Yurttaşlarım, Yeni bir bayrak açmış bulunuyoruz. İnsanlarımızı şerefiile, haysiyetle yaşatmak için mücadele edeceklerin bayağını açmış bulunuyoruz. Milletimize refah ve mutluluk yollarını tıkayan tefeci, karaborsacı, vurguncuların kökünü kazıyacak savaşçıların bayrağını açmış bulunuyoruz. Komünizmi ezecek, Türk Milliyetçiliğini yükseltecek ülkücülerin bayrağıdır bu. Aziz vatandaşlarım bu bayrağın altında toplanınız. Memleketimizi mutlu yarınlara götürecek olan bu davayı destekleyiniz
TANRI TÜRKÜ KORUSUN. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:38 | |
| MİLLİ DEVLET
Muhterem Vatandaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisi Millî Devlet ülküsüne inanır. MİLLÎ DEVLET Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içerisinde yaşayan her Türk vatandaşını kucaklayan, bağrına basan bir devlet biçimidir. Bizim gözümüzde Türk Milleti; bölge, mezhep, ırk veya parti ayınım gözetmeksizin bölünme kabul etmez kutsal bir bütündür. MİLLÎ DEVLET, vatandaşlan bölge, mezhep, ırk farkı tanımaksızın ALLAH'ın mukaddes bir emaneti olarak görür. MİLLÎ DEVLET her türlü sosyal, siyasal ve ekonomik imtiyazlara karşıdır. Millî Devlet'de bölücülük yok, birlik, bütünlük vardır. Milliyetçi Hareket Partisi Millî Devlet ülküsü içinde, 70 milyon vatandaşımızı bütünleştirecek, Türklük ülküsüyle yoğuracaktır.
Aziz Vatandaşlarım
Milliyetçi Hareket Partisi güçlü, kalkınmış, mutlu bir Türkiye kuracaktır. Güçlü büyük Türkiye'de bugünkü gibi, yan aç yan tok vatandaş kalmayacaktır, büyük Türkiye refahlı insanlar ülkesi olacaktır. Yoksulu, fakiri çok bir ülkede millî dayanışma olmaz. Bugün ülkemizde büyük halk kesimleri geçim sıkıntısı çekmekte, yarınına güvenle bakmamaktadır. Bilhassa orta ve küçük memurlar, küçük esnaf, çiftçi ve köylü vatandaşlanmız; pahalılığın, sefaletin pençesinde kıvranmaktadır, milliyetçi Hareket partisi, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapan BU PAÇAVRA İKTİSAT
SİSTEMİNE SON VERECEKTİR! KALKINMANIN ÖLÇÜSÜ
Sevgili Vatandaşlarım, Milletimiz yoksul durumda, geri kalmış ve insanca yasama imkânlarına sahip değildir. Üstelik derdini kimseye anlatamamakta, tarih boyunca, müşfik bir baba olarak görmeye alıştığı Devletten beklediği ilgiyi bulamamaktadır. Ürettiğinin karşılığını alamıyor, kazancının çoğunu aracılara, tefecilere vermek zorunda kalıyor. Rüşvetsiz, iltimassız iş yaptırmakta güçlük çekiyor. Dış Ticaret açığımız gittikçe büyüyor, ihracatımız yerinde sayarken, ithalâtımız artıyor, bir tanm ülkesi sayılmamıza rağmen, emeklilik buğdayımızı bile başkalarından alıyoruz. Niçin bu böyledir?
Çünkü, şimdiye kadar iktidara gelmiş partiler, ya kapitalist, ya da sosyalist modellerden medet ummuşlardır. Memleketimizin yapısını hiç hesaba katmamışlardır. Asıl önemlisi iktisatça kalkınmanın; dar kalıpları içinde katılaşmış doktrinlere körükörüne bağlanmaktan ziyade, müsbet ilim zihniyetine ve yetişmiş insan gücüne bağlı olduğunu unutmuşlardır. Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi iktidar oldukları dönemlerde kalkındığımızı ileri sürerler.
Gerekçeleri de hazırdır. Derler ki; on yıl önce üretilen değerleri aştık, daha çok köye elektrik verdik, daha çok okul yaptık, fert basma düşen millî geliri dörtbin liradan, beşbin liraya çıkardık. Böyle bir hesabın milleti kandırmaktan başka hiçbir değeri yoktur. Çünkü, bir ülkenin kalkınıp kalkınmadığı, kendi kendisiyle değil, diğer ülkelerle ve ileri milletlerle yapılacak kıyaslamalar sonucu ortaya çıkacaktır, meselâ belli bir süre önce fert başına düşen geliri bakımından eşit olduğumuz ülkeler ele alınır, sonra bugünkü duruma bakılır.
Eğer o ülkeleri geçmişsek kalkmıyoruz denilebilir. Böyle bir açıdan bakılınca durumumuz yüz kızartıcıdır. Birtek misâl ile yetineceğim: 1960 yılında milli gelir ortalaması bakımından komşumuz Yunanistan ile eşittik. 1974 yılında Yunanistan'da fert başına düşen milli gelir tam Türkiye'nin üç katıdır!
KALKINMA ANCAK DOKUZ IŞIK İLE MÜKÜNDÜR
Milliyetçi Hareket partisi, ülkemizin şartlarına ve milletimizin yapısına uygun bir doktrinle, DOKUZ IŞIK Doktriniyle ortaya çıkmış ve hızlı kalkınmanın yolunu bulmuştur. Biz, Sosyalizme de, Kapitalizme de karşıyız dediğimiz zaman, bazıları hayret ediyor.. Nasıl bir görüşten yana olduğumuzu soruyorlar... Tekrar ilân ediyoruz ki; Milliyetçi Hareket partisi hiçbir zaman bize benzemeyen; insanın yapısı, coğrafyası, gelenekleri değişik yabancı doktrinlerle kalkınmamızın mümkün olmayacağını, müspet ilim zihniyetine uygun bir düşünceyle tesbit etmiş; Her şey Türk'e göre, Türk için ve Türk tarafindan yapılması gerektiğini öne sürmüştür. İktisatça kalkınmamızın başlıca şartlarını sıralıyorum:
En kısa zamanda sanayileşmek zorundayız. Ancak, sanayileşmedeki kastımız: Montaj veya tüketim sanayii; Coca-Cola, Dandy sakızı sanayii değil, ağır sanayi yani üretim endüstrisidir. Makina yapan fabrikaların kurulmasıdır. Temel parçalan yabancılardan almak ve bunları birbirine eklemekle, sanayileşmenin bir ilgisi yoktur. Sanayileşmedikçe, kalkınmanın imkânsızlığı da şu ilmî gerçekten ileri gelir. Her tanm ülkesi sanayileşmiş ülkeler tarafından sömürülmeye mahûmdur. İktisatça kalkınmanın diğer bir şartı da yerleşme bölgesinin sayısına bağlıdır, yapılan hesaplara göre memleketimizde 70.000'ni aşkın yerleşme bölgesi vardır. Oysa nüfusu bizden fazla olan gelişmiş ülkelerde yerleşme bölgelerinin sayısı 10.000'ni geçmez! Bu konuya bir çözüm yolu bulmadığımız müddetçe, dünyanın en bilgili uzmanlarını getirsek, kalkınmamıza asla imkân yoktur.
Hesap gayet açıktır: 70.000 yerleşme bölgesine hizmet götürmek zorundayız, yolunu, okulunu, camisini, hastahanesini yapacağız. Suyunu, elektriğini vereceğiz... Fakat hangi parayla, hangi elemanla? İşte, Milliyetçi Hareket partisi ilim adalanmızca kesin olarak ortaya konulan bu durumu gererek, TARIM KENTLERİ projesini milletimize takdim etmektedir, bütün hizmetlerin götürülmesine uygun, merkez köyler seçilecek, civar köyler hiçbir zorlama olmaksızın, refah içinde yaşamlarını sağlayacak olan TARIM KENTLERİNE yerleşeceklerdir. Geçim sıkıntısı yüzünden almanya'ya gitmeye, üstelik yabancılar tarafından horlanmaya razı olan köylümüzün, her türlü yoksulluğa katlanıp köyünden uzaklaşmayacağını düşünmek; saflık değilse kötü niyete işarettir. Kaldı ki TARIM KENTLERİ çok yakın köylerde kurulacağından, gurbet acısı da çekilmeyecektir.
MANEVİYATÇI VE AHLÂKÇIYIZ
Milliyetçi Hareket Partisi yalnız maddece kalkınmanın yetersizliğine inanmıştır. Bir milletin yükselmesi ve varlık davasını kazanması için manevî kalkınma şarttır. İnançsız, ülküsüz, ahlâksız, örf ve âdetlerine yabancı bir millet ne kadar zengin olursa olsun, eninde sonunda yıkılmaktan kurtulamaz. Manevî kalkınma maddî kalkınmanın itici gücüdür, ahlâkça sağlam fakir bir milletin refaha ulaşması mümkündür. Fakat, manevî ahlâkî değerlerini kaybetmiş zengin bir millet; tarihten alınan derslerin de gösterdiği gibi mutlaka çöker! Partimizin doktrini DOKUZ IŞIK'a AHLÂKÇILIK ilkesinin eklenmesi bundan ötürü¬dür. Biz, madde ve mânâ gücünün ahenk içinde, birbirine kenetlenerek yaşaması gereğine inanıyoruz. Doktrinimiz, İslâm imânı, ahlâk ve faziletiyle, Türklük şuur ve gururu esasına dayanır. Kalkınmamızı engelleyen başlıca yanlışlardan birisi olan, doğulu gibi üretmek, batılı gibi tüketmek alışkanlığının ancak sağlam bir imanla önleneceğine şüphe yoktur. Sosyalist ve Liberalist kalkınma modellerini taklit eden partiler insanlarımızı yalnız maddeden ibaret saymakta, manevî ihtiyaçların, ruh zenginliğinin değerlerinden habersiz görünmektedirler. Milliyetçi Hareket Partisi, Aziz Milletimizin ne İNANÇLI YOKSULLAR. NE DE MADDEYE TAPAN ZENGİNLER OLMASINA RAZI DEĞİLDİR. MİLLÎ DEMOKRASİ
Büyük Türk Milleti!
Milliyetçi Hareket Partisi insan hak ve hürriyetlerine inanır, insan sevgisine dayanır. Çünkü milliyetçi Harekete göre haklan gasbedilmiş, hürrtyetleri alınmış insanlar yapıcı, üretici olamazlar. Türkiyemizin bir an önce kalkınabilmesi, milletler ailesinin hatırı sayılır bir üyesi olması ise, bütün vatandaşlarımızın yapıcı, üretici olmasına bağlıdır.
Bu sebeble biz Milliyetçi Hareket partisi olarak hak ve hürriyetler rejimi olan demokrasiye inanıyoruz. Ancak, hemen belirtelim ki; demokrasi milleti sınıflara bölen, bir avuç azınlığa hak tanıyıp, büyük millet çoğunluğunu ezen, sömüren bir imtiyazlar rejimi değildir. Milliyetçi Hareket Partisi, köhnemiş, çağdışı sınıfçı demokrasilerle bir avuç azınlığın saltanatına dayanan sömürücü demokrasilere inanmaz! Milliyetçi Hareketin uygulayacağı demokrasi, milletin bütün fertlerine yönetme, yönetilme hakkı tanıyan demokrasidir. Millî Demokraside, ne sahte bir sınıf, ne de bir avuç azınlığın diktası vardır. Milli Demokraside efendi olarak millet vardır. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:39 | |
| MİLLET SEKTÖRÜ
Aziz Vatandaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisi işçiyi, köylüyü; esnafı, memuru sermaye sahibi yapacak, yeni kurulacak fabrika ve tesislerin mülkiyetine ortak edecektir. Demokrasinin gerçek hürriyet rejimi olabilmesi için, her vatandaşın malmülk sahibi olması, sermayeye ortak olması şarttır. Bunun için Milliyetçi Hareket Partisi; Memur Yardımlaşma ve Kalkınma, Köylü Yardımlaşma ve Kalkınma, İşçi Yardımlaşma ve Kalkınma, Esnaf Yardımlaşma ve kalkınma kurumlarını kuracaktır, böylece yıllardan beri birer tasan halinde olup da, bir türlü gerçekleşemeyen bu büyük tasarruf ve kalkınma kurumlan gerçekleştirilecek, memurlar için MEYAK, işçiler için İYAK, esnaf için EYAK ve köylüler için KOYAK projeleri işler hale getirilecektir. Bu kurumlar içinde teşkilâtlanacak olan memur, işçi, esnaf ve köylülerimiz biriktirilen milyarlarca lira para ile bir taraftan kurulacak fabrika ve tesislerin artağı olurken, diğer taraftan kara günlerinde çeşitli kredi ve sosyal yardımlara sahip olacaklardır.
Muhterem Vatandaşlarım, MEYAK, İYAK, EYAK ve KOYAK gibi tasarruf ve yatırım kurumlarının kurulması sonucu meydana gelecek milyarlarca lira kalkınmamızı sağlayacak büyükdev fabrika ve tesislerin yapılmasına aynlacaktır. Ancak hemen belirtelim ki; kurulacak olan bu fabrika ve tesislerin ortağı ne devlet ve ne de bir avuç azınlık olacaktır, bu fabrikaların sahibi, emek ve alınterleriyle bu kurumlan oluşturan memur, esnaf, işçi ve köylüler olacaklardır. Böylece emek ve küçük tasarruflar hertürlü sömürüden kurtulmuş, gerçek hak sahibinin, yani işçinin, köylünün, esnafın ve memurun cebine, hisse senedi, tapu senedi olarak gerçektir. Bu yol bir taraftan ülkemizin hızla kalkınmasını sağlarken, diğer taraftan millî gelirin sosyal kesimler arasında adil bir şekilde dağılmasını temin edecektir. Bu yol ülkemizde, sahte sosyalizmi, bozuk kapitalizmi kovacak, DOKUZ IŞIK'çı MİLLİYETÇİ, ÜLKÜCÜ, HALKÇI, TOPLUMCU Düzeni kuracaktır.
EĞİTİM MESELEMİZ
Aziz Vatandaşlarım, Bugün bir çok ananın, babanın, gencin yüreği dertlidir. Bu yıl 202 bin Türk genci üniversite veya yüksek okula girememişlerdir. Üniversite giriş sınavından çok; bir tasfiye sınavı olduğu açıkça ortaya çıkmış bulunan bir sistemle her yıl 202 bin gencimize, yeni genç nesiller eklenecek, bu sayı 300 bini, 400 bini bulacaktır, anayasaya göre her Türk vatandaşı okuma hakkına sahip, devlet de onu okutma, eğitme ödevi içindedir. O halde yapılacak iş mevcut Üniversite ve Yüksek okullarda bulunan gizli kapasiteleri açıp, genişletirken diğer taraftan da yeni bir yüksek öğrenim sistemi kurmaktır. Kalkınan ülkeler kalkınmasını yüksek öğrenim kurumlarına, yüksek öğrenim yapmış aydınlara borçludur.
Mevcut imkânlarımızı zorlayarak yeni yüksek okullar açmak, yüzbinlerce gencimizi buralarda okutarak ülkemizin ekonomik ve bilimsel kalkınmasını hızlandırmak zorundayız. 202 bin gencimizi bu yıl öğrenime almak için yeterli binaya, güzide öğretim kadromuna ve diğer personele sahibiz. 15 yıl önce bugünkü bina ve öğretim kodrosunun üçde biri ile üç kat fazla öğrenci okutabilen öğrenim kurumlanınız bugünkü yetişkin ve kat kat fazla kadrosu ile daha çok öğrenci okutabilir. Ancak ilmî araştırmanın zorluğu, yoruculuğu karşısında öğretim üyelerinin bugün ellerine geçen ekonomik imkânlar son derece yetersizdir. İlim zor olduğu kadar da pahalıdır. Bu sebeble Milliyetçi Hareket Partisi güzide ilim adamlarımızın hayat şartlarını, ekonomik güçlük ve zorluklarını öncelikle ele alıp giderilmesini savunmaktadır.
M.H.P. ÜLKÜCÜLERİN İNANÇ HAREKETİDİR
Muhterem Vatandaşlarım, Bağımısız son Türk Devletini yıkmak isteyen komünistlere, sahte sosyalistler, bölgeci ve azınlık ırkçılanna, bölücülere karşı en güçlü, en kuvvetli parti olan Milliyetçi Hareket Partisinde toplanınız! Milliyetçi Hareket Partisi gerçek milliyetçilerin, çilekeş ülkücülerin partisidir. Milliyetçilik sözle olmaz! Milliyetçilik inanç ve aksiyonla, hareketle olur. Milliyetçilik inanç ve aksiyonla, hareketle olur. Milliyetçilik her yerde, her zaman, herkese karşı vatan ve millet bütünlüğünü korumak, gerekirse bu yplda can vermek, mücadele etmekle olur.
Milliyetçiliği salonlarda, kulüplerde, veya seçim meydanlannda sözle yapan, sadece dörtduvar içinde veya kâğıt üzerinde milliyetçilikten bahsedenler milliyetçi olamazlar! Bunlar, milliyetçiliği sömüren istismarcılardır, milliyetçilik, sahte sola, komünizme, bölücülüğe karşı her zaman, her yerde karşı koyan ve bütün Türk Milletinin birliği, berabereliği, kardeşliği, mutluğu için çalışan ve gerekirse bu uğurda hayatını tehlikeye koyan ÜLKÜCÜLERİN İNANÇ HAREKETİDİR!
Komünizme sahte sola, bölücülere her yerde karşı koyan Milliyetçi Hareket Partisidir. Bütün Milliyetçileri Milliyetçi Hareket Partisinde toplanmaya çağırıyorum. Selâm ve saygılar sunuyorum. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:41 | |
| ÜLKÜCÜLÜK KALKINMANIN DAYANAĞIDIR
Türkiye'miz buhranlı bir geçitten geçmektedir. Türk milleti, asırlık ihmallerin başımıza ördüğü azgelişmişlik çemberini parçalamak için çırpınmaktadır. Devletin imkânları hiç olmazsa bugünkü kullanış tarzıyla, Türk insanının bütün taleplerini karşılamaya yetmemektedir.
TOPLUMLAR İÇİN DÜĞÜMLER
Dünyanın sanayileşmiş ülkeler ve sanayileşmeye çalışan ülkeler olarak ikiye ayrılmış olması, çağımızın en müessir gerçeklerinden biridir, Sanayileşme, gelişme yolundaki ülkelerin hem en büyük hedefidir, hem de en sıkıntılı derdidir. Çünkü sanayileşme zordur, uzun bir yoldur. Zorluklan yenmek ve uzun yolu kısaltmak için ihtiyaç duyulan imkânlar ise genellikle sınırlıdır...Halbuki, insanlar sanayi toplumunun nimetlerine kavuşmak için sabırsızlanmaktadır. Türkiye gibi bütün demokratik ülkelerde hükümetler, kitlelerin haklı talepleriyle karşı karşıyadır. Fakat imkânlar sınırlıdır. Dışarıdan durgun gibi görünen totaliter rejimler bile, içten içe derinleşen bunalımlara sahiptir.
ÜLKÜCÜLÜK KALKINMANIN DAYANAĞIDIR
Çağımız kalkınma yolundaki ülkeler için sabırsızlık çağıdır. Millet olarak, kalkınmış ülkelerin güçlerine, refahlanna gıpta ediyoruz. O seviyeye ulaşmak için sabırsızlanıyoruz. Millet kesimlerini teşkil eden işçimiz, köylümüz, memurumuz, esnafımız, çağdaş sanayi toplumlannın tüketimini Türkiye gibi bir ülkede yürüten toplum kesimleri karşısında huzursuzluk duyuyorlar.
Hiç kimse "sabır" tavsiyesinin gerçekçi bir yol olduğunu iddia edemez. Aksine, kalkınma heyecanı vatansever, ülkücü ve bilgili kadrolar elinde bir hızlı kalkınma âmili olarak değerlendirilebilir.Sabırsızlığın kötüye kullanılması da mümkündür.Sanayileşmenin nimetlerinden toplumun ancak küçük bir kısmının oburca istifade etmesi ıslâh edilemezse, millete yönelenbir silâh haline gelebilir. Nitekim tarihte sınıf kavgalan daima böyle ortamlarda infilâk etmiştir.
Demek ki, Türkiyemiz bir kavşak noktasındadır... Kalkınma sabırsızlığı, sosyal değişme bunalımlan, halkın artan talepleri, siyaset adamlan için bir ilham kaynağı, bir milletçe hamle imkânı olabilir. Böyle bir ortam, bazı siyaset adamlan için vatandaşı birbirine düşürmek, sınıf kavgası felâketini körüklemek, kitlelerin haklı isyanlarını siyasî hırslarla iç savaşa sürüklemek fırsatı olarak da görülebilir. Türkiye'mizin bugünkü manzarası, siyasî ve sosyal muhteva olarak belirmektedir.Türkiye'de sefalete çare bulmak için çırpınan siyaset adamı da vardır. Vatandaşın sefaletini siyaset pazarına çıkaran politikacı da görülmektedir.İşte böyle kritik bir tarihî anda, politik tema yükü ne olursa olsun, bütün vatansever devlet ve siyaset adamlarının bir felsefe birliği yapmaları gerekmektedir...
YENİ BİR FELSEFE İHTİYACI
Türk siyasî hayatında 1960'lardan beri daha da kesinleşerek ortaya çıkan bu yeni sosyal temel, yeni bir siyaset felsefesine ihtiyaç göstermektedir.Türkiye'de bir zamanlar siyaset felsefesi, "Hikmeti hükümet" ten ibaretti. 1946'dan sonra gelişen çok partili hayat, sosyal muhtevadan mahrum bir "parti itibarı" mefhumunu kötü bir şekilde felsefeleştirdi...
Aslında bunların hiçbirisi, tutarlı ve çadaş bir "siyaset felsefesi" sayılmazdı.Bugünkü Türkiye'nin yukarıda çizdiğimiz siyasî ve sosyal tablosu, bu felsefelerle sadece daha karışık, daha karanlık bir hale gelebilir..Halbuki bugünkü Türk insanı, siyaset adamlarından özet olarak iki şey beklemektedir: Adaletli bir hizmet ve coşkun bir sevgi...
BİZ MİLLİYETÇİLERİN POLİTİKA FELSEFESİ
Sanayiin halen yetersiz olan nimetlerini paylaşma yansında olan toplum kesimlerinin, devletin adalet ve sevgi elini iç kavgadan, sınıf savaşından, yani millî yıkımdan kurtarması gerekiyor. Hızlı kalkınmayı gerçekleştirmek için, siyaset adamlarının kalkınma yolundaki engelleri bertaraf etmesi, millî potansiyeli değerlendirmesi; imkânları, mahdut İazınlıklara değil geniş vatandaş kitlelerine sunması gerekiyor.işte bizim teklif ettiğimiz ve mücadelesini yürütuğumuz siyaset felsefesi, bu noktada billûrlaşmaktadır: Emperyalizme ve bölücülüğe karşı milliyetçilik, sosyal adaletsizliğe karşı ahlâkçı ve demokratik bir toplumculuk, hürriyet kundakçılığına karşı demokrasi... Vatandaşı kin ve nifaka değil sevgi ve işbirliğine çağıran ve buna örnek olan bir icraat. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:42 | |
| JEOPOLİTİĞİMİZ ve DIŞ POLİTİKAMIZ
ORTADOĞU ve TÜRKİYE
Türkiye Cumhuriyeti 16 İmparatorluğun devamı ve Osmanlı Devleti'nin mirasçısıdır. Osmanlı Devleti Kınm'dan Yemen'e, Kafkasya'dan Cezayir'e kadar uzanan sahadaki milletlerin barış ve huzur içinde yaşadığı bir imparatorluktu.
Bu imparatorlukta Türk Hakanlığı - İslâm Halifeliği - Roma Kayzerliği birleşmiş, hukuk ve imkân eşitliği içinde hür yaşayışlarını sürdürmüş idiler. İmparatorluğu teşkil eden bölgelerden hiçbirisi müstemleke değildir, iktidarın indinde hiçbir kavgim diğerinden aşağı tutulmamıştı. Osmanlı ordusunda bir Konyalı subayın emirleri Cezayirli, bir Libyalı subayın postası Bağdatlı olabilirdi.
İmparatorluk bu hür, âdil ve müsamahakâr vasfı ile üç kıtanın bağlantı yerinde banşı kuruyor ve koruyordu. İmparatorluğu teşkil eden bölge milletleri de kendilerinin olan devletin her bölgesini aynı kuvvetle savunmaya çalışıyorlardı. 93 Savaşı namıyla anılan 1877 Rus-Türk Harbinde Filistin alaylının bütün erleri, bir tanesi dönmemek üzere, Plevne'de şehit oldular. 1911 İtalyan tecavüzünde Mustafa Kemal, Enver Paşa, Fethi Bey gibi subaylar Libyalı aşiretlerle ve şimdiki Libya Kralı'nın ceddi olan Şeyh Sunusi ile birlikte Trablusgarb'ı korumuşlardı. İmparatorlukta iştima etmiş milletler ve bölgeler, hiçbir ayrılık gayreti göstermemişlerdir.
Ancak sanayi inkılâbının bölgede geç idrak edilmesi, sanayileşmiş devletlerin bu büyük blok üzerinde iştiha duymalarına sebep olmuş, bu devletlerin sanayici güçleri ile Rusya'nın emperyalist emelleri birleşerek bu blokun dağılmasına âmil olmuşlardır.Dünya barışının kurulması ve korunması için büyük bir denge unsuru olan ve Akdeniz emniyetini sağlayan Osmanlı kudreti, kendini teşkil eden milletlerin menfaat ve iradesi hilafına dış tesir ve tazyiklerle Birinci Dünya Harbi'nde yıkılmış ve Lozan barışında bu yıkılma bize de tasdik ettirilmiştir.
İmparatorluğu teşkil eden bölgeler, İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından bölünmüş ve hakikî sömürge hayatı başlamıştır, ikinci Dünya Harbi'nin sonunda bölgelerin milletleri istiklâllerini kazanarak bugünkü statü teşekkül etmiştir.Bu bölge ticarî, iktisadî, askerî ve manevî bir bütün teşkil eder. Üç kıt'a arasındaki deniz, kara ve hava yollan bu bölgeden geçer ve eski dünyanın irtibatlandığı yerdir.Demir, kömür, pamuk, buğday, petrol gibi onsuz olunmaz maddeler, bölgede kendine yetecek ve dünya piyasasını etkileyecek miktarda mevcuttur. Türkiye demir, kömür ve diğer madenleriyle bölgenin ağır sanayi mamullerini; Irak ve Suriye buğday ve pamuğunu; İran, Kuveyt, Bahreyn ve Suudî Arabistan petrolünü temin ederek bir iktisadî bütün teşkil ederler.Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Denizi ile çevrili olan bu saha milletlerarası siyasette bütün stratejik manevralara müessir ve kendisi üç kıtaya ve dolayısıyla dünya muvazene ye mücadelesinde ihmali mümkün olmayan bir ağırlık teşkil eder.
Bu bölge insanlarının hepsi İslâm dinindendirler. 1300 senedir aynı kıbleye yönelir, aynı kitabı okur, aynı duayı ederler. 400 sene aynı bayrağı başta taşıdılar. 400 sene Türk bayrağı Kabe'ye çekildi. Bunun meydana getirdiği manevî ve hissi birlik her çeşit hesabın ötesinde bir kuvvettir. Netice olarak diyebiliriz ki, yukarıda sayılan şartlar, Ortadoğu devlet ve milletlerini birbiri için vazgeçilmez tamamlayıcılar haline getirmiştir. Bu devletler arasında tahakkuk edecek bir müşterek siyaset sulh, sükûn ve refah âmili olacaktır.
Bazı garip düşünceli kimseler teokratik devletlerle işbirliğinin laisizme aykırı olduğu iddiasında bulunmaktadırlar. Bunlar eğer kasıtlı değilse, mânâsız mütalâalardır. Zira Türkiye, teokratik İngiltere ile ittifak halindedir.Devletlerarası münasebetler, milletlerin yararına göre düşünülür.Kapitalist Amerika ile Komünist Rusya, Emperyalist ingiltere İkinci Dünya Harbi'nde ittifaktan kaçınmamışlardır. Şu veya bu prensip uğruna millet menfaatlerini haleldar etmek, devlet adamlığı ile kabili telif değildir.
Hükümetin dış politikası heveskâr ziyaretlerle yönetilir, sanılmaktadır. Ortadoğu memleketlerini taciz ve tehdit eden Mısır'la, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile menfaat birliği kurmuş Yugoslavya Üe işbirliği teşebbüsleri plâtonik bildiriler teminine bile güç yetiremez. Türkiye hükümetleri, diplomatik deneme ziyaretleri ile dış münasebetler kurulamayacağını bilmelidirler. Tecrübeli diplomatların hiç de az bulunmadığı Hariciye Vekâleti teknisyenlerinin mütalâalarına itibar edilmeli ve politikacıların tecrübe noksanı onların bilgisiyle tamamlanmalıdır. Türkiye kuvvetli, müstakar ve iyi niyetli bir güney politikası tatbik etmelidir. Millî menfaatlerimiz bu yöndedir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:43 | |
| DIŞ POLİTİKA GELİŞMELERİ
İçinde yaşadığımız çağ, milliyetçilik ve halkçılık çağı olmaya devam etmektedir. Dünya üzerinde milletler ve devletler arasındaki münasebetleri yalnız ve sadece millî menfaatler ayarlamaktadır. Devlet halinde teşkilâtlı topluluklar olarak yaşamakta olan insanlar birbirleriyle temaslarını ayrı ayn milletler kimliği içinde sürdürmeye devam etmektedirler. Henüz hiç bir toplumun falan ülkenin halkı veya halkları adıyla ortaya çıktığı görülmemektedir. Buna karşılık, milletler kendi içlerinde belirli zümrelerin yararına bir idare içinde olmak yerine, halk yığınlarının refahını, yükselişini, kalkınmasını öngören bir zihniyeti esas alan bir yönetim peşindedirler.
19. yüzyılın son yansı ile 20. yüzyılın ilk yansı içinde sinifçılık görüşünün yeryüzünde egemen olacağını, millet ve milliyetçilik kavramının kalkacağı ve bunun yerine proleterya sınıfının egemen olduğu, beynelmilelci, hümanist bir sistemin kurulacağı bir çok kimseler tarafından iddia edilmiştir. Bu görüşlere rağmen, olalar başka türlü gelişmiştir. Hiç bir ülkede proleterya sınıfının dışında kalan diğer sınıflar yok edilerek ortadan kaldırılamamış olduğu gibi, milliyetçilik görüşünden ayn bir sistem de gelmemiştir. Komünist rejimlere sahip olmalarına rağmen, bir çok komünist memleketler millî menfaat çatışması yüzünden birbirleri ile kanlı bıçaklı düşman haline gelmişlerdir. İlk önce Yugoslavya ile Sovyetler Birliği arasında başgösteren, millî menfaat çatışmalannın sebep olduğu düşmanlık daha sonra Arnavutluk, Macaristan ve Çekoslovakya ile Sovyetler Birliği arasında da meydana gelmiştir.
Batılılann yakın desteğini sağlayan Yugoslavya, Sovyet tecavüzünden kurtula-bildiği gibi, Arnavutluk da coğrafya durumunun sağladığı imkân dolayısı ile kendini koruyabilmiştir. Fakat Macaristan kanlı bir şekilde Rus tanklan tarafından ezilmiş ve daha sonra Çekoslovakya kuvvet zoru ile işgale uğramıştır. Bu sıralarda iki büyük komünist blok olan Sovyetler Birliği ile Çin'in arası millî menfaatlerinin çatışması yüzünden açılmış, iki taraf arasında kanlı hudut çarpışmalan meydana gelmiş ve aralanndaki gerginlik bugüne kadar devam eder olmuştur.
Buna karşılık, kapitlist bir ülke olan A.B.D. ile Batı Avrupa Devletleri ve yine kapitalist bir ülke olan Japonya ile gerek Komünist Çin ve gerekse Sovyetler Birliği çok yakın münasebetlere ve antlaşmalara gitme yolunu tutmuşlardır. Komünist Çin'le Komünist Rusya'nın arasında önümüzdeki 15 yıl içinde büyük savaşın çıkması çok muhtemel görülmektedir. Taraflar şimdiden bunun için siyasî, askerî ve ekonomik yönlerde büyük bir hazırlığa girişmiş bulunmaktadırlar.işte yukardan beri kısa olarak özetlenmeye çalışılan durumlar dolayısı ile çağımızın milliyetçilik ve halkçılık çağı olduğu iyice anlaşılabilir.
Dünya yüzündeki politika değişikliklerinin, ilim ve teknikteki gelişmelerle büyük ilgisi vardır. İkinci Cihan savaşının sonunda A.B.D. atom çekirdeğinin parçalanmasından yararlanarak yapılan atom bom-masına sahip bulunmakta idi. Komünist cephede ise konvansiyonel kuvvetler bakımından büyük üstünlük bulunmakta idi. Fakat atom silâhının kitle tahrip kudreti karşısında komünist blokun bu üstünlüğü kullanması mümkün olamıyordu. Böylece yeryüzünde Sovyetler Birliği ile A.B.D.'den ibaret iki süper devlet belirmiş durumda iki ve bu iki süper devletin birisi çok kudretli, üstün, teknik bir silâha, sahip, diğeri ise sayı ve vasıf bakımından üstün konvensiyonel kuvvetlere sahip bulunuyordu.
Diğer devletler, bu durum karşısında bu iki büyük süper devletin çevresinde kümelenmek zorunda kalmışlardı. Sovyetler'in İkinci Cihan Savaşı sonunda fiilen işgal etmiş oldukları milletler, onun kendilerine emrettiği rejimi kabullenmek ve onun hegamonya-sına girmek durumunda idiler, kendi hürriyetlerini ve bağımsızlıklarını korumak isteyen Bati Avrupa demokrasileri ise komünist tehlikesi karşısında A.B.D.'nin etrafında toplanmayı millî menfaatlerinin gereği saydılar. Böylece Dünya iki büyük blok halinde karşı karşıya gelmiş oldu. Bunların dışında, hiç bir taraftan olmadıklarım iddia eden dördüncü, beşinci sınıf devletler bulunmuşsa da bunlar, gerçekte her zaman batının tesir sahası içinde bulunan ülkeler olmuşlardır.
İkinci Cihan Savaşının yeryüzünde açtığı yeni çağ, insanları iki büyük tehlike ile karşı karşıya getirmiştir. Bunlardan birisi "atom ve nükleer silâhlar" diye adlandırılan kitle tahrip silâhlarının meydana getirdiği tehlikedir. Bilindiği gibi bu silâhların üç türlü öldürücü ve yıkıcı tesiri vardır. Bunlardan birisi basınç ve çarpma tesiri, diğeri ısı ve yakarak yoketme tesiri, üçüncüsü de radyasyon ile meydana getirdiği öldürücü tesirdir. . Bu silâhların tesirleri, yüzlerce hatta binlerce kilometre uzunluğunda ve genişliğinde alanlara yayılmaktadır. Böylece bir şehir bölgesine atılacak bir veya bir kaç bomba ile sayılan milyonlara varan insanları çok kısa bir zamanda yok etmek mümkün olabileçektir. İşte bu silâhlara sahip olan memleketlerin bir savaş halinde bu silâhlara sahip olan memleketlerin bir savaş halinde bu silâhlan kullanmaya kalkışmaları yeryüzünde bütün insanlığın ve medeniyet âlemlerinin yok olmasına yol açabilecektir.
Diğer tehlike ise Dünya nüfusunun gittikçe artan bir hızla çoğalmakta oluşudur. Eskiden beri yapılan araştırmalara ve çalışmalara göre yeryüzünde yiyecek maddeleri, adedî silisile (Aritmetik dizi) ile çoğalmaktadır, buna rağmen insan nüfusu herdesî silsile (Geometrik dizi) ile çoğalmaktadır. Böyle devam ettiği ve hiç bir tedbir alınmadığı müddetçe, ilerdeki yüzyıllarda yer-yüzünde insanlara yetecek yiyecek maddeleri bulunmayacak ve bunun sonucunda insanlar arasında anlatılması güç, acı olaylar meydana gelecektir. "Bu tehlikeyi önlemek için şimdiden doğum kontrolü ele alınarak üreme hızı düşürülmelidir, denilmektedir. En çok üreyen ülkelerin başında Hindistan, Çin ile Güney Amerika ve Afrika memleketleri gelmektedir. Bunlara eklenecek başka ülkeler de vardır. Türkiye için bir doğum konrolü düşünmek abestir ve zararlıdır.
A.B.D. etrafında toplanan batı demokrasileri, NATO kısa adı ile anılan Kuzey Atlantik Paktı İttifakını meydana getirdiler, ikinci Cihan Savaşı'nın bitiminden Rus'lann atom bombasını imal etmeye başladıkları tarihe kadar, iki blok arasında "KILIÇ-KALKAN" staretjisi hüküm sürdü. Buna göre komünist blok sahip olduğu sayı üstünlüğüne dayanarak konvansiyonel kuvvetlerle saldınya geçerse, bunu sayıca az; fakat dengeli Nato konvansiyonel kuvvetleri karşılayacak, savunma yapacak, zaman kazanacak, bu sırada A.B.D. sahip olduğu atom silâhlan ile Rusya'ya taarruz edecek ve onu büyük tahribata uğratarak zaferi kazanacaktır. Bu strateji ("KILIÇ KALKAN"), genel anlamda banşı korumayı sağladı.
Sovyetler atom bombasına sahip olduktan sonra da A.B.D. bazı yönlerden üstünlüğünü devam ettirmekle beraber, kendi topraklan atom saldırılarına uğrama tehlikesi ile karşı karşıya geldi. Böylece iki taraf arasında bir dehşet dengesi meydana geldi. Bu dehşet dengesi yeryüzünde genel bir bansın devamını sağladı. Fakat iki taraf da millî menfaatlerinin sağlanması için yeni usûller bulmakta gecikmediler, kendilerini tehlikeye sokacak genel nükleer cihan savaşı çıkarılmasına meydan vermeden, bölge savaşlan çıkararak veya yeraltı savaşları yaptırarak yahut ideolojik partizan hareketleri, isyanlar, ayaklanmalar düzenleyerek politikalarını yürütmeye devam ettiler. Kore savaşlan, Vietnam savaşlan, Birmanya'daki yeraltı hareketleri, İsrail-Arap savaşlan, Afrika'daki isyanlar, ayaklanmalar ve iç savaşlar, diğer memleketlerdeki kışkırtmalar birbirini kovaladı ve hiç bir zaman durmadı, amansız ve çetin ve propoganda savaşı (soğuk harp) sürdürüldü.
Yutulmak ve baş eğdirilmek istenen memleketlerde halkı parçalayıcı kışkırtmalar ustaca yapıldı. Bu kışkırtmalar din, mezhep, ırk ve bölgecilik kışkırtmaları olarak yürütülmektedir, meselâ, Yugoslavya'da Hırvat'lann ve Makedon'ların arasında yapılan kışkırtmalar çok dikkate değer bulunmaktadır, aynca İrlanda'daki mezhep çatışmaları ile İspanya'daki bölge çatışmalan bu uygulanan yeraltı (SUBVERSİV) hareketlerin nelere kadar götürüldüğünü göstermektedir. Bu arada Cento ve Seato ittifaklannın önemli bir üyesi olan Pakistan'ın Bengal halkı arasında yapılan kışkırtmalar, Hint-Pakistan savaşma ve Pakistan'ın parçalanmasına kadar götürülmüştür.
Başlangıçta Anglo-Sakson memleketleri; yani Amerika ile İngiltere'nin elinde bulunan atom ve nükleer silâhlar, daha sonra Rusya'nın da imal ettiği ve sahip bulunduğu silâhlar haline geldi. Bu durum karşısında Nato'nun önemli müttefiklerinden biri olan Fransa da atom ve nükleer silâhlann kendisine de verilmesini istemeye başladı. Fakat bu istekler Anglo-Sakson devletler tarafından kabul görmedi. Bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Gnr. De Gaulle Nato İttifakı'nın meydana gelmesine sebep teşkil eden komünist blokun, elinde bulunan atom bombasına ait bilgilerin ve silâhlann Nato'nun üyelerinden saklanmasının ve esirgenmesinin manasızlığını ileri sürdü. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:43 | |
| Ve "Fransa'nın Atomik kulübe mutlaka üye olarak girmesi gerektiğini" belirterek bir taraftan Fransız millî atom silâhlanm imâl etme faaliyetine girişti. Diğer taraftan da Nato'un askerî yükümlülüklerini üzerinden atarak daha esnek ve bağımsız bir politika yolu seçti. Kısa zamanda Fransa devleti de atom silâhlarına ve atom füzeleri taşıyan denizaltılara sahip oldu. Böylece üç devletin tekelinde bulunan silâhlar, dört devletin tekeline geçmiş oldu. Kısa bir müddet sonra da Komünist Çin atom bombası tecrübeleri yapmaya başladı ve atom silhahlanna sahip Dünya'nın beşinci devleti oldu. Bunlann yanı sıra henüz atom silâhlan yaptıklan belli olmayan, fakat istedikleri her an, atom silâhlan imal edebilecek ilmî, teknik ve ekonomik kudrete sahip ülkeler olarak Japonya, Hindistan, Almanya ve israil gibi devletler, siyasî gözlemciler tarafından dikkatle işaret olunmaktadır.
İkinci Cihan Savaşı'nın sonunda çok yorgun ve fakir bir durumda savaştan çıkmış olan Batı Avrupa devletleri, kısa zaman içinde kendilerini toparlamaya muaffak olmuşlar, önce Fransa, İtalya, Almanya, Lüksemburg, Belçika, Hollanda'nın teşkil ettiği bir iktisadî birlik meydana getirmişlerdir. Ortak Pazar adı ile anılan bu iktisadî işbirliği teşkilâtı aynı zamanda, siyasî anlamda bir Avrupa birleşik devletleri kurma düşüncesinin de öncü¬sü olmuştur. İlmî ve teknik çalışmalannı, sanayilerini yeniden canlandırmaları sayesinde, Batı Avrupa memleketleri gittikçe A.B.D.'nin tesirinden kurtularak ona rakip büyük bir kuvvet haline gelmişlerdir. Bu arada Japonya da ilim, teknik ve sanayi yönünden büyük bir hamle yaparak
Batı Avrupa'ya ve A.B.D. ne rekabet edebilecek büyük bir ekonomik ve siyasî güç olarak ortaya çıkmıştır. Böylece içinde bulunduğumuz şu günlerde, yeryüzündeki siyasî arenada eski iki süper kuvvetin yanısıra üç süper kuvvet daha belirmiş bulunmaktadır. Böylece Dünya, A.B.D.., Sovyetler Birliği, Batı Avrupa, Çin ve Japonya'dan meydana gelen beş süper kuvvetin siyasî ve iktisadî münesabetlerinin tesiri altında çok yönlü bir politika döemine gelmiştir.
Genel Dünya durumunu böylece çizdikten sonra, içinde yaşadığımız Ortadoğu'ya ve Ortadoğu'nun kalesi, kilit bölgesi olan Türkiye'ye dönebiliriz. Ortadoğu sahip olduğu jeopolitik durumu ile, ekonomik zenginlikleri ile, temsil ettiği medeniyeti ve etnik yapısıyla dünya istikrar ve barışının kilididir. Bugünkü durumu ile Ortadoğu, Afrika kıtasıyla beraber, Batı Avrupanın sebze, meyve bahçesi, zahire anban, maden ve ham madde kaynağı, Avrupa sanayiinin muhtaç olduğu ucuz insan gücü kaynağı ve endüstrisinin çıkardığı malların elverişli pazarı durumundadır. Ortadoğu'nun huzur ve barış içinde bulunması Dünya barışı için şarttır. Bu bölge eski zamanlardan beri batı Dünyasının ilgilendiği bir bölge olmuştur.
İkinci Cihan Savaşı'ndan önce, büyük ölçüde İngilizlerin ve onun yanı sıra Fransız'ların kontrolünde bulunmuştur. İkinci Cihan Savaşı'ndan sonra Nato İttifakı içerisinde yer alan bu devletlerle beraber, A.B.D.'nin kontrolü altına girmiştir. Fakat Sovyetler'in değişen deniz stratejisi ve İsrail-Arap zıddiyetinin Araplarda medana getirdiği tepki dolayısı ile Mısır, Suriye ve Irak'ta Sovyet Rusya'nın tesir ve kontrolü yerleşmeye başladı.
Ortadoğu içerisinde Türkiye, coğrafya yapısı bakımından bölgeye gelen ve bölgeden çıkan bütün yollara hâkim bir kale durumundadır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında birleşik olarak bir Orta avrupa ve Balkan devleti ve Ortadou ile Kuzey Afrika devleti olarak kurulmuş ve faaliyet göstermiş bulunan bu imparatorluk, bölgede barış, huzur ve büyük kalkınma sağlamıştı. Birbirlerine zıt çeşitli milletleri ve insanları ahenkli bir idare içinde, çnlan ezdirmeden yaşatmış ve refaha ulaştırmıştı. İkinci Cihan Savaşı sonunda belirmiş olan Sovyet saldın ve tehditleri karşısında A.B.D. ve Batı Dünyası Türkiye'nin sağladığı koruyucu örtü ve savunma gücünden yararlanma yolunu tuttular, yunanistan'la birlikte Türkiye'yi Nato ittifakı'na alarak, Ortadoğu-daki menfaatlerini bu iki devletin yardımı ile güvenlik altında bulundurma yoluna gittiler. Bu sırada Filistin'de ingiliz ve Amerikalıların da yardımı ile bir İsrail devleti kuruldu.
İsrail devletinin kuruluşu, Arapların şiddetli tepkileri ile karşılandı. İkibin yıldan beri bir Arap yurdu halinde kalmış olan Filistin'e Dünya'nın dört köşesinden Yahudi göçmenleri getirilip yerleştirilerek yeni bir devletin kurulması, burada yaşayan Arapların yersiz yurtsuz bırakılarak başka ülkelere kaçırılması, Ortadoğuyu karıştırdı ve büyük sarsıntılara yol açtı. Bu durum karşısında Araplar yeni İsrail devletini ortadan kaldırmak için silâha sarıldılar. Fakat müşterek bir komutanlığın koordineli sevkü idaresinden yoksun oluşları, gerekli şekilde eğitim görmemiş bulunmaları ve modern silahlardan yoksun oluşları sebebi ile başarılı olamadılar, yalnız bu savaşlarda Araplar daima Türkiye'den yardım beklediler.
Hatta Türkiye'nin askerî kuvvetleri ile müdahalede bulumasım istediler. Araplara din, kültür, tarih ve coğrafya bakımından .derin bağlarla bağlı bulunan ve Arap Milleti'ni karşılıksız bir sevgi ile seven Türk Milleti, Birinci Cihan Savaşı'nda Arapların din kardeşliğini hiçe sayarak, müslüman olmayan yabancılarla Türkler aleyhine işbirliği yapmasından çok kırgındı ve bu olay Türk Milleti'nin kendi sınırlan içerisinde bağımsız ve banşçı bir tutumla dış olaylardan uzak bir politika izlmesinin de sebeplerini teşkil etti. Araplarla İsrail arasındaki anlaşmazlık 30 yıla yakın bir zamandan beri sürüp gitmektedir. Bugün İsrail devleti bir realite olarak Ortadoğu'da yer almıştır. Bütün Dünya Yahudiliğinin destek ve himayesindedir.
Araplar henüz ilimde, teknikte ve sosyal, ekonomik alanlarda kalkınmış değillerdir, aralarında yeterli bir birlik ve koordinasyon da kurulmamıştır. Bu durumda yabancı büyük kuvvetlerin tesiri altında kanlı savaşlara girişmeleri ve devam etmeleri doğru değildir. İnsanlarını eğitip etiştirmek, ilimde, teknikte ileriye gitmek, sanayileşmek ve ekonomik kalkınmalarını sağlayabilmek için zamana ve barış içinde plânlı çalışmaya ihtiyaçları vardır. İsrail ile her iki tarafın şerefini ve menfaatlerini koruyan bir barış anlaşmasının çarelerinin bulunması, hem Araplar için, hem Ortadoğu ve dünya barışı ve huzuru için çok yararlı olacaktır.
Türkiye'nin Ortadoğu'daki durumu hiç bir ülke ile kıyaslanmayacak derecede önemli ve üstündür. Hem Karadeniz ve hem de Akdenizde kıyılan bulunması, iki deniz arasındaki boğazlara sahip olması, doğusuyla Kafkasya, Batısıyla Balkanlı ve Avrupalı bir devlet oluşu, çevresindeki ülkelere hayat veren nehirlerin kaynak ve depolarının Türkiye'de bulunması Türkiye'yi her hususta söz sahibi yapmaktadır. Memleket nüfusunu teşkil eden Türk halkının sahip olduğu meziyetler ve vasıflar da dikkate alınınca.Türkiye'nin siyasî ve askerî ağırlığı ve tesirleri daha çok değerlenebilir, komşuları Rusya ve İran arazisi hariç tutulduğu takdirde, Türkiye'nin diğer komşularının topraklan Türkiye ile birlikte mütalâa edilmedikçe askerî mana ifâde edemezler.
Meselâ, Yunanistan topraklannı ele alacak olursak; bu toprakların bir kısmı deniz ortasında dar ve açık adalardan, ada olmayan kısımlarsa, dar ve elverişsiz yanmadalardan, ince uzun arazi şeritlerinden meydana gelmiştir. Bu topraklarda üs kurmak ve bu üslerden savaş zamanında yararlanmak, Türkiye ile işbirliği yapılmadıkça mümkün olamaz.
Yunan topraklannda askerî üslerin gizlemesi, saklanması ve korunması çok zordur. Gerek Akdeniz'e çıkış için, gerek Karadeniz'e geçiş için ve gerekse Basra Körfezi'yle Süveyş Kanalı istikametine başanlı bir harekât yapabilmek için, Kafkasya ve Rusya yönünden veya Balkanlardan harekât yapabilmek için, Türkiye'yi kontrol altında bulundurmaya veya Türkiye üe işbirliği yapmaya zorunluluk vardır.. Bu geniş imkânlan ne Yunan topraklan, ne de Suriye topraklan kendi başlanna sağlayabilir. Diğer bütün komşu memleketlerin topraklan da aynı durumdadır.
Türkiye'de son yıllardaki olaylar; Türkiye'nin durumu ve önemi, yukarda belirtilen kısa çizgilerle gözönüne alınınca, son yıllarda karşılaştığımız çeşitli olaylan anlamak kolaylaşır. Birbirleri ile mücadele halinde bulunan büyük kuvvetler "A.B.D., Sovyetler Birliği, Batı Avrupa" Türkiye'yi kendi kontrolleri altında bulundurmak istemektedirler. Bunun için de gizli açık bir çok tedbirlere başvurmaktadırlar.
Nato üyesi bulunan ve Batı ile birlikte saf tutmuş plan Türkiye'yi bu durumdan çıkarak, Sovyetler blokuna katmak için Sovyetler geniş faaliyetler düzenlemişlerdir. Memleketlimizde baş göstermiş olan komünist anarşinin hedefi, Türkiye'yi Nato'dan çıkararak bir demirperde memleketi yapmak olmuştur. Girişilen şiddetli propagandalar, sokak hareketleri, silâhlı faaliyetler hepsi bu amaca yönelmiş teşebbüslerdir. Bu sıralarda Türkiye'nin başında bulunan Demirci hükümeti çok zayıf, gevşek, bilgisiz, yetersiz kalmıştır. Nato ve batılı müttefiklerimiz aleyhine yapılan bozguncu faaliyetlere karşı hükümetin tesirli tedbir almaması, Türkiye'yi itibardan düşürmüş ve devlet için zararlı olmuştur. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:44 | |
| Hergün hızını arttıran ve falliyet alanını genişleten komünist hareketlerle bölücü ve ayıncı kaynaşmalar karşısında Türk Hükümeti'nin gösterdiği uyuşukluk ve acizlik, memleketimiz ve milletimizin hakkında yanlış kanaatlann doğmasına sebep olmuştur. Kıbrıs olayları karşısında oldu bittilere boyun eğme politikası izlenmesi aynca hasımlarımızın cüretini çok arttırmıştır. Türkiye'den enerjik, bir davranışla adaya müdahale etmesini bekleyen dünya kamuoyu, Türkiye'nin hareketsizliği karşısında şaşırmış, daha sonra da bizi küçümsemeye başlamıştır.
12 Mart 1971 tarihine kadar süren devrede gittikçe çoğalan anarşi ve Nato aleyhtarı hareketlerle, komünistler tarafından ustaca körüklenen Amerikan düşmanlığı, müttefiklerimizle olan münasebetlerimize gölge düşürmüştür.İngiliz'lerin Ortadoğu'dan ve Basra Körfezi'nden çekilmesi sonucu meydana gelen boşluğun doldurulması, Amerika Birleşik Devletleri'nin omuzuna düşen bir görev oldu.
Bu durumlar karşısında Amerikan politikası ağırlığını yavaş yavaş Türkiye'den başka ülkelere kaydırdı, bugün Ortadoğu bölgesinde Amerikan politikası başlıca üç dayanak noktası üzerinde durmaktadır, bunlardan birisi Yunanistan, diğeri İsrail ve üçüncüsü de İran'dır. Özellikle İngiliz'lerin Basra Körfezi'nden çekilmesinden sonra, İsrail'in de tasvip ve teşviki ile Amerika'hlar hâsıl olan boşluğu İran ile doldurmak yoluna yönelmişlerdir. İran Şahı, eskidenberi İran İmparatorlu-ğu'nun ihyâsı davasında bulunmuştur.
Son yıllarda Ortadoğu'nun en kuvvetli, en üstün, en büyük silâhlı kuvvetlerini meydana getireceğini açıkça belirtmiştir. Gerçekten de bugüne kadar İran silâhlı kuvvetlerini son sistem silâhlar ve araçlarla donatmış ve sayı, silâh yönünden Ortadoğu'nun en büyük kuvveti haline getirmiştir. Amerikan, dolayısıyla Nato politakasmın Ortadoğu'da Yunanistan, israil ve iran'a dayandırılması, Türkiye'yi ikinci plâna itmiş ve güç duruma sokmuştur. Irak'ın kuzey bölgesine yerleşmiş buluna Mustafa Barzani'nin başkanı bulunduğu Kürt topluluğu, çeşitli yabancı devletlerin tesiri altında aynca önem taşıyan bir durum göstermektedir.
Araplarla arası açık bulunan İsrail ve İsrail'in dostları tarafından molla Mustafa Barzanî geniş destek görmektedir. Resmen dostumuz ve müttefikimiz durumunda görünen İran da, Irak ile olan çatışmaları dolayısıyle ve aynca şimdilik yazılmasını uygun görmediğimiz başka bazı gayelerle Barzani'ye karşı çok yardımsever davranmaktadır. Bunlara ilaveten Yunanistan ve Makarios da Barzanî ile yakından ilgilenmektedir. Sovyetler Birliği bu durumları değerlendirmeğe çalışmış ve Suriye ile olan yakın dostluk bağlarına ilâveten Irak ile de çok yakın münasebetlere girişmiştir. Batılı petrol şirketlerine karşı ırak'ın girişmiş olduğu millileştirme hareketi, Irak petrollerinin batı pazarlarına akıtılmasını çok güçleştirmiştir.
Buna karşılık Sovyetler, Irak petrollerine müşteri çıkma durumuna geçmişlerdir. Bunu kolaylaştırmak için Türkiye üzerinden geçen bir petrol boru hattı döşenmesi projesi ortaya atılmıştır. Amerika Birleşmiş Devletleri'nin Yunanistan-İsrail ve İran'a istinad eden Ortadoğu politikası Türkiye ile takviye edilmedikçe çok zayıf kalmaya mahkumdur. Ortadoğu'da petrol kaynaklarının korunması ve stratejik alanda üstünlük sağlanması ancak Türkiye'ye dayalı bir Yunanistan-İsrail-İran politikası ile sağlam bir durum alabilir. Bunun incelenmesi ve anlaşılması için gerek Türkiye'nin yöneticilerinin, gerek diğer ilgililerin yeniden çaba harcamalarında Ortadoğu'nun ve Dünya'nın banşı için sayılamayacak kadar çok yararlar vardır.
TÜRKİYE'NİN YAPMASI GEREKLİ FAALİYETLER
Türkiye, çok enerj'ik ve olaylara ön alan bir poli tika izlemeli, ve süratli kararlar alarak süratli tedbirlere gidebilecek şekilde hazırlıklı bulunmalıdır, dünyamız gayet hızlı değişmeler ve gelişmeler içinde bulunmaktadır. Amerika Birleşik devletleri ve Batı Avrupa Devletleri ile Sovyetler Birliği ile adı geçen batılı memleketler arasında hergün çoğalmakta olan ticarî ve iktisadî münasebetlerin cinsi, yönü ve ölçüsü, bu devletlerin siyasî hedeflerini ve niyetlerini oldukça aydınlık bi şekilde belirmektedir. Girişilen yeni pazarlıklarda ve menfaat alışverişlerinde, Türkiye'nin sırtından oyunlar oynanması için yeni plânlar hazırlayarak çok taraflı çalışmalara girişmek zorunluğu vardır.
Türkiye, yabancı propaganda merkezlerini çok yakından izlemeli ve bu merkezlerle sıkı bağlantı kurmalıdır. Bu merkezlerin, Türkiye'ye zararlı olmayacak faaliyetler yönünde bulunmalarını sağlamaya çalışmalıdır. Ayrıca çok faal bir diplomatik çalışmaya girişilmelidir. Gerek müttefik ve komşu memleketlerle ve gerekse paktlar dışındaki devletlerle yakın dostluk, işbirliği ve propaganda faaliyetleri yürütülmelidir. Başta Amerika Birleşik devletleri olmak üzere bütün milletlerin hükümetleri üzerinde etki ve baskısı bulunan iç teşekküller hakkında bilgi toplamak ve bunlardan yararlanmak yoluna gidilmelidir.
Dış politikada başarılı olmak için Türkiye'nin içeride tam bir birlik ve beraberlik içinde bulunması ve kuvvetli modern silâhlı kuvvetlere sahip olması şarttır. Bu amaçla sürt içinde, milletle müesseselerin ahenkli bir anlayış içinde uuşturulması ve çalıştırılması dikkate alınmalıdır. Türkiye, Ortadoğu'nun nizam ve huzurunda en tesirli kuvvettir, kendine düşen rolü ve görevleri bugüne kadar çeşitli hükümetlerin yanlış değerlendirmeleri ve hareketsizliği yüzünden yapamamıştır. Bunları yapabilmesi için etraflı bir plânlamaya ve hazırlığa girişilmesi gereklidir. Özellikle Türk Silhahlı Kuvvetleri'nin her yönden en yeni silâh, araç ve gereçlerle donatılmış olması ve eğitilerek her an göreve hazır bulundurulması çok önemlidir. Hava gücünün milletlerin savunmasındaki hayatî önemini belirtmekte fayda vardır.
Son zamanlarda gerek hava kuvvetlerimizi ve gerekse deniz kuvvetlerimizi güçlendirmek için kurulmuş olan vakıflar, çok hayırlı ve isabetli hareketler olmuştur, ancak yalnız başına "Güçlendirme Vakıfları" ile millî savunmamızın ihtiyaçlarını karşılamak ve özellikle savaş sanayiini kurmak mümkün olamaz. Hükümetlerce sevil alanda Türkiye'm geniş ve süratli bir şekilde sanayileşmesi başardmadıkça millî savunma gücümüz büyük güçlükler içinde bulunmaya devam edecektir.
Yurdumuzda ağır sanayii, motor sanayini kollan kurulmadıkça savaş sanayiimiz, temelsiz, dayanaksız ve gelişme imkânı elde edememe durumunda kalmaya mahkûm olacaktır. Onun için meseleyi, ana hatları ile kuş bakışı kavramak için bunun her şeyden önce bütün millet hayatını kapsayan bir hükümet ve devlet görevi olarak düşünülmesi gereklidir. Türkiye bu işleri kısa zamanda başarabilecek imkhanlan sahiptir.
İnanıyoruz ki milletimizin yüksek kabiliyetleri ve meziyetleri ile sağduyusu sayesinde, Türkiye'nin birliği ve beraberliği, her çeşit kışkırtamalara rağmen sağlam olarak korunacaktır. Türkiye yükselmeye ve gelişmeye devam edecektir. Türkiye'nin güçlenmesi ve kalkınması, gerek Ortadoğu için, gerekse dünya huzur ve barışı için çok yararlı olacaktır. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:45 | |
| SEVGİ, KARDEŞLİK ve BİRLİK İÇİNDE KALKINMA
M. TAYLAK : Sayın Türkeş, bugün Türkiye'nin kalkınma için çok önemli ekonomik sorunları olduğu gibi, aynı önemde halli gereken sosyal sorunları da mevcuttur. Bu sosyal sorunların başında, belki de eksikliği en çok hissedilen, güçlü bir devlet özlemidir. Bu nedenle, sizden öncelikle güçlü devlet konusundaki görüşlerinizi rica edeceğim.
GÜÇLÜ DEVLET ÖZLEMİ
TÜRKEŞ : Güçlü devlet, vatandaşlarının hak ve hukukunu koruyabilen, memlekette lekesiz ve gölgesiz bir adelet nizamını kurup sürdürebilen ve bütün vatandaşların refahlı yaşamasını sağlayabilen bir devlet demektir. Güçlü devlet, aynı zamanda ekonomik yönden kalkınmış, kendi kendine yeterli hale gelmiş devlet demektir. Devletin vasıflan arasında ana vasıflar diye sıralayabileceğimiz üç önemli vasıf vardır. Bunun bir devletin güçlü olmasında, vatandaşlarının beklediği hizmeti sağlayabilmesinde kesinlikle aranması lâzım gelmektedir. Bu üç va¬sıftan birincisi, devletin hak, hukuk ve adalete uygun icraat yapabilmesi. İcraatının daima hak, hukuk ve adalet hususlarına uygun olarak yürütülmesi konusudur.
İkincisi istikrar ve devamlılık vasfıdır. Devletin icraatında istikrar bulunacak, devamlılık bulunacaktır. Üçüncü konu ise, çok önemlidir. Ve bugün yurttaşlarımızın pek çoğu bunun sıkıntısından bahsetmektedirler, üçüncü vasıf da otoritedir. Devletin memleket içerisinde nizamı, asayişi temin etmesi, devlet otoritesinin kanunlara uygun, hukuka uygun bir şekilde her çeşit zedelenmeden uzak olarak korunması gerekmektedir.
Güçlü devleti böyle anlıyoruz. Böyle bir devlet, ancak memlekette bütün yurttaşların huzurunu sağlayabilir. Bütün yurttaşların güvenliğini sağlayabilir. Bir ülkede vatandaşların mutluluğu her şeyden önce devletlerine güvenlerinden gelir, insanlar, içinde bulundukları halden memnun, gelecekten de emin olmak isteğindedirler. İçinde bulunulan durumdan memnun değiller, gelecekten de emniyet içinde deillerse, o toplumda insanlar mutlu olmazlar. O toplumda devletin kendisine özgü güçlü devlet vasfından yoksun olduğu kabul edilebilir.
M. TAYLAK : Sayın Türkeş, çağımız milliyetçilik çağı olduğuna göre, milliyetçi hareketin lideri olarak sizden milliyetçilik konusundaki görüşlerinizi rica edebilir miyim?
İNSAN,TOPLUM ve MİLLİYETÇİLİK
TÜRKEŞ : Efendim, dünya üzerinde insanlar, milletler halinde yaşamalıdırlar. Yeni yeni bağımsızlık alarak devlet kuran bugüne kadar millet olarak tarih sahnesinde görülmemiş insan toplulukları da millet yoluna, millet olma yoluna girmektedirler. Yerüzünde insan toplulukları böyle milletlerden meydana gelen bir milletler ailesi halinde yaşamaktadırlar, insanların gerek kişi olarak, gerekse millet olarak hayatlarında daima üç ana hedef hüküm sürer. İnsanların yaşayışında bütün hareketleri bu üç ana hedefin sağlanmasına yöneliktir. Bunlar sırasıyla, birincisi yaşamak, yaşayışlarını sürdürebilmektir. İkincisi korunmaktır.
Her çeşit saldırıdan, tehlikeden varlıklarına zarar verecek, varlıklarını ortadan kaldıracak tehlikelerden korunabilmektir. Üçüncüsü ise, varlıklarını sürdürebilmektir. Milletler için de bu ana hedefler vardır. Milletler daima tarih boyu bütün faaliyetlerinde bu üç ana hedefi sağlamak gayesiyle hareketlerini düzenlerler. Yani milletçe yaşamalarını sağlamak. Nasıl yaşamalarım? Refahlı yaşamalarını... Mutlu yaşamalarını huzurlu yaşamalarını sağlamak, ikinci hedef olarak .varlıklarını korumak, her türlü saldırıdan, her türlü tehlikeden varlıklarım korumak başlıca hedef teşkil eder.
Üçüncü gaye ise, varlıklarım sürdürebilmektir. Milletler için ebedî olarak yaşayabilmektir. Bu üç hedefi sağlayabilmek için milletlerin güçlü obuasına ihtiyaç vardır. Güçlü olmak nasıl sağlanabilir. Toplum faaliyetlerinde milletlerin hayatında en mühim unsur, insandır, insanı hiç bir zaman gözden uzak tutmamamız lâzımdır. Her işin başarılması veya başarısızlığa uğraması insan unsurunun tutumuna, içinde bulunduğu hallere ve vasıflara bağhdır. Onun için güçlü olmanın sun da insanı gerek kişi olarak ele almakta, gerekse kişilerden meydana gelen toplum olarak ele almakta. Onlann düşüncelerine yön veren etkenleri dikkate almaktır. Bundan tabiî insan psikolojisini kastetmek istiyoruz.
Bu bakımdan insanların inançları, düşünceleri, idealleri, ahlâk görüşleri başlıca önemli yer tutar. Bu bakımdan gelişmiş, bu bakımdan uyanmış, bilgili, iyi eğitim görmüş insan gücüne sahip olan toplumlar, milletler güçlü olurlar. Ve bu sözümüzün başında işaret ettiğimiz bu üç ana hedefin sağlanmasını mümkün kılabilirler. Bu üç ana hedefin sağlanması güçlü olmakla mümkündür.
M. TAYLAK : Hâlâ, geri kalmış bir ülke durumunda olmamız ve çemberi kırma gayret ve cabası içinde bulunmamız nedeniyle bu geri kalmışlığımızın sizce temel sebepleri nelerdir? Bu açıklamanızda özellikle Türk aydınlarına düşen görevleri ve sorumlulukları da rica edeceğim.
TÜRKEŞ : Bu sorunuza cevap verirken, önemli saydığım bazı hususları açıklayarak, konuya girmeye çalışacağım, yaşadığımız çağ, milliytçilik çağıdır, dünya üzerinde milletler halinde yaşayan insanlar, milletler ailesi durumundadır, demiştik. Milletler bütün hareketlerini daima millî menfaatlerine göre düzenlemektedirler. Millî menfaatlerini sağlamak yönünde daima faaliyet göstermektedirler. Bu bakımdan en eski tarihlerden beri, milletler arasında devamlı bir yarışma, devamlı bir mücadele vardır. Her millet, sözlerimizin başında belirttiğimiz üç hedefi sağlamak yolunda, kendi topluluğunu daha iyi yaşatmak, daha refahlı yaşatmak, daha mutlu yaşatmak için birbiriyle yarışmaktadır. Birbiriyle bir mücadele halinde bulunmaktadır. Milletlerin aralarındaki bu menfaat mücadelesi, bu menfaat yarışmaları zaman zaman sıcak savaşlara da sebep olmaktadır.
Sıcak savaşlara sebep olmadığı zamanlarda ise, gerek siyasî alanda, gerek kültürel alanda, gerek ticaret alanında, ekonomik alanda bu yarışma ve mücadele sürmektedir. Bu gerçeği gözden uzak tutmamız lâzımdır. Bunun yanısıra, milletlerin bu münasebetlerinde eski zamanlardan beri değişmeyen bir ilke göze çarpmaktadır. Bu ilke de hak kuvvetlinindir denilen ilkedir. Türk Milleti olarak bizler bu ilkeyi hiç bir zaman doğru bulmamışızdır. Ve daima bu ilkeye karşı çıkmışızdır. Bu ilkeyi benimsememişizdir. Bizim millet olarak daima görüşümüz, hak kuvvetlinindir değil, hak haklınmdar, ilkesi olmuştur.
Bugün de Türk milletinin benimsediği görüş, gerek kişi olarak kendi yaşayışında, gerek millet olarak milletlerası münasebetlerde hak haklının olmalıdır, ilkesidir. Biz bu ilkeyi insanlığa en yaraşan ilke olarak görmekteyiz. Bunu böylece belirtmekle beraber, bazı gerçekleri de belirtmekte yarar vardır. Hakka dayanmayan kuvvet zâlim olur, zulme âlet olur, araç olur. Fakat kuvvete dayanmayan hak da âciz olur. Acze düşer. Onun için Türk milleti olarak, hak haklının olmalıdır ilkesini bütün siyasî görüşlerimizin, bütün hareketlerimizin temel ilkesi kabul etmekle beraber, hakkı korumak ve gözetmek için, hakkın haklının olabilmesini sağlamak için mutlaka hakkı kuvvete dayandırmak zorunluluğunu gözden uzak tutmamak mecburiyetindeyiz.
Bu görüşü açıkladıktan sonra bir milletin kalkınmasında, yükselmesinde o milleti meydana getiren kişilerin ve topyekün bütün milletin milliyetçilik şuurun sahip obuası, milliyetçi olması gereğine inanmaktayız. Biz milliyetçiliği bir milletin kalkınmasında, bir milletin haklarını korumada kuvvet kaynağı olarak kabul etmekteyiz. Milliyetçilik anlayışımızı, Türk milletine karşı engin bir sevgi duymak, saygı duymak, bağlılık duymak ve ona karşı hizmet aşkı taşımak şeklinde ifade edebiliriz.
Bunu Anayasamızın başlangıcında ifadesini bulan, milliyetçilik olarak da söyleyebiliriz. Anayasamızın başlangıcında bilindiği gibi Türk milliyetçiliği şu cümlelerle ifade edilmektedir: "Türk milletinin bütün fertlerini kederde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip, şerefli bir üyesi olarak milli birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç" bilen bir anlayış. Bu anlayışın üzerinde memleketin yöneticilerinin, memleketin siyasî partilerinin birleşmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bunu belirttikten sonra, şu hususu da ifade etmeyi yararlı sayıyorum.
Bizim görüşümüze göre, Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içinde yaşayan vatandaşlarımızın hepsi; doğulu, batılı diye ayırım yapmaksızın, kuzeyli, güneyli diye ayırım yapmaksızın, mezheplere göre hiç bir ayırım kabul etmeksizin, partilere göre hiç bir ayınm etmeksizin, bütün vatandaşlarımız, hepsi bölünme kabul etmez kutsal bir bütündür. En uzak, en ıssız köydeki en fakir çoban vatandaş, veyahut en fakir çiftçi vatandaş veyahut şehirdeki fakir çöpçü veya işçi vatandaş olsun. Bunların hepsini biz Cenab-ı Allah'ın yarattığı birer mukaddes emânet olarak görmekteyiz.
Ve her vatandaşımızın ellerine sarılarak dertleriyle dertlenmeyi, haklarının sağlanması için çalışmayı, şereflerinin korunması için çalışmayı bu memleketin bir insanı olarak en kutsal vazife kabul etmekteyiz. Türkiye'nin kalkınmasında her şeyden önce Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz insan sevgisi ve insan haysiyetine sonsuz hürmet zihniyetine dayanan bir idarenin kurulmasını, bir düzenin kurulmasını esas almış bulunuyoruz. Hareketlerimizin temelinde, ortaya koyduğumuz programımızın temelinde insan sevgisi, insan haysiyetine karşı sonsuz hürmet zihniyeti yatmaktadır. Bu görüşle hareket etmekle ancak memleketimizde beklenen huzurun ve düzenin sağlanmasının mümkün olacağı görüşündeyiz. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:46 | |
| KALKINMA
Burdan şimdi kalkınma konusuna geçmek istiyorum. Dünya üzerinde yaşayan milletler'bugün ekonomik durumlarına göre başlıca iki bölüme ayrılarak mütalâa edilmektedirler. Birisi kalkınmış olan milletler, kalkınmış olan ülkeler. Diğeri ise, kalkınmakta olan ülkeler, diye iki kısma tasnif edilerek ele alınmaktadır. Türkiyemiz de kalkınmakta olan ülkelerin arasında sayılmaktadır. Yani henüz kalkınamamış, kalkınma çabası içinde bulunan bir ülke durumundadır, bu bakımdan, önümüzdeki mesele Türkiye'yi sür'atle kalkındırmak meselesidir. Bu kalkındırmada ölçü ve hedef ne olmalıdır? Kalkındırmayı düşünürken, ölçü ve hedef en ileri milletlerin bulunduğu yere Türk milletini de en kısa zamanda, en kısa yoldan götürmenin çarelerini bulmak olmalıdır.
Falan ileri memleketin bugünkü durumuna bundan 25 yıl sonra varacağız, falan büyük devletin bugünkü halini bundan 20 sene sonra biz belki elde edebileceğiz gibi hesaplan daha meselenin başında yanlış adım atma olarak görmekteyiz, meselenin başında Türkiye'nin en kısa zamanda, en kısa yoldan en ileri milletlerin, devletlerin, ülkelerin seviyesine çıkarılması hedef olarar tesbit edilmelidir. Bu şekilde, bu ortaya konduktan sonra meseleyi şöyle gözden geçirebiliriz, bugün ileri seviyeye varmış olan bu kalkınmış milletler, ilerlemelerini normal gelişme yollarından geçerek sağlamışlardır. Türkiye'nin de onlann geçirdiği safhaları geçirmesi, bunlarla Türkiye arasındaki mesafenin hiç bir zaman kapatılmaması demek olur.
Türkiye'nin ilim ve teknikteki gelişmelerden yararlanarak insanların kazanmış olduğu tecrübeleri değerlendirerek, kendisi için onlann sarfettikleri zamanı sarfetmeden, onlann vardıklan yerlere bir an önce varma çarelerini bulması gerekmektedir. Biz buna Türkiye'yi çağlar üzerinden uçurarak atom çağına, uzay çağına, füze çağına sokma diyoruz. Bu Milliyetçi hareket partisinin Türkiye politikasında vazifeye başladığı günden beri Türk milletinin önüne koyduğu bir durumdur.
Türkiye'yi idare etmiş olan iktidarlar, hiç şüphesiz Türkiye'de birçok olumlu şeyler yapmışlardır. Fakat yaptıkları, Türkiye'nin ileri memleketlerle arasında bulunan geri kalmışlık mesafesini kapatmaya yetmemiştir. Hatta kapatmak şöyle dursun, bu mesafenin azaltılmasına yaramamıştır. Bu mesafe bizim ölçülerimize göre, azalmak yerine büyüme de göstermiştir, işte bizim diğer siyasî partilerle daha konunun başında, temelde başlıca büyük görüş ayrılığımız bu noktada başlamaktadır. Bugüne kadar Türkiye'yi yönetmiş olan çeşitli iktidarlar, ellerinden geldiğince memlekette iş görmüşlerdir. Ama yaptıktan Türkiye'nin ileri memleketlere yetişmesini, bir an önce kalkınmasını sağlayacak ölçüde, yeterlikte olmamıştır.
Bizim iddiamız budur. Ve onlann uyguladıkları kalkınma yöntemlerinin sürdürülmesiyle, Türkiye'nin problemlerinin çözümlene-meyeceği iddiasındayız. Partilerin isimlerini saymaya gerek görmüyorum. Ama Türkiye'yi bugüne kadar idare etmiş olan partiler bellidir, icraattan da bellidir. Memlekete yaptıktan hizmetleri, hiç şüphesiz şükranla, minnetle karşılıyoruz, ama Türkiye için önemli saydığımız, Türk milletinin varlığı ve geleceği için çok önemli saydığımız bu mühim meseleyi ortaya koymak, bu memleketin bir insanı olarak, bu .memlekete hizmet etmeye çalışan bir insan olarak vazifemizdir. Bu vazifeyi yapmaya çalışıyoruz.
Türkiye Ortadoğu bölgesinde bulunmaktadır. Ortadoğu dünyanın en önemli bölgelerinden biridir.. Ve bu önemi dünya üzerinde bilinen petrol rezervlerinin yüzde 75 ine sahip obuasından gelmektedir. Bunun yanısıra, tabiî Asyayı Avrupaya bağlayan Asya, Avrupa, Afrika kıtalarını birbirine ulaştıran yolların üzerinde bulunması da önemini arttırmaktadır. İşte Ortadoğu'nun bu kadar önemli olduğu gözönüne aknmca.Ortadoğuun kilidi de Türkiye'dir. Türkiye çok önemli bir yer tutmaktadır. Dünya üzerindeki yeri çok önemlidir.
Buna İlâveten Türkiye'nin toprak üstü. toprak altı zenginlikleri de çoktur. Ve bu zenginlikler henüz modern usullerle işletilmeye de başlanmamıştır. Bu sebeplerle Türkiye topraklan üzerinde kalkınma faaliyetlerinde hızlı ilerleme kaydedemeyen kendini gerektiği zaman güçlü bir şekilde koruma imkanlarını sağlayamayan bir millet durumunda bırakılmamız kabul edilemez. Böyle bir durum millet olarak aşamak, millet olarak korunmak, millet olarak varlığımızı sürdürmek hedeflerini tehlikeye düşürmektedir. Bu sebepledir ki biz Türkiye'nin süratle kalkınmasını hayatî bir mesele olarak görüyoruz.
Türkiye'nin en kısa zamanda, en kısa yoldan atom çağına, uzay çağına, füze çağına erişmesini, en hayatî mesele olarak görmekteyiz. Türkiye'nin geri kalmışlık sebepleri nelerdir? Bu konu üzerinde durduğumuz zaman, önümüze şu durum çıkmaktadır: Türk milleti olarak biz İkinci Viyana seferinden buyana devamlı felâketlere uğradık. Uğradığımız bu felâketlerin her birisi çok feci, bizi dehşetle ayağa kaldırması icap eden genişlikte büyük felâketlerdir.
Bu felâketlerin bir tanesi ile karşılaşan bir toplumun, derhal uyanıklığa geçmesi ve bunun sebeplerini araştırıp bulması ve steplerini ortadan kaldırarak Türk milletini yeniden kalkınmış, ilimde, teknikte ileriye gitmiş güçlü bir millet haline getirebilmesi gerekliydi. Fakat İkinci Viyana seferinden Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen aşağı yukarı 275 yıllık bir zaman süresi içinde üstüste felâketler sürmüştür. Nüfus çoğunluğu Türk olan, Türk ülkeleri halinde bulunan birçok topraklar saldırganların eline geçmiştir, oradaki Türkler kısmen yok edilmiş, kısmen vatanlarını terk ederek Anadolu'ya göç etmeye mecbur kalmışlardır.
Göçlerin sebep olduğu birçok sıkıntılar olmuştur. Devlet-millet devamlı bu felâketlerin acısını çekmiştir. Fakat Türkiye'yi yönetenler, Türk aydınlan, uğrandan bu yenilgilerin, bu felâketlerin sebeplerini bulamamılardır. Türkiye'nin geri kalış sebeplerini şöyle sıralayabilir: Türkiye'yi yönetenler ve Türk aydınlan. Batı medeniyetini meydana getiren manevî değerleri, hukuk prensiplerini gözden kaçırmışlardır.
Bunu baştan görmek ve incelemek gerekliydi, ikinci husus, insanların iman, ahlâk ve ideal sahibi obuasının önemi üzerinde durmak gerektiğini gözden kaçırmışlardır. İnsanların yaşayışlarına yön veren inançlandır, idealleridir. Onun için insanların inanç ve İdealine önem vermek ve bu konu üzerinde yöneticilerin durması lâzımdır.
Bu konuyu gözden kaçıran bir yönetici, gözden kaçıran bir aydın, memleketin kalkınması meselesini, toplumun kalkınma meselesini başaramaz. Diğer bir sebep, Batının yüksek tabakasının lüks yaşayışını, dış görünüşünü kabaca taklit etmektir, kıyafetini, eğlencesini, tavırlannı taklit etmekle Türkiye'nin meselelerinin çözüleceği sanılmıştır. Bunun şu kötü sonucu olmuştur. Bir defa bu yola giden kişiler ve toplum, kendi kişiliğini yitirme yoluna girmiştir. İkincisi batının zenginliğini, refahını sağlayan başlıca etken, onun makine gücüne dayalı modern, çok üretim yapabilme kabiliyetiydi.
Türkiye ise eski doğulu üretim usulleriyle yürümekteydi. Yani insan ve hayvan gücüne dayak karasapanla yapılan tanm ve kol kuvvetiyle yapılan dokumacılık gibi üretim faaliyetleri... Yani bu taklitçilikle Türk aydınlan, Türk yöneticileri, batının refahını, ekonomik gücünü meydana getiren makineye dayalı çok üretim kapasitesine sahip olduğu gerçeğini anlayamamış, görememiştir. Ama bu-nakarşılık, batının tüketimini taklit etme yansına girmiştir. İleri memleketlerin aristokrat tabakasının gösterişe, lüks dayalı yaşayışını kopye etmek, alabildiğine tüketimi artırmak, ama üretimde bir değişiklik yok. memleket, bizim yıllardan beri söylediğimiz gibi doğulu usullerle geri bir üretim faaliyeti içindeyken, batılı gibi tüketici olma yoluna gidilmiştir. Bu ise Türk toplumunu süratle, her geçen gün daha fakir hale getirmiştir. Hele Türkiye'yi yöneten bazı devlet adamları, sömürgeci ileri batı memleketleri tarafından bazı yanlış fikirlere, görüşlere de inandınlmışlardır.
Bu görüşlerle Türkiye, Tanzimattan önceki yakın günlerde, liberal eseslanna göre yeni bir idare sistemi benimsemiştir ve bütün gümrükleri kaldırarak, ileri gitmiş batı memleketlerinin ürettikleri malların gümrüksüz, serbestçe Türkiye'ye girmesini, memlekette zaten zayıflamış olan yerli sanayiin, yerli üretim faaliyetinin böylece ağır darbeler yemesini ve Türk toplumunun sömürge haline gelmesini sağlamışlardır. Bir diğer sebep de, akıl, ilim ve teknikte ileri obuayı ihmal etmişlerdir. İleri gitmiş memleketlerin ileri, kalkinmiş olmalannı sağlayan ilkeler bunlar olduğunu gözden kaçırmışlardır veyahut bunlar olduğunu farkedenlerde bunların süratle Türkiye'ye nasıl sokulabileceğini, nasıl alınabileceğini kavrayamamışla, bunun yolunu açamamışlar, başaramamışlardır. Bu sebeplerden Türkiye günümüze kadar gelmiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra da Türkiye'yi yöneten iktidarlar bu hatalardan kurtulamamışlardır.
M. TAYLAK : Geri kalmışlığımızın sebeplerini izah ederken, iman, inanç ve ülküden kısaca sözettiniz. Bu konuyu önemli gördüğüm için şöyle bir soru yöneltmeme müsaadelerinizi rica edeceğim. İleri ülke olmada iman, ülkü, inanç ve akılcılığın yeri ve önemi sizce nedir?
TÜRKEŞ : Evet, teşekkür ederim. Milliyetçi Hareket Partisinin programına göre, millî görüşüne göre Türkiye'nin süratle kalkınabilmesi, atom çağına, uzay çağına erişebilmesi için başlıca şu ana ilkelerin ele alınması ve buna göre gerekli işlerin yapılması lâzımdır. Birincisi, yüksek iman, inanç sahibi olmak, yüksek ahlâk sahibi olmak, ülkü sahibi olmak... Her şeyin temel unsuru insandır. İnsanın güç kaynağı insanın kendisidir, ama eğitilmiş insan ahlâk sahibi, ülkü sahibi, iman sahibi insan, bilgi sahibi, bilgi ve teknik sahibi insan... Bu birinci ilkedir. İkinci ilke, çağa uygun en ileri seviyede ilim ve teknik sahibi olmak milletçe...
Bunun da ana ilkesi dünya çapında en yüksek seviyede bir ilim adanılan ve teknisyenler kadrosu Kurmaya dayalıdır. Herşeyden önce kalkınacak bir ülkenin dünya çapında liyakatli, iktidarlı ilim adamları ve teknisyenler kadrosu kurması gereklidir. Üçüncü ilke ise, ileri, modern sanayi sahibi olmak, sanayileşmek zonınluğudur. Herşeyini kendisi yapabilecek kapasitede sanayi sahibi olmak çok önemlidir. Diğer bir ilke ise. modern usullerle otomasyona dayanan standart kitlevî çok üretim yapabilmektir.
Ekonomik gücün, refahın kaynağı üretimdir, ama nasıl üretim? Modern usullere dayalı Standard kitlevî çok üretim. Gerek sanayide, gerek tarımda bu esaslara uygun çok üretim sağlamakla ancak bir ülke kalkınabilir ve refahlı bir ülke, zengin bir ülke haline gelebilir. Diğerbir ilke ise, sosyal adalet ve sosyal güvenliği de içine alan hayatın her safhasına şamil, lekesiz ve gölgesiz bir hak, hukuk ve adalet' nizamını kurmaktır. Sosyal adalet ve sosyal güvenliğin üzerinde özellikle durmayı gerekli sayıyorum. Sosyal adalet ne demektir?
Milliyetçi Hareket partisinin görüşüne, doktrinine göre sosyal adalet yurdumuzda yaşayan vatandaşlarımız arasında gelirler, kazançlar, mükâfatlar ve taşınan yükler, yükümlülükler çalışmaya göre, gayrete göre, liyakat ve kabiliyete göre adalette sağlanacak-bir düzen demektir. Sosyal güvenlik ise, yurdumuzda yaşayan her vatandaşımızın işsiz kalmaması, iş güvenliğine sahip obuası, hastalandığı zaman tedavi olma imkânlarına sahip obuası, ilâç temin etme imkânlarına sahip obuası, çocuklarını okutma imkânlarına sahip obuası, bunların içinde yer alır. Bunlara ilâvaten bizim daima ileri sürdüğümüz ve gerçekleştirmeye çaba gösterdiğimiz bir diğer husus da, fırsat eşitliği düzenini kurmaktır.
Memleketimizdeki bütün vatandaşlarımızın arasında fırsat eşitliği düzenini sağlamaktır. Diğer bir husus da asgarî refahlı geçim düzeyi meydana getirmektir, yani bütün vatandaşlarımızın inasanca, muttu obuasını sağlayacak ölçüde refahlı bir geçim düzeyi kurmak ve meydana getirmek lâzımdır. Bunun altında hiç bir vatandaş yaşamayacaktır. Bundan daha az refahlı hiçbir vatandaş bırakılmayacaktır. Fakat bu düzeyli tavanı olmayacaktır. Bu düzeyin üstünde vatandaşlarımız çalışmaları, gayretleri, bilgileri, liyakatleri, kabiliyetleri ölçüsünde yüksek refah temin etmeye çalışacaklardır. Ve te¬min edeceklerdir.
Ama bu asgarî refahlı geçim düzeyinin aşağısında kalmış yoksul, çaresizlik içerisinde hiç kimseyi bırakmamak esas olacaktır, bir diğer ilke de toplum içinde karşılıklı sevgi ve saygıya, kardeşliğe dayanan birlik, beraberlik ve dayanışma içinde toplumu bulundurmak, teşkilâtlandırmaktır. Bu sıraladığım altı-yedi ilke, ileri olmanın ilkeleridir. Bütün ileri kalkınmış milletleri, devletleri incelediğimiz zaman özet olarak ileri gitmelerinin sim bu ilkelerde toplanmaktadır. Bunu burada özel olarak açıklamakta yarar görüyorum. Bunlar üzerinde Milliyetçi Hareket partisi'nin çok incelemeleri vardır, hazırlıkları vardır. Fakat bu kadar izahata burada girmek mümkün değildir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:47 | |
| M. TALAK : Sayın Türkeş, kalkınmadan söz edince, bu verdiğiniz izahata şu hususu da ilâve etmek mümkün müdür bilmiyorum. Ağır sanayi konusunda bilhassa kendi fabrikasını yapabilecek fabrikalar kurma, bugün günün konusu oluyor. Hatırladığıma göre, Milliyetçi hareket Partisi'nin de bu evvlden beri takip ettiği bir politikadır. Bu konuda da bize lütfen bir açıklamada bulunur musunuz?
TÜRKEŞ : Evet, kalkınma taklitçilikle olmaz, bunu Türkiye denemiştir. Başka ülkelerin kendi şartlarına göre, kendi insanlarının özelliklerine göre, tarihî gelişimine göre, kendin için kurmuş olduğu idare modellerini kopya etmekle Türkiye'nin kalkınması sağlanamaz. Geçirdiğimiz yıllar, bunu ortaya koymuştur. Türkiye'nin kalkınması her şeyden önce memleketimizin içinde bulunduğu şartları dikkate alan, millî tarihimizi ve millî geleneklerimizi dikkate alan modern ilmi, tekniği önder kabul eden, yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî bir görüşle mümkün olabilir. İşte, Milliyetçi Hareket Partisi Türk Milletinin huzuruna çıktığı günden beri bunu iddia etmiştir.
Ve milletimize yüzde yüz yerli ve millî bir sistem, bir doktrin sunmuştur. Bunun adını Dokuz Işık olarak ilân etmiş bulunuyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk tarihinden, Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlardan kuvvetini alan ve modern ilmi, tekniği de önder yana yüzde yüz yerli, millî bir doktrinle Türkiye'yi kalkındırmak, Türk milletine hizmet etmek çabası içindedir.
Bu doktrinimizin adı Dokuz Işık'tır. Dokuz ana ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeleri çeşitli zamanlarda açıkladık. Kitaplar halinde yayınladık. Burada uzun uzun sayarak, izahına girecek değilim. Ancak, bunun içinde yer alan bazı konuların üzerinde durmak istiyorum. Bunların başında sanayileşme gelmektedir. Türkiye'nin kalkınması için süratle sanayileşmesi lâzım gelir. Fakat nasıl bir sanayileşme? Fabrika yapan fabrikaları da yapabilecek güçte bir sanayileşme, ağır sanayiye dayalı bir sanayileşme, her çeşit makinalan, her çeşit elektronik aletleri, motorları yapabilecek bir sanayileşme...
Biz 1965'den beri bu görüşü ortaya koymuş bulunmaktayız. Fabrika yapan fabrikaları kurmak üzere sanayileşmek lazım geldiği gerçeğini ortaya koymuş bulunmaktayız. Bu görüşlerimizi açıkladığımız zamanlarda, bugün mevcut olan bir kısım siyasî partilerimiz henüz kurulmamışlardı. Onlar henüz ortada değillerdi. İşte, Türkiye'nin kalkınmasını biz süratli bir sanayileşmede ve ağır sanayi kurmada, fabrika yana fabrikaları kurmada görüyoruz. Niçin böyle görüyoruz? Sebebi şudur: Bir fabrikanın masrafının yüzde 60'ım, onun fabrikaları almaktadır. Ve bu makinalar hep yurt dışından, yabancı ülkelerden ithal edilmektedir. Bunların Türkiye'ye sokulması için de dövize ihtiyaç duyulmaktadır. Halbuki biz fabrika yapan fabrikaları kuracak olursak, memleketimizin ihtiyacı olan elektro mekanik motorlar, makinalar, gübre makinalan ve diğer her çeşit makinaların bu fabrikalarda yapılması mümkün olacaktır.
Böylece bir tesisi kurarken onun yüzde 60 masrafım teşkil eden makinalannı almak için yabancı ülkelere döviz ödemek zorunda kurtulmuş olacağız. Kendi insanlarımızın el emeğiyle, kendi teknisyenlerimizin gücüyle, kendi yurdumuzda kalkınmak için ihtiyacımız olan her çeşit makinayı yapma imkfinını bulmuş olacağız. Bunun için Türkiye'nin kalkınmasında sanayii, ağır sanayii kurmayı esas alıyoruz. Ve sanayileşmede de fabrika yapan fabrikaları kurmayı esas ahmaktayız. Fabrika yapan fabrikaları kurmak çok önemli bir zorunluluk olduğu gibi, enerji meselesi ve çelik üretimi meselesi üzerinde de durmak zorunluluğu vardır. Fabrikaların kurulması, üretim sağlanması, iş kapasitesi meydana getirilmesi, geniş istihdam alanları, iş alanları açılabilmesi her şeyden önce, Türkiye'de bol enerji üretilmesine ve tüketilmesine bağlıdır.
Tapılan incelemelere göre, enerji tüketimi gözönüne alındığı takdirde bir milletin ilerilik derecesi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Türkiye'nin bugüne kadar bu ihtiyacın giderilmesinde izlediği faaliyetler de tatmin edici olmamıştır. Bugünkü durumda Devlet Plânlama Teşkİlâtı'nın tesbit ettiği hedefler de Türkiye'nin geleceği için tatmin edici kabul edilemez. Devlet Plânlama Teşkilâtı'mızın 1995 yılı için Türkiye'ye hedef olarak tesbit ettiği elektrik üretimi 125 milyar kilovattır. Bunu 2 bin yılı için 100-140 milyar veyahut en fazla 150 milyar kilovata çıkabilir, kabul edebiliriz. Bu Türkiye'nin ihtiyaçahnnı karşılayacak, hangi ihtiyaçlarını? Türkiye'nin bir an önce en ileri ülkelere yetişmesini, o derecede kalkınabilmesi ihtiyacını karşılayacak bir hedef değildir. Türkiye'nin 2 bin yılında en ileri ülkelere yetişmesini sağlayacak duruma gelebilmesi için, 750 milyar kilovat elektrik üretebilir duruma gelmesi lâzımdır. O halde hedefi çekinmeden ortaya koymak ve bu hedefe ulaşabilmek için çare arayıp plân yapmanın gerekli olduğu inancındayız. Şimdiye kadar memleketimizi idare eden iktidarlarımız, önce hedefi tesbit etmek ve bu hedefe göre çareler araştırmak, plân yapmak usulüne başvurmamışlardır.
Bunun yerine, elde mevcut imkânları dikkate alarak, bu imkânlara göre hedef tayin etme usulünü uygulamışlardır, bunu Türkiye'nin kalkınması için geçerli bir usul kabul etmiyoruz. Türkiye'nin kalkınması için, herşeyden önce en ileri ülkeleri dikkate alan ve onlar gibi atom çağına, uzay çağına bir an önce Türkiye'yi sokmanın çareleri üzerinde durmak, buna göre hedef tespit etmek ve bu hedefe varmak için, neler yapmamız lazımdır? Nasıl kendi kendimizi aşabiliriz, ve nasıl bu hedefe varabiliriz diye düşünmek, Türkiye için en çıkar yol olduğu inancındayız.
M. TAYLAK : Sanayi konusundaki açıklamalarınıza ilâveten tarımın modemize edilmesi konusundaki görüşlerinizi öğrenebilir miyim?
TÜRKEŞ : Sanayileşme gerektir dediğimiz zaman, tarımın da modernleşmesi ve tarımda da üretimin hızla artması ihtiyacını gözden uzak tutmuyoruz. Zaten bizim görüşümüze göre, devlet işleri birleşik kaplardaki sıvı gibidir, birbiriyle yakın ilişkilidir. Birbiriyle yakın münasebet halindedir. Onun için devlet faaliyetlerinden birisini ele alarak yalnız onun üzerinde durmayı yeterli görmeyiz, tarımımızın geliştirilmesi ve kalkındırılması Türkiye için hayatî önem taşımaktadır. Nüfusumuzun beslenmesi ve besin maddelerinin bol miktarda üretimi, fazlasıyla üretimi, fazlasınında değerlendirilmesi bakımından paranın da modernize edilmesi gerektiği inancındayız. Bunun için tarım reformu yapılması gerektiği görüşündeyiz. Tarım reformu deyince şunları gözönünde bulunduruyoruz. Toprak dağılımım modern tarım ilmine göre yeniden düzenlemek.
Bunun yanısıra erozyon problemini sür'atle çözümlemek. Erozyon dediğimiz, bilindiği gibi toprak aşınması demektir. Seller, yağmurlar ve rüzgârlar yüzünden toprağın yüz kısmında bulunan en verimli kısmı aşınmaktadır ve uçup gitmektedir, sularla akıp gitmektedir. Bunu mutlaka önlemek gereklidir, bunun yanısıra, sularımızı değerlendirmek ve sulama işlerini geliştirmek, düzenlemek lâzımdır. Bunun yanısıra tohum ıslahı, zararlı böceklere karşı mücadele, bir de çiftçimizin, köylümüzün teşkilâtlandırılması ve gerek üretimin korunması, depolanması, gerek pazarlanması konusunda, modern ilmî usullerle tedbirler alınması gerektiği inancı içindeyiz. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:48 | |
| M. TAYLAK : Sayın Türkeş, bir milletin bekasında en önemli unsuru teşkil eden ve sizin de her vesile ile üzerinde hassasiyetle durduğunuz millî eğitim ve kültür konusunda görüşlerinizi lütfeder misiniz. Tabiî bu arada son öğrenci harektleri hakkındaki görüşlerinizi de istirham edeceğim.
TÜRKEŞ : Türkiye'nin kalkınmasında insan unsurunun temel unsur olduğunu belirtmiştim. Memleketin kalkınması için ihtiyacımız olan sermaye birikimine sahip değiliz. Bu eksikliği gidermede bizim görüşümüze göre, insan enerjisini seferber etmek, Türkiye'de emek ve iş seferberliği zorunluğu vardır. Tabiî bütün bunların hepsinin başarılması için eğitilmiş insan önem kazanmaktadır.
Millî eğitim, bu sebeplerle memleketimizin kalkınmasında, yüceltilmesinde, varlığını sürdürmesinde, korunmasında en başta yer alan bir faaliyettir. Bunun için millî eğitim seferberliği ve kültür seferberliği yapılması gerektiği inancındayız, millî eğtimin her şeyden önce şu dört ilkeye göre planlanması gerektiği inancındayız.Bizim görüşümüze göre bu dört ilke şöyle sıralanabilir: önce millî eğitim, memleketin çocuklarını, memleketin insanlarını, vatanını seven, milletini seven ve milletine hizmet etme ülküsü, yararlı olma ülküsü taşıyan kişiler olarak yetiştirmeyi amaç edinmelidir.
Türk milletinin eskiden beri kendisine güç veren bir geleneği vardır. Bu gelenek de daima kişi menfaatinin, millet menfaatinden sonra gelmesidir. Yani kişi varlığı bizim geleneksel görüşümüzde, dünyaya bakışımızda toplum varlığından sonra gelir. Bunu daha açmak icap ederse toplumun menfaati, milletin menfaati, kişi menfaatinin üstünde yer alır.
Bunu memleketin çocuklarına, memleketin insanlarına anlatmak, öğretmek lâzımdır ve memleketimiz çocuklarını, insanlarını milliyetçi şuurla dolmuş, millî ülkülere sahip, insan sevgisi ve insanlara hürmet zihniyeti taşıyan bir zihniyetle yetiştirmesi gerekir, ikinci ilke ise, memleketin insanlarını üretici olarak yetiştirme ilkesidir. Böyle, üretimi hesaba katmaksızın rastgele bilgi hamalı halinde memleketin insanlarını yetiştirip, onlan sonra da devlet kapısına saldırıya geçirmek, Türkiye'ye çok şeye mal olmuştur. Bunun için millî eğitim herşeyden önce insanlarımızı asalak olmaktan uzak kalarak üretici olarak yetiştirme ilkesidir.
Böyle, üretimi hesaba katmaksıtın rastgele bilgi hamalı halinde memleketin insanlarını yetiştirip, onların sonlarını üretici olarak yetiştirme ilkesidir. Böyle, üretimi hesaba katmaksızın rastgele bilgi hamalı halinde memleketin insanlarını yetişitirip, onları sonra da devlet kapısına saldırıya geçirmek, Türkiye'ye çok şeye mal olmuştur. Bunun için milli eğtimi herşeyden önce insanlarımızı asalak olmaktan uzak kalarak üretici olmak vasfında yetiştirmeyi amaç edinmelidir. Üçüncü ilke ise, toplumumuzun kalkınması için gerekli olan ekonomik ve sosyal hedefleri dikkate alarak Türkiye'nin kalkınmasını sağlayacak bu ekonomik ve sosyal hedeflere göre millî eğitimi plânlamak ve millî eğitim hedeflerini tayin etmek lâzımdır.
Türkiye'yi ekonomik yönden, sosyal yönden hızla kalkındırmak için ne vasıfta insana ihtiyaç vardır, ne kadar mühendise ihtiyacımız vardır, ne kadar makina mühendisine ihtiyacımız, ne kadar doktora ihtiyacımız vardır, ne kadar sanatkara İhtiyacımız vardır, tesviyeciye, tornacıya ihtiacımız vardır. Bunlar Türkiye'nin sosyal ve ekonomik hedeflerine göre tesbit edilmeli ve millî eğitim de kendi hedeflerini bunlardan almalıdır ve buna göre faaliyetlerini düzenlemelidir. Böyle yapılmadığı sürece memlekette büyük sıkıntılar olacaktır.
Boş bulunan okula önüne gelen öğrenciyi doldurmak gibi hiçbir değer ifade etmeyen bir takım palyatif tedbirler geçerli gösterilecektir. Bunlar çıkar yol değildir. Her şeyden evvel oturup Türkiye'nin ekonomik, sosyal hedeflerini ortaya koymak ve ona göre millî eğitimin de hedeflerini tayin etmek gerekir. Bir diğer ilke de, bunu da daima dikkatle tutmak lâzım Türkiye'ye teknik güçte insan lâzım. Teknik yetiştirmeyi millî eğitim gözönünde bulundurmalı ve millî eğitim, yetişecek insanlarımızı teknik yönden bilgili, güçlü etiştirmeyi amaçlamalıdır. Bir diğer ihtiyacımız kültür seferberliğidir. Güzel sanatların halk hizmetine koşulması meselesidir.
Fikirlerin kanatlan güzel sanatlardır. İnsanlarımıza millî ülküyü anlatmak, kalkınma davamızı benimsetmek için mutlaka güzel sanatlardan faydalanmak, güzel sanatları seferber edip halkın hizmetine koşmak gereklidir. Milli eğitim ve millî kültür seferberliği yapılmaksızın Türkiye'nin kalkınması, Türkiye'de düşündüğümüz mutlu bir toplum düzeni meydana getirmemiz mümkün olamaz, bir de Türkiye'den dışarıya beyin göçünü önlemek lâzımdır. Türkiye'nin kalkınmak için yetişmiş beyinlere ihtiyacı vardır. Bugün Türkiye, çok kabiliyetli beyinler yetiştirmektedir. Fakat bunları değerlendiremediği için, Türkiye'den başka memleketlere beyin göçü olmaktadır.
Kalkınma için gayet özel olarak Milliyetçi Hareket Partisi'nin düşündüğü görüşleri ortaya koymaya, açıklamaya çalıştım. Burada bu konuyu tamamlarken, çok önemli saydığımız ve gözetilmesi icap eden bazı ön şartlan dile getirmek istiyorum. Evet, Türkiye'nin kalkınması için sanayileşme lâzımdır, millî eğitim seferberliği lâzımdır, toplumun teşkilâtlanması lâzımdır ama, bütün bunların hepsinden önce gözetilmesi ve korunması, sahip olunması icap eden dört ön şart vardır.
Bu ön şartlar sırasıyla şunlardır : Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti devleüni korumak ve yaşatmaktır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığına kasteden her çeşit hareketi önlemek. İkincisi ise insan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğünü hedef alan çok partili, hürriyetçi, demokratik rejimi korumak ve devam ettirmek. Üçüncüsü ise Türk milletinin birliğini, beraberliğini korumak ve devam ettirmek. Dördüncüsü ise, Türk vatanının bütünlüğünü korumak. Türk vatanının bölünmezliğini korumak ve devam ettirmek şartlandır. Bu şartlar gözetilmezse, bu şartlar elde bulundurulmazsa, Türkiye'nin kalkınmasından bahsedilemez.
Girişilecek olan kalkınma faaliyetlerinin bir netice vermesi beklenemez. Bu dört ön şartı her Türk vatandaşının gözetmesi gerekmektedir. Her siyasî partinin bu dört ön şartı gözetmesi ve bunların elde blundurulması için işbirliği etmesi gereklidir. Türkiye bugün bu yönden iç saldırılarla bölücülüklerle, yıkıcı hareketlerle karşılaşmış durumdadır. Türk milletinin birliğini bozucu, bölücü faaliyetler vardır. Türk vatanını parçalamak isteyen, Türk topraklarını bölmek isteyen faaliyetler vardır. İnsan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğünü hedef alap hürriyetçi demokratik rejimi yıkarak yerine marksist, komünist diktatörlük kurmak isteyen hareketler vardır. Bunlara karşı bütün vatandaşların ve bütün partilerin işbirliği etmesi ve beraberce tedbir alması lâzımdır, anayasamızın başında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vasıflan ortaya konulmuştur.
Anayasa'mız Türkiye Cumhuriyeti Devletini "insan haklarına dayak demokratik lâik ve ülkesiyle, milletiyle bölünmez bir bütün" olarak ortaya koymuştur, bunlar bütün siyasî partilerin üzerinde ittifak edecekleri, işbirliği yapmaları gerekli olan asgarî müşterek¬lerdir. Bunun üzerinde hiç bir siyasî partinin müsamaha göstermemesi, hiç bir siyasî partinin taviz vermemesi ve taviz verenleri korumaması, taviz verenlerle işbirliği yapmaması gereklidir.
Türk milleti bu yönden yaşadığımız günlerde çok şiddetli tehlikeli bir bunalım geçirmektedir. Yurdumuzda sömürgeciliğin öncülüğünü yapan yabancı ideolojilere kapılmış veya satılmış birtakım yıkıcı, bölücü faaliyetler dolayısıyla kardeş kavgası yapılmaktadır. Gün geçmiyor ki, herhangi bir şehirde, herhangi bir okulda memleketimizin bir evlâdı ölmesin, yaralanırlasın. Biz, memleketimizin insanları, memleketimizin çocukları hangi düşüncede olurlarsa olsunlar, hangi partiye mensup bulunurlarsa bulunsunlar, hangi bölgeden olurlarsa olsunlar, hiç birinin ölmesinin, öldürülmesinin doğru olduğu kanaatinde değiliz, insanların düşüncelerinden dolayı saldırıya uğramalarına, öldürülmelerine karşıyız, İnsanların her ne şekilde olursa olsun öldürülmelerine karşıyız.
İnsanlar hakkında yapılacak işlemin hukuk yollarından, yetkili yargı organlarından geçerek, geçirilerek yapılmasının bir toplum için mutluluk getirecek en doğru yol olduğu inancındayız. Bu sebepten dolayı yurdumuzdaki öğrenci çatışmalarından büyük üzüntüler duymaktayız. Bu çatışmaların durdurulması için birçok çareler, öneriler yapmış bulunmaktayız. Birçok teklifler ileriye sürmüş bulunmaktayız, bunların uygulanmasıyla bu çatışmaların önleneceği kanaatindeyiz.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti, milyonlarca şehidin Türk milletine emanet bıraktığı bir varlıktır. Türkiye Cumhuriyeti, ******'ün Türk milletine emanet bıraktığı bir varlıktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkesiyle, milletiyle bölünmez bir emanettir. Bütün Türk vatandaşlarının bunun üzerinde birleşmiş olduğu inancı içindeyiz. Türkiye halkları diye ortaya çıkanlar, Ankara'da Hükümet merkezimizde birçok okulların duvarlarına, dekan odalarına, müdür odalarına kadar ayırıcı, bölücü sloganlar yazanların hareketlerini doğru bulmuyoruz. Bizim insanımıza göre insanları aşağılatan, insanları küçülten en iğrenç hal, insanların köle obuayı kabul etmesidir.
İnsanların köleliğe, esirliğe razı olmasıdır. Bu bakımdan sömürge olmayı biz kendi milletimiz için de, başkaları için de insanlık haysiyetine aykırı bir durum kabul etmekteyiz. Bunun için sömürgeciliğe her zaman karşı çıkmışızdır. millet olarak karşı olmuşuzdur. Fakat bugün yaşadığımız çağda, sömürgeciliğin usulleri ve silâhlan değişmiştir. Bugün sömürgeciliğin usulleri yabancı kültürleri kullanmak, kültür saldırılarıyla sömürgeciliği sürdürmektir. Bugün sömürgeciliğin silâhlan ideolojiktir. İdeolojileri kullanarak, ideolojilerle sömürgeciliği kurmak ve sürdürmektir. Bu bakımdan yabancı ideolojilere inandırılmış olan memleketimizin çocukları için büyük üzün tüler duymaktayız.
Memleketimizin evlâtlarının bu yönden uyandınlması lazım geldiği, bu yönden kendilerinin sömürgeciliğin aleti olmaktan kurtarılması lâzım geldiği inancındayız. Ama hangi görüşü benimserlerse benimsesinler, memleketin insanlarına karşı silah kullanılmasını en çirkin bir hareket olarak, en caniyane bir hareket olarak görmekteyiz. Ve hangi yönden Olursa olsun silah kullananları tasvip etmemekteyiz. Bunların Türkiye Cumhuriyeti'nin kanunlarına çarpıtmlmasını ve adaletin pençesine tes¬lim edilmesini öngörmekteyiz.
Bütün bunları dile getirirken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içinde kalan vatan topraklarını elbirliğiyle korumak üzere birleşmelerini, hangi partiden olursa olsunlar, ayn ayn program ve görüş sahibi bulunsalar dahi, Türkiye Cumhuriyetini korumak, demokratik hürriyetçi çok partili rejimi korumak, yaşatmak ve Türk Milletinin birliğini sürdürmek, bütün vatandaşlarımızın kardeşlik içinde karşılıklı sevgi, saygı duygularıyla dayanışma içinde birbirlerine sahip çıkarak yaşamalarını sağlamak ve Türk vatanının bölünmemesi için çalışmak konulan üzerinde birlik olmalanm, bunlara aykın davranış gösterenlere karşı çıkmalarını gerekli sayıyoruz.
Türk milletinin içine sürüklendiği bu bunalımdan kurtulmak yine Türk milletinin kendisine düşmektedir. Türk vatandaşlarımızın gerçekleri görmesine bağlıdır ve bütün Türk vatandaşlanmızın bu müşterek ilkeler üzerinde hiç bir taviz vermeden, vakit geçirmeden birleşerek tedbir almalarına bağlı olduğu inancındayım. Bununla beraber, şu inancımı da belirtmek istiyorum, milletimiz güçlü, kabiliyetli bir millettir. Sağ duyu sahibi bir millettir. Tarihimizde birçok sarsıntılı dönemlerde, o sarsıntılı günleri başanyla geçirmesini başarmıştır. Bugün içinde bulunduğumuz bunalımlardan da kardeşlikle, sevgiyle, anlayışla, birlik ruhuyla çıkmanın çaresini ve başarısını göstereceğine inanıyorum. Bu vesileyle bütün vatandaşlarıma sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
M. TAYLAK : Teşekkür ederim, efendim. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:49 | |
| GÖNÜL SEFERBERLİĞİ
Muhterem Divan, Milliyetçi Hareketin fedakâr ve vefakâr temsilcileri, Delege arkadaşlarım, kıymetli misafirler,
Türk Basınının ve TRT'nin değerli mensupları, Devletimize hizmet yolunda her türlü cefâya katlanan, parlak geleceğimizin ümidi ülkücü gençler, aziz Bozkurtlanm, Milliyetçi Hareket partisi'nin 13'ncü Büyük Kongresine hoş geldiniz, konuşmama başlarken muhteşem heyetinizi sevgilerimle ve hürmetlerimle selâmlarım.
Önce, Büyük Türk milletinin ve yüce dinimiz İslâm'ın hizmetkârı olmuş, devletimiz için çalışmış bütün Türk büyüklerinin; din-devlet-millet yolunda şehadet şerbetini içen cümle şehitlerimizin; Cumhuriyetimizn kurucusu Aziz ******'ün; başta partimizin kurucusu Maraşal Fevzi Çakmak olmak üzere partimiz ve davamız için hizmetleri geçmiş, bugün aramızda bulunmayan merhum parti ve dava arkadaşlarımızın; gene partimizin ve davamızın büyük ismi, büyük kaybımız merhum Dündar TAŞER'in ve genç yaşlarında, hayatlarının baharında bir gül bahçesine girercesine toprağın kara bağrına düşen, her seferinde kalbimizden, kafamızdan, dünyamızdan bir parçayı alıp götüren genç ülkü şehitlerinin aziz hatıraları önünde hürmetle eğiliyor, hepsine minnet ve şükranlarımızı sunarak Allah'dan rahmetler diliyorum.
Değerli delegeler, yaşadığımız yıllar, dünyamızın huzursuzluk içinde çalkalandığı yıllardır. Büyük kargaşalıklar siyasi, kültürel ye iktisadi infilâklar devrini yaşayan dünyamızda kurulmuş bulunan kuvvetler dengesinde de bazı gelişmeler göze çarpmaktadır. Üç süper gücün sağladığı dengeye bir dördüncüsü ve bir beşincisi de dahil olmaya çalışmaktadır. Amerika Birleşik devletleri, Batı Avrupa Ülkeleri ve Rusya'nın yanısıra, Japonya ve Kıta Çin'i de söz ve denge sahibi devletler gurubuna girme yolundadırlar.
Bu süper devletlerin nüfuz çekişmelerinin, menfaat sürtüşmelerinin alanı, hemen hemen bütünüyle, kalkınmakta olan ülkeler adı verilen memleketlerdir. Süperlerin çekiştiği bu alanlarda, kızılca kıyamet kopmakta, insanlık dışı kanlı ve merhametsiz olaylar meydana gelmektedir.Ortadoğu bölgesinde geçici de olsa bir sükûnet dönemine girilmiştir. İslâm ülkeleri arasındaki, özellikle Mısır ve Libya arasındaki karşılıklı suikastlara kadar uzanan sert çekişmeler, Lübnan iç savaşı ve El Fetih gerilla teşkilâtının bazı islâm ülkelerindeki tedhişleri, bu ülkeler arasında kurulması arzulanan dayanışma ve ahengi tahrip etmektedir. Mısır'ın ABD. saflarında kesin .olarak yerini alması, öteki Ortaoduğu ülkelerinin Rusya ile işbirliğine öncelik vermesi, süper güçlerin bu bölgedeki çekişmesinin, daha da artacağını göstermektedir.
Millî ve hayati bir davamız olan Kıbrıs konusunda, dost ve müttefik ülkelerden beklediğimiz ilgiyi göremedik. ABD. 1960'dan beri Ada'da cinayetler işleyen, Türk varlığını bir katliamla ortadan kaldırmak isteyen Rum vahşetine karşı işi hep sözde bırakmıştır. Buna karşılık, Yunan-Rum işbirliğiyle yapılan 1974 Temmuz darbesi üzerine, Türkiye'nin andlaşmalara dayanarak yaptığı müdahalenin sonuçlarına, Amerika dost ve müttefik bir ülkeye yakışmayacak derecede tavır aldı. Amerika, Nato ve ikili anlaşmalar gereği olarak Türkiye'ye hibe ve kredi yoluyla silâh ve askerî malzeme verirken, bunu durdurmuştur.
1975'den beri konulan ambargo devam etmekte, artık paramızla dahi bu ülke bize silâh satmamaktadır, buna karşılık Yunanistan devamlı surette silahlandırılmaktadır, en modern silâhların, Kıbrıs adasında ihtilâl plânlayan, 10 yıl boyunca insanlık dışı cinayetler işleyen Yunanistan'a verilmesinin elbette bir anlamı vardır. 45 Milyonluk Türkiye, küçük Yunanistan karşısında zayıf düşürülmek istenmektedir. Amerikan devletini yönetenlerin bu tutumunu görmezlikten gelemeyiz. Bu tutum, dostlukla, müttefiklikle bağdaşmadığı kadar, husumetin geliştirildiği yeni bir dönemi başlatmıştır.
Ege Denizi meselesi de Türk - Yunan münasebetlerini oldukça gerginleştirmiştir. Yunanistan.Türkiye'nin barışçı ve "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" politikasını kendi yayılması için, Türk milletinin hak ve hukukuna tecavüz için bir fırsat bilmiştir. Ege adalarının silahlandırılması, Ege denizinin bir Yunan gölü yapılmaya kalkışılması, Kıbns'dan sonra Yunan yayılmasının en yeni örneklerini vermektedir.
Batı Avrupa Ortak Pazar ülkeleriyle olan münasebetlerimiz de sıkıntılı bir dönemi yaşamaktadır. Ortak Pazar'a girişimizin 10'ncu yılında yapılan hesaplar gösteriyor ki, toplulukla Türkrye arasındaki iktisadî ve ticarî münasebetler aleyhimize bir sonuç vermiştir. 1995 yılında Türkiye Ortak Pazar'ın tam üyesi olacaktır. Halbuki, bazı siyasetçilerimizin ve parti liderlerinin büyük bir sevinç içinde müjdelediklerine göre, "1992 yılında Türkiye, Almanya'nın bugünkü durumuna yetişecekmiş. üstelik bu iyimser bir hedefmiş" ve bu hedefe Türkiye'yi götürmekle öğünülmektedir. Söyledikleri bu neticeye ulaştığımızı düşünsek bile, yine Türkiye Ortak Pazar'ın gerçekten pazarı olacaktır. Hiç bir alanda rekabet edecek gücü kendinde bulamayacak ve ülkemiz kendi elimizle gizli istilâya uğratılmış olacaktır.
Bu gerçeği Milliyetçi Hareket Partisi olarak daha işin başlangıcında gördük ve yöneticilere anlatmaya çalıştık. "Türkiye'nin Ortak Pazar'da işi yoktur. Ortak Pazar'ın kuruluş gayesi bellidir. Din, kültür, medeniyet, hukuk v.s. gibi bir çok müşterekleri olan aynı coğrafyanın ve aynı ihtiyaçların ülkelerinin organizasyonlarında Türkiye ne yapacaktır? Bu işe nasıl adapte olacaktır?" Bu soruların cevaplan hâlâ verilmemiştir. Bu konuda da Milliyetçi hareket Partisi haklı çıkmıştır.
Değerli delegeler, Türkiye komşularıyla hep iyi münasebetler kurmaya çalışmış bir ülkedir. Ama bu iyi niyetin zaman zaman istismar edildiğini de görerek, kendi varlığını koruyucu tedbirler almaktan geri kalmamıştır. Son yıllarda kuzey komşumuz Rusya ve Demirperde gerisi öteki ülkelerle münasebetlerimizde göze çarpan bir gelişme olmuştur. Dış münasebetlerde millî menfaat önde gelen temel bir esastır. Bu gerçeğe rağmen biz komünist ülkelerle olan münasebetlerde, daima hassasiyet gösterdik, bizim bu konudaki açık görüşümüz şöyledir.
İç politikada milliyetçi olmak kaydıyla, dış politikada milli menfaatin gereği yerine getirilmelidir. Türkiye'nin son 30 yılı bunun tam tersine işlemiştir. İç politikada sola açılabildiği kadar açılan Türkiye, dış politikada Baüyla işbirliğini seçmiştir. Esas olan Türkiye olduğuna göre, içte sola yönelen bir gelişme, dışta da solu getirir. Ve Türkiye'nin millî bağımsızlığı ve vatan bütünlüğü, böyle beynelmilelci bir ideolojinin kıskacı içinde tehlikeye düşer, türkiye'nin jeopolitik durumu dikkate alınarak, önce iç siyasette, yaşayışta, kültürde, milliyetçi bir bütün olmaya dikkat etmek şarttır.komşularımızla, özellikle Rusya ile içişlerine karışmama, millî hükümranlık haklarına saygı esasları içinde iyi münasebetleri - geliştirmeyi daima arzu etmekteyiz.
Değerli delegeler, Dış âlemdeki gelişmeleri ve bizi ilgilendiren meseleleri, ana çizgileriyle böylece ortaya koyduktan sonra, iç meselelerimize geçiyorum. Türkiye, kökü dışarda olan ciddî tehditler altındadır. Manevî hayatımız önemli ölçüde tahrip edilmiş, iktisadî hayatımız dar boğazlara sokulmuştur. Türkiye'nin bir numaralı meselesi, kızıl anarşidir. 1.0 yıl önce başlayan bu silâhlı isyan, hâlâ bastınlamamıştır. Hattâ hızını ve tahribatını arttırarak rejim ve devlet aleyhine cinayetlerini sürdürmektedir. Bu üzücü ve endişe verici duruma gelmemizde elbette çok sebepler vardır. Herşeyden önce Türkiye, yöneticiler ve büyük bir bölümü ile aydınlar tarafından ihmal edilmiş, adeta tüketilmiştir. Böyle bir ülke oluşumuzun doğurduğu çöküntüler, ihanetin gelişmesine müsait bir ortam hazırlamıştır. Ahlâk bozukluğu, imansızlık, aşağılık duygusu, kendine güvensizlik, yaratıcı zekânın körlenmesi gibi yıkıntılar neticesinde, pek çok yoklukların ve haksızlıkların kol gezdiği ülke haline sürüklenmişiz.
Böyle bir ülke oluşumuzun doğurduğu çöküntüler, ihanetin gelişmesine müsait bir ortam hazırlamıştır. Ahlâk bozukluğu, imansızlık, aşağılık duygusu, kendine güvensizlik, yaratıcı zekânın körlenmesi gibi yıkıntılar neticesinde, pek çok yoklukların ve haksızlıkların kol gezdiği ülke haline sürüklenmişiz. Böyle bir ortamda, yabancı ideolojilerin at oynatması çok kolaylaşmaktadır. Her haksızlık, adalesizlik, sömürü, fakirlik ve ahlâk bozukluğu ele alınmış, alabildiğine istismar edilmiş ve bütün bunlardan kurtulmak için de süslü ambalajların ve takma isimlerin gizlediği, komünizm teklif edilmiştir. Israrlı çalışmalar sonunda bazı insanlarımıza da kabul ettirilmiştir, bataklıkta biten otlar gibi yetişen, kendine yabancılaşmış, yozlaşmış ve düşman yapılmış bu guruptakiler silâhlandırılarak, rejime ve devlete saldırtılmıştır. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:50 | |
| Devleti, rejmi ve milleti korumakla görevli olanlar başta bulunmak üzere herkes, silâhlı saldın haline dönüşen ihanetin ne adını koyabildi, ne de teşhisini. Bu korkunç felâkete başlangıçta teşhis konulamayınca, ad verilemeyince, tehlike aldı yürüdü. Yanlış teşhise dayalı göstermelik tedbirler, ihanetin gücünü ve cür'etini arttırdı. O tarihlerdeki ısrarlı ikazlarımız, "vehim" olarak görüldü ve millete takdim edildi, ama gerçeği gizlemeğe kimse muktedir olamadı. İşte acı gerçek geldi ve kapımızı zorlamaktadır. Komünizmin yeşermesi ve gelişmesi için ortamın hazır olması ve teşkilâtlı saldırılara teşhis konulamaması, Türkiye'yi 1971 yılının 12 Mart'ma kadar sürükledi. Bu yıldan sonra tehlikenin ne olduğu sadece cereyan eden kanlı olaylarla değil, sadece cinayetleri besleyen propagandalarla değil, mahkeme kararlan ile de sabit oldu.
CHP'nin dışında kalan partiler bu dış kaynaklı tehlikeyi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin başta koyduğu adla çağırmaya başladılar. Başladılar ama tedbir gerekirdi. Ortada görülen, inanılır bir tedbir yoktu. Aksine, 1973 seçimlerinden sonra kurulan CHP-MSP koalisyonu, millî vicdanın ve mahkemelerin mahkûm ettiği devlet ve rejim düşmanlarını, işledikleri cinayetlerin kanı kurumadan, mahkeme kararlarının mürekkebi kurumadan affetti. Bu afla birlikte, hapishaneler boşaldı, yurtdışına komünist ülkelere kaçanlar tekrar -geldi ve yeniden kanlı ihtilâl "örgütleri" kurulmaya başlandı.
Bu hazırlık bir yıl sürdü, hazırlıkların, kızıl ihtilâl hazırlıklarının tamamlandığı tarihlerde CHP kendi kurduğu hükümeti yıktı ve muhalefete geçti. Bu tarihten sonra da komünist saldırılar, cinayetler, sabotajlar ve soygunlar hızını hergün arttırarak gelişti, bizim kurulmasına ön ayak olduğumuz, yaşamasına sebep olduğumuz bugünkü hükümet ise bütün ikazlarımıza rağmen, tesbit edilen köklü tedbirlere gidecek gücü ve anlayış bütünlüğünü göstermedi. İçişleri Bakanı, daha önceki hükümetin de İçişleri Bakanı idi. Partisi, koalisyonda ortaklık ettikleri ile değil, komünist ve yıkıcı unsurlarla, bunların hâmisi, gözü dönmüş yeni CHP yöneticileri ile iyi geçinmeye önem veriyordu. İki yıl böyle geçti.
komünizmin ülke bütünlüğünün, rejimi ve devlet varlığını tehdit eder hale gelmesinde üç sebebin; (müsait ortam, teşhis hatası ile köklü ve fevkalâde tedbirlere gidilemeyişi) yanında, yeni CHP yöneticilerinin tutumunu da kaydetmeden geçemeyiz. CHP, Kendileri "Yeni CHP" diyorlar, öyle bir ekibin eline geçti ki, komünizmi korumada, rejim ve devlet yıkıcılığını korumada uzmanlar burada toplanmıştır. Açık cinayetlere, devletin güvenlik kuvvetleri ile yapılan silâhlı savaşlara, soygun ve sabotajlara, binlerce kızıl zorba hakkındaki mahke¬me kararlarına rağmen, CHP yöneticileri meydana çıkmışlar ve milletin gözünün içine baka baka, bunları anarşist olarak görmediklerini, komünizm tehlikesinin bulunmadığını söyleyebilmişlerdir.
Esas tehlike olarak da, devletin, rejimin, ülke bütünlüğünün ve manevî değerlerin koruyucusu olanları göstermişlerdir. Bu partinin başı, "Anarşinin çıkması için iki taraf lâzımdır" sakat mantığı ile yola çıkmış, ama mantığın sakatlığı bir yana, tarafın birinden; yani saldıran, yıkmak isteyen, kanlı ihtilâl peşinde koşandan hiç bahsetmemiştir. Sakat mantık diyoruz, çünkü anarşinin çıkması için iki değil bir tarafın olması lâzımdır. Saldıran, yıkan, kan döken bir taraf anarşiyi çıkardı demektir.
Nitekim öyle de olmuştur. 1967-68 yıllarını hatırlayalım, işgal, boykot ve önemli kurumlan işlemez hale getirmek faaliyetinin yürütüldüğü yıllarda, tek taraf vardı. 12 Mart 1971 sonrasını hatırlayalım. 1973 yılına kadar saldıran, kan akıtan, soygun ve sabotaj yapan, ordu ile silâhlı savaşa girişen tek bir taraf vardı, şimdi de öyle, komünist ve bölücü "örgütler" hep saldınp, kan akıtıp, kitlelerde kurduklan terörle sinme yaratarak, kızıl ihtilâl peşinde koşuyorlar.
Evet, kızıl ihtilâl peşinde koşuyorlar. Beynelmilel komünizm, bütün dünyadaki faaliyetlerini iki şarta göre sürdürmektedir. Bunlar, komünizmin, komünist metodlann uygulanacağı ülkelerin yönetim şekilleridir. Yâni komünizm, ya bir memlekette iktidardadır, bu şarta uygun uygulamalan olacaktır; ya da muhalefettedir ve çalışmalar buna göre ayarlanacaktır. Eğer komünizm, iktidarda olduğu bir ülkede faaliyette ise, orada tele parti, merkezi ve tek otorite; hürriyet, eleştiri, muhalefet gibi unsurların bulunmayışı gibi özellikler hemen kendini belli edecektir. Burada kültür, sanat, iktisat, toplum, hatta gerekirse din, merkezî otoritenin yâni komünist partisinin dediği yönde şekillenecektir.
Eğer komünizm, demokratik rejimle yönetüen, hürriyetçi düzeni kabul etmiş veya komünizmin dışında krallık, dikta, faşizm gibi antidemokratik bir ülkede uygulanacaksa, yani komünizm bir ülkede muhalefette ise, o zaman tek hedef vardır: O da ihtilâl, yani yumuşatılmış adı ile devrim. Bugün dünya siyaset literatüründe hükümet, yönetim, devlet şekli değişikliğinin tarifi olarak kullanılan devrim-ihtilâl-kelimesinin komünist literatüründe, lügatinde bir tek tarifi vardır: mevcut düzeni.Anayasayı, devleti yıkmak ve proleter diktatörlüğünü veya komünist parti diktasını gerçekleştirmek.
Bazı saf aydınlarımıza, siyasetçilerimize, idarecilerimize senelerdir anlatamadığımız nokta burada düğümlenmektedir, basit, saf, yalın bir "devrim" kelimesinin peşine takılıp, sol kollan havada gitmekte bir beis, sakınca görmemişlerdir. Kastedilen devrimin kızıl ihtilâl olduğu yolundaki gerçeği anlayamayan; uyanlarımıza ve bu kadar olaya rağmen hâlâ devrimci yandaşlığı taslayanlar, artık gaflet ve delâlet uykusunda değil, hain uyanıklığı içerisindedirler.
Komünizmle ilgili olarak, bütün Türk aydınlarına, gençlerine, öğretmenlerine, işçilerine, vatansever halkımıza ikinci bir hususu da bir kere daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Bugün, beynelmilel komünizmin Çin tesiri dışındaki büyük bir bolümüne hakim olan Sovyet Komünizminin lideri Brejnev şöyle diyor: "Sovyetler, komünizmin kurucusu ve en büyük devletidir, küçük komünist ülkelerdeki komünist enternasyonele aykın davranışlar ve komünizmi saptıncı davranışlara her zaman müdahale hakkı vardır." "Brejnev Doktrini" olarak, bilinen bu fikir, Macaristan ve Çekoslavakya'da örnekleri görüleri, ileride de her zaman rastlanması mümkün olan bir gerçeği ifade etmektedir, komünist rejimle yönetilen - Allah esirgesin - bir Türkiye'nin Brejnev'in tank ve askerlerine " ne işiniz var?" demeğe dahi hakkı olmayacaktır.
Macaristan ve Çekoslavakya'nın olmadığı gibi.... Bunu hiç bir Türk'ün arzu etmeyeceğine olan inancımız bu yabancı ideoloji ile yaptığımız mücadelede gücümüzü ve azmimizi arttırmaktadır, komünizm ideolojisi ile ilgili olarak bahsetmeye çalıştığım bu hususlarda çok düşünmek; aydın, yönetici, siyasetçi olarak komünizmin yanında ve karşısında alınacak tavrı ona göre belirlemek lâzımdır.
Gelelim yeni CHP'ne... Yeni CHP'nin başında öyle bir ekip var ki, hareketleri, takip ettikleri siyaset her yönü ile ülke menfaatlerinin aleyhine işlemektedir. Bunun çok sayıda örnekleri vardır. Hükümetin yeni kurulduğu 1975 yılında, İsveç'e, İngiltere'ye, Libya'ya giden bu partinin başı oralardan bağınyordu. Bütün dünya kamuoyu önünde bağınyordu: "Bu hükümet yıkılmak üzeredir, ha yıkıldı ha yıkılacak" böylece dış meselelerimizin bunalım noktasına ulaştığı bir zamanda yabancı devletlere karşı hükümetin itibannı yıkmayı vicdanına, ahlâkına, bu topraklara bağlılığına yakıştırabilmiştir.
Oradan Almanya'ya gitmiş, Türk işçilerini toplamış, "Dövizlerinizi Türkiye'ye göndermeyin. MC hükümeti çarçur eder." demiştir, yani, Almanya, Hollanda, isviçre bankalarında toplayın, o ülkelerin hükûmetileri kendi kalkınmalan için Türk evlâtlarının alın teri ile kazandıkları paralardan faydalansınlar, ama Türkiye faydalanmasın. Hangi vicdan, hangi muhalefet anlayışı, hangi insanlık değeri bu tutumla bağdaşır.
Alman Sosyalist Partisinin Genel başkanı V. Brand'la anlaşmış, Milliyetçi Hareket Partisi aleyhine beyanat verdiriyor. Almanya'daki milliyetçi Türk işçilerini sınır dışı ettirmek için, oradaki komünistleri harekete geçirmisler. Oyunlarını bozduk, ama başarsalardı, yâni milliyetçi Türk işçileri sınır dışı edilseydi, Milliyetçi Hareket Partisi'ni dışardan vurmuş olacaklardı, yüzlerindeki maskeyi her defasında yırtarak gerçek çehrelerini millete gösterdiğimiz için, bizimle açıkça cepheden fikir tartışmasına giremiyor, ancak böyle yollara başvuruyorlar.
Türk işçilerini sınır dışı ettirmek, yabancı partilerle işbirliği yaparak Türkiye'nin iç işlerine burunlarını sokturmak, parti rekabeti ile izah edilemez. Millî bağımsızlık diyenlerin, sahteciliği böylece ortaya çıkıyor. Amerikan ambargosuna karşı, Türk hükümeti üslere el koyacağım deyince, yeni CHP'nin başı çatlak sesini yükseltiyor. Gırtlağını patlatırcasına bağırıyor, "inanmayın, blöf yapıyorlar" diye. Kime söylüyor, Amerika Birleşik Devletlerine jurnalliyor. Süre dolunca Türk hükümeti üslere el koymuş, blöf olmadığı ortaya çıkmış ama bir an için düşünelim ki, Türk hükümeti blöf yapıyor. Yeni CHP'nin başı da böyle yapıldığını biliyor. Meydana çıkıp bağırması, jumallemesi mi gerek?
Böyle bir tutumu gösterebilen kimse aklından sıkıntıda değilse, neyin peşindedir? Vatanseverlikle, sıkıştığında söylediği "gerçekten milliyetçilik'le izahı mümkün mü? CHP, 1938'den beri daima Türk milliyetçiliğine karşı çıkmış, onu körletme ve mahkûm etmenin kavgasını vermiştir. Millî sembol Bozkurt'u ATATÜRK devrinin paralarından, okul şapkalarından söktürmek; Yunan-Roma klâsikleri ile beslenen maymun nesiller yetiştirmek; milliyetçilere tabutluklarda eza ve cefalar çektirtmek, Türk milliyetçiliği fikrini Türk millî eğitiminde yasaklamak, hep bu partinin kötü eserleri olmuştur.
Son olarak da, üniversite kanunundan "milliyetçilik" kelimesini çıkartma yolundaki gayretleri, engellemeleri boşa çıkınca Anayasa Mahkemesinde dava açan yine bu parti olmuştur. Milliyetçiliği mahkemeye veren, örf ve âdetlere göre yeni nesillerin yetiştirilmesinden rahatsız olan yeni CHP'nin başı tansiyonun en çok yükseldiği günlerde, Ege denizinde arama yapan Türk gemisine "balıkçı teknesi" diyebilecek kadar, Türkiye'nin Yunanistan karşısında millî güvenliğini teminat altına almak için silâh satın almasına karşı çıkabilecek kadar yıkıcılıkta, anarşistlikte, millî menfaat düşmancılığında tutarlılık göstermiştir. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:51 | |
| Yeni CHP'nin başı ve yandaşlarının komünist ve bölücü örgütleri avukatıyla, milletvekiliyle, her türlü propagandasıyla korumasının ve desteklemesinin yanında, öteki faaliyetlerini de bir bütün halinde ele aldığımız zaman, karşımıza çıkan manzara ürperticidir. Türkiye Cumhuriyetinin ilk siyasî kuruluşu olan ve ATATÜRK'ün elleriyle kurulan, bugün parlâmentoda en fazla üye ile temsil edilecek şekilde halkımızdan oy almış bulunan bir partinin komünistlikleri tescilli olan bir işçi kuruluşu ile bir gençlik kuruluşunu yanına alarak seçimlere giriyor olması çok acıdır, üzücüdür.
Bu kuruluşlar neden acaba, .CHP'nin daha solunda olduğunu söyleyen partiler olduğu halde onlan değil de, CHP'ni desteklemekte israr etmektedirler? Neden acaba yurt dışından yayın yapan Bizim Radyo ve Komünist partisinin Sesi radyosu kendi desteklediği dışındaki sol fraksiyonlara küfürler yağdırırken CHP'den pek çok yerde övgü ile bahsetmektedir? Bütün bunlar neyin karşılığıdır? Anayasa'nm temel ilkesi olan ülke ve devlet bütünlüğüne kasdedip bölücülük yapanların korunması, onlara arka çıkılması ülkemiz için çok tehlikeli bir yoldur.
Bazı CHP yöneticilerinin sözcülerinin ve parlamenterlerinin mezhep ve ırk kışkırtmacılığı yoluyla veya bunlan yapanlara arka çıkarak politika yapmaları, bölücülük yapmaları affedilir şey midir? Vatansever CHP'li vatandaşlarımız partilerini bu kimselerden kurtarmalıdırlar. Edebiyatçı bozuntusu'nun süslemeye çalıştığı uydurma kelimeleri bir kenara atarsanız, bu partinin komünist koruyuculuğunun dışındaki bütün faaliyetlerinin de aynı doğrultuda, aynı hedefe, yâni Türkiye'yi çökertme hedefine yöneldiğini görüyoruz. Yeni CHP niçin bu duruma geldi ve maksadı nedir? Eski CHP'yi devirdiklerini kendileri yeni demekle ortaya koydular. CHP'ye oy veren milyonların içinde çok az bir kısmının solcu olduğunu bildikleri halde, cür'etle partinin rengini kızarttılar. Bu partinin içine çok sayıda sicilli komünist sızmıştır. Zaten Cumhuriyet tarihi boyunca, komünistlerin hedefi buydu.
Bugün zirve noktasına gelmişlerdir. Halen partinin etkili kademelerinde, komünist ve bölücü cinayatlerden mahkûmiyet almış bir çok kişi vardır. Hapishanelerde yatmakta olan parti yetkilileri vardır. Sızanların partinin direksiyonunu ele geçirdiği ölçüde yenileşen CHP, dıştan da markaja alınmıştır. DİSK, TÖBDER, DEV GENÇ, HALK EVLERİ ve öteki legal ve illegal komünist kuruluşlar tarafından etrafı sarılmıştır. Devamlı sıkıştırılarak sosyalizmden de öte götürülmek istemektedir.
Gene bu partinin yöneticileri ve lideri bütün konuşmalarında, yazılarında millî bir Türk Partisi olan MHP'yi düşman ilân etmekte, en galiz, aşağı iftira, yalan ve ithamlarla saldırmaktadır. Diğer yandan da Bulgar, Doğu alman, Romen, Yugoslav Komünist partileri ve İsveç, Norveç, Alman Sosyal Demokrat Partileri gibi yabancı partilerle kol kola gezmekte sarmaş-dolaş olmakta, onlara dostluk ilân etmektedir. Bu yabancı partileri CHP'ne ve liderine, MHP gibi bir millî partiden daha yakın hissettiren bağ, his acaba nedir? Bu tablo dahi, vatansever ve sağduyu sahibi CHP'li vatandaşlarımız için çok büyük bir ikaz lâmbası olmalıdır.
Hiçbir vatansever CHP'li, bu sözlerimi, siyasî rekabetin tesiri ile söylenmiş kabul etmemelidir. Ortanın Solu denildiğinde neredeyse parti yıkılacaktı. İsmet paşa CHP hiçbir zaman sosyalist olmadı ve olmayacak demişti, ama CHP şimdi Sosyalist En-ternasyonele üye oluyor. Bu işlem tamamlanmadan Partinin başı Bulgaristan, Romanya Komünist Partileri ve devlet yöneticileri ile görüşmeler yapıyor, anlaşmalara varıyor. Bu anlaşmaların muhtevası, pazarlıkları ne olduğu parti teşkilâtına ve kamuoyuna kapalıdır. Herşey alıştıra alıştıra ustaca kabul ettiriliyor. O halde bir gün yeni CHP'nin başı ve yandaşları, sosyalizmden de öte gittiklerini ilân ederlerse hiç şaşmamak lâzımdır. Nitekim, bunu temin için olacak ki, Türk Ceza Kanununun komünizm propagandasını ve teşkilâtlanmasını yasaklayan maddelerinin kaldırılması için devamlı faaliyet göstermektedirler.
Değerli delegeler, Bütün bu bozguncu, yıkıcı, bölücü ve köleleştirici ihanetlere karşı, samimî, etkili, inançlı ve sürekli gayreti sadece Milliyetçi Hareket Partisi göstermektedir. Bunun için de, yurt dışında yayın yapan komünist korsan radyolar, çeşitli yabancı merkezlerde çıkan yayınlar ve Türkiye'deki yeraltı ve yerüstü komünist "örgütler" Milliyetçi Hareket Partisi'ni bir numaralı hedef haline getirmişlerdir, partimizin binaları bombalanmakta, milliyetçi düşünceye bağlı kuruluşlar ve mensupları ağır saldırılara uğramaktadırlar, bütün bunlar Milhyetçi düşünceye mensup olanların, Türkiye'yi parçalamak isteyenlerin oyunlarını bozduğunu ispatlamaktadır.
Milliyetçi Hareket, Türk milliyetçiliğini aksiyon haline getirmekle, milliyetçiliği herkese kabul ettirdi. Yeni CHP'nin milliyetçiliği mahkemeye veren başı dahi, sıkıştırılınca, "gerçekten milliyetçi" olduğunu söylemek zorunda kalmaktadır. Milliyetçilik düşmanlarına dahi bu sözü söyletebilmek, milliyetçiliğin gücünü gösteren bir belgedir. Milliyetçi Hareket Partisi'nin görüşleri öteki partiler tarafından yağma edilmektedir. Milliyetçilik paylaşılmaz hale geldi. Gerçi samimî olarak iman etmedikten sonra, bir değeri olamaz ama, bu da bir gelişmedir. Biz 1960 yılında Türkiye otomobü yapabilir deyip tatbikatına geçtiğimiz zaman, sol basın bize yaylım ateşi açtı. Evlerine ateş düşmüş gibi, bize saldırıya geçtiler. "Türkiye önce bir toplu iğne yapsın da, ondan sonra sırasıyla otomobile gelelim." dedüer. Sol, Türkiye'nin gelişmesini istemez.
Çünkü Türkiye'm çaresizlik içinde kendi kucaklarına düşmesini planlamışlardır, ama biz o zaman da direndik ve dedik ki; başka milletlerin gelişme safhalarını ayn ayrı yeniden yaşamaya ihtiyaç yoktur. Böyle bir zihniyetle Türkiye, gelişmiş ülkelere yetişemez. Çağlar üzerinden sıçramak lâzım. Ağır sanayie girmek lâzım.
Bu sözlerimiz solcular ve öteki parti çevrelerinde, hayal olarak nitelendi. O tarihlerde ağır sanayi münakaşası yapılmazdı, iktidar ister gazoz olsun, ister makarna olsun, yaptığı fabrikayla öğünür; muhalefet de yok canım böyle bir fabrika kurulmadı der, inkâr ederdi. Türkiye'nin kalkınması tartışmaları bu seviyede idi. "Fabrika yapan fabrika" sözünü biz 12 yıl önce ortaya koymuştuk, şimdi şükürler olsun ki, ağır sanayie karşı çıkan yok. Çağlar üzerinden sıçramak gereğinden şimdi bahsedince, artık kimse buna karşı çıkmıyor. Ama 1960'da bunu muhayyeleleri almıyordu. Aynı ekip¬ler şimdi yine siyaset sahnesinde.
Tanm Kentleri görüşümüz, bu sene Urfa'da uygulama alanına konuldu. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plânı'ına alındı. CHP, bu görüşümüzü 10 yıl sonra, yanlış bir şekilde de olsa kendi programına aktardı. Kalkınma için yeni bir finansman kaynağı olarak bulduğumuz ve mülkiyeti yaygınlaştırmak suretiyle içtimaî dengeyi sağlayacak olan Millet Sektörü'nü de CHP, "Halk sektörü" yaparak rogramına aldı.
MSP, 'Tek Meclis-Tek Başkan" sistemimizi, "Millet Meclisi üye sayısını 300'e, indirme görüşümüz", "Makina yapan makina sanayii" sloganımızı, kendi programına aktardı. Milliyetçi Hareket Partisi Türk siyasî hayatına, Türk düşünce hayatına bir disiplin getirmiştir. Artık kalkınma meseleleri bir bütünlük içinde ele alınmakta ve tutarlı olarak tartışılabil-mektedir. Siyasî hayatımızdaki bu seviye yükselmesi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin mücadeleleri sonunda elde edilmiştir.
Yukarda sıraladığımız bu misaller Milliyetçi Hareket Partisi'nin gücünü ve Türkiye'nin meselelerini çözecek muktedir bir kadroya sahip olduğumuzu göstermektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin milliyetçilik anlayışının temelinde sevgi vardır. Solculuk gibi, zıtlıklardan, çelişme ve çatışmalardan, düşmanlıktan ve nefretten gücünü almaz. Milliyetçilik sevgiyi itici güç olarak kabul eder. Milliyetçiliğimizde ırkçılık yoktur. Millî kültür, Müliyetçiliğimizin kaynağıdır. Heyecanımızın temelinde milliyetçiliğimiz yatar. Anayasamızın "bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima yükseltmeyi amaç bilen Türk Milletçiliğinden hız ve ilham alan" şeklinde
Başlangıç İlkeleri'nde ifadesini bulan 'milliyeçtilik anlayışı aynen bizim duygu ve düşüncelerimizi de yansıtan çok güzel bir belgedir. Gene, 'Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" şeklindeki anayasamızın 3. maddesini teşkil eden anlayış da, bizim Türk Milliyetçileri, olarak hassasiyetle üzerinde durduğumuz ve tamamen paylaştığımız bir görüştür. Hepimiz, bütün siyasî partilerimiz, her Türk vatandaşı bunları vazgeçilmez bir inanç, düstur, temel ilke olarak benimsemeli, bunlar bütün milletimizin üzerinde birleştiği asgarî müşterekler olmalıdır. İşte bizim milliyetçilik anlayışımız budur, öyle yazılan, çizilen, sayfalar, sütunlar dolusu ahkâm kesilen bir şey değildir. Hele üzerinde istihfam yaratılacak, sual açılacak hiç bir yanı yoktur fikrimizin... Ama milliyetçiliği korkulu rüya olarak her gece düşlerinde görenler için bir sözümüz yoktur (!) |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:52 | |
| Başkasına benzemeye kalkışmadan, aşağılık duygusuna kapılmadan, Türk dehasını harekete geçirmek istiyoruz. Türk dehası milliyetclilik imanı ile, büyük hedeflerimize yönelmekle ve bütün bunların gerektirdiği ruh üstünlüğüne ve heyecana sahip olmakla yaratıcı gücüne kavuşabilir. Bu deha bir kere harekete geçti mi, artık iktisat hesaplan, masabaşı plânlan iflâs eder. onun için biz, 2 bin yılında şu veya bu devletin bugünkü durumuna ulaşacağız gibi hedefler verilmesini, küçüklükten kurtulmamanın bir ifadesi olarak görüyoruz. Ve diyoruz ki, böyle hedefler vermek haysiyet kincidir. Geriden takip etmeye, tâbi olmaya razı olmaktır. Taklitçilikten kurtulmayan daha yapıcı, yaratıcı, inşa edici ve teklifçi olamaz. Daima esirdir. Geridedir, köledir.
Hedefimiz maddî alanda en ileri seviyeye ulaşmak, zaten yüksek olan ruh yapımızla, parlak olan dehamızla insanlığa adalet, ahlâk ve mutluluk götürmektir. Muhayyeleri küçülmüş olanlar, hayalde bile başkalanna tâbi olmaktan kurtulamayanlar, bu söylediklerimi anlayamazlar. Karşımıza geçerek, hesaptan, toplama ve çıkarmadan bahsederler, düşünmezler ki, o hesaplar şimdiye kadar hangi milletin hayatında doğru çıktı. Osman Bey'in kurduğu Muhteşem İmparatorluğumuzun doğuşunu, öncesinde değil, sonrasında da hesapla izah edemezsiniz. Bunlan söylemekle hesapsız haraket edelim demediğimi anlıyorusunuz. Elbette hesap lâzım. Ama biz hesaba ve şartlara değil, hesap ve şartlar bize tâbi olacaktır.
Hedefi hesaplar ve şartlar değil, bizim inançlanmız, görevlerimiz ve ihtiyaçlarımız tayin edecektir. Biz Türkiye'nin kalkınmasında gürilük, kısa vadeli, geçici tedbirlerle ve buna uygun olarak tesbit edilmiş küçük hedefler yönünde hareket edilmesini, her iktidarla, hatta değişen her bakan ve yönetici ile uygulamaların değişmesini kabul etmiyoruz. Mevcut şartların, geçici zorlamaların neticesinde mecburî olarak ortaya konulan kısa süreli yatırım planlarıyla değil; önceden tesbit edilmiş, uzun sürede varılmak istenen büyük hedefler istikametinde hazırlanmış plânlarla kalkınma hareketinin yürütülmesini öngörüyoruz. Önce, Türkiye'yi çağlar üzerinden sıçratarak, atom çağına, füze çağına sokacak kalkınmanın büyük hedefleri tesbit edilmeli, bundan sonra yatıranlar, plânlamalar bu¬na uygun olarak yapılmalıdır.
Türkiye, bir kere bu yola girdi mi, her fikir, her hareket, her plân bir tek hedefe yönelik olacaktır: Büyük Hedefe, yani sanayileşmiş, ahlâkta, maneviyatta, ilimde ve teknikte en ileriye gitmiş; çağının süper devleti olmuş Büyük Türkiye'ye... Türkiye bu yere lâyıktır ve yeri mutlaka burası olmalıdır. Türk insanındaki ve Türk vatanındaki gizli ve âtıl bırakılmış potansiyel en büyük güç kaynağımızdır. Milliyetçi Hareketin enerjisi bu potansiyeli harekete geçirmeye taliptir...
Bizim bu söylediklerimize itiraz edenler, yaratıcı Türk dehası diye bir şey okumuş veya duymuşlardır ama, onun ne demek olduğunu anlamamışlardır. Her şeyin millî üslûba göre düzenlendiği, medeniyet kurma davamızda modern ilmin metod sayıldığı bir amansız yansı başlatmış bulunuyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi'nin nizamında üç noktada uyum sağlanacaktır. İnsanın iç dünyasının nizamı, sokaktaki nizam ve devletteki nizam bir bütünü meydana getirecektir, insandaki, sokaktaki ve devletteki nizam, birbiriyle çelişir, birbirini aşağılar durumdan sür'atle çıkanlacaktır. insan böylece mutlu olur. Huzur böylece sağlanır. Devletin yapısıyla, sokaktaki hayatla bütünleşen insanın, başaramıyacağı iş, çözemeyeceği mesele yoktur. Çalışma hayatımızın meseleleri, iktisadî hayatımızın meseleleri, hepsi huzurlu
Türk insanının elinde çareye kavuşacaktır. Türk insanı bu esaslara göre eğitilecektir, eğitilmemiş ordu savaşamaz. Eğitilmemiş millet, kalkınma ve medeniyet kurma yolunda basan sağlayamaz.
Değerli Delegeler, Seçimlere kadar devamlı faaliyet içinde olacağız, sandıklar açılıp neticeler ilân edilinceye kadar gözümüzü kırpmayacağız. Yeni CHP anarşistlerle sandık güvenliğini sağlayacağını ilân etti. Bunun manâsı açıktır. 5 HAZİRAN'da sandık başlarında işlenecek cinayetlere, yaratılacak anarşiye sorumlu aramaya lüzum kalmamıştır. Devletin güçlerini hiçe savarcasına, tam bir sorumsuzluk ve kabadayılık tavn içinde beyanat verenler, umudunu anarşistlere bağlayanlar, bütün cinayetlerin sorumlularıdırlar.
Seçim günü her zaman olduğu gibi, Milliyetçi Hareketçiler, devletin meşru güçlerine yardımcı olacaklardır. Her olayda onların müdahalesini isteyecekler, devlet kuvvetlerine gereken her yardımı yapacaklardır. 42 gün sonra, 5 Haziran'da genel seçimler yapılacaktır. Türkiye'nin kaderi yeniden o gün çizilecektir. Türkiye'yi idare etmeye talip olan taklitçiler, başkalarına tâbi olanlar bizi anlamamıştır ama, asil milletimiz anlamıştır. Uyanış sür'atlidir. Durmadan, dinlenmeden çalışmak istiyorum. Bu görev mukaddes bir görevdir. GÖNÜL SEFERBERLIĞl ILAN EDİYORÜM.
Böyle bir mukaddes dava uğruna hayatını adayanlar, birbirlerine sevgide ve saygıda kusur edemezler. Sokaklar, partiler fesat kazanlan gibi kaynıyor. Bunların hiçbiri bizim saflarımıza işleyemez, birlik içinde, kardeşlik ve sevgi içinde, el ele, omuz omuza vereceğiz. Kim id, bir ülküdaşımız hakkında dil uzatır, laf söylemeye kalkarsa, ona hemen sırtınızı dönünüz. Bu benim sizden istediğim en önemli bir davranıştır. Bugüne kadar saflarımıza giremeyenler, iblisin dahi aklına gelmeyen plânlar peşindedirler. Saflığın, gafletin, hazımsızlığın ve sabırsızlığın devrini kapattık.
Uyanıklılığımızda, en az iyi niyetli olduğumuz kadar uyanık da olacağız. Birlik ve beraberliği, yüce davamızı, büyük ülkümüzü her şeyin üstünde tutacağız. $ahsî menfaatler, basit kişi hesaplarının bizim dâvamızda yeri olamaz. Adaylık çekişmelerine en ufak yer verilmemelidir. Milletimize hizmet jrolunda büyük dâvamızın ruhuna uygun feragat, fedakârlık ve sabırla hareket etmeliyiz. Kardeşlik, sevgi, saygı ve birlik bütün davranışlarımızın temeli olacaktır. Gönüller fethedilecek, kalpler kazanılacak ve MHP iktidar olacaktır.
Bütün Milliyetçi Hareketçileri, bütün Türk Milliyetçilerini 1977 seçim seferberliğine çağınyorum. Bunun için de Türk Milliyetçiliği fikrinin yegâne siyasî aksiyonunu ve organizasyonunu teşkil ve temsil eden MHP'ne hizmete davet ediyorum. Güçlü ye büyük MHP; güçlü ve büyük Türkiye demektir. Milliyetçi Hareketin genç, dinamik, ülkücü kadroları iktirara taliptir. Türk Milletinin asırlık çilesi ülkücü kadroların devlet ve millet yolunda hizmete girmesiyle sona erecektir. Büyük Türkiye, mutlu Türkiye, bütün cihana aydınlık veren ümit ve mutluluk yollan açan güçlü, şerefli Türkiye kurulacaktır. Şimdiden o Türkiye'yi selâmlıyorum.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN!... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:53 | |
| HEDEF: MHP'NİN ZAFERİDİR
Sayın Divan, Muhterem Basın Mensuplari, Ve Milliyetçi Hareket Dâvasının Asil Delegeleri.
Türkiye'nin çok önemli bir geçitte bulunduğu ve seçimlere gittiği bir dönemde bir kongremizi daha tamamlamış bulunuyoruz. Kongremizin gördüğü bu muhteşem ilgi ve delege arkadaşlarımızın yüksek moral ve heyecanı, partimizin millet nazarında kazandığı itibarın ve yaklaşan zaferinin bir delilidir. 5 Haziran seçimleri Türk siyasî tarihine bir dönüm noktası olarak geçecektir. Çünkü bu seçim, Türkiye'nin yarınki manzarasını tayin edecek ve bu seçim Milliyetçiliğin millet ve devlet hayatımızın bir rüknü haline getirecektir. 5 Haziran seçimlerinin bu olağanüstü ehemmiyeti, bütün parti ye fikir adamları tarafından takdir edilmektedir. Bu sebeple de seçim kampanyası çok heyecanlı ve hareketli geçecektir.
Bütün temennimiz bu heyecanlı ve hareketli seçim mücadelesinin, demokrasimize zarar verecek ve vatandaşın demokrasiye bağlılığına gölge düşürecek olaylara sahne olmamasıdır. Dünyanın her tarafında seçimler heyecanlan yükseltir ve partiler arası münasebetleri normal zamanlara nazaran biraz daha gerginleştirir. Bu olağandır. Ancak, bütün vatandaşlarımızın, 6 Haziran günü artık bir seçim meselesinin bitmiş olacağını, ama kardeşlik ve millî bütünlük zaruretinin ebediyyen devam etmek durumunda olduğunu dikkate alarak, bir daha yüzyüze gelemeyecekleri davranışlardan kaçınmalıdırlar.
Her türlü zorbalığa ve kanunsuzluğa karşı olan partimiz ve partimizin mensupları seçimlerin güvenlik ve huzur içinde geçmesi için azamî dikkat ve itinayı göstereceklerdir. Seçim zaptiyeliğine çıkan ve aslında sandık güvenliğini değil, sandığının ve seçmenin tehdit edilmesini amaçlayan bir takım sol guruplar, karşılarında devletin resmî, kanunî görevlilerini bulacaklardır. Seçmenin hür iradesi ve bu iradenin tecelli yeri olan seçim sandıklan anayasa'nın, kanunlann ve devletin teminatı altındadır.
Muhterem Ülküdaşlanm,
Seçimlerin taşıdığı olağanüstü ehemmiyet, siyasî muarızlarımızı partimize karşı bir takım oyunlara sevketmek istidadındadır. Çünkü partimizin güçlenmesi, onlann zayıflaması demektir. Partimize karşı dostça görünerek olsun veya düşmanca tertipler şeklinde olsun, girişilmesi muhtemel bu oyunlara karşı azamî dikkati göstermek mecburiyetindeyiz. Seçimlerde bizi vatandaş nazannda sevimsizleştirmek için bir çok tahrikler yapılacaktır. Çelik bir irade ile hiç bir tahrike kapılmayacak, kendi çizdiğimiz yolumuzun dışına çıkmayacağız. Partimiz, 5 Haziran seçimlerine tek başına ve hiç bir partiyle işbirliği yapmaksızın girecektir.
Devlet hayatında beliren sol ve komünist tahribatı izale etmek, Türkiye'yi hükümetsizlikten kurtarmak ve Türk milliyetçiliğini iktidar kılmak için, MC hükümetinin kurulmasında büyük bir rol ifa etmişizdir. Birbiriyle küskün ve hatta hasım, her biri kendi partisinin çıkarını başka istikamete gören partilerin ortak bir protokol ve hükümet programıyla işbirliği yaparak hükümeti kurmaları için çok gayret sarfetmişizdir. Bu partilerin işbirliği yapmaları için bu kadar gayret sarfetmiş ve hükümetin sağlıklı çalışması için elinden geleni yapmış olan Partimizin, seçimlerde tek başına çalışması ve AP'nin "seçim işbirliği" teklifini kabul etmemesi bir tezat değildir.
Koalisyon protokolü yapılırken, partiler arası iyi münasebetlerin seçimlerde ve seçimlerden sonra da devam etmesi için bir "Seçim İttifakı Kanunu" çıkarılması üzerinde mutabakat hasıl olmuş ve bu hüküm protokole bağlanarak altı imzalanmıştır. Eğer böyle bir kanun çıkmış olsaydı, isteyen partilerin kendi aralarında ve hiç birinin haksızlığa uğramasına meydan vermeden işbirliği yapılması mümkün olurdu. Ama koalisyon partilerinin hepsi bu, taahhüdün altını imzaladıkları halde ve bizim yazılı ve sözlü müteaddit ikazlarımıza rağmen bu kanun çıkarılmamıştır. Kanunî şartlar müsait olmayınca, şu. veya bu partinin işbirliği yapması için makûl ve mantıkî bir formül bulmak mümkün değildi. Böyle bir işbirliği ancak bir partinin kendisini inkâr etmesi ile mümkün olurdu ki, Türkiye'nin yükselme ve güçlenme davasının yılmaz takipçisi olan partimizin bu dâvayı reddetmesi asla tasavvur bile edilemezdi.Sola karşı partiler arasında bir seçim işbirliğinin gerçekleşmemiş olmasının vebali, bu kanunu çıkarmamış olanlarındır. Milliyetçilerin, bütünleşmesini önleyenler onlardır.
Muhterem Delegeler,
Türk milleti hakikaten milliyetçilerin bütünleşmesini istemektedir, siyasî muanzlarımız, Türk milliyetçiliğinin en dirayetli ve radikal temsilcisi olan Partimizi vatandaş nazarında "ayrılıkçı" durumuna düşürmek için, bazı partiler bizi milliyetçilerin bütünleşmesine yanaşmamış bir parti gibi göstermek için propaganda yapacaklardır. Bu propagandaya karşı izah ettiğim bu gerçeklerin vatandaşlarımıza anlatılması gerekmektedir. Aday listelerinin verilmesine 10-15 gün kala, sırf siyasî propaganda olsun diye yapılan ve gayri tabii formüllere dayanan işbirliği teklifini, makul ölçüler içinde gerçekleştirmek zaten mümkün değildi. Bugün milliyetçi vatandaşın zaafta değil dirayette, bilgisizlikte değil ehliyette, ciddiyetsizlikte değil, ciddiyette birleşmesi temayülü kesindir, memnuniyet vericidir ve partimizin güçlenmesinin temeli vatandaşın bu temayülüdür.
Muhterem Ülküdaşlarım,
Bizim dâvamız yüce bir ülkünün, büyük, güçlü, müreffeh, Milliyetçi Türkiye ülküsünün zaferine yönelmiştir. Hiç bir şahsî temayül, hiç bir yorum farkı ve hele hiç bir şahsî ihtiras, böyle yüce bir dâvanın yanında kıymet ifade etmez, etmemelidir. Dâvamızın ve teker teker şahıslarımızın ülkücü yolda başarısının ilk şartı budur. Biz ancak tek vücut, bölünmez bir bütün halinde bütün enerjimizi seçimlerden başarılı çıkmak için seferber edersek muaffak olabiliriz. Bu kadar önemli bir seçim döneminde kendi aramızda bütünleşmemiz sistemin tabiatından doğa rekabetleri, ülkümüzü yaralayacak, siyasî muarızlarımızın ekmeğine yağ sürecek bir küskünlük haline getirmek, ülkücülüğe asla yakışmaz. Bu sebeple, adaylık problemlerini mübalağa etmemek ve zararlı gelişmelere vesile kılmak, affedilmeyecek bir ülküsüzlük davranışı olacaktır.
Muhterem Ülküdaşlanm,
Aday listelerinin hazırlanmasında, hiç bir şekilde, ülkümüzün menfaatinden ve dâvamızın zafer şartlarından başka bir kıstas kullanılmayacaktır. Adaylık için başvuran bütün arkadaşlarımız aynı kıymette ve aynı itibardadırlar. Birini diğerine tercih etmek mümkün değildir. Ama bir listenin başına ancak bir aday getirilebilir... Bu durumu dikkate alarak, aday sıralamalınn, siyasî muarızlarımızın işine gelecek ve dâvamızı bu en önemli dönemde yaralayacak ihtilaflar için vesile haline getirmemek icap etmektedir. Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlar Türk Milliyetçiliğinin yegâne temsilcisi olan partimizin 5 Haziran'da büyük bir sıçrama yapmasını gerektirmektedir. Türkiye'nin şartlan ve vatandaşımızın arayış ve özlemleri, partimizi Türk milletinin ümidi haline getirmektedir. Eğer biz, şu veya bu geçici durumu ihtilâf ve kırgınlık sebebi haline getirirsek, uğruna bunca fedakârlık yapılmış olan mukaddes dâvamızı kendi ellerimizle hançerlemiş oluruz.
Aziz Delegeler
Kutsal Toprakların Uçbeyleri, Dokuz Işıkçı, Üç Hilâlci Bozkurtlar; Sizlere yaklaşmakta olan büyük, güçlü Türkiye iktidarının sahipleri olarak sesleniyorum. Hizmete hazır olunuz. İktidarımız büyük Türk milleti'ne hayırlar, uğurlar getirsin. Güçlü iktidarımızı sizlere müjdeliyorum. Çünkü siz, Türk Milliyetçiliğini gönüllerine dikilmiş kutsal bir bayrak gibi taşıyorsunuz. Çünkü siz, beyin hücrelerinizde Türk Milleti'ni en ileriye götürecek dehâyı, buluş gücünü taşıyorsunuz. Azmimiz, ülkünüz, yüz milyonluk, kalkınmış, zengin, mutlu büyük Türkiye idealidir. Bu çabanızda, bu atılımınızda haklısınız. Çünkü. Türk Milleti köle bir millet değildir. imparatorluklar, medeniyetler kurmuş olan ve en güçlü fatihler, en büyük bilginler yetiştiren bu millet, düşürülmek istenilen her türlü kölelik, en adî tutsaklık tuzaklarını yıkacaktır.
Milletimiz, güçlü iktidarımızla, milletler ailesinin en şerefli üyelerinden biri olacaktır. Gönüllerinizde, beyinlerinizde, çelikten demir yumruklarınızda, bu soylu ve Büyük milleti, çağlar üstüne çıkartacak iman, ülkü ve kuvvet vardır. Bu iman, bu ülkü, bu kuvvetle size reva görülen her türlü emperyalist saldırılan yeneceksiniz. Hangi yönden gelirse gelsin, her türlü kölelik ve tutsaklık çemberini yarınız. Kapitalist emperyalizmden, sosyalist emperyalizme, faşizmden, nazizmden, komünizmine kadar Türk-lslâm ülküsünün reddettiği sapık ideolojilere ısrarla karşı çıkınız.
Çünkü, Türk Milliyetçilik ülküsü, ülkülerin en kuvvetlisidir. Şunu asla unutmayınız ki, Türk milliyetçiliği, Türk Milletine haince uzanmış ideoloji ve eylemleri caydıracak, kahredecek güçtedir. Israrla ifade ediyorum ki, hukuka ve devlete yön veren Türk Milliyetçiliği, Anayasanın çizdiği sınırlar içinde, komünizmi, faşizmi ezecek, yok edecektir. İradelerinizle, bu güçlü yumruklan, bu ülkücü beyin ve gönülleri, şahıslanmzda taşımaktasınız. Anayasanın, Türk Devleti'nin bekçileri olan sizleri, iktidar olmaya çağmyorum. Anayasanın sizlere tanıdığı bu hakkı alınız, Türk'ün yeni muhteşem medeniyetini kurunuz, hakkınız olan iktidannıza sahip çıkınız. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:53 | |
| Aziz Delegeler,
Mete'lerin, Fatih'lerin Torunları Dokuz Işıkçılar, Türk'ün iktidan, paylaşılmaz. Türk'ün iktidarı büyüktür, güçlüdür. Bu büyük, bu güçlü iktidarı tek başınıza kurunuz. Hiç bir ortağa muhtaç değilsiniz, iktidarın tek sahibi Milliyetçi Hareket Partisi olmalıdır. Bunun içindir ki, ısrarla ifade ediyorum. Bu seçimlere tek başımıza giriyoruz. Hiç bir parti ile seçim ittifakı yapmadık. Partimiz her ilde, Milliyetçi Hareket Partisi olarak seçimlere katılacaktır. Başka partilerle seçim ortaklığımız yoktur. Bizden seçim işbirliği isteyenlere, Seçim İttifakı Kanunu çıkartalım dedik. Çıkartmadılar. Bu kanun çıkarmayanlara şimdi son ve kesin cevabımızı veriyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi, seçimlere Üç Hilalli amblem içinde bağımsız ve yalnız olarak girecektir. Bundan kusur aranacaksa, vaktiyle bu kanunu çıkartmayanlarda aranmalıdır.
Muhterem Delegeler,
Milliyetçi Hareket Partisi, beyninde, yüreğinde, yumruğunda Türk Milliyetçiliğine inananların partisidir. Milliyetçi Hareket Partisi yüzyıldan beri Türk Milliyetçiliğini Parti yapmak isteyenlerin partisidir. Milliyetçi Hareket partisi, nimet değil, külfet; ikbal değil, hizmet isteyenle¬rin partisidir, milliyetçi Hareket Partisi, millet ve milliyetçilik kavramlannı sonradan öğrenenlerin değil, bu ülküye gönül veren, baş verenlerin partisidir. Ve nihayet Milliyetçi Hareket Partisi, kendi cebinin veya sahte bir sınıfin değil, Türküm diyen, Türklük için çile çeken, Türk'ü, Türklüğü yüceltmek, çağları aşıp en güçlü, en zengin millet yapmak isteyenlerin partisidir. Bu ülkü, bu kavga öyle zor, öyle çetin ve öyle dikenlidir ki, bunu ancak duyanlar, yaşayanlar çekebilir. Milliyetçilik, sözde değil, özdedir. Milliyetçilik kokteyl salonlarında değil, Anadolu'nun taşında, toprağında, yazında, kışındadır.
Onun için ısrarla söylüyor, ıssrarla belirtiyorum ki, milliyetçiler birleşmelidir. Ancak, milliyetçiler, gerçek yuvada, gerçek partide birleşmelidir. Birleşecek bu gerçek yuva, bu gerçek parti, sahiden milliyetçi parti olan MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ'dir. Çünkü, tekrar ediyorum, bir zamanlar milliyetçilik sözünden ısrarla kaçanlar, bu kavramı, yasak ve sapık kavramlarla bir tutanlar varken, biz, bu kavramı, yani milliyetçiliği, Partimizin adı yapmış, hareketimizin ülküsü haline getirmiştik. Bunu, unutkan kafalar unutsa bile, şundan ısrarla eminim ki, MÎLLET ve TARİH unutmayacaktır.
Sevgili Arkadaşlarım,
Milliyetçi Hareket, Hakk'a ve haklıya inanır. Milliyetçi Hareket, insana, insan sevgisine inanır. Milliyetçi Hareket, tek bir rejim tanır. O da çok partili demokratik rejmdlr. partimiz, insanın maddî ve manevî gelişmesini; barışçı, özgürlükçü demokraside görür. Milliyetçi Hareket bansın, özgürlük ve mutluluğun, sosyal adaletin tek kurucusu, tek koruyucusu ülkücü insanlar partisidir. Milliyetçi Hareketin iktidarında, fert, zümre ve sınıf sömürüsü olmayacaktır. Milliyetçi Hareketin iktidarında vurgun, soygun olmayacaktır. Milliyetçi Hareketin iktidarında bölgecilik, mezhepçilik olmayacaktır.
Atalarımızın kanlarıyla sulayıp bize, bizden sonra geleceklere devretmek için emanet edilen bu kutsal vatan bölünmeyecek, böldûrülmeyecektir. Bin yıllık tarih içinde aynı inanç, aynı dil, aynı din ve aynı ülküleri paylaşarak bir potada bütünleşen tek toplum haline gelen bu yüce ve büyük MİLLET, uydurulmuş sunî halklara dönüştürülmeyecektir. Anayasanın emri doğrultusunda kalmak şartıyla, bu BÜYÜK MİLLET'i, halklara bölmek isteyen ister sağcı, ister solcu, ister sendika lideri, ister parti başkanı olsun, özetle ve kısaca kim olursa olsun onlara bu imkânı vermeyeceğiz, onlarla sonuna kadar mücadele edeceğiz. Anadolu topraklan üzerinde on tane sosyalist devlet kurmak isteyen, bölünmez Türk Milleti'ni halklara bölmek isteyenleri iyi biliyoruz. Onlann yakasını bırakmayacağız, en sert, en kesin hesabı onlara soracağız, onlan Türk Milleti'ne anlatıp duracağız.
Aziz Delegeler,
Türk Milleti'nin dâvası büyüktür. Bu büyük dâva korkak parti liderleriyle, tutarsız, dengesiz, cahil parti başkanlarıyla, şakacılarla çözülemez. Türk Milletini sokaklarda, meydanlarda kışkırtan, bir gün Amerikan, bir gün Doğu Bloku, bir gün Üçüncü Dünya yanlısı olan kişilerle bu dava yürümez.
Muhterem Ülküdaşlanm,
Başka fikre müsamaha edemeyen, sokaklarda kabadayhlık yapan, en büyük faşist olduğu halde, elindeki bu çamuru demokratik felsefeye inananlara sıçratan hasta ruhlu insanlara dikkat ediniz, türkiye'de faşist yoktur. Milliyetçi Hareket, komünizme olduğu kadar, faşizme de karşıdır. Unutmayınız. Sizlere faşist diyenler, beynelmilel komünistlerdir. Kahrolsun faşizm, kahrolsun komünizm, kahrolsun her türlü diktacı emperyalizm. Milliyetçi Hareket, millî, demokratik, laik, sosyal hukuk devletine inanır. Millî devlette, enternasyonalizm yoktur. Enternasyonalist ve özellikle Sosyalist enternasyonale girmek isteyen parti ve dernekler, Anayasamıza göre anayasa suçu, dernekler kanununa görede adi suç işlemektedir. Savcılar, valiler, yetkililer nerededir?
Sokak eşkiyasını, banka soyguncusunu, siyasî katili, adam kaçıranı, millî serveti yakanları, koruyanı, onları affedeni iyi tanıyınız, demokrasiden bahsedip en büyük diktacı faşistleri, hastalan biliniz. Yaşasın Türk Milliyetçiliği, yaşasın Üç Hilâlci, Dokuz Işıkçı Bozkurtlar. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:54 | |
| Muhterem Ülküdaşlanm,
Önümüzdeki seçimler bizden büyük gayret istemektedir. En şanslı ve en verimli seçim, Partimiz için bu seçim olacaktır. Partimizin seçimlerden güçlü olarak çıkması ve onsuz bir iktidarın kurulamıyacağı meclis aritmetiğinin sağlanması, hayatî bir meseledir. Türkiye'yi sol maceraya veya zaaf ve savrukluğa kaptırmamak için, bu neticeyi istihsale mecburuz. Bunun da tek yolu, seçimler için olağanüstü bir gayret göstermektir. Seçimlere bir seferberlik halinde girmeliyiz... Bütün milliyetçileri, bütün ülkücüleri her türlü tereddüt ve ataleti bir tarafa bırakarak Türk Milliyetçiliğinin 5 Haziran zaferi için seferberliğe çağırıyorum...
Bu seferberlik, Türk Milliyetçiliğinin zaferinin işaretidir.
Gönül seferberliğimiz zaferini kazanmıştır. Bugün davamazın şanlı bayrağı vatandaşın gönlünde dalgalanmaktadır. Artık herkes anlamıştır ki, MHP'siz hükümetler güçlü olmaz, uzun süre ayakta duramaz. Asırlık dertlerle bunalan Türk insanı, gönlündeki ümit ışığının Milliyetçi Hareket tarafından temsil edildiğini farketmiş bulunmaktadır. Bugünkü seferberliğimiz, gönül seferberliğimizin bu zaferini, bir demokrasi zaferi, bir iktidar zaferi haline getirmek için, vatandaşın gönlünün sesini, rey halinde sandığa getirmektir. Milliyetçi Hareketin zaferi, Türkiye'de sol maceracılığı komünist kundakçılığı durduracaktır. Milliyetçi Harket'in zaferi, Türk devletini yıkmak ve Türk vatanını parçalamak amacında olan bölücü ihanet ve fesat hareketlerini boğacaktır.
Milliyetçi Hareketin zaferi, Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kardeşçe kucaklaştığı bir adalet ve sevgi iklimini kuracak, millî enerjimizi, tarihi dinamizmimizi harekete geçirerek ülkemizi çağlar üzerinden aşıracak, atom ve füze çağına kavuşturacaktır. İnsanin insanı sömürmediği, insanların hiç bir sebeple hor ve hakir görülmediği, vatandaşın devlet kapısından kovulmadığı, ailelerin yavru acısından kurtulduğu bir feyiz ve sevgi ortamını ancak Milliyetçi Hareket kurabilecektir. Anadolu'nun safaletten kurtarılması, aracının, tefecinin, istifçinin, karaborsa vurguncusunun üreticiyi sömürmesini önletecek tek güç, Milliyetçi Hareketin iktidarıdır. Türkiye üzerindeki emperyalist oyunları boşa çıkaracak, Türkiye'yi iç ve dış sömürü ve tehditlerden kurtaracak büyük, güçlü ve mutlu Milliyetçi Türkiye'yi. Türk insanı, Milliyetçi Hareketin iktidarında bulabilecektir.
Türk insanının sevgi ve adalet duygusunun kaynağı olan İslâm ruhu, siyaset pazarının metaı olarak istismar edilmeyecek, bütün gönülleri aydınlatan bir nur, bir sevgi Ve şefkat abidesi olarak millî hayatımızda lâyık olduğu yüce mevkiini ihraz edecektir. Böyle mutlu, güçlü, sömürüşüz, aydınlık ve imanlı Türkiye, hür ve demokratik nizam içerisinde ancak MHP tarafından gerçekleştirileceğine göre, MHP'nin 5 Haziran zaferi bütün vatandaşlara kutlu olsun... Cenab-ı Hakk'tan bize inayetini esirgememesini ve milyonlarca şehidi bağrından çıkarmış olan bu asil millete Milliyetçi Hareketin aydınlık günlerini nasip etmesini bütün kalbimizle niyaz eder, hepinize en derin sevgi ve saygılarımla Allah'tan üstün muaffakiyetler dilerim. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 10:56 | |
| BAŞBUĞUMUZUN KENDİ KALEMİNDEN KENDİ AĞZINDAN YAZMIŞ OLDUĞU GÖNÜL SEFERBERLİĞİ İSİMLİ BU GÜZEL KİTABIN HER SATIRINI BAŞTAN SONA KADAR EKLEMİŞ BULUNMAKTAYIM.OKUMAK İSTEYEN ÜLKÜDAŞLARIMA SUNARIM.SELAM VE DUA İLE...
cCc...EYLEMLER GÜZELİ...cCc TURANCI DELİTAY |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) Salı 21 Nis. 2009 - 16:45 | |
| HA AYRICA HERKESİN DE YORUMLARINI BEKLERİM AMA TEŞEKKÜR EDEİRM GÜZEL KONU GİBİ YORUMLAR DEĞİL TABİ.OKUMAYI SEVMELİYİZ. |
| | | | GÖNÜL SEFERBERLİĞİ (BAŞBUĞUMUZUN KALEMİNDEN) | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|